"Ailemin önüme serdiği tüm imkanlara rağmen tek başıma-" o anda Sokrates'e baktı. "Sokratesle birlikte ülkedeki tüm köyleri gezmek istemiş olmamın nesi anlamsız?
"Yani bence-" o an beni duyduğunu sanmıyorum sözlerine aralıksız devam etti.
"Tek istediğim özgür olmak ve herşeyden önce ruhumla... Ve bu öyle kolay bir şey değil.
"Belki de bunun için bana birinin, özel birinin yardımı gerekiyordur. Belki de dünyaya sırf, herkese, beni kendiyle özgürleştirecek ruh eşimi oturup beklemek yerine, aramam gerektiğini göstermek için gelmişimdir. Belki de asıl körlük gözlerimin görmemesi değil görmeyen gözlerimle hiç birşeyin anlamını göremememdir."
Art arda getirdiği bu uzun cümlelerden sonra derin bir solup aldı. "Anlamak, yaşamak istiyorum. Ve keşfetmek... Dünya her geçen gün biraz daha cehenneme dönen bir cennetken benim kaybedecek vaktim yok."
Haykırırcasına bana anlattığı tüm o şeyler arasından aklımda tek bir şey kalmıştı: "Asıl körlük gözlerimin görmemesi değil. "O...göremiyordu ki...Ve tek başına ülkeyi geziyordu...
"Sokrates," dedi bu kez seslenmiyor yalnızca anlatıyordu. "o özel bir kedi. Sandığımdan da özel. Her geçen gün beni daha fazla şaşırtıyor. Diğer canlılara göre IQ'su oldukça yüksek. Dört yaşındaki bir çocuğun duygularıyla eş duygular yaşıyor. Kızıyor, mutlu oluyor,üzülüyor... Evden herkese bana güvenmeyişlerine karşın dargınca kapıyı çarpıp çıktığımdan beri beni hiç bırakmadı. Biz böyle memnunuz. Ve aslında bakarsan, bunları anlattığım diğer birçok insanın beni anlamamasına rağmen üstünde tüm hayatımı harcadığım bu şey benim için artık vazgeçilmez." Güldü.Gülümsedim.
"Epey olmuş olmalı." Samimiyetle omzumu sıvazladı. "Seni burada tuttuğum ve sana sormadan içimdekileri anlattığım için üzgünüm. Eminim yapman gereken işlerin vardır."
"Yok, hayır hiç işim yoktu. Ve konuşmanızı büyük bir zevkle dinledim." Tamam, lütfen yalanımı yüzüme vurmayın, bu bir hikaye ve gerçekçi olmalı. Baş kahraman masallardaki gibi mükemmel olmayabilir. Gerçi bu hikayede baş kahraman ben değilim...
Genç ayağa kalkınca Sokrates de kucağımdan indi. Bende ayağa kalktım. Genç elini uzattı, onun elini tuttum. Eli ılıktı. Onun siyah gözlüğünde kendi yansımamı görüyordum. Saçlarım biraz dağılmış ve yüzüm asılmıştı.Yorgun ve mutsuz hissediyordum. Onlara alışmıştım.
" Veda zamanı," dedi.
"Evet.." sesim kırgındı.Anlamıyorum.
"Kendinize dikkat edin. "
"Sizde," dedim. Sokrates ikimizin ortasında duruyor ve bize bakıyordu. Eğildim ve onun tüylerini okşadım. Onun o iri gözlerine baktım son kez:
"Hoşçakal Sokrates." Bir ses çıkarmadı. Gülümsedim.
Onlar uzaklaşırken gözden kayboluncaya dek ardlarından baktım. Ve o an aklıma geldi genç adamın ismini sormamıştım. Olsun yine de isminden çok daha önemli şeyler biliyordum onu hakkında. Onları bir daha görürmüydüm? Bunu ancak zaman gösterir...
Eğer bir kasabada, yaz kış demeden üzerinde paltosu ve boynunda aynadan kalyesi olan bir genç ve yanında bembeyaz camgözlü bir kedi görürseniz aklınıza gelir belki yazdıklarım. İlginizi çekti diye o ikiliyi takip eder ve hiç hesapta yokken kendinizi genç adamın düşüncelerini dinlerken bulursunuz... Ona amacına ulaşıp ulaşmadığını sorarsınız belki. Belki ismini de öğrenirsiniz. İşte o zaman bu hikayenin devamını yazabilirsiniz
Gül Yılmaz
27 Kasım 2016 Pazar