@patipiyon
|
Eşekler anırmaya başladı. Onlar anırırken kalın damaklarının üzerinde kocaman sarı dişleri ortaya çıkıyordu. Üstelik ağızları da saman yemekten pek iyi kokmuyordu. İnce kuyruklarını kalçalarının iki tarafına sırasıyla sallıyor, sinekleri kovalarken oldukları yerde kıpırdanıyorlardı. Rahatsız oldukları belliydi. Bizim ikili, ellerine uzunca sopalar almış, onları sallıyorlardı. Eşeğin huzursuzluğundan bir haberdiler. Tipleri o kadar tarzdı ki. Kısa kollu gömleklerin önü açıktı ve atletleri kafalarına geçirmişlerdi. Bellerinden düşecek gibi duran pantolonları toz, çamur içindeydi. Ağızlarından hızlıca soluk alıp verince önlerdeki çarpık dişleri ortaya çıkıyor, dışarı çıkan pembe dilleriyle tam bir şaklabana dönuyorlardı. "Ula bu tip ne? Maymun gibisiniz." Zehra Murat’ın bacağına bi şaplak geçirdi. "Ya Soner, Murat. Bu eşeklerle ne yapıyorsunuz? Söyleyin de bir yardımı düşünürüz sonra." "İnek otlatıyoozz."diye heceyi uzatarak cevapladı Murat, elini Soner'in omzuna atıp. İkisi de pişkin pişkin sırıttı sonra. "E, sahibi nerde?"diye sordu İlkay. "Ulan sizi gibi bacaksızlar!" Nuri Dayı'nın sesinden sonra yolun biraz ilerisinde kendisi de gözüktü o anda.Elini beline koymuş hafif topallayarak koşa koşa geliyordu. Nuri hayvanlarını teker teker tımarlayıp, özenle misler gibi yapmıştı o gün. Çok da yorulmuştu tabi ki. En son eşekleri ahırın önüne çıkarmıştı. Semerlerini sonra takacağım, düşüncesiyle ahıra girmişti. O sırada Muratlar inekleri kontrol etmeye giderlerken başı boş eşekleri gördüler. Sonra atladılar eşeklerin sırtına. Nuri ahırdan çıkınca, geriye sadece bir eşeğin kaldığını gördü. Etrafta da kimse yoktu. Taşların arasına sıkışmış yoncayı dişlemeye uğraşan bu son eşek sahibinin varlığını hissedince başını kaldırıp zavallı adama bön bön baktı. Nuri eşeği biraz sevdi sonra bir telaş diğerlerini aramaya koyuldu. İşte şimdi saatler sonra onları bulmuştu. "He işte geliyor." "Hadi, hadi! Bas,bas!" Eşeklerin karınlarına ayaklarıyla hafif baskı yaptılar. Eşekler baskının gitmesi için hareket edip önlerine çıkan bu grubun içinde ilerlemeye çalıştı. O anda Kübra onların boyunlarından ittirerek eşekleri, dahası Soner ve Murat'ı, durdurdu. Semeri olsa oradan tutardı. "Hey hey inin hayvanların üzerinden." "Abla ya! Yardım edin diye geldik biz, sen ne yapıyorsun." "Vallaha mı?" "He vallaha." diye Melih Murat'ı taklit etti. Murat gülerek Soner'e baktı. Çubuğunu ileri uzattı. "Çak!" "Yehaa!" Soner de ona karşılık verdi. "İyi, iyi, tamam. Hadi şunlardan kurtulalım." Sonra hızlıca eşeklerden indiler. Eşekleri Nuri Dayı'nın yönüne çevirip arkalarından vurarak ilerlettiler. Nuri çocukların eşeklerle birlikte kendisine geldiğini görünce durdu. Gözleri de pek iyi seçmiyordu ya. Eşekleri kimin aldığını dahi görememişti. Ama boylarından çocuk oldukları belliydi. Gelenlerin Usta'nın oğluyla, Çoban'ın torunu olduklarını gördü. "Beni izle şimdi," dedi Murat. "Nuri Dayı nasılsın?" aksanlı konuşuyordu. "İyi değilim nasıl olayım! Siz mi aldınız bakiyim eşşekleri?" Adamın buruşmuş yüzü çok asabi görünüyordu. Zaten güneş de iyice yüzüne vurmuştu. "Bak yakaladım onları, şimdi sana getiriyorduk." Soner, Murat'ın kafasına vurdu. Yediği darbenin etkisiyle Murat'ın sinirleri bozuldu. Hiçbir şey anlamayarak, kaşlarını çatıp Soner'e baktı. Soner biraz Murat'a yaklaştı: "Napıyorsun ya!?" "Dur oğlum, bozmasan ya beni, halledicem işte." "Yani Nuri Dayı," dedi sonra Soner cana yakın olmaya çalışarak. "Biz yakaladık, demek istedi Murat." Murat kıkır kıkır güldü. Melihler de yanlarına gelmişti o sırada. Sırayla Nuri Dayı'nın elini öpmeye başladılar. "Selamun aleykum dayı!" "Aleykum selam." İlkay gidip yorulmuş adamın koluna girdi. Bu Nuri Dayı'nın pek hoşuna gitti. Yaşlılıktan küçülmüş gözleri gülünce daha da bir küçülüp çizgi haline gelmişti. "Maşallah maşallah." "Dayıcım biz gölün oraya gidiyorduk öyle gezmeye diye, var mı bir isteğin?" Çocukların kendisiyle ilgilenmesi tüm sinirini almıştı. "Canınızın sağlığı çocuklar. Var olun." En son Melih yaşlı adamın eline dudaklarını yakınlaştırırken, onun uzun kıvırcık saçları adamın eline değdi ve saç telleri gıdıkladı elini. Melih başını kaldırıp adamın gözlerine bakarken son kez karşılık verdi ona: "Sen de sağol." "Saçlara bak hele. Kerata." Gençler Nuri'nin geldiği yere doğru ilerlemeye devam ederken, O'da eşeklerini nihayet sağ salim bulmanın rahatlığıyla onları ahıra doğru götürmeye başladı. Aralarına Murat ve Soner'in de katılımıyla kadro tamamlanmış oldu. Biraz sonra bu yedi arkadaş, açık yeşilin içinde sanki çiçeğin özü gibi duran masmavi sığ gölün kenarına vardılar. Gölün kenarlarında rastgele küçük mat renkli, pürüzsüz taşlar vardı. Oraya varır varmaz göle koşarak gidip suda taş sektirme yarışına girdiler. Gün artık batmaya başlıyordu. Onun rengi kendini göle akıtarak ince dalgalar arasında titriyor, huzurlu iç rahatlatan bir görüntü oluşturuyordu. O anlarda hepsi yönlerini göle çevirmişti. Yüzleri aydınlıktı. Çenelerine doğru ilerleyen ışığın erişemediği yerler güneşin geliş açısına göre koyu veya açık gölgeler oluşturmuştu. "Hahahay! Gördünüz mü altı defa sıçradı!" Soner zafer dansı yapmaya başladı. Elini kalçasına koyup sağ sola kıvırıyordu. Bu işte cidden iyiydi. Fatih ve diğerleri onun dansıyla dalga geçtiler. İlkay bacaklarını sabitleyip elindeki taşı ileri geri hareket ettirdi ve diğerleri gibi göle attı. Ancak taş suya girince yine olduğu yerde çöktü, oluşan boşluğun etrafını halkalar sardı. "Yapamıyorum!" İlkay usanmışçasına elindeki taşları yere attı sonra. Bir taş başka bir taşa çarpıp iki parçaya ayrıldı, bu parçalardan biri yerinde kalırken diğeri Soner'in ayakkabısına kondu. Soner bakışlarını önce taşta sonra İlkay'ın suratında gezdirdi. İlkay'ın yüzünü astığını fark etti. Onu neşelendirmek istiyordu. Murat ve Zehra'nın yanından geçip onun yanına yürüdü: "Seni beceriksiz. Bir de hemen pes ediyor şuna bak." "Sinirimi bozmaya mı geldin Soner?" Kollarını gevşekçe göğsünde birleştirdi. "O da güzel fikirmiş." İlkay'ın yüzü kızardı. Soner'in hoşuna gitti bu. "Neyse gel yanıma, al şunu." "Alsana!"İlkay Soner'in eline tutuşturduğu taşı nihayet alınca. Soner de kendine yerden uygun bir taş beğenip ne yapacağını İlkay'a göstermeye başladı: Bak bunu atarsan olacak. Senin attıklarına baksana hepsi işlenmiş gıda yemekten kilo almış sanki. Çıtı pıtı, fiziği güzel taşlar lazım bize tamam mı? İlkay hafiften gülümsedi. "Sonra azıcık dizlerini kır eğimi ayarla." ikisi de yan dönmüştü. Esen rüzgar saçlarını tarıyordu. Mutluydu Soner. "Ve fırlat!" Soner'in taşı güzelce sekerken, İlkay'ın taşı yine suya düştü. "Hadi tekrar dene." "Of..." İlkay başını iki yana salladı. Daha sonra Melihlerin yanına gölün diğer ucuna yürüdü. Melih de taş sektirirken Fatih'la koyu bir sohbete dalmıştı. "Kız bana güvenmiyor. Gerçi ben olsam bana güvenmezdim." Pisce güldü ama sonra şakayı bırakıp devam etti Melih. "Hak veriyorum ona da ne diyim. Her gün işletip duruyordum bir sürü kişiyi." "Fatih abi" Onun tişörtüne hafif dokundu. Teması hissedince başını ona çevirdi Fatih. "Bana da gösterir misin?" Soner İlkay'ı görünce iç çekti. "Sıkıldım ben."diyerek Soner'e başını yasladı o sırada Kübra. Soner'in boyu her geçen gün daha da uzarken bunu yapmak Kübra'ya zor geliyordu. Kardeşiyle arasındaki bu bir yaş artık onun inkar edemeyeceği kadar önemsizdi. Soner de ona tek koluyla beceriksizce sarılırken; yetişkin olma, görevler ve diğer duygularla ilgili Soner'in görünenden daha derin olmaya başladığını biliyordu. Hele ki romantik duygular konusunda. "Ortada sıçan oynayalım mı?" diye önerdi Soner. Cadı ablasının bir anda kendisine yakın davranmasının arkasından kötü şeyler geleceğini düşündü. Komikti bu. Başını kaldırıp etrafındakilere seslendi Kübra: "Hadi ortada sıçan oynayalım!" "Çok iyi fikir!" Melih’ten tam destek geldi. "Ben oynamam ya. Çocukça." Bunu Murat'ın söylemesi de ironiydi. O sırada aklına geldi onun: "Melih abi senin motor burada mı Hamsilos'ta mı bıraktın? "Hey Melih, motoru satın aldın mı?" Kübra'nın ilgisini çekmişti. "Tabi ki!" gururla cevap verdi Melih. Geçen Kasım ayında reşit olur olmaz ehliyet almış. Birkaç ayda sıkıca çalışarak motosikleti kullanmayı iyice sökmüştü. Ve şimdiki hedefi Yamaha yarış motorunda uzman olmaktı. "Evet Murat motor burada. İki hafta önce getirdim." "Yok gençler vazgeçtim. Hadi motora binelim!" Kübra yarış motorlarına bayılırdı. "Hayde..." Fatih göz devirdi. "O kadar heveslendik!" Melih'ti bu. "Önce oyun." "Motor ama ?" Murat'ın da aklı motosiklette kalmıştı. Kendilerinin ikinci el Volvolarını kullanmak için ağabeyinden kendisine sıra gelmiyordu. Gerçi henüz on beş yaşındaydı ya olsun. Ne kadar erken o kadar iyi. "Ona da sıra gelecek." "Topu nereden bulacağız ki." O sırada Zehra elinde bir topla uzaktan yanlarına gelmeye başladı. "İşte burada! Al bakalım." topu Melih'e fırlattı. "Ebe!" "Yaa!" "Harikasın Zehra!" Hemen takımları oluşturdular. Ortaya üç kişiyi seçip başlara çekildiler. İlkay Melih ve Fatih'ı ebe yapmışlardı. "Şimdi görün gününüzü," derken tek bacağı öne koyup hafif kırdı Murat. Topu geriye çekti. Ve tüm gücüyle haykırarak fırlattı. Hepsi birer yana dağılmışlardı. Yerde sadece bir defa sıçrayan top Kübra'nın elleriyle buluştu. O da bu oyunda topu doğru isabet ettirmek kadar hızın da çok önemli olduğunu bildiğinden, vakit kaybetmeden parmaklarıyla buluşan topu başının üzerine çıkarıp ebelerin bacaklarına fırlattı. "Iska!" Soner topu bir defa atar gibi yapıp onların dikkatleri bozulduğunda kenarda duran Melih'e fırlattı topu. Melih can kazanayım derken topu elinden düşürdü. "Of be..." "Evvet! "Yaşa! " Murat heyecanla Soner'in sırtına atladı. Soner sendeledi ve yere düşmeyeyim diye tepesinde Murat'la, hızını alamayarak göle doğru koşmaya başladı. "Dikkat edin!" Göle girip bel hizasına kadar suya gömüldü Soner ve iç güdüsel olarak hala Murat'ın bacaklarını sımsıkı tutuyordu. Sonra Murat onun kafasını suya itip başının üstünden geçti. Ve suya indi. "Lann.. Öhö öhöö." Soner başını sudan çıkardı. Biraz su yutmuştu. "Sırılsıklamsın şuna bak." "Seninde başında yosun var!" "Puha ha ha!" Karınlarını tuta tuta suyun içinde kahkaha atıyorlardı. O anda fark ettiler. "Atletler nerede?" O ikisi kendi hallerine dalmışken atletler çoktan su üstünde yüzerek gölün ilerisine taşınmışlardı. Gölün içi kum olduğundan oranın derinliğini ölçemiyorlardı. Olası çökme sonucunda suyun boylarını geçmesini de riske atmıyorlardı. "Hadi çıkın sudan! Üşüyeceksiniz hem. " İlkay'dı bu. Şuan asıl önemsediği ortada sıçan oynarken Fatihla ebe olmaktı. "Gençler su harika! Dışarıdan da sıcak. Biraz yüzüp geliriz biz siz oynayın." "Hep beraber yüzmeye de geliriz yarın. Hadi çıkın şimdi." Melih oyuna çok hevesliydi. Bu mızmız tavırlar onun yakışıklı görüntüsüne çocuksu bir hal oluşturduysa da önemsemiyordu. Murat ve Soner üstlerine yapışan gömlekleri çıkarıp gölden çıktılar. Su pantolonlarını ağırlaştırmıştı.Kemerlerine parmaklarını sokup kapri pantolonlarını yukarı çekerek paytak paytak kıyıya yürüdüler. Buldukları sıcak bir çime oturdular sonra. Saçları alınlarına yapışmış dümdüz olmuştu. Saç tellerinden düşen damlalar bedenleri gibi soğumuş şıp şıp akmaya başlamıştı. Diğerleri tekrar oyuna devam etti. "Hadi ortaya biz geçelim." İlkay kendisini kenara alacaklarını zannedip itiraz etti, "Ben ortada kalmak istiyorum." o Fatihla olmaktan memnundu. "Kübra siz geçin yine ortaya biz Melihle sizi vururuz." Fatih suratını asan İlkay'ı memnun etmek istedi. Güzel gözlü,çelimsiz bu kızın sağ omzuna sevgiyle elini koyup gülümsedi.Onun bu gülümseyişi İlkay'dan bazı gülücükleri koparmıştı. Sesini çıkarmadı İlkay. Topu Melih aldı. Siyah kıvırcık saçlarını yana ayırıp görüşünü netleştirdi. "Seni ezeceğim Kübra." "Ya öyle demek. "Kübra'nın bakışları meydan okuyucuydu. "Fatih abi, bak kaçırma elinden, gözünü seveyim. Biraz sakarsın sen." Melih çok fena hırs yapmıştı. Fatih işin eğlencesindeydi. "Alınacağım şimdi Melih" "Ya hadi ama şu cadılara can vermeyelim." "Görüşürüz. Cadının intikamını alırım senden." Kübra Melihle sertçe bakıştı. Bu bir kovboy filmi olsa ortalarından rüzgarda dönen saman parçaları geçerdi. Melih boğazını temizledi. Yerinde bir iki kıpırdandı. Kızlara göz gezdirip, topu fırlatırken sesini yükseltti: "Hodri meydan!" Zehra yanından geçen toptan ateş çıkacağını düşünüyordu. "La yavaş!" Fatih hız kesmeden topu çarptırıp Zehra'yı hedefleyerek Melih'e gönderdi. Zehra'nın ayaklarına kadar uzanan şalvarı terliğin topuğunda kaldı ve o anda hışımla gelen top işini bitirdi. "Huhu! "Süpersin abi." Bazen yuhlamalar bazen kahkahalar eşliğinde top hiç durmadan dakikalarca bir o tarafa bir diğer tarafa fırlatıldı. Hepsinin yüzünde aradan yıllar geçtiğinde dahi hatırlayacakları o kendilerine has buruk veya neşeli ifadeleri saklıydı. Murat ve Soner'in o oturmamış sesleriyle yaptıkları birbirinden komik tezahüratların kulaklarda bir tını olarak izi kalacaktı. Melih'in çekik asi bakışları ... Zehra'nın sözleri yuvarlayarak konuşmalaro... İlkay'ın sevimli kaprisleri... Kübra'nın cesaretli duruşu... Soner ve Murat'ın bitmek bilmeyen muzurlukları... Ve Fatih'in koruyucu sıcaklığı... Akıllarda kalan bu sıradan şeyler zaman ilerledikçe değer kazanacak, en ufak bir anımsamada içlerinde can yakıcı bir özlemi duyacaklar, ama tekrar o ana geri dönemeyeceklerdi. Akşam güneşinin turuncu ışığı ince ipler halinde toprağa çarpıyordu. Kübra zıplarken onun ayakkabılarının havaya kaldırdığı kahve toprak parçacıklarının içinden bu ışık geçiyor adeta etrafa saçılan altınlara dönüşüyordu. Etraftaki ağaçların içinden rüzgar esti. İnsanları dondururcasına yaprakları hışırdatarak, ormanı uyandırarak... Bir kadının ellerindeki hafiflik gibi incelerek... Esti. Yerde oturan Sonerlerin yanından geçip, kenarda bekleyen Zehra ve İlkay'a dokundu, onların tenlerini huylandırdı. Kalan gücünü Kübra, Melih ve Fatih'ın yüzüne üfürerek hiç gelmemiş gibi ağaçların arasına geri gitti. "Üşüdüm." dedi Murat. Başını dizlerinden çekip. "Ben de." Soner'in kollarındaki tüyler ayağa kalkmıştı. Oyunu bıraktı diğerleri. Bir araya toplandılar. "Bitti mi bugün? Ben bir şey anlamadım." Zehra köyde geçirdiği yalnız ve sıkıcı vakitlerin ardından bu günü çok keyifli ve doyumsuz hissetmişti.. Bir mutsuz oldu. "Şunlar göle düşmeseydi devam ederdik." "Motora da binmedik." "Yarın binsek?" “Biz gidiyoruz...”dedi İlkay. Kübra da surat astı. İçlerinden sadece Melih aklındaki düşünceyle gülümsüyordu: "Benim bir fikrim var." "Ne fikri?" Melih daha da içten gülümsedi: "O halde beni dinleyin..." Evlere dağıldılar. Biraz yemek yiyip sırt çantalarını hazırladılar. Saç, kıyafet ayakkabı. En rahat ve salaş tarzlarla henüz hava kararmadan tekrar buluştular. Fatih babasından arabasını aldı. Herkesi yine tek tek evlerinden topladı. Köyün girişinde Melih ile Kübra'yı beklemeye başladılar. Ve birazdan güçlü motor sesiyle Melih ve onun beline sarılmış Kübra arabanın hemen yanında durdu. "Hazır mıyız?" Fatih arabadakilere başını çevirip onlardan onay istedi. Murat motora binmek istediğinden surat asıyordu. Ama yanına oturan Soner ve arkada ki kızlar oldukça neşeliydi. Fatih Melih'e bakıp çekici bir şekilde göz kırparak onay verdi: "Hazırız." Batan güneş, müzik ve Kübra'nın çığlıkları eşliğinde gürültüyle hareket ettiler. Biricik mekanlarına. Hamsilos'a. 23.07.2018 18.14 |
0% |