Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@patipiyon


"Ne kadar zamanımız var?"

"Aslında geri dönmem gerekiyor."

Genç kız ışıklı bir şekilde tebbesssüm etti çocuğa. Onun ela gözleri güneşte yeşile dönmüştü.Ve bu şekilde bakarken daha da çekici gelmişti gözüne.

"Hadi ya..."

Suratı düşen erkek arkadaşını görünce onunla beraber bir şeyler yapmak istediğini anladı. Zaten yoğun geçen sınavlar yüzünden bir süredir neredeyse hiç görüşememişlerdi.

"Ama..." derken elini tuttu Poyraz'ın. Ben seninle zaman geçirmek istiyorum!" onun elini havaya kaldırıp, neşeyle sağa sola salladı. Poyraz onun sevgi dolu sesinden bir kez daha etkilendi. Seviyordu bu çılgın kızı.

Bahar bitmiş onun kıpırtılı canlılığı kendini yazın ilk kavurucu günlerine bırakmıştı. Günlerden cumaydı ve öğle vaktine az bir zaman kalmıştı. On Dokuz Mayıs Polis Meslek Yüksekokulunun önünden geçerken dersi aksattığı için kendini suçlu hissetti Kübra. Okuduğu okul disiplinli ve düzenli bir çalışma sarf etmesini gerektiriyorken o bu kuralları genellikle aksatıyordu. Üstelik inatçı kişiliği sayesinde mülakatını geçmeyi üçüncü denemesinde kazandığı okulun dersini...

Poyraz onun nereye baktığını görünce adımlarını yavaşlattı.

"Sen derse girmelisin bence. Sonra yine pişman olacaksın ve ne kadar sorumsuz olduğundan falan bahsedip duracaksın. Başım ağrıyacak yine. " diye şakayla ikna etmeye çalıştı Kübra'yı.

"Hayır. Benden kaçamazsın.Vururum seni." derken onun göğsüne nişan aldı eliyle.

Poyraz Kübra'nın elini tutup dudaklarına götürdü.

"Vur be güzelim! Vurduğun yerden aşk aksın!" Başını geriye atıp kollarını iki yana açmışken kocaman gülüyordu Poyraz.

"Pis seni. Nasıl da güzel gülüyor. " İkili kahkalarla gülerken telefon müziği çaldı. Benimki değil, dedi Poyraz. Kübra telefonunu cebinden çıkardı. Bir arayanı vardı.

"Selam güzelim.

"Dur, yavaş anlat. Kargo mu dedin?

"Emin misin? Henüz görmedim. Kontrol ederim.

"Bu, bu şey demek değil mi?

"O, geldi yani!

"Peki diğerleri?

"Anladım. Ben. Tamam oldu.

"Görüşürüz."

Kübra konuşmayı bitirdikten sonra hızla mesaj kutusuna girdi.
"Kübra ne oldu?" Poyraz bu coşkulu diyaloğun nedenini merak etmişti. Ama ufaktan da endişelendi.

Bunu bilen Kübra parmağıyla müsaade isterken sesli yanıtını ihmal etmedi. "Ben de tam bilmiyorum. Bir ihtimal var. Biraz bekle anlatacağım."

Gerçekten de geldiğini fark etmediği bir mesajı vardı. Bilindik bir kargo şirketinden gelmişti. Hemen mektubun üzerine dokundu ve açılan yazıyı okumaya başladı:
Sayın Buğra 845362276138 nolu kargonuz bugün adresinize teslim edildi.

Biraz durağanlaştı. Ama biraz öncekinden farklı bir nedenden dolayı şimdi de çok mutluydu.

Poyraz sevgilisinin ani değişen duygularını gözlemlerken endişelenmişti aslında. Onun kaşlarının önce havaya kalkmasını hemen sonra çatılıp aşağı inerken titremesini dikkatle inceledi. Bir müddet onun aklını toparlamasını bekledikten sonra merakla sordu:

"Hayırdır inşallah?"

Kübra yürümeyi kesip kollarını Poyraz'a doladı. Onun tişörtüne yüzünü bastırıp cevap verdi:

"Sinop'a gitmem gerek. Birilerini görmeliyim."

"Sinop mu? Şimdi mi?" derken onun kızıl saçlarını okşuyordu. Şaşkındı.

Kübra başını kaldırıp hafifçe gülümserken başını salladı. "Hemen şimdi."

"Yurda gidelim o zaman. Bavulunu topla. Hiçbir şey anlamadım ben ama."

"Yok, sen direkt otogara götür beni. Bu biraz uzun bir hikaye. Söz anlatacağım. Sadece şunu bil görmeyi çok istediğim birine gidiyorum."

"İçime sinmiyor." ellerini cebine atarken dışarı bir soluk verdi Poyraz. "Hadi gidelim o zaman."

İkisi orada buldukları ilk minibüsle otogara gitmiş, Poyraz Kübra'ya otobüs biletini alıp yanında da ısrarla para vermişti. Sevgilisini araca bindirirken ona el sallamış ve vardığında kendisini aramayı unutmamasını ona tembihlemişti.

Ve saat on bir buçukta Samsun'dan kalkan otobüs, bir yanda griyle sarmaş dolaş olmuş mavi denizin, diğer yanda yabani çam ağaçlarının süslediği yüksek dağların arasından geçip iki buçuk saatin ardından otogarda Kübra'yı bıraktı. Kübra oradan ek sefer aracıyla Hamsilos'a gitmek için yol aldı. Geliş yolundan daha kısa bir mesafe kat ettikten sonra koyun yakınındaki yolda indi.
O sırada annesiyle konuşuyordu:

"Ya anne ben de bilmiyorum. Bir kargo mu geldi eve? Soner'e de gelmiş mesaj. Ya bekle bir seferlik evde. Bırak Ayşen teyze gelsin sana. Diğer kargo gelince haber ver. Bilmiyorum anne ben de bilmiyorum. Gidince görücem. Sen fotoğrafını çek bana gönder olur mu? Tamam söylerim selamını. Anne, dua et olur mu? Bu sefer her şey güzel olsun."

Güneş neredeyse tepesinden bakıyordu Kübra'nın. Olsun, dedi birazdan ferahlayacaktı. Yolda, sol banketten yürümeye başladı. Alabildiğince taze oksijen başını döndürmüştü. Bu duyguya bayılıyordu. Yeşil. Çok yeşildi her yer. Ağaçların dallarından gelen kuş sesleri zaman zaman öten horozların sesine karışmış, yüksek dalgaların boğuşmaları arasında silikleşmişti. Henüz deniz sezonu açılmamıştı, burada yazın sıcak günlerine ulaşmadan deniz girilmek için uygun bir ısıyı bulmuyordu. Ama yanından geçen grupların giyimlerine baktıkça insanların şimdiden o psikolojiye büründüğünü anlayabiliyordu. Hatta bazıları kapri ve kısa şortlarını dahi giymişti. Gerçi kendisi şuan kot pantolonun içinde sıkışmış ve bunalmıştı ama yine de şort giymek için en azından Mayıs'ın bitmesini beklemek gerektiğini düşünüyordu.

Ve tek katlı evin sarmaşıklarla örülü bahçe kapısına vardı. Pek bir şey değişmemişti geçen yıla bakışla. İçeriden gelen coşkulu sesler onu heyecanlandırdı. Her tarafta özel dikim palmiyelerin olduğu deniz taşlarıyla süslenmiş dar patika yolu geçtikten sonra evin ziline bastı. Bir müddet sonra kapıyı Zehra açmıştı:

"Kızım nerede kaldın?! Herkes burada!"

Zehra da en az kuzeni kadar heyecanlıydı. O da telefonuna mesaj, evine kargoyu alır almaz köyden atlayıp gelmişti buralara.

"Geldim işte sen arar aramaz, ancak bu saate yetişebildim. Ne edeyim jetim yok ya altımda. Onlar nerede? Soner’le karşılaştılar mı?"

"Yok, Soner de gelir birazdan en son havalimanındaydı." diye karşılık verdi Zehra ayakkabılarını çıkaran Kübra’ya terlik uzatırken. "Melihler içerde."

Kübra, beyaz duvarlarına Melihlerin çektiği deniz ve kumsal fotoğraflarının asıldığı koridoru geçip, seslerin geldiği yere, oturma odasına gitti. Köşedeki yeşil şapkalı cüce kadın heykelciği aynı yerdeydi. Ortaya atılan tüylü küçük halı yine bildiği şekilde hizzalanmış, üzerindeki izmarit yanığına dokunulmamıştı. Tanıdıklık hissi ona güven verdi. Farklı olan tek şey oraya yeni geldiğini düşündüğü kenarları ahşap, üstü çiçek desenli sallanan sandalyeydi. Odadakilere baktı bu sefer. İlkay krem rengi spor koltuklardan birinde oturuyordu. Melih onun hemen çaprazındaki tekli berjerdeydi.

"Kübra da geldi." dedi İlkay neşeyle.

O öyle deyince yerde bağdaş kurarak oturan genç adam başını çevirip arkasına bakmış, ardından hemen ayağa kalkıp yüzünü Kübra'ya dönmüştü.

"Kübra abla?"

Kübra, kendisine yabancı gelen uzamış kahve saçları, aynı renkte olup yüz hatlarını saklayan sakalları inceledi. Sesi hatırladığından çok daha farklıydı. Ama tüm bunların arasında tanıdık gelen bir çift sıcak Murat bakışıyla karşılaşınca bu tuhaf duygunun yerini delicesine bir özlem almıştı. Şimdi bu haliyle abisine benziyordu.

"Ne ablası be. Üstümden bakıyorsun sıpa!"

Kendisine kollarını açan Murat'ın omzuna omzuna yumruklar vurdu Kübra, onun kollarını mıncıklayıp daha sonra kocaman sarıldı.

"Hayır kıymetimi iyi anlasınlar diye mi bu naz, bu mesafe anlamadım."

"Öyle olması gerekti. Biliyorsun."

Evet biliyordu. Ve diğerleri de zaten. Hepsinin yüzü düştü. Sonra bir sessizlik aldı ortamı. Bu sessizlik duvarlara çarpıyor, oradan onların zihinlerine ulaşıp, gerilere atmaya çabaladıkları bir hatırayı gözler önüne getirerek şiddetli yankılara dönüştürüyordu. İçlerindeki enerjinin sömürülmesine izin vermemek için Kübra olayı farklı yerlere çekmeye karar verdi. "Gençler yardım edin şu çocuğu dövelim hadi."

Murat önce şaka yapıldığını düşünse de Kübra'nın bakışları gayet ciddiydi.

"Hey, hey, dur." derken ellerini öne uzatmış Kübra'dan geri geri kaçıyordu.

O anda "Bana uyar," diyerek arkadan Murat'ı yakalayan Melih, onu kolları arasında sıkıştırdı. İlkay hariç diğerleri hücuma geçti. İlkay ona karşı biraz mesafeliydi.

Onu yere yatırıp sağlı sollu yumruklar atmaya başladı Kübra ve Zehra. Elleri ağırdı ve vuruşlarıyla Murat'ın her yerini kızartıyorlardı.

Murat bağırıyordu:

"Gıdıklanıyorum. Ahh dur. Yahu dur Melih." Kahkahalar eşliğinde hırslarını ondan aldılar. "Sizi var ya! Pişman edeceksiniz geldiğime he." Son cümle hepsini yerinde durdurdu. Kübra yavaşça ellerini Murat'ın bacağından çekti. Melih de Murat'ın bileklerini bıraktı. Halıda doğruldular.

"Ne kadar geçti?"

"Dört yıl galiba."

Hayır beş yıl oldu dedi Murat da doğrulurken. Birbirlerine bakmaya başladılar. Henüz bir şey söylemeye kimse açıkça cesaret edemedi.

Ben susadım, dedi o zaman Kübra.

Ben de diye eşlik etti, Murat Kübra gibi elini havaya kaldırarak. Hafif gülüştüler.

Ne içersiniz diye sordu Melih ayağa kalkıp, ayran,limonata,kola?

"Soda!" dedi Zehra."

"Seçeneklerde o yok." Sonra hepsi aynı anda:

"Ayran!"

"İyi madem ben size bol köpüklü ayranlarınızı hazırlayayım. Ama ben acıkmış hissediyorum. Karnı acıkan var mı?"

"Aslında iyi olur." dedi İlkay.

"Ben de atıştırsam fena olmaz." Murat uzun bir yoldan gelmişti.

"Tamam o halde." diyerek ellerini vurdu Melih. "Önce güzel bir öğle yemeği yiyelim. Akşama doğru kumsala ineriz."

Melih'in onaylanan fikrinden sonra Kübra ve Melih mutfağa gidip bir şeyler hazırlamaya başladılar. Melih annesinin köye gitmeden önce sacda yaptığı yufkaların yanına kahvaltılık bir şeyler koyarken, Kübra dolaptan çıkardığı yoğurtla ayran yapmaya başlamıştı.

Asiye teyzenin turuncu ve beyaz dolaplı şirin mutfağında olmak Kübra'yı mutlu etti. Sıcakladığını hissetti. Elindeki çırpıcıyı bırakıp, erik marmelatını kavanozdan küçük kaplara aktaran Melih'in arkasından geçti. Bahçeye açılan balkon kapısını sonuna kadar açıp bahçenin manzarasından etrafa bakındı. Ardından işinin başına döndü. O, beyaz kapıyı açmaya başladığı anda rüzgarın getirdiği serinlik ta kumsaldan gelip gitgide büyüyen kapı aralığından içeriye girerek yerlere değen ince tülü dalgalandırmaya başladı. Üzerinde taşıdığı iyot kokusunu evin her yerine taşıyıp tüm herkese sakinlik dağıttı.

"İlkay bizden neden uzak duruyor?" Kübra İlkay'ı gördüğünden beri onun tuhaf davrandığını düşünüyordu.

"Bizden değil." dedi Melih ve sonra Kübra'nın kaşları kıvrılıp olayı anlamadığını fark edince hatırlattı:

"Murat yüzünden tabi ki. Bunu tahmin etmen gerekirdi." Kübra da o ikisinin henüz bire bir iletişime geçtiğini görmediği için Melih'i anlamaya başladı. "Tuzu uzatsana."

"Ama böyle davranırsa hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Konuşsak mı onunla?"dedi.

"Bu onun kendi kendine halletmesi gereken bir durum. Biz karışmayalım. "

Melih alnını ovuşturdu. Kısa siyah saçlarının kenarından bir ter damlası yüzüne akıyordu. Terini başını omzuna yatırarak, omzuyla sildi. Sonra elindeki bıçağı doğrama tahtasına bırakıp, dolaptan aldığı tuzluğu Kübra'ya verdi. O da hala anlamlandıramıyordu aslında. İlkay kendini suçlu hissediyor olmalıydı. Hala.

"Soner'in geleceğini biliyor mu Murat?"

"Ona söyledim. Pek tepki vermedi sanki. Of..."

İkisi de sustu. Ve işlerine devam ettiler. O sırada zil sesi bu kez Soner için duyuldu.

"Geldi."

"Benim işim bitti." dedi Kübra elini kurularken.

"Hadi o halde içeri geçelim." Kübra önde Melih arkada oturma odasına geri döndüler.

Oda görüntü alanlarına girdiğinde henüz kapının eşiğindeyken ikisinin de adımları durdu.

Ayakta duran Murat ve Soner'in bakışmalarını izlemeye başladılar.

"Hoş geldin"

"Hoş buldum. Sen de hoş geldin."

"Hoş buldum."

İkisi arasında belli bir mesafe vardı. Ve ikisi de bu mesafeyi kapamaya ilk adımını atmıyordu. Soner o kadar zaman boyunca hiç konuşmadığı Murat'ı görünce şimdi yeniden nasıl bir başlangıç yapacağını bilemiyordu. Buraya kadar yol gelmişti kolayca ama şimdi cesareti kırılmıştı. Kızgın mı hala, diye geçirdi içinden. Böyle hayal etmemişti bu anı.

Soner elindeki küçük bavulu kenara koydu. Artık Murat onunla aynı boydaydı. Murat'ı baştan sona inceledi. Aklındaki bir anımsatma kendini kötü hissettirdi. Sonra onun yüzüne tekrar bakarken zoraki bir mutluluk takındı. Sesi çatallaşarak itiraf etti:

"İyi ki geldin." Cümle sonlarına doğru boğuktu.

Kübra kardeşinin bu pürüzlü sesinden kendini tuttuğunu hissetti. Onun duygularını yakını olarak en iyi o biliyordu. O kapı pervazına elini koyduğunda Murat konuştu:

"Ya öyle mi? Hiç inandırıcı değilsin. Baksana sarılmadın bile."

"Artık sandalyemi gösterirsen sarılırım. 300 lira ödedim uçağa!"

"Hıh! Murat yüzünü ekşitti. Sen de çok beleşçi olmuşsun he! Kargo parasına say onu" derken hırıltı Murat'ın dudaklarından koptu. Hepsi şaşkındı şimdi.

"Bu çocuk büyümemiş ağlıyor. Gel len buraya ."

"Büyükler de ağlar." Murat gözlerini koluna silince Soner iki büyük adımda aradaki mesafeyi kapatıp ona sarıldı. Ve sarıldığı vakit gözleri kendilerini izleyen İlkay'ı buldu. Derince baktı ona. İlkay gözlerini Soner’den yavaşça kaçırırken duygularını gizlemeye çabalıyordu.

Odadaki herkes birbirine sarılan o ikiliyi izliyordu.
Kübra gözlerini sımsıkı yumdu. Melih onun omzunu hafifçe sıvazladı. Aklı her şeyin nedeni o yazdaydı. Hepsinin beraber olduğu yazda.

15 Haziran 2018 03.39

Loading...
0%