@patipiyon
|
Ve işte haftalar sonra şimdi, eşyalarını tek tek arabanın arka koltuğuna yerleştirmiş anne ve babasıyla vedalaşıyordu Murat. “Oğlum, uykun gelirse arabayı en yakın tesise çekiyorsun orada birkaç saat uyuyorsun. Ara verdiğinde mutlaka kahve iç .” “Murat uçağa mı binseydin oğlum?” “Anne valla saat başı arayacağım.” “Hele bir arama!” Babasının nemlenmiş gözlerini gördü Murat. Arabanın bagajına özenle paketlenmiş sandalyeyi yerleştirdi. Anne ve babasının ortasına geçip ikisine de sıkı sıkı sarıldı. “Endişe etmeyin. Dua edin her şey güzel olsun olur mu?” Kokladı ikisini de bir bir. Sonra aracına bindi, emniyet kemerini taktı. Tekerlekler henüz ikişer üçer tur dönmüşken annesi elindeki okunmuş suyu döktü ardından. Su gibi gitsin, yolu açık olsun istedi. Küçük viteslerle yolda ilerlerken ön dikiz aynasından gittikçe küçülen ailesine baktı Murat. Gözleri takılı kaldı aynaya. Sandalye ve küçük bavulu dışında arabaya başka şeyler de yüklediğini anladı. Aynadan baktığı o anda ailesinin hüznü çoktan kendininkine yapışmış, bunca zaman maskelediği hisleri onları vantuzlayarak içine çekmiş, ruhunun derin bulanık yerlerine işlemişti. Kat kat binmiş ağır bir duman gibi arabanın her yanını bürüyüp, boynundan yukarı tırmanarak boğazını sarmaya devam eden bu işleyiş yutkunmasına dahi engel oluyordu şimdi. Klimayı kapattı, hemen camları açtı. Arabanın içindeki bu hüznü açık pencereden itip uçurmak istedi. Ana yola çıktığında hızını arttırdı. Sonra kendine bunca zamandır iyi gelen şarkıyı açtı. Klasik, çoğunun bildiği bir şarkıydı bu. Ama Murat için sadece Fatih’i hissettirirdi. Saçlarını tarayıp boynunu gıdıklayan rüzgara saldı kendini. Kara yoluna girince şarkının sesini yükseltti. “ Kübralar bizi bekliyordur.” Duymaya başladığı o kadife sesle alayla gülümsedi Murat. Şarkıyı daha da açtı. Fareler de, diye cevap verdi sesli şekilde. “Anne, Murat pislik yapıyor endişe etme, dinlendikten sonra halleriz .” O pisliği fareler yapmıştır çoktan. “Sen çeneni kapatsana Murat,” Hem de yavrulamışlardır, yaşasın bebek fareler. “Toplarken de seversin böyle bebek fareler diye” Hiç de bile! “Sen kaşındın.” “Ahah çok kızmış.” “Öpeyim saçından gel, abisinin kara çalısı.” Ensesine şaplak yedi yine. Burnunu çekip ıslanmış yüzünü silerken “Gidip görelim hadi şu fareleri diye geçirdi içinden.
Güneş güldükçe uyanan Karadeniz dağları; güçlü esintisi, renkleri ve içine çeken enerjisiyle karşıladı onu. Derin yeşil ve koyu mavi tonlar üstünde dalgalanan o sisin kokusu ciğerlerine serince doldu. Yavaş nefes alış verişlerle buna alışmaya çalıştı. İçi titreyip kolları diken diken oldu. Her detayıyla memleketti işte.
Hamsilos yoluna girdiğine Murat’ın kahve gözleri bir yandan akan denizle buluştu. Güneş hüzmelerinin düşerken yarattığı yumuşak yansımalar suyun üzerinde hareket eden ince parıltılar oluşturuyordu. Buradan ayrılırken döktüğü yaşların ona geri dönmesiydi bu parıltılar.
Çok geçmeden tatilcilerin kesinlikle uyuyor olduğu ve marketlerin kapalı olduğu sabahın erken saatinde Melih’in evini gördü sonunda. Tek katlı dışı kreme yeşil renkliydi. Dış cephe boyasını değiştirmişlerdi. Eskiden sarıya yakın turuncuydu. Arabasını uzağa park etmek zorunda kaldı şimdilik. Kırmızı jipten bavulunu aldı. Paketi arabada bıraktı. Kabin boy gri bavulunu süre süre sarmaşıklı bahçe kapısına geldi. Elle dışarıdan açılabildiği için açtı ve ses çıkarmamak için bu kez bavulunu elinde taşıdı. Kapıya doğru ilerlerken aşınmış taş yolun kenarlarına güneş enerjili bahçe cinlerine bakış attı. Palmiye yaprakları tatlı rüzgarda narin narin sallanıyordu. Karnında karıncalar hissetti. Bir nefes aldı ve zile bastı.
İçeriden homurtuları ve ayak seslerini duydu. Karıncaları karnında yuva yapıyordu artık. Bir anahtar çevirme sesi geldi. Ardından kapı hızlıca açıldı.
“Şaka mı?” İlk tepkiyle birlikte yarım ağız güler gibi olan Melih kaşlarını çatıp gözlerini ovuşturdu. Murat gülümsedi. Melih tekrar baktı onun yüzüne sakin ve uykulu sesiyle sordu. “Murat sensin değil mi?”
“Sürpriz oldu değil mi?” dedi Murat gülerken göz ucuyla etrafa bakarak.
“Çok güzel hem de.”
“Gelsene gir içeri hadi. Kusura bakma afalladım.” derken elini kısa kıvırcık saçlarına attı Melih. Murat içeri girdi. Ayakkabılarını çıkartırken başını kaldırıp kaldırıp esneyen Melih’e bakıyordu. Melih yüzünü ovuşturdu tekrar. “Aç mısın kahvaltı yaparsın değil mi?” Murat doğrulup halıya doğru adım attı. “Yolda yemiştim Melih abi. Teşekkür ederim Çok aç değilim.” “Azı çoğu sormadım oğlum. Sen geç içeri otur ya da uzan istersen ben bize iki bir şeyler hazırlayıp geliyorum.” Murat Melih’in boyunun daha da uzamış olduğunu düşündü. Kendisinin de büyüyüp uzamış olması aralarındaki boy farkını kapatmamıştı. Saçlarının kısa oluşunu yadırgadı, onun ensesinden bakakaldı biraz. Koridorun beyaz duvarını kaplayan fotoğraflara bakarak odaya yürüdü. Birinde Melih beş yaşındaydı, kollukları vardı yüzüyordu. Diğerinde kahverengi ahşap vitrin önünde doğum günü pastası üflüyordu. Birinde Asiye teyze ve Arslan amcanın birbirine sarılarak teknede poz verdikleri bir kare duruyordu. Sarı renkli eski fotoğraflardandı. Kenarları deniz kabuğu ile süslenmiş bir çerçevede Melih babasının omzunda oturmuş iskelede balık tutuyordu. Orada yine küçüktü. Parmaklarını birkaç fotoğrafa değdirerek ilerledi sonra oturma odasının kapı eşiğine gelince durdu. Pencereden sızan aydınlık, odanın bir kısmına kadar ilerlemişti. Gittikçe daha da aydınlanacaktı ev. Koltuklardan boş kalan yere ilişti gözleri tam da buraya uygun yapmışım diye düşündü gülümseyeceği sırada önündeki tüylü halıyı gördü. Fatih’i gördü içeride yeniden, kendisini ben de geleceğim diyerek abisinin önünde dururken anımsadı. Abisi aynı zamanda sigarasını küllüğe bastırmaya çalışıyordu. Koridora çevirdi gözlerini orda apar topar çıktılar kapıdan yeniden. “Murat? İyi misin?” Omzuna dokunan Melihle irkildi yerinde. Boşluğuna gelmişti Melih’in sorusu. Toparlamaya çalıştı biraz. Duygularını bastırdı. “İyiyim araba sürmekten herhalde” Araban mı var? Nereye park ettin. Bahçe kapısını açayım içeri çek arabanı dışarda zarar görmesin. Abi doğru söyledin aslında. Kiralık araç bir de. “Ha bir de kiralık.” İttirdi hafifçe kendisini. Sen onu hallet hemen ben masa kuracağım. Kahve içer misin? “İçerim Melih abi.” Murat evden çıkarak arabasını park ettiği yerden alıp jipi bahçeye getirdi. Eve geldiğinde masa çoktan hazırdı. Karşılıklı oturup yemeğe koyuldular. Melih marmelatlar reçeller taze çeri domatesler ve sıcak mısır ekmekleri yapmıştı. Murat reçelleri görür görmez “Asiye teyzem değil miii?”diye atıldı. “Melih teyzen Muratcım.” “Hadii ne diyorsun.” Melih sırıttı. Murat’ın bardağını aldı. “Hadi soğutma bak tereyağı var onu sür üstüne erir hemen. Çay da demledim biraz kahve de var yine.” “Önce çay sonra kahve.” Birlikte reçellerden kazanda reçel marmelat pekmez yapmaktan sohbet edip durdular. Kahvaltı bitti. Çaydanlıktaki çay tükendi. Murat sabrının taştığını hissetti. Melih’in onunla ilgileniyor olması sinirine dokundu. O her şeyi şakaya vurmaya devam ettikçe Melih daha ciddi ve olgun cevaplar veriyor konuyu tıkıyor ama mısafirperver tavrından vazgeçmiyordu. “Güneş başında karıştır dur. Kol kası oluşuyor zaten spor salonları neden yazın boş Yok fındık topla yok reçel yap. Kollara kuvvet hepsinde.” Ben ikisine birden gittim.Zaman ayırmak isteyince yolu bulunuyor be Murat.” “Abi onu mu dedim şimdi…”kahveleri dolduruyordu Murat. “Efendim?” Sözü değiştirdi. "Süt ister misin Melih abi?” “Sütüm yok ve evde süt yok istersen, bak marketler açılır şimdi. Giyineyim. Gidip alırım ben.” Melih masadan kalkmaya yeltenince, Murat elleriyle yok işareti yapıp geri oturdu. Melih de tekrar yerine yerleşti. Sonra telefonuna kısa mesaj geldi o anda. Eline telefonu alıp baktı Melih kargo teslimat mesajıydı.Anlam veremedi. "Problem mi var Melih abi?' “Hiç sipariş vermedim ki babam mı istedi benim adıma diyeceğim. Huyu değildir.” Konuşurken telefonu masaya geri bırakıyordu ki Murat’la göz göze geldi. “Ne gönderdin bana” “Of! Hemen anladın mı?” “Oğlum kendin gelsen yeterdin hediye mi aldın bir de.” Murat’ın sesi kısıldı. “Yetmezdi abi.” Kahve fincanını evirip çevirmeye başladı. “Çocuksun hala.” “Niye yahu.” Melih açtı ağzını yumdu gözünü. “ Eşek herif! Bir alo Melih abi desen ne hazırlıklar yapardık sana biliyor musun? Hadi tek benle görüşmek istedin Anladım. Ama herkes… hepimiz seni ne kadar merak ettik biliyor musun!” Abi kızma- “Senden hediye değil senin yanında durabilmeyi bekledik sadece. Fatih benim en iyi arkadaşımdı biliyorsun değil mi?” Melih’in gözleri kızarmıştı. “Biliyorum…” “Sesini kısma sinirleniyorum” “Bir de benimle pekmez marmelat konuşup durdun kaç saattir.” Diğer yandan marmelat sürdüğü ekmeği ısırıyordu. İnsan yolda neler yaptı onu anlatır, ne düşündü geldi onu anlatır. Ben konuştukça açtın konuyu dallanıp budaklandı. Üstüne de gelmek istemedim.” Murat “Abi o sohbetten hoşlanmadım zaten.” diye itiraf etti. “Ben de hoşlanmadım.” Murat Melih’in eline doğru uzanıp küçük ısırıklarla bir saattir bitiremediği ekmeği elinden aldı.Bu detayı daha erken hatırlamalıydı, Melih hiç tatlı sevmezdi. Ağzında büyüyen lokmaları yuttu çabucak ve acı kahvesinden kocaman bir yudum içti. “Diğerlerini ne yapacaksın peki?” diye sordu sonra “Sürpriz.” “Bir kahve daha?” Birlikte kahve içmeye devam ettiler. Bu sefer Murat ona yolculuğundan, anne babasından laflayıp onlarla aralarındaki ilişkiyi anlattı. Onlar konuşurken telefonu çaldı Melih’in. İlkay kargo mesajı alıp almadığını soruyordu. Melih onu sakinleştirerek mesajı aldığını ve Murat’ın geldiğini anlattı. Bir saat geçmeden İlkay gelmişti. Murat odada yerde otururken Melih karşıladı onu. Koridordaki konuşmalar duyuluyordu odada. “Ben dayanamadım geldim.” “Hoş geldin. Gel” “Murat geldi değil mi Melih abi? Gerçekten geldi?” Tabi ki İlkaycım içerde oturuyor hadi gel odaya geçeriz şimdi. Ama İlkay deminkinin aksine ayağa kalmaaya çalışan Murat’a kısaca hoş geldin dedi ve koltuğun uzak bir köşesine oturdu.İçeri giren Melih şaşkındı. Üstüne gitmek istemedi onun. Aradan geçen yarım saatin ardından Zehra geldi. Herkesle sıkı sıkı kucaklaştı. Murat’ın kafasına vurup azar çekmeyi de ihmal etmemişti. Murat ona kürek gibi ağır elin varmış senin dedikçe Murat’ın sırtına pat pat vurdu, sarıldılar sonradan. Murat da onun sırtına ses çıkararak vurdu. Gülüştüler. Zehra kargo paketinin köye nasıl geldiğini anlattı. Önceki gün yağan yağmur nedeniyle araba çamurlu yokuşu geri çıkamamış. Ona gidip el atmış önce. Sonra da o yorgunlukla saldalyesini kurar kurmaz üstüne oturmuş sabah çayını içmişti sallana sallana Zehra. “Çok beğendim be Murat." dedi yazmasının ucuyla oynarken "Hakkatten bak. Görür görmez anladım. Bunu yapsa yapsa Murat yapar dedim. Sonra İlkay arayınca koydum yola kendimi geliverdim uçarak.” Murat Zehra’nın mutlu olmasına sevinmişti. Diğerlerinin tepkisini de çok merak ediyordu. Kübra’yı sordu Zehra’ya. Zehra onun otobüste olduğunu söyledi. Dersini ekmiş aslında. “Murat benimki nerde?” diye araya girdi Melih. “Valla Melih abi kargocu yolda dinlenmek için üzerine oturup uyuya mı kaldı bilme ki? Zaten şirketiyle tartıştım bol bol bir de kargocusuyla tartışacağım galiba.” Merakla Murat’ın sızlanmasını dinleyen Zehra “Anaa Ne oldu ki öyle?” diyordu ki.Zil tekrar çaldı. Melih heyecanlandı ama çaktırmamaya çalışarak kargoyla ilgilendi. Sonra elinde tam paket bir koliyle odaya girdi. “Hiç hafif değil bu!” Hepsinin gözü pakete kitlenmişken koliyi açtı. İçinden çiçek desenleri, estetik kıvrımları, yanlarında küçük ahşap oymalarıyla şirin mi şirin bir sandalye çıkıverdi. Bu benimkinden de güzel dedi İlkay. O zamana kadar pek konuşmamıştı. Zehra hemen ilkaya sokuldu “Seninki nasıl ki çektin mi resmini. Hadi göstersene bana.” Kızın omzuna omuz çarpıyordu aynı zamanda. Murat kahkahayı basıverdi. “Zehra abla hiç değişmemişsin.” “Sen değişmişsin ama Murat” Murat ona cevap verecekken kapı bu sefer Kübra için çaldı. Melih kapıya yöneldi ama Zehra yerinden fırlayıp kapıyı açmaya gitti çabucak. Murat deminki söze biraz gerilmişti. Kendini toparlamak için sırtı kapıya dönük halde halıda oturuyordu. Halıdaki desenleri saydı hızlı hızlı. İlkay’ın sesini duydu “Kübra da geldi.” Nefes alıp başını çevirdi. "Kübra abla?" Kübra’nın kızıl gür saçlarını uzun olgunlaşmış ifadesini gördü. Yüzü sıcaktan pembeleşmiş ama teni beyazdı. Gözlerinde ağlamak vardı."Ne ablası be. Üstümden bakıyorsun sıpa!" Murat oldu napalım dercesine kaşını kaldırıp kollarını kocaaman açtı Kübra ablasına. Kübra sarılır gibi geldi önüne kadar sonra başladı yumruklar atıp mıcırmaya. Öyle hafif değil sert sert mıncıklıyordu Murat bundan zevk alırcasına mutluydu. Kübra vurduğu yerleri eliyle ufalayıp sarılıverdi boynundan Murat’a. "Hayır kıymetimi iyi anlasınlar diye mi bu naz, bu mesafe anlamadım." Murat durgunlaştı ve yüzü düştü. "Öyle olması gerekti. Biliyorsun." diyebildi sadece Kübra alaya aldı onu " Gençler yardım edin şu çocuğu dövelim hadi." "Hey, hey, dur." derken ellerini öne uzatmış Kübra'dan geri geri kaçıyordu. Melih bir anda arkasında belirip kollarını kavradı Murat’ın. "Bana uyar." Kübra ve Zehra halıya yatırdılar Murat’ı. Melih ellerini tutarken diğer ikisi bir güzel patakladı onu. Zehra’nın elleri büyük olsa da narindi. Kübra ise küçük elleriyle sağlam dayaklar attı Murat’a. Bacaklarımdam kollarına her yeri tokatlandı güzelce. Üstüne bir de gıdıkladılar. "Gıdıklanıyorum. Ahh dur. Yahu dur Melih." "Sizi var ya! Pişman edeceksiniz geldiğime he." Cümle ağzından çıkar çıkmaz içinden küfür etti Murat he işte ağzıma sağlık batırdım şimdi, diye geçirdi. Kübra ablası vurmayı bıraktı ve sakince ellerini çekip uzaklaştı ondan. "Ne kadar geçti?" diye sordu. "Dört yıl galiba." dedi Melih “Hayır beş yıl oldu.” Diyerek geri halıya oturdu Murat hepsinin gözlerine baktı. Ben susadım, dedi Kübra konu değişsin diye. Kumsala inmeden önce yemek yeme fikri de ortaya çıkınca ikinci defa mutfağa yol aldı Melih. Kübra da yanına gitti. Onlar gidince oda sessizleşti yeniden.İlkay Zehra’ya suratsız şekilde çektiği sandalye fotoğrafını göstermeye başladı. Murat halı desenlerini saymaya devam etti. Hala gelmeyen ve sandalyesini almayan biri vardı. Gözleri saate kaydı. Çoktan burada olmuş olmalıydı, diye düşündü. Ya gelmediyse? Hiç binmediyse? O zaman ben onun yanına giderim dedi ilk sonra o da beni aynı şekilde reddederse diye karamsarlığa kapıldı. Kapıdan kovsa bacadan girerim artık diye teselli verdi kendisine. Kapı zili Soner için bir daha çaldı.Zehra açmaya giderken ayağa kalktı Murat. O kalkar kalkmaz kapı geçidinde gördü Soner’i. Elinde çantası üzerinde ince ceketi. Soner yapılı kemikli biri olmuştu ona göre. Ama boyları aynıydı şimdi. "Hoş geldin" dedi Murat hemen. "Hoş buldum. Sen de hoş geldin." "Hoş buldum." Murat Soner’in odaya doğru girmediğini görünce ümitsizliğe kapıldı. Yüzü gülümseme ve somurtma arasında gidip duruyordu Soner’in. Rol mu yapıyor diye geçirirken Çatallaşıp boğulan sesiyle "İyi ki geldin." dedi kendisine. Murat bu sesi duyunca espiri yapmak istedi, beceremediğini hissetti. Buraya gelene kadar herkesin gönlünü nasıl alırım ne derim neler konuşurum diye o kadar çok iç sesinde konuşmuştu ki. Şimdi tüm o provalardan eser yoktu sözlerinde. Çünkü tahmin ettiği sözü kimse demedi ona. Ona dedikleri şey Keşke yerine Soner gibi “İyi ki…” olmuştu. "Ya öyle mi? Hiç inandırıcı değilsin. Baksana sarılmadın bile." "Artık sandalyemi gösterirsen sarılırım. 300 lira ödedim uçağa!" "Hıh! Murat kendini tutuyordu. Ağzı tek taraflı güldü. “Sen de çok beleşçi olmuşsun he! Kargo parasına say onu" yine de hırıltılandı sesi. "Bu çocuk büyümemiş ağlıyor. Gel len buraya ." "Büyükler de ağlar." Göz kenarını koluna sildi. Soner iki büyük adımda yanında bitip ensesinden çekerek kendisine sarıldı. Murat kapı tarafındaki Melih’e ve Kübra’ya baktı. Gözleri akarken kahkahalarla gülmeye başladı. Akan burnunu Soner’in omzuna silip daha da güldü. Soner geri çekildi. “Iyy şuna bak piss.” “İki dakika duygusal an yaşatmıyorsun Soner he” “Bana sandalyemi ver.” “Anahtar orada git kendin al.” “Olmaz sen getireceksin.” Murat çok uzun zaman sonra neşeyle kahkaha atıp sırıtabilmiş ve kuş kadar hafiflemişti artık. Soner’e sandalyesini verdi. Önden kendisi oturup bir güzel gıcırdattı hatta. Özlem giderecek çok saat vardı önünde. Geldiğinden beri sevgiyle arkadaşça karşılanmışlığın mutluluğunu yaşıyordu kalbi. Sadece o değil odadaki herkesin yüzü gülüyordu şimdi. İlkay hariç herkes gülüyordu. 16.08.2024 Sinop 01.52
|
0% |