@patipiyon
|
Şehir diğerleri gibiydi. Ruhsuz, eksik ve adı konulmamış bir kaç şey daha... Yanıyordu. Ay; etrafını saran dumansı bulutların ardında, soluk ışık demetlerini şehrin sokaklarına yorgunca akıtırken,bir yerlerde kopan çığlık ve küfür sokak kedilerinin inleyişlerine karışıyor, bu ses gecenin içinde kayboluyordu. Kaldırım arasında ki sert toprağa zayıf kökleriyle tutunmaya çalışan bir kaç ağacın dallarını rüzgar sallıyordu. Onların heybetli gölgesinde sanki bir skecin perdeleri açılıyordu. İşte bir alev gibi büyüyüp küçülen o perdede gözlerim hatıraları tekrar ediyor. Tam da anlarda bir müzik yayılıyor etrafa.. Yanılmıyorsam bir piyano sesi... Yavaşça çalmaya başlıyor. Bu akışına kapılmaya karşı koyamayacağınız bir besteydi. İçinizde bir şeyler dağıtan... Önce kalın seslerden başlayıp tüyleri ayağa kaldıran bir ürperiş getiriyordu. Bir soluk gibi kesilip, sessizliğiyle sizi yerinizden sıçratıyordu. Bu karmaşık derinlikte sarsılıyordunuz. Ama hemen ardından eklenen ince notalarla kirpiklerinize kadar sakinleştiğinizi hissediyor, uyutuluyordunuz. Sanki papatya yaprağında kayan yağmur damlasının neşesini duyuyordunuz. Hassasça. Bu tıpkı alkol isteyen bir vücuda suyun şefkatini hatırlatmak gibiydi. Kendinden geçiren, baş döndüren... Yerçekimin gücüne karşı koyuyordu sanki. Evet çekiliyordum... Tabanı yemyeşil yosunlarla kaplı gerçekçi bir okyanusun içinde hayali bir deniz kızına sarılmaktı... Katil mavi balinaların dans eden kuyruğuna öpücük kondurmak gibi... Vahşi ama duygusaldı. Ve bunları öyle bir düzen içinde yapıyordu ki müzik, duygularım bu düzene alışamıyor arafta kalıyordu. Müziğin akışında savrulurken duyduğum bir nota öncesine yoksunluk çekiyordum. Sürekli aynı kısmı duymak isteğiyle yanıyordum. O, saniye kadar küçük bir bölümünden aldığım tanıdık duyguyu defalarca yaşamak istemek... Bu müzik içimde uyuyan bir şeylerin gözlerini aralamıştı. Sonra bir şey oldu. Hiç tahmin etmediğim bir şey. Müzik aniden kesildi. Emziği ağzından düşmüş bebek gibi önce şaşırıp, duraksıyorum. Devam edecek miydi? Etmeliydi... Lütfen. Sonra panikliyorum. Yırtılmış bir kağıdı farkettiğiniz gibi tamamlanmamış bir besteyi de anlardınız. Ama belki yeni bir bölüme geçilmek için ara verilmiş olabilirdi değil mi? Bu düşünce beni umutlandırıyor. Ve bekliyorum. Ama beklediğim şey olmuyor. Bu müzik nereden geldi peki? Kayıttan çalınıyor olmamalıydı. Buna çok üzülürüm. Çünkü müzik hakkında hiç bir şey bilmediğim için onu bir daha bulamazdım. Ses kaydı da almamıştım ki. Ama öyleyse bile kimdi bu piyanist? Müzik çok canlıydı. Sesin netliğiyse müziğin yakınlarda bir yerde olduğunu kanıtlıyordu. Biliyorum. Buralardasın... Bakışlarım ikiz kulelerin arasından geçiyor, cami minaresinin etrafını dolaşıp belli bir düzeni olmayan uzunlu kısalı beton yapıtları sırasıyla geziyor. Gözümün cisimleri kavrayabildiği kadarıyla her ayrıntıyı uzağımdan yakınıma tarıyorum. Şehrin en yüksek binalarından birinde, büyük camdan duvarın hemen önünde oturmuş, dizlerini kendine çekip kollarıyla sarmıştı. Biraz da kamburca duruyordu. Başını yukarı kaldırmış gökdelenlerin imkan verdiği kadarıyla gözüken geceyi izliyordu. Odanın ışıklarını yakmamıştı, karanlığı sevdiğini belki de ihtiyaç duyduğunu hissediyorum. Karanlık ve kısa da olsa var olan mesafe onun yüzünü benden gizliyordu ama bu olumsuzluklar tüm görkemiyle onun arkasında duran beyaz piyanoyu görmemi engelleyemiyor. İşte seni buldum. Gülüyorum. O kadar mutluyum ki! Kendi etrafımda balerinler gibi dönmek geliyor içimden. Ama benim mutluluğum buruk kalıyor. Çünkü onun oldukça üzgün durduğunu fark ediyorum. Onu üzen şeyin ne olduğunu merak ediyorum. O bir sanat insanıysa düşünceleri ince ve derin olmalı. Çünkü o böylelikle, nesnelere ve duygulara özenle seçtiği seslerle bambaşka biçimler verir. Üstelik her ayrı sesin bir araya gelişi bir örümcek ağının işlenişinden daha az hayret verici değildir! Şimdi bir sıkıntısı olmasaydı o arzusunu yarım bırakıp neden öylece dursun ki? Ya da sadece ben öyle sanıyorum. Bulunduğum balkonun en uç köşesine geçiyor elimi ağzımın iki yanına koyarak ona sesleniyorum: "Hey sen! O piyanoyla harikalar yapıyorsun. Şimdi aklından geçen tüm sıkıntıları kenara it ve ayağa kalk. Kaldığın yerden devam etmelisin. An şu andır!" Balkonun en ucuna geldiğim doğru ama söylediklerim ona seslenmenin iç sesimdeki provasından başka bir şey değildi. Ben ona seslenebilecek kadar deli olsam da maalesef sesim ona ulaşabilecek kadar güçlü değil. Gece ilerliyor. Yakınlardan korna sesleri geliyor. Asfaltta sürtünen lastikler ekleniyor üzerine. Can cekişircesine... Sesler birbirine karışıyor. Boğuluyor. Ürperiyorum... Piyanist'in başı şimdi yere eğik. Onun yanında olmak, başını omzuma yaslayabileceğini ona söylemek istiyorum. Rahatsız olur muydu bilemiyorum ama elimi onun sınırlarını koruyarak saçlarında gezdirmek, ona ilham perilerinin nereden gelip parmaklarına konduğunu sormak istiyorum. Onu, parmak uçlarından öperken hayal ediyorum. Anlatacak çok şeyi vardır. Ya da benim anlatacak çok şeyim olabilir. O beni dinlemek ister miydi bilemiyorum. Onu hiç konuşmadan sabaha kadar dinlerdim. Başkasının derdiyle dertlenecek kadar iyi giden bir hayatım yok. Ama onun yükünü hafifletmek için kendi sorunlarımı bir zamanlık yok görebilirim. Ve benim şu saatlerimi kendisine hapseden müziğin devamı için gereken fedakarlığı yapabilirim. Son düşüncemle birlikte uyanışa geçiyorum. Belki delilik ama onu arayabilir ve yanına gidebilirim! Bunu yapabilirim değil mi? Durduğu binaya gidererek rastgele bir zile basar, buradan saydığım kata kadar asansörle çıkarım ve eğer her katta birden fazla daire varsa şansımı denerim. Kapıyı çalar ve sanki apartmanda yaşıyor gibi gece yarısı gelen piyano sesinden rahatsız olduğumu söylerim. Ve eğer onun eviyse kendisini belli edecektir. Evde tek yaşamıyorsa ve kapıyı biri açarsa bir kız mesela... İşte o zaman vazgeçmek zorunda kalırım. İhtimaller üzerine yazılan senaryomu her defasında olumsuz sonlandırmak, daha sonrasında yaşayacağım güzel sonun heyecanına katkı sağlıyor. İsteğim mantıklı olmasa da denemeye değer... Hemen odaya girip bavulumdan baharlık ceketimi çıkarıyorum. İçimde tarifi zor bir duygu yoğunluğu.. Fazla kırışık olmadığına kanaat getirip ceketi giyiyorum. Hızlı ama sakinim... Aynada bir iki bakındıktan sonra komidinin üzerinden oda anahtarımı alıp cebime atıyorum. Şarjda ki telefonumu alıyorum ekranına dokunuyorum, hala oraya gidebilmem için saat gecenin makul bir vaktindeydi. Odadan çıkmadan önce bir kez daha balkona çıkıyorum. Ama oraya tekrar baktığımda ay ışığının kırık beyazlığı artık sadece piyanoya değiyordu. O gitmişti. 7 Nisan 2018 17.58 |
0% |