Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@patipiyon

Arabayı itip İstiklal Caddesi boyunca ilerliyorum. Öğle vakti olduğu için güneş iyiden iyiye başıma geçiyor. Tepemde şemsiye olsada yine de tedbiri elden bırakmamak gerek. Tansiyonum bu sıra on yedilerde zaten. İlacımı da içmem gerek hem. Yoksa hanımın dilinden düşmem valla. Endişeleniyor o da ne etsin. Ama el kadar çocuk muyum ben canım!

Heykele az kala duruyorum. Simit arabasını tabela demirine zincirleyip, ucuz olduğunu düşündüğüm şaşası az olan bir dönerciye giriyorum. Dönercinin nesi şaşalı olacak ki demeyin. Olamaz mı, olabilir.. İçerisi et kokusuyla kaplanmış bir iki masanın olduğu küçük bir yer. Dükkan kiraları on bin, on beş bin tl. Belki daha fazladır ben pek bilmem. Bilindik gözde bir yer burası durumun böyle olması şaşılası değil. Kapı hizzasında ki kare masaya oturuyorum. Özenle serilmiş beyaz masa örtüsünün sağ kenarında içi dolu porselen bir peçetelik var. Ve onunda hemen yanında tuzluk. Çalışan klima yüzüme vuruyor, hassas bünyeme zararlı. Boynum tutulacak bu gidişle. Derken yanıma güleryüzüyle garson geliyor. Gülümsemek insana yakışıyormuş. Daha sık gülümsemeliyim.

“Hoş geldiniz.” sesi de pek ılıman geliyor kulağa.

“Hoş bulduk.sağolasın.” derken memnuniyetimi belli ederek başımı sallıyorum.

“Menümüz burda.”

Onun uzattığı menüye öyle bir iki bakıyorum. Ne alacağımı bilmediğimden değil de iş olsun işte. Bunu tek yapan ben değilim biliyorum. Sonra dönerciye bakıp elimle dönüp duran eti göstererek “Sen bana bir porsiyon döner ver.”

Başka bir şey, diye soruyor. İçecek ne alırdınız peki?

“He o mu. Ayran var mı? Ayran alırım.”

Dolaptan mı olsun dışarıdan mı?

Yaşlıyım diye soruyor herhalde, yaz günü soğuk ayran mı içilir? Yokuş çıkan şahin gibi hararet bastı zaten içimi. “Soğuk olsun.”

Sparişlerimi getirmeye gidiyor. Benden sonra bir kaç müşteri daha gelip isteklerini söylüyor. İçerisi kalabalıklaştığı için çalışan diğer kişi de aktifleşti. Onun şişteki eti doğrayışını izliyorum. İleri geri hareketlerle ustaca kesiyor. Şişe geçirilen et öyle çok kalın değil. Bu daha sağlıklı.

Biraz zaman sonra yarım ekmek döneri beyaz tabakta getirip önüme yerleştiriyor.Yarım ekmeği görünce yüzüm asıldı.

“Evladım, ben bunu yiyemem dişim kesmez ekmeği.”

Gözleri önce ekmeği sonra beni bir anlık tatarken söylediklerimi düşünmüş olacak ki

“Haklısınız.” diyor ciddi ama mahcup bir edayla. Beyaz yüzü pembeleşiyor. Önümde ki tabağı alırken “Keşke söyleseydiniz önceden, şimdi sizi biraz bekleteceğim.”

Beklerim önemli değil diyorum. Halbuki porsiyon demiştim söylerken ona.Yanlış anladı demek ki. Olur öyle arada insanız sonuçta. Üstelik çok yoruluyor olmalı. Ama sürekli böyle hatalara düşüyorsa işi zor onun. Öyle kolay değil herkesin isteğini hafızada tutmak, o da var.

Ben onu beklerken içeriye on dört, on yedi yaşlarında bir kız giriyor. Hemencecik hareketleri gözlerimi çekiyor. Saçlarını balıksırtı örmüş. Çok da güzel bir şey. Maşallah. Esmerce böyle. Bir de kakulleri dökülmüş alnına. Son gördüğümde Seray da böyleydi çünkü. Boy atmıştır şimdi kesin.

Ama sonra anlamadığım bir nedenden dolayı kız dükkan çalışanıyla tartışmaya başlıyor. Baba, diye seslenmesinden anladım babası olduğunu. Galiba konu dışarı çıkma olayları. Tartışma kavgaya dönüyor. Senin gibi evlat olmaz olsun diyor arada. Adam öfkesini belli ederken mermere elini vuruyor. Bir parmağı da havada. “Ayağa kalkıp onların yanında. ‘İnsin o parmak, hey adam.. Çehreye el kalkmaz!’Bana bakan kızgın babanın omzunu onu rahatlatmak istercesine sıvazlayıp ‘Sen sakin olmazsan, büyüklük göstermezsen çocuk nasıl çocuk olmasın. O hatalıysa bir hatalı da sen olma. Koru sakinliği. Esirgeme tatlı sözünü. Al bak hıçkırarak ağlıyor işte. Hiç yakıştı mı bu şimdi. Çok kötü.” diye seslendim içimden ona, hala masada otururken.

Demin ki garson önüme tabağa koyduğu dönerleri ve ayranı çoktan getirmiş, haberim yok.Nereye baktığıma bakmış olacak ki, rahatsız mı oldunuz diye soruyor. Yüzümü oynatmadan ifadesizce gözlerimi ona çeviriyorum.

“Olur öyle şeyler,” sözlerimin ardında ki değer yargılarımı da anlatmak için kelimelerin üzerinde durarak “Rahatsız olmak benim haddime değil şimdi.” diyorum. Sandalyede ki pozisyonumu dikleştirerek, çatalı elime alıyorum. “ Ama sen şu klimaya bir çare bul, sertçe esiyor bana.”

Sözümü bitirince gözlerim yine kıza kayıyor. Sarsıldığını belli edercesine vucudunu kamburlaştırmış, adımları kapıya yöneliyor. Dükkandan çıkmadan önce omzunun üstünden kırgınca insanlara bakıyorken bana da bakıyor.

Loading...
0%