@ozeaslaner
|
Ne zamandan beri modern hayata ayak uydurup bu evde opera dinlenmeye başlanmıştı? Yoksa Derin’in beynindeki fazla matematik birikimi dile gelmiş Pisagor vokalliğinde çığırıyorlar mıydı? İkisinin de saçma bir düşünce olduğuna karar verip gözlerini zorlukla da olsa açmayı başardı. Millet verimini artırmak için klasik müzik dinler evdekiler a ve o harflerinden başka bir şeyin duyulmadığı bir müziği seçer. Operayı küçümsediğinden değil tabi ama sabah sabah da hiç güzel gitmiyordu haliyle. Doğrulup gözlerini ovuşturduğunda müzik sesinin yakınlığı dikkatini çekmişti. Telefonuna baktığında sesin oradan geldiğini görünce kaşlarını çatarak telefonu eline aldı. Alarm! Sabah beş! Ve Derin bu saatte uyanmıştı! Hâlâ rüya görüyor olabilir miydi? Pardon kâbus! Bu denli sese daha fazla dayanamayıp alarmı kapattı. Aklına gelen ilk soru şu oldu, ‘bu müziğin benim telefonumda ne işi var?’ İkincisi ise, bu alarmı bu saate kim kurdu? ‘Kaçan uykumun bana verdiği yetkiye dayanarak kendimi duşa davet ediyorum’ diyerek yataktan kalkıp okul kıyafetlerini çıkardıktan sonra duşa girdi. Saç diplerine değen suyun verdiği rahatlama sinirlerini de bir hayli yatıştırmıştı. Duştan çıktıktan sonra okul kıyafetlerini giyip saçlarını gelişigüzel kuruttu. Güzelce taradıktan sonra odasından çıkıp salona indi. Annesin uyanmasına daha bir saat vardı. E tabi bu saatte Derin’den başka opera mağduru olmadığına göre iş başa düşmüştü. Her sabah kahvaltıyı annesi hazırlıyor. Bu sabah da hazır erken uyanmışken kahvaltıyı kendi elleriyle hazırlamak istemişti. Vakit kaybetmeden mutfağa geçti. Dolaptaki kahvaltılıkları masaya güzelce dizdikten sonra omlet yapmak üzere yumurtaları çıkardı. Tavada hazırladığı yağa yumurtaları zorlukla da olsa kırdıktan sonra güzelce karıştırdı. Yani en azından güzelce karıştırdığına inanıyordu. Çok karıştırmış olacaktı ki omlet bir bütün halinde değil parçalar halindeydi. Onu boş verip salatalık ve domatesi de dilimledikten sonra onları da masaya koydu. Saate baktığında annesinin kalkmak üzere olduğunu görünce kahvesini yaptı. "Günaydın." Annesinin kahvesini de masaya koyduktan sonra ona bakıp gülümsedi. "Günaydın anneciğim." Annesi masaya bakarak yerine otururken hafifçe güldü. "Hırpalanmış omlet ve yamuk kesilmiş salatalıklar. Demek ki bunlara Derin eli değmiş." Genç kız kaşlarını çatıp dudağını büzerek yanına oturdu. Hem sabahın bu saatinde kahvaltı zahmetine girmişti hem de emekleri küçümseniyordu. "Neden dalga geçiyorsun anne? Salatalığın şekli bozuktu. Ondan." "Eminim ondandır." Kahvesini yudumlarken Derin’e bakıyordu. "Neden erken uyandın sen bugün bakayım? Normalde terliğin kaldırma gücünden yararlanarak uyanırdın?" Emre, her zamanki acelesiyle mutfağa dalıp yerine oturdu. O iştahlı görüntüsü masaya oturunca son bulmuştu. "Abla bin defa diyorum sana elleme şu yemeklere diye ya. Ölmek için daha çok gencim." Derin’in kaşları anında tekrar çatılırken annesine döndü. "Senin bu oğlun yüzünden tabii ki. Telefonuma opera söyleyen bir adamın şarkısını yüklemiş. Saat beşe de alarm kurmuş bu müzikle." Ayla Hanım dudaklarını birbirine bastırıp Emre'ye bakış attığında Emre omuz silkerek kahvaltısını yapmaya devam etti. "Babam nerede? Daha uyanmadı mı?" "İşleri bugünlerde yoğun biliyorsun. Bayağı erken gitti bugün işe." Bu doktorların işi de bayağı zordu. Saat ve tatil günü fark etmeksizin sürekli yoğun oluyordu. Derin, babasının yoğunluğuna üzülmeyi anında bırakıp aklına gelen hemen ardından onu okula babasının bırakamayacak olması gelmişti. ‘İşe erken gittiyse beni okula bırakamayacak yani. Ama ben metrolarda sürünmek istemiyorum. Onca insanın arasında nefessiz kalmak anlatılmaz yaşanır!’ diye oflayarak içinden homurdandı. "Ama anne ben okula nasıl gideceğim şimdi?" "Kızım ana okul çocuğu değilsin ki elini tutup ben götüreyim. Kendin git bugün." Derin, büyük bir can sıkıntısıyla son lokmalarını yiyip kalktı. Annesinin yanağını öpüp yanından geçerken Emre'nin de saçlarını karıştırmayı ihmal etmedi. Kulaklıklarını takıp dışarıda yürümeyeli çok olmuştu. Bu yürüyüş iyi gelecekti muhtemelen. Kulaklıklarını takıp metroya doğru yürümeye başladı. Bir tür terapi gibi değil mi ya bu müzik eşliğinde yürüme olayı? Kimi son ses hareketli müzik eşliğinde yapar bu terapiyi kimisi ise hafif şarkılar açıp etrafı izlerken düşünür bir yandan. Çünkü düşüncüler müzik eşliğinde olunca daha hafifletici geliyor. Düşünmeye korktuğumuz hisler, belki bazı anılar... Daha çekilebilir bir hâl alıyor. En azından Derin için öyleydi. Metroya geldiğinde düşüncelerinden sıyrılma vaktinin geldiğini farkına vararak kulaklıklarını çıkardı. Kısa bir sürenin ardından metro gelince içeride nefes alamayacağını çok iyi bildiğinden derin bir nefes alarak binmişti metroya. Bu defa çok kişinin baskısının dışında ekstra olarak ter kokusu ağır basıyordu. Arada unutup nefes almadığı sürece üç durak sonra oksijene kavuşabilecekti. Tabi bu nefessizlik sonu olmazsa tabii! İlk durakta durduğunda kısa süreli de olsa yeni bir nefes depolaması yapmıştı. İkinci durağa da gelince az da olsa rahatladığını hissetti. Çünkü bir sonraki durakta kurtulmuş olacaktı bu azaptan. Zaman öldürmek için etrafında cam ararken daha önceki platonik aşklarını sollayacak derecede yakışıklı birini görünce ister istemez bakışları onda sabitlenmişti. Dağılmış siyah saçlarına gözleri takılınca gülümsemişti farkında olmadan. Derin’in bakışlarını üzerinde hissetmiş olacak ki o da Derin’e bakınca yüzündeki gülümsemeyi anında sildi. Bakışlarını da çevirmesi gerektiğinin farkındaydı ama bir türlü ayıramıyordum gözlerini ondan. Her ne kadar metroya binmeyi sevmese de binince de gözüne hoş gelenleri kesmeden bırakmazdı. Bazı trajikomik ikililer gibiydi bu olay. Nasıl simitle ayran, kahveyle çikolata, Derin’le Brad Pitt dünya ikilisiyse metro ve insanları dikizlemek de Derin için öyleydi. O da bir süre Derin’e bakıp sırıtınca bakışlarını nihayet ondan ayırmayı başarmıştı. ‘Keşke trafiğe takılsak da onu biraz daha izleyebilsem.’ Diye geçirdi içinden Derin. ‘Ah aptal kafam. İki gram beynin vardı yarısını matematikle yarısını da bu çocukla bitirdin. Metro trafiğe takılsın dedim resmen ya!’ Üçüncü durağa vardıklarında onun bu sırıtışına karşılık genç kız, saçlarını savurarak cool bir şekilde inmek istese de kalabalıktan ayakları birbirine dolanınca kendini dengede tutamayıp düştü. Yani galiba. Ya metroda yer çekimi yoktu ya da biri onu havada tutmuştu. Ne olduğunu anlamak için başını sağına çevirmesiyle birlikte o çocukla burun buruna gelmişti. O an düşünce yetisinin kaybolduğunu anladı. Ne hareket ediyordu ne de bir şey söylüyordu. Öylece ona baktı bir süre. Sırıtarak "Biliyorum şu an halinden pek memnunsun ama insek mi artık?" dediğinde kendine gelerek hışımla doğrulup yerden çantasını aldı ve hemen metrodan indi. Halimden pek memnunmuşum! Laflara bak. Kendini beğenmiş. Ego manyağı! Deri Ceketli Ego! Arkasından konuşma sesleri duysa da ona söylediğini anlamamıştı. Kolunda bir el hissettiğinde ise hızlıca arkasına döndü. Kızın kolunu tutmaya devam ederken "Sana dedim," diyerek üsteledi. Derin, anlamaya çalışarak ona bakarken çocuk telefonunu uzattı. Muhtemelen düşerken düşürmüştü. Derin bir süre şaşkınca telefona baktıktan sonra ancak idrak edebilmişti. Çünkü az önceki ukala çocuktan eser yoktu. Davranışıyla da bakışlarıyla da tamamen değişikti. "Teşekkürler," dedikten sonra telefonu nazikçe elinden alarak yoluna devam edecekti ki kolunu tutup tekrar kendine çevirerek gözlerini Derin’in gözlerine dikti. Neredeyse kırmızıya çalacak olan kahverengi gözleri Derin’in ürkek bakışlarıyla buluşmuştu. Neler olduğunu anlayamadan kolunu sert bir hamleyle kurtardı çocuktan. “Ne yapıyorsun sen?” diye inledi sokak ortasında. Çocuğun dudakları hafifçe iki yana kıvrılmıştı. “Rehberine yeni bir isim ekledim. Aras ben,” dedi ve göz kırptı. Derin, daha önce de insanlara gözünü dikiyordu ama ilk defa böyle bir olayla karşı karşıya kalmıştı. Hayır yani, dışarıdan bakınca gayet yakışıklı, simsiyah saçlar ve o hipnoz etkisi yaratan gözleri, bronz teni, uzun boyu, geniş omuzları… Bu listenin giderek uzayacağını anlayınca daha da şaşırmıştı. Böylesine biri yokluk da yaşıyor olamazdı ki ona bakan yabancı bir kıza hemen gidip numarasını versin. Onu gören tüm kızlar kapısında yatar kalkardı. Demek ki neymiş? Allah bir yerden verip bir yerden de alıyormuş. Mesela beyninden. Aras, hala kıza tepeden dik bir bakışla bakarken beklemediği bir şey oldu ve Derin onu umursamadan yanından geçip gitti. Arkasına bir defa bile dönüp bakmadan öylece yürürken aynı zamanda telefonunu havaya kaldırarak işaret parmağını Aras’a göstere göstere bir yere dokundu. Derin’in ‘sildim numaranı’ gösterisini anlayan Aras hafifçe güldü. Normalde böyle şeyler yapan biri değildi fakat bu küçük kızla uğraşmak ona kendini bir nebze olsun eğlendirebilme fırsatı vereceğini düşündüğü için yapmıştı bunu. Sabah yaşadığı olaydan sonra hiçbir şey keyfini yerine de getiremezdi ama yapacak bir şeyi de yoktu. Küçüklüğünden beri babasının şirketine onunla beraber giden ve her şeyi o yaştan beri gözlemleyip öğrenen bir çocuk olmuştu. Babası onu şirketin başına geçirmek için yeteri kadar bilgisi olduğundan emin olunca bir süre şirketi Aras’a emanet etmişti. Aras da bu güveni boşa çıkarmamıştı tabii. Babasını aratmayan başarılara imza atmıştı. Sırf işine olan sevdası için okulu bırakan Aras, şimdi de bunun ceremesini çekiyordu. Çünkü babası şirketi tamamen Aras’a bırakıp kendisi yurt dışındaki şirketin başına geçmek istiyordu fakat bunun için de bir şartı vardı. Okulunu bitirmesi. Bu hafta babası kavgaları sonucu onu okula tekrar kaydettirmiş ve son senesini bitirmesini istemişti. Tabii istemişti demek biraz hafif kalırdı. Aras da bu mecburiyete en sonunda boyun eğip dönemin ortasında son sınıfından devam edecekti. Okulun sahibi ve babası arasında olan ahbaplık sayesinde kaybettiği bir dönemi sorun olmayacaktı. Eski okulu olsa daha çok zevk alabilirdi belki ama orada dönem ortası kayıt işlemi bir türlü kabul görmemişti. Genç adam çaresizce bugün okulun yolunu tuttu. Üst üste gelen talihsizlikler silsilesi Aras’ı bir de arabası üzerinden vurmuştu. Yarı yolda tekerlekleri patlayınca tekerleğe bir de kendisi tekmesini vurup metroya yakınken, ilk günden okula geç kalmamak adına oraya doğru ilerledi. Babasından araba konusundan yardım isteyebilirdi ama daha fazla çocuk gibi mızmızlanmak istemediği için kendi işini kendi halledecekti. Metro durağında beklerken Salih Bey’i arayıp arabanın konumunu vererek tekerlekleri yaptırmasını, ardından arabayı okula getirmesini istedi. Sinirlerini dizginleyerek metroya bindi. Bir süre sonra üzerinde hissettiği bakışlar dikkatini çekmişti ve biraz olsun eğlenmek için onu izleyen kızla biraz uğraşmak istemişti. Kız ardına bakmadan gittikten sonra sırıtarak çocukluğundan beri manevi kardeşi gibi olan en yakın arkadaşı Rüzgar’a okula gittiğine dair mesaj attı. Rüzgar da aynı şekilde Aras’la birlikte okulu bırakmıştı. Biri camdan atlasa diğeri de bir an olsun sorgulamaz o da atlardı ne de olsa. Bu yüzden Aras okula devam edecekse Rüzgar da devam edecekti tabi! Rüzgar bu fikre pek sıcak bakmasa da Aras onun babasıyla konuşup aklına girince o da mecbur kalmıştı. Bunun için Aras’ı öldürebilirdi! Ama sonu barış elçisi olan playstation ile son bulmuştu. Derin okula vardığında sınıftan önce ilk istikameti kantin olmuştu. Betül'ü de orada görünce yanına gidip oturdu. Betül, sandviçini yerken bir yandan onunla konuşuyordu ama ağzının doluluğundan ne dediği pek anlaşılmıyordu. Onun bu durumuna kıkırdarken kafeteryadan içeri girenlere gözünü dikip bakmaya başladı. Bu oydu! Deri Ceketli Yürüyen Ego! Derin o an başını itiraz edercesine iki yana salladı. Bu saçma tesadüfe içinden söylense de bir yandan ihtimal de vermiyordu. Daha önce bu çocuğu bu okulda görmediğine emindi. Betül, Derin’in bakışlarını fark edince onun baktığı yöne kafasını çevirir çevirmez ağzı açık kalmıştı. İki uzaylı o kapıdan içeri girse daha az dikkat çekerdi bu ikilinin yanında. “Bunlar kim, tanıyor musun?” diye kolunu dürttü Betül’ün. Betül ise gözlerini bir an bile ayırmadan güldü. “Tanışmalıyız.” |
0% |