Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@patipiyon

Sabahın erken saatlerinde, çalan telefonumun sesine gözlerimi açıyorum. Saat dokuzda İstanbul'a gidecek olan uçağım için kalkıp hazırlanmalıyım. Bu gücü kendimde hemen bulamıyorum.

Alarmı kapadıktan sonra bir müddet daha yatakta kalıp beyaz tavana bakıyor, onun minik oyuklarına, belli kısımlarında gözü çeken hafif renk geçişlerine dalıyorum. Henüz yüzümü yıkamadığım için gözün çapağa dönmeye hazırlanan nemli sıvısı arada görüşümü bulanıklaştırıyor.Gözlerimi bir kaç defa sıkıca kapayıp açıyorum.Bunu yaparken sızlayan bedenime santim santim dokunan sıcak yatağın da etkisiyle uyku kendini yeniden hissettiriyor.Bu küçük otelde dökülen tavanın boyanması gibi daha bir çok gereklilik var. Kusur aradığım için bunları söylemiyorum ama verilen ücret karşılığında beklediğim hizmeti en mükemmel şekilde alabilmeliyim.

Daha fazla zamanım olmadığı için yataktan kalkıyor ve banyoya gidiyorum. Aslında uzun saçlarımın dipleri yağlandı ve bu onu parlak gösteriyor. Ama dışarısı ve en çok da havalimanı bu erken saatlerde oldukça serin ve rüzgarlı oluyor. Anne sözü dinliyorum. Sadece yüzümü yıkıyor, daha sonra saçlarımı at kuyruğu şeklinde bağlıyorum. Dişlerimi de fırçalayıp en son yüzüme dermatoloğun önerdiği saydam losyonu sürüyorum.

Aynadaki genç kızın yüzü bir aydır devam eden yorucu iş gezilerinin de etkisiyle kızarık ve sivilceli. Belkide gece uyumak yerine hep şehri izlediği için. Değişmediğini sandığı görüntünün aslında farkına varmadığı en değişen şey olduğunu anlamıştı. Gözlerinin altında hafif morarmalar vardı. Belki onu kapatıcıyla giderebilirdi ama cildine kozmetik ürünler alerji yapıyordu. Seni hassas kız.

Odaya geri dönüp akşam kenara ayırdığım kıyafetleri giyiyorum. Sırt çantama diş fırçamı, tarağımı, şarj aletini ve diğer kişisel eşyalarımı atıyorum. Bavulumu bir kez daha gözden geçirip eksik bir şey kalmadığını görünce bavulumun fermuarını kapatıyorum. Artık gitmek için hazırım.

İki gecedir zaman geçirdiğim balkona son kez çıkıyorum. Tahmin ettiğim gibi üşüyorum. Göğün koyu rengi hala şehrin üstünde dalgalanıyor, doğuya doğru renklerin tonu gitgide açılıp bu dalgaların sonunda güneşin yeni güne ait pembe ışıkları ilk kez yüzünü gösteriyordu. Bazı evlerde işe yada okula gitmek için ışıklar yanıyordu. Gülümsüyorum... Oraya camdan duvara bakıyorum sonra. Perdeler çekili bu kez. Hayal gücümle o gümüş renkli fon perdelerin içinden geçip oradaki beyaz piyanoyu gözümün önüne getiriyorum. Ve dün geceki ona değen elleri... Kulağımda izi kalan besteyi mırıldanmaya başlıyorum. O besteyi kendime özelleştirmiştim.

Kabul etmem gerekir, onun sayesinde kendimi küçük bir gizemin içinde buldum ve ne kadar merak ettiğim konular olsa da bu merakın sürüyor olmasından hala mutluluk ve heyecan duyuyorum. Yine inkar edemeyeceğim ki en başından beri yaşananları bu hale sokan zihnimin düşünce şekli ve benim farklı şeylere yönelen ilgimdi.

İki gecelik tatlı bir maceraydı benim için. İlk andan itibaren ait olduğum dünyanın saklı yönlerini içimde bir yerlerde bana buldurup bir duvak tazeliğinde gösterdi. El değmemiş anlarımı baştan sona zarar görmeden önüme serip acı ekşi yaşadığım her şeyi bana kabul ettirdi.

Evlilik hayalleri kurduğum çocuk, aldatılışım, yeni kız arkadaşıyla karşıma geldiğinde göze göze geldiğimiz zaman, kendimde büyük bir özgüvensizlikle o kızdan eksik bir parça arayışım, cahilce, duygularımdan vazgeçişim, kendimi disiplin altına aldıracak bir mesleğe yönelişim, bu kararı verdiğim zaman balerin olarak veda edeceğim sahneye son çıkışım, hukuk fakültesine girdiğim gün, en çok o gün eksik hissetmiştim yitirilmiş hayalin hala gözleirmi buğulandıran burukluğunu ilk hisssettiğimo gün, ve piyanisti duyduğum gece. Tüm acılarımı şimdi uğurluyorum yeni doğacak geceye. Yıpranmamış şeyler var hala. Bunu artık biliyorum. Onun sayesinde...

Gitme vakti. Hoşça kal güzel insan.Senin için dua edeceğim.Mutlu besteler de çalman gerek değil mi? Yine ona duyuramadığım sözleri söylüyorum elim dudağımın iki yanına yaklaştırıp. İç çekiyorum. Taksinin gelme vakti yaklaşıyor. Odaya dönüp bavulumu elime alıyorum ve odadan ayrılıyorum. Resepsiyonda otel masraflarını ödeyip benim için daha sonra benim için gelen taksiye biniyorum.

"Bilgisayarınızı çantasından çıkarın."

Güvenlik görevlisinin dediğini yapmaya başlıyorum. Bilgisayarı ve çantasını ayrı sepetlere koyuyorum.Kadın gözleriyle onaylıyor beni.Bavulum ve diğer eşyalarım x-ray cihazından geçiyor. Her şey o kadar yavaş ki. Gözlerim farklı ırklardan farklı yaşlardan insanların üzerinde dolanıyor, tüm sesler kesik ve tırmalayıcı şekilde üzerime yürürken, ben insanların kurumuş dudaklarındaki kıpırtılara odaklanıyorum. Gözlerim kısılıyor, kısamadığım kulaklarımın yerine. Metal banklarda oturan adamın koca ağzı,babasının elinden tutan çocuğun sütlek dişleri, orada daha ileride kadının pembe dudakları, başımı başka yöne çeviriyorum, polis memuru, hepsi. Konuşuyor. Herkes. Çok duyuyorum, hiç dinlemiyorum. İçimde bir daralma var. Sıkılıyor birileri sanki.

"Bayan size sesleniyorum, bir an ona bakıyorum sonra başka birine seslendiğini düşünüp son baktığım yüzü incelemeye devam ediyorum. "Evet siz." diyor görevli. Tekrar başım ona dönüyor. Demek banaymış.

"Geçebilirsiniz." Cihazdan geçiyorum. Hiç bir zaman ötmediği gibi yine ötmüyor. Bir gün sırf heyecan duymak için bu cihazı öttüreceğim. Galoşları çöpe atıp çıkardığım botları geri giyiyorum. Florasanın beyaz ışığı her yerde. Biraz da yansıma yapıyor. Görüntüler bana çok parlak geliyor.Bilmiyorum.Neyim var. İçim ılık ılık.

Check- in için danışmaya gidiyorum. Dudaklar...Kıpırdıyor. Yanlış geliyor. Bir şey var. Yapmam gereken.

Bavulumu istiyor. Vermiyorum. Sımsıkı tutuyorum onu. Bu aptalca. Ben bir aptalım ama...

"Ben gitmeliyim..". adam şaşırıyor "Çok, çok önemli bir şey unuttum."

"Biletiniz yanacak ama son kararınız mı?"

Son kararımdı. Eğer devamını getirmezsem sonrasında pişman olacaktım. Onunla konuşmalıyım. Havalimanından bulduğum bir taksiye biniyorum tekrar. Gün aydınlanmıştı, ortalık hareketlenmiş.Caddeler yalnızlıklarına veda etmiş,insanların ayakkabılarından dan tutuyordu şimdi. İç çekiyorum yine.Trafik var.

Telefonum çalıyor.

"Efendim.

"Ben mi... uçağa binmedim."

"Hayır iyiyim, gerçekten. Sadece biraz daha burada kalmam gerekiyor bir kaç işim çıktı.

"Gerçekten iyiyim. Tamam haber veririm Ayça"

Telefonu kapıyorum. O ev arkadaşım, diğer annem. Güzel sanatlar fakültesinde tanıştık. Bana zor günlerimde destek oldu ve o da olanlardan sonra Emirle irtibatı kesti. Şuansa yarı heyecan yarı stres evlilik hazırlıkları yapıyor. Yakında taşınacak. Yol kenarına dikilmiş ince gövdeli cılız ağaçlar arabanın penceresinden hızla geçip gidiyor .Bir şeyler bu ağaçlar gibi geçiyor. Ve ben pişman olmak istemiyorum.

Araçlar kaza yapmıştı, trafik gerçekten uzun sürdü. Ama öğleden sonra otelin yanına varabiliyorum. Otelin önünde iniyorum. Başımı yukarı kaldırıp etrafımdaki binalara,mağazalara,camiye bakmaya başlıyorum. Piyanistin oturduğu binanın neresi olduğunu hatırlar gibiyim.

O olduğunu düşündüğüm uzun binaya giriyorum.Onuncu kattı diye saymıştım. Bakalım. Kapı şifreli nasıl gireceğim bilmiyorum. Zile bassam mikrafon var. Kim olduğumu soracaklardır. On beş dakika kadar bekliyorum. Kendime gülüyorum. Eğer başarısız olursam bu komik hikayeyi bir yere yazmam gerekecek.

Neyse ki daha sonra ekmek veya başka bir şey almaya diye dışarı çıkan bir çocuk kapıyı açıyor. Binaya giriveriyorum. Elimde hala bavulum var tabi ki. Asansöre binip 10. kata çıkıyorum. Kapılar açıldığında karşıma mavi çiçekli bir ev kapısı çıkıyor.

Saate bakıyorum. Bir'e geliyor.

Zile basıyorum... Zil sesini duyunca heyecanlanıyorum,nabzım hızlanıyor.

Kapı açılıyor. 

Bir kadın. Çok güzel biri hemde. Yüzüm düşüyor. Hayal kırıklığına uğruyorum ne kadar bunun olacağını tahmin ettiysem de gerçeklerle yüzleşmek daha çok kırıcı. Gitmeliyim galiba...

"Buyrun." oldukça zarif gözüküyor.

"Günaydın iyi günler."

"İyi günler."

"Gece yarısı çalan piyano sizden mi geliyor, keşke bina ses yalıtımı da yapsaydı." Benim hakkımda kötü şeyler düşünecektir eminim. Ve evet sözlerim üzerine gerçekten beni süzüyor. Onun aksine bakımsızım.

"Piyano mu? Evet üst kattaki komşunun piyanosu var. Ama ben hiç ses duymuyorum valla. Siz kaçıncı kattaydınız? "Ne,üst kat..." Gülümsüyorum. Komşuluk ilişkilerinin kötü olmasını lehime kullandığım an.

"Ben mi on ikinci kattayım."

"On iki mi? bir duraksıyor sonra kaşlarını çatıyor. Şüphelendiyse de söylemiyor. "Yeni taşındınız demek, anlıyorum."

"Hım evet. " Ucuz sıyırıyorum.

"Ben müsaadenizi isteyeyim."

"Çaya beklerim sizi," diyor. Zoraki bir şekilde gülümsüyorum. "Belki inşallah."

Kapı kapandığında derin bir oh çekiyorum. Düşündüğümden daha zormuş bu. Asansör kapısına sıkıştırdığım bavulu asansör kabinine sokuyorum geri ve bir üst katı tuşluyorum. Terledim hafiften. içim ılık ılık ve daralıyor. Hem de çok fena.

Ve istediğim katta duruyor bu sefer. Asansörden inmeden önce aynada saçlarımı düzeltiyorum. Bavulu tekrar kapıya sıkıştırıp gördüğüm evin kapısına yürüyorum. Yerde küçük hasır kilimde mozaik taşlar var. Özen gösterilmiş bir seçim. Zile parmağımı koyuyorum içimden üçe kadar sayıp basıyorum. Zil çalıyor hoş bir melodisi var. Daha önce duyduklarıma benzemiyor.
Bekliyorum... Kapı açılmıyor.

Bekliyorum. Biraz daha...

Kapı açılmıyor. 

Ah ben... Bak işte bu ihtimali düşünmemiştim.
"Ne bekliyordun ki kızım." Belki binaya daha adımımı atmadan tesadüfen kapı girişinde karşılaşmak mı? Onu gördüğümde sonrasını düşünmeden bir anda kollarımı onun boynuna dolamak mı? Masal ya bu ve sonsuza kadar mutlu yaşayacaktık! Geri asansöre gidiyorum. Kendime sinirliyim ve üzgün. Ama buraya gelmeseydim eminim şuanki üzgünlüğümden çok daha fazlasını yaşayacaktım. En azından denedim değil mi?

İnce bir ses duyuyorum o anda:

"Buyrun kime bakmıştınız?"

Başımı çeviriyorum. Saçları dağılmış, üzerinde gri eşofmanları var. Ayağında da tavşan desenli bir terlik.

"Piyanist?" Yüzümde nasıl bir ifade var bilmiyorum. Ona bakarken mimiklerimi kontrol edemiyorum. Ama tüm üzüntümü alıyor sesiyle. Aklıma takılıyor: Piyanist diye seslenmem aptalca mı gözüktü acaba.

Gözlerini kısıyor hafifçe, göz kenarlarında ince çizgiler oluşuyor. Gülümsüyor.

"Şey, bu güzel bir iltifat." Biraz utanıyor sanki. "Teşekkür ederim. Ama belki bir piyanist adayı olabilirim."

Samimi. Hem de çok...

"Ben Asya." Ona doğru yaklaşıyorum. Direkt gözlerine bakmaktan çekiniyorum önce.Yüzüm yanıyor.

"Asya. Tanıyor muyum sizi?"

"Hayır. Ben de sizi tanımıyorum aslında. Bu şey.." duruyorum. Sesim çok canlı ve titrek. Kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum. O ne diyeceğimi bekliyor. Gözlerimi kırpıştırıyorum.

"Ben sizinle tanışmak istiyorum." Birbirimize merakla bakıyoruz.

O benim güzel, asil piyanistim.

Ve ben ona aşık oluyorum.

9 Temmuz 2018 01.27

Loading...
0%