@patipiyon
|
Gecenin dili kesildi.
İzmarit düşünce,
Söndü ateş böcekleri.
Sirenler yanıyor.
Bırakın onu uyuyorsa,
Saracak üzerini toprak ana... Genç çocuğun çığlıkları çaktı gökyüzünde. Bu sancı oraya gelen bir tek AKUT'a değil nöbetteki polis ve jandarma ekibine, yataklarına girmeye hazırlanan anne ve babaya, onları Hamsilos'a getiren Çoban Latif dedeye, Kübra'ya, Melih'e, Zehra ve tüm herkesin ortak olduğu nesnelere yayılıyordu. Çamurlanan alaca karanlık; denize, ormana, saçlara çiseledi. Genç çocuğun saç tellerinden düşüp, titreyen parmaklarından sızarak, yere, lastik izlerinin olduğu parçalanmış kumlu taşlara aktı. Orada ağırlığı ve büyüklüğünce bir çukur bırakırken, genç çocuk bu çukurun ayağının altındaki her zerreyi sarstığını hissetti. Çıldırıyordu. Etrafındaki müthiş hızın ve paniğin ifadesi onun dizlerini çözüp kalan son enerjisini o çukura hapsederken, can kurtaranların taşıdığı ceset çantası attığı ikinci çığlıkla onu sertçe yere serdi. "Soner!" Karanlığın etkisinin ayca kırıldığı taraflardan Kübra'nın koşup kendisini kollarında tutmaya çabalayışını izledi. Onun hareket eden ağzından kendi yüzüne sıçrayan sıcak tükürüklerini, ıpıslak kızıl saçlarını hissedebiliyordu. Kübra bağırıyordu. Bu tiz ses, kelimeleri birbirine karıştırıyor, yuvarlıyor ve kelimelerin canlandırdığı ifadeleri içine hapsediyordu. Ses zihninde yankılanan siren uğultusuna dönüşerek tüm anlamı siliyordu. Midesi bulanıyordu. Bayılıp, bilincini kaybetmeyi istedi. Olmadı. Başı kız kardeşinin kollarında kendini salmışken, her şey bu kadar net ve bu kadar sisliyken, dolan gözlerinin kenarından vinçle denizden çıkarılan Volvo'yu ardından ambulans sedyesine bindirilen Murat'ın o silüetini yine de görmüştü. Zaman orada kafesledi kendini. Ama bir şeyler hızla devam etti. Kübra'nın yanına gelen jandarma Soner'i ayağa kaldırıp aracına bindirdi mesela. Kız kardeşinin de yanında gittiği yol boyunca aracın farlarından çıkan beyaz renk, koyu ağaçlardan korkusuzca hesap sordu. Gövdeleri ışıkla tırmalanan ağaçlarsa her şeyi kendine sakladı ve kimse fark etmesin diye renkleri emiverdi. Çıplak cesaretlerinin her zerresini sundu onlara. Soner değil belki ama Kübra ağaçların sadakatine teşekkür etmişti. Sorgu başladı. Acımasızdı. Olması gereken de... Kimse ona kötü davranmadı; içine çektiği nefes, üzerindeki kirli tişört, oturduğu sandalye, karakol duvarları... Kötü olan onlardı. Sorular çoktan bittiğinde hala üzerine gelenler de onlardı. Görevliler Soner'i kapıdan geçirirken gösterdikleri şefkatti acımasız olan. Sırtında gezinen o eldi. En acımasızı musalla taşıydı. Güneş en tepedeyken bile ısıtmadı üzerindeki tahtaları. Isıtmadı içindekini. Kenan Usta ve Necla teyzenin bakışlarını... O gözler bir daha hiç ısınmadı. Cenaze namazı kılındı. Helallik istendi. Fatih; tüm ağırlığınca Soner ve Kenan Usta'nın omuzları üzerinde taşınırken, oradaki iki kişi daha fazla ayakta kalamayıp acıyla inlemeye başladı. Bağırıp, dövünerek değil. İçini kazıya kazıya inlemek. Yüreği tekleye tekleye. Hiç ağlayamadan. İlkay ve Buse. Buse. Fatih'in kimsenin bilmediği biricik sevgilisiydi. Boynundaki zincire evlenme teklifi etmek istediği iki yüzüğü asan kız, şimdi orada, İlkay'ın kollarında İlkay'dan güç almaya çalışıyordu. Muratsa günlerce yoğun bakımda kaldı. Beyin fonksiyonlarının normale dönmesi için hep uyutuldu. Uyandığında ve kendini iyi hissetmeye başladığında o solgun hastane odasında abisinin öldüğünü öğrendi. Zaman orada kafesledi kendini. Ziyaretine gelen herkesi odadan kovdu. Yanına gelen Soner'in yüzüne damar yolundan söktüğü serumunu fırlattı. Murat yüzü çizilen Soner'i son kez o gün görmüştü. Bir daha da onunla iletişim kurmadı. Ona ulaşmaya çalışanları engelledi. Darmadağın oldu herkes. Okulu bitirince ailesinden uzaklaşmak istemedi, puanı dört yıllıkları tuttuğu halde şehirdeki meslek yüksek okullardan birinde iç mekan tasarımı bölümüne başladı. Atölyenin işlerinde de aktif olmayı seçti. Kenan Usta, Murat'ın kendini onlara adamasına karşı çıktı önceleri. Nereye kadar devam ederdi ki bu? Kimseyle vakit geçirmiyordu. Ani yalnızlaşmanın ruhsal çalkantısını sürekli çalışarak çıkarmaya çalıştığının farkındaydı. Kendi hayatını kurması gerekecekti. İki oğlunu da kaybetmişti sanki. Tanıdığı oğlunun yabancılaşmasıyla... Daha sonraları Murat'ın sorumlu hissettiği için değil bu işi sevdiği için de yapmak istediğini anladı. Destek verdi ona. Birlikte çok büyük bir dükkana taşıdılar atölyeyi. Ve Murat'ın orijinal projeleri, sesini ünlü bir markanın firmasına kadar ulaştırdı. Proje sahibi genç bir çocuk olunca dikkatleri daha da çekti üzerine. Tek dokunuşla yelpaze şeklinde açılan masalar, duvarda kamufle olan koltuklar, katlanır dolaplar ve küçük mekanları kullanışlı hale getirecek daha bir sürü modern tasarım... Marka onları bünyesine almıştı. Her şey yolunda gidiyordu. Böyle geçti işte zaman. "Bizim köye yollayıverin bir tane Fatih abi. Rengi yeşil olsun, sallansın ileri geri, üstünde uyuyakalayım şöyle." Önündeki çizimi parmaklarının arasında sıkıştırıp yavaşça geri bırakırken derince iç çekti. Bir süredir zihnini ağrıtan o ses tekrarlandı kulaklarında. Biraz önce söylenmiş gibi. Gece lambasını kenara itip ardında duran raftan bir kağıt daha aldı. Yerinde kıpırdandı. Kollarını sıvadı. Masaya doğru eğilip daha sert darbeler çekti deminki çizgilere benzeyen. Benzeyen ama aynı değil. Hatalı kısımlar için nazikçe gezdirdi silgiyi mat zeminde. Silgi tam silemedi fazlalık yerleri. Soluk çizgiler kaldı. Çizimin üstündeki silgiden çıkan çöplere biraz üfleyip hemen yanındaki cetvele uzandı. Ve dokunduğu cetvel o sırada yere düştü. Cetvelin oturduğu yerle masa arasında çarpa çarpa yere düşüşü tüm sabrını taşırdı. Masayı itip ayağa kalktı. Bir iç çekiş daha. Bu sefer titretti göğsünü, sıktı ve kararttı. "Nasıl oldular, hiç bir araya geldiler mi?" Anın daha küçük bir parçasında da olsa binlerce bilinç akışı düşüncesinin yanında bu soruların kendini bulduğunu biliyordu. Çocukluğu çoktan geçmişti. Tek başına geçirdi onca zamanda olgunlaşması gerekiyordu. Bu yüzden kendini yalanlayamazdı. Ezik gibi yıkmamaya yeminli o katı hislerin ardına sığınıp dayanıklı olmasına gerek yoktu. Ve hiçbir şey yokmuş gibi davranmasına. Zaten bunlardan yorulmuştu. Mutlu değildi. Onları özlüyordu. "Ne yüzle geliyorsunuz karşıma?" Tekrar karşılarına çıkma cesaretini bulacak bir şey gerekiyordu. Şimdi birden oraya gidip de ben geldim millet, dese eski samimiyetiyle söyleyeceği hiçbir söze gösterecek samimiyetleri olmayacağını düşünüyordu. Onların içtenliğini kendi yok etmişti o hastane odasında. "Çok üzgünsünüz değil mi? Üzgün olmanız onu geri getirmiyor!" Tamam. Kendisi zaten berbat haldeydi hem fiziyolojik hem psikolojik destekle anca toparlanmıştı. Tamam. Ağabeyini kaybetmişti. Ama sadece kendi hissettiklerinden kavradığı acının bilmediği belki nice yönlerini onlar da çekmişti. Fatihi bir tek kendisi kaybetmemişti. Bu yüzden artık "tamam" değildi işte. "Siz ikinizin o aptal aşkı var ya... Ne üçgen ama! Hak ettiğiniz sonu böyle buldunuz işte." Soner’in İlkay’a olan ilgisini bilen tüm herkesten tiksindiği gibi kendinden de tiksindi. Soner’i zavallı, aşağılık zevk ve duygularına kapılan güçsüz biri görmüştü ya aşık olduğu kız ona açıldığında buna inat reddetmişti. Onu sevdiği onca zaman boyunca tüm aşk duygularına sımsıkı bağlanıp yalnızlığı ve arkadaşsızlığı bastırmak istememiş gibi. "Ben onu öldürmedim ama bu sonda kendimi de buldum." Bu değilleme; ima ettiği ve çok uzun süre savunduğu cinayeti aslında olduğu şekliyle, "kaza" olarak hazmetmesini ancak şimdi sağlıyordu. Kırgınlığın ötesinde iz bırakan ve verdiği hasarı kişinin tek kendisinin bildiği diğer nefret söylemlerini getirdi aklına. Onları el ele tutuşturup dizerek kendi üstüne yığdı bu sefer. Olup bitmiş olandan yıllar sonra kendine ıstırap çektirerek daha az hatalı görülmeye çalışmıyordu. Bu yüzden sözlü bir özür yerine başka bir yöntem seçti kendine. Masaya geri oturdu, kalemlerini seçti, parlak sarı ışığı açtı. Geceler gündüze, gündüzler geceye ulaşana kadar orada oluşacak silgi çöplerinden; takati kalmayıp cılızlaşacak ışıktan; yeni malzemeler sipariş vermeden, atölyede elini kesmeden ve nihayet biten sandalyeleri adreslerine ulaştıracak kargo firmasıyla kavga etmeden; her şeyden önce başka bir şey yaptı o masada. 8.11.2021
|
0% |