@petrichor2
|
Keyifli okumalar...
İnsan yaşarken ölür müydü? Nefes alırken, kalbi atarken. Ölmek ister miydi insan, öleceğini bile bile.
Ben ölmek istiyordum...
Ölüm bana uğramazken hemde...
Elimde tuttuğum kalemi kalbimin üstüne doğru sabitledim, tek bir hamlem ile ya kalem kırılacaktı ya da ben ölecektim. Ellerim titremiyordu, kalbim korkuyla atmıyordu. Her akşam oturduğum çalışma masasında bu sahneyi yaşıyordum, yapamayacağımı bile bile. Kalemimi kırmak istiyordum artık, kalemim kırılsın ve ben bu dünyada ki yaşamımı sonlandırayım...
Derince nefes aldım, nefesim tüm benliğime uğrarken yavaşça verdim. Yaşadığımı anladığım tek şeydi nefes alıp vermek, ölüden bir farksızdım çünkü. Elimde ki kalemi sertçe masaya attım ve kafamı açık olan Türkçe test kitabına dayadım. Hiç bir şey hissetmek istemediğim halde tüm duyguları en coşkulu halde yaşıyordum, melankolik bir haldeydim ve ben her zaman melankoliktim. Hayatım hiç bir zaman istediğim bir düzende gitmiyordu, dışarıdan bakılınca mükemmel bir hayatım vardı. İçinde yaşanan dramlar bilinmezken. Kafamı kaldırdım bu sefer ve küçük odada gözlerimi gezdirdim, büyük bir evin içinde küçücük bir oda bana hak görülmüştü. Bu hiç bir zaman umurumda değildi, derdim ne oda olmuştu, ne de para. Tek derdim vardı sevilmek.
Yüreğimin bir parçası hep umutla o günün geleceğini, saçlarımın sevilip, yanaklarımın sulu sulu öpüleceği günü bekliyordu. Ne demişler? Umut fakirin ekmeğidir. Ne güzel söylemiş atalarımız... Kafamı kaldırıp boş düşünceleri toz yığını gibi etrafa saçıp kendimi ödevime odakladım, en büyük hayalim iki sene sonra kazanacağım üniversiteydi. Kazanacak ve bu lanet evden kurtulacaktım, hem bir kere en kıymetlime söz vermiştim. Sırf onun için bile kazanmam gerekiyordu. Aklıma gelen anıyla dudaklarımda acıdan farksız bir tebessüm oluştu, yerimden kalkarak bir kaç adımda kapıya geldim ve kulpu tutup sola doğru çevirdim. Kapıyı açıp uzun hole çıktım, kokusu buram buram geliyordu. Hemen yanımda ki odadan, halbuki yıllar geçmişti...
Bir kaç adımda sağımda duran odanın kapısına geldim ve bekledim, bu odaya girmem yasaktı. Bu oda bana yasaktı, yutkundum ve beyaz ahşap kapıya baktım. Biliyorum ki açamazdım, açarsam ağlardım. Derin nefes çektim tekrar içime, elimi kaldırıp yuvarlak kulpu tuttum. Ellerim titriyor, nefeslerim daralıyordu. En son ne zaman girmiştim ki bu odaya? Aklım kabul etmese bile kalbim bu odanın her bir ayrıntısını kazımıştı beynime. Kulpu sola doğru çevirdim ve gelen klik sesiyle tuttuğum nefesi verdim. Kapıyı nazikçe içeriye doğru ittim ve bende titreyen ayaklarıma inat yürüdüm. Simsiyah odaya göz attım, duvarda ki ışık düğmesine bastığımda oda aniden aydınlandı ve hiç unutamadığım oda yeşil gözlerimin önüne serildi.
Burası kıymetlimin odasıydı...
Abimin...
Şehit Pamir Güney...
Türk bayrağı serili yatağa kaydı gözlerim, hiç bozulmamıştı. Daha sonra ise duvara asılan resimlere, her birisinde tebessümler vardı. Gözüm duvara monte edilen vitrine ilişti oraya doğru yürüdüm, içerisinde boynundan hiç çıkartmadığı künyesi duruyordu özenle. Bir tarafında kurumuş kan lekesi vardı, yutkundum ve elimi kalbimin üzerine koyarak üç kere vurdum. Hemen yanında, kalbinden çıkartılan kurşun duruyordu, gözlerimi sıkıca kapattım.
Hain kurşun...
Gözümden düşen yaşı silmedim, bir altında sürekli belinde taşıdığı silahın maketi duruyordu, çok severdi o silahını. Her izine geldiğine hep siler, cilalar ve tekrar silerdi. Buruk bir tebessüm oluştu dudaklarımda, silahın yanında duran bilekliğe kaydı gözlerim.
Kahraman Babam...
Dudaklarımdan bir hıçkırık koptu, bunu ben yaptırmıştım ona. Babalar gününde, bilekliğin etrafında da kurumuş kan lekeleri vardı. Şehit düştüğünü haber veren komutan, yanında getirmişti bunu kamuflajın ön cebindeymiş. Göz yaşlarım teker teker yanaklarımdan düşerken dudaklarımı ısırdım, daha fazla dayanamadığımı anladığımda ışığı kapattım ve odadan çıkarak kendi odama girdim. Ağlamam daha da şiddetlenmişti. Elime telefonumu alıp WhatsApp uygulamasına girdim ve başa tutturulan sohbeti tıkladım.
Kahramanım
Siz; Abi...✓
Siz; Abi seni çok özledim...✓
Siz; Ne olur, bir yerden çık gel Allah aşkına.✓
Siz; Beş yıl geçti, koca beş yıl...✓
Siz; Ama sen gelmek bilmedin...✓
Siz; Hani ne olursa olsun, benim heybetli gözü kara abim beni yanlız bırakmayacaktı...✓
Siz; Ben ölüyorum.✓
Siz; Sensizlik içimi kavuruyor.
Siz; Seni çok özledim.
Siz; Kalbim, kalbini çok özledi...
Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlarken, yatağıma yattım ve cenin pozisyonunu aldım. Kollarımı etrafıma sardım, çığlıklarım içimde boğuluyordu adeta. Bağırıyor çağırıyor ama elimden hiç bir şey gelmiyordu. Vücudum sarsıla sarsıla ağlarken, tek dilediğim abimin cennetin en güzel yerinde olmasıydı. O cennet kuşuydu.
Benim cennet kuşum...
Başıma giren ağrıyla yüzümü buruşturdum, ne ara uyumuştum. Göz kapaklarımın üzerinde tonlarca ağırlık vardı sanki. Vücudum tutulmuş, kaskatı olmuştu, yavaşça zorlanan gözlerimi açtığımda dün gece aldığım pozisyonda buldum kendimi. Başım çok kötü ağrıyordu, kaç saat uyuduğumu bilmiyordum ama gece epey ağladığım doğruydu. Tekrar gözlerimi kapattığımda, sağ gözüme giren ağrıyla yutkundum. İleri derece miyopluk vardı bende ve uykumu alamadığım zaman sağ gözüm acır ve sulanırdı. Oturur pozisyona gelerek gözlerimi tekrar açmaya zorladım, bugün hafta sonuydu birazdan alacağım duşun ardından tekrar yatacaktım. Komisinin üzerinde duran gözlüğümü taktım ve bir kaç adımda Gardrobumun yanına ilerledim, içinden iç çamaşırı aldım, başka kapağı açıp katlı olan uzun kollu badilerimin arasında siyah olanı aldım ve pijama olarakta yeşil olanı almıştım.
Havlumu ve şampuanımıda alarak odadan çıktım, solumda duran kapıyı açarak içeri girdim ve hemen kilitledim. Birazdan ev halkı uyanacaktı ve ben kimseyle göz göze gelmek dahi istemiyordum. Gözlüğümü çıkartıp lavabo dolabının üstüne bıraktım, hızzlıca sıcak suyun altına girdim ve gerilen tüm kaslarım gevşemeye başlamıştı. Ekimin son aylarındaydık, ilk defa İstanbul'da bu kadar soğuk bir hava vardı. Hızlıca duştan çıktım, hızlı adımlarla odama girdiğimde karşımda beni bekleyen celladım duruyordu. Yutkundum, ellerini ceplerine atmış, sırt kasları gerilmişti. Yaşına göre fazlaca genç duruyordu, kapıyı kapattığımda ufak bir kahkaha attı. Arkasını döndü, ağzında puro daha yeni yakılmış bir şekilde duruyordu. Hiç bir şekilde sigara ve varyantlarını sevmezdim!
"Benim küçük kızım."
İğrenç sesi kulaklarımı doldurduğunda kusmak istedim, hiç bir zaman onun kızı değildim bunu her yediğim dayağın içinde yüzüme aykırarak söylüyordu. İzlerim sızladı, sakin olmalıydım onun karşısında yıkılmak istemiyordum. Dümdüz bir ifadeyle yüzüne baktığımda, bunu bekliyormuş gibi daha da sırıttı. Sağ elini cebinden çıkardı ve ağzında ki puroyu parmaklarının arasına aldı. Derince nefeslendi ve gözlerini kapattı.
"Şampuanına bayıldığımı söylemiş miydim?"
Tiksinerek yüzüne baktım, böyleydi işte. Kendi kızı değildim ama bende bir kız evladıydım! Söylediği her söz bilinç altıma yerleşiyordu ve bu insanlardan korkmam için çok iyi bir nedendi. Ellerim titrerken sıkışan kalbimi yok saydım, sakin ol, sakin ol, sakin ol.
Kocaman bir kahkaha attı bu sefer, kafasını arkaya attı. Yanıma yaklaştıkça geri adım atmamak için kendimi zar zor tuttum, tam karşımda durdu ve sağ elinde boşta kalan parmağıyla sarı saçımdan bir tutam alıp burnuna götürdü ve kokladı. Gözlerimi kapattım ve ellerimde giydiğim badinin eteklerini sıktım, o nefes aldıkça benim miğdem bulanıyordu! Yavaşça çekildi, parmağını saçlarımdan çekti ve bu sefer dudaklarımın üzerinde gezdirdi. Midem ağzıma geliyordu. Dayanamadım ve serbest bıraktığım ellerimle göğüsünden ittirdim. Bir kaç adım geri gitti ve sırıtarak bana baktı.
"Sakın! Bir daha o iğrenç ellerini yüzümde, saçımda hatta ve hatta giymediğim eşyalarıma bile sürmeyeceksin."
Kendimi bildim bileli, fiziksel şiddet başlı başındaydı ama ne zaman on altı yaşına bastım, işte o zaman psikoloji şiddet daha ağır bastı. Bunun yanı sıra bu adamın yaptığı imalar ve tacizleri haddini aşmıştı. Kendimi korumam gerekiyordu, bu evde beni kendimden başka kimse korumazdı. Dediklerim karşısında daha da eğlendiğini belli etti, purosunu tekrar ağzına getirerek beni süzmeye başladı, bakışlarından aşırı derece rahatsız olduğum için yanımda ki askılıktan bol bir kapüşon aldım ve üstüme geçirdim.
"Çek o zehir zıkkım gözlerini üzerimden."
Dudaklarını büzdü, derdini anlamıyordum! Dövecekse dövsün ve çekip gitsin bu odadan, kafasındaydım şuan. Tekrar yanıma geldi, boşta kalan eliyle purosunu tekrar aldı ve dumanı tamamen beni sinir edecek şekilde suratıma üfledi. Bu sefer yemin ederim ki kusacaktım, elimle ağzını kapattım ve öğürdüm.
"Hazır ol güzel kızım, bu gece misafirin var."
Bu dediği ile kal gelir gibi durdum, ne demişti? Yoksa o! Kafamı hızlıca ona doğru döndürdüm ve tepkimi görmek için sırıtarak bana bakıyordu.
"Ne? Anlamadım."
Eliyle şakağına bastırdı ve tekrar konuştu.
"Beyninde bir sorun mu var canım kızım, bu akşam diyorum misafirin var. Güzel giyin, teninin hoş görüntüsünü ortaya çıkart."
Daha ben bir şey demeden odadan çıkarken yutkundum, o adam hiç bir zaman ileriye gitmemişti. Yaptığı tek şey saçıma ve yüzüme dokunmaktı! Ne yapacaktı bana? Bir çok şey geliyordu aklıma, en kötüsü ise bana dokunmasıydı! Derince nefes aldığımda odada ki varlığı hala duruyordu kapı açıldı ve çıkmadan önce tekrar konuştu.
"Yemeğin birazdan gelecek, geceye kadar kendini yorma. Gece çok yorucu olabilir senin için."
Dediyle ellerimi yumruk yaptım ve arkamı döndüm, ne diyordu bu adam! Ne yapmaya çalışıyordu.
"Ne diyorsun sen? Abim sana demedi mi! Bana dokunmayacaksın."
Tekrar bana döndü ve bu sefer yüzünde sanki üzülüyormuş gibi bir ifade belirdi, tamamen sahteydi! Dudaklarını büzdü ve gözlerini büyüttü.
"Ah ah, keşke o şanslı kişi ben olsaydım ama dediğin gibi işte o puşt ölü abinin hatırası için sana dokunamıyorum. Ama bu geceden sonra, her gece kendini bana hazırlamak zorunda olacaksın."
Gözlerimi sıkıca kapattığımda, kapının kapanma sesiyle kendime geldim. Gitmeliydim! Hemen kaçmalıydım. Odada ileri geri giderken hesaplama yapıyordum, evde dört kişi vardı. Ben, o puşt, onun karısı ve iki çocuğu.
Lan!
O ölen abime, şehit abime puşt demişti değil mi! Allah'a yemin olsun ki o puşt dediğin dili kesmezsem. İlk önce kendimi kurtarmam gerekiyordu, ne yapacağımı düşünmeye başladım. Birazdan kahvaltı edeceklerdi o ve çok sevgili! Karısı işe gitmek adına çıkacaklardı. Büyük ihtimalle, oğlu olacak ibne arkadaşlarıyla gezmeye gidecek ve kızı da evde sabahtan akşama kadar dizi izleyecekti. Yutkundum ve saate baktım, kaçmak için öğlen birden önce yapmalıydım bunu. Çünkü o zaman tüm korumalar yemek için ön bahçede buluşuyordu. Kaç kere kaçmaya çalışmıştım ama her zaman yakalanmıştım, çünkü salak gibi gece kaçmaya çalışıyordum. Bunun yüzünden zilyonlarca kez dayak yemiştim, şimdi ise bu işi iyi değerlendirmem gerekiyordu.
Kaçmam icin abimin odasında ki camı kullacaktım, onun camı arka bahçeye bakıyordu. Aslında bu odanın da camıda arkaya bahçeye bakıyordu ama o adam burda ki camı kapatarak hemen ön bahçeye bakan bir cam yaptırmıştı. Odanın kapısı tıklatıldı ve ben daha gel demeden içeriye tanımadığım bir sima girdi. Kadının elinde tepsi vardı, tabağın içine konulmuş bir sandviç ve küçük bardağa koyulmuş bir adet sevmediğim ve içmekten nefret ettiğim çay vardı. Kadın tepsiyi masanın üzerine gelişi güzel bıraktığında yaptığı bu hareketle kaşlarım istemsizce çatıldı.
Sağ elimi kalbimin üzerine getirdim ve üç kere vurdum, sakin olmalıydım çünkü tanımadığım bu insalar yüzünden bile her an dayak yiyebilirdim. Hiç bir şey demeden odadan çıktığında, masanın üzerinde ki sandviçe baktım. Normal günlerde olsa asla ama asla yememezlik etmezdim ama o koduğumun adamı öyle bir kurt düşürmüşti ki içime yemek şöyle dursun elimi dahi sürmek istemiyordum. Ayakta daha fazla durmadan çalışma masasına yürüdüm ve elime aldığım kağıt parçasıyla ekmeği kenarından tutup masanın altında duran çöp kovasının en alt kısımlarına soktum. Tekrar ayağa dikilip bu seferde çay bardağını aldım ve artık cenaze namazını kılmayı unuttuğum çiçeğin dibine döktüm ve bardağı geri yerine koydum.
Başım çok ağrıyordu ve o adamın dedikleriyle daha da çok ağrımaya başlamıştı. Neden bunları yaşamak zorunda olduğumu bilmiyordum, bende her genç gibi sadece kafamı derslere vermek istiyor, hangi üniversiteye gideceğimi düşünmek istiyordum. Hayat öyle sille atmıştı ki bana, yaşamaya dermanım kalmamıştı artık. Bu evin bir kızı olmadığımı daha küçücük bir çocukken yüzüme vurulan tokatların arasında öğrenmiştim, bu evde bir sığıntı gibi yaşıyordum. Verdikleri ne bu odayı benimsemiştim, ne de soy adı. Bir tek abimi seviyordum, her şeyimdi. Yokluğuna alışamadığım tek gerçeğimdi. Abimde üveydi, madem sevmeyeceksiniz ne diye sahiplendiniz bizi?
Düşünmekten kafayı yiyecektim, ne yapmıştım ben bunlara? Kendimi bildim bileli hep böyleydi bu, her zaman itiliyordum. Kaç kere, kaç kere ölümün kıyısından geçtim bilmiyordum, abim varken o kadar enerjimiz yüksekti ki. Hayatımı umursamıyordum, onların kızı olmadığıma üzülmüyordum. Eskiden olsa, abimin bacağına uzanır akşama kadar ağlardım, ne zaman ki o cellad bana sen bizim kızımız değilsin dediğinde işte o zaman tüm dünya benim olmuştu.
Şimdi ise tüm hayat enerjim tükenmiş gibiydi, yaşamı istemiyordum. Yaşamım bu kadar berbat iken. Kolumda ki saate baktığımda birazdan Ferit denen o psikopat evden çıkacaktı. Hemen camın önüne gelerek bahçeye baktım, çıktıklarını kendi gözlerimle görmem gerekiyordu. Alt kattan gülüşme sesleri geldiğinde Ferit ve çok sevgili Eşi! Bahçeden çıkıyorlardı. Gözlerimi kıstım ve arabaya binip gitmelerini seyrettim, araba bahçe kapısından hızlıca çıkarken bende hemen dolaptan çantamı çıkartıp bir kaç kıyafet ve özel eşyalarımı gelişi güzel koydum. Dış kapının sesi tekrar açılıp kapandığında korkuyla cama yaklaştım, Ferdi kendi arabasına binerek evde uzaklaşmıştı, fırsat bu fırsat diyerek odamdan çıktım ve etrafı şöylece bir gözledim ve abimin odasına girdim.
Vitrinin önüne geldim, kapakları hızlıca açtım ve içerisinde ki künyeyi aldım ve boynuma taktım, bilekliği aldım elime ve hemen kurşunu. Bunlar benim en değerli varlıklarımdı, daha sonra ise tezkere ve komanda bıçağını da alarak vitrini kapattım. Resimlere baktım, onları da almak isterdim ama alamıyordum. Çekmecede ki albümü de aldığımda bu odada ki isim bitmişti. Vitrini sakin bir şekilde kapattığımda holde duyduğum ayak sesleriyle yüreğim ağzıma gelmişti. Nefesimi tutarak ayak ucunda yürüdüm ve kapının arkasına geldim. Adım sesleri bu odaya doğru gelirken üst üste yutkundum. Kapının kulpu sola doğru döndüğünde gözlerimi sıkıca kapattım, lütfen girme! Lütfen. Telefon sesi kulağıma dolduğunda kalbim daha da hızlı atmaya başladı. Tuana'nın sesiyle nefesimi tuttum.
"Efendim canım."
"Hı, hı, evdeyim."
"Ayyy süper olurr, yarım saate çıkıyorum."
"Tamammm bende öptümmm."
Adım seslerinin geriye doğru döndüğünü ve koşarak bir yukarı kata çıktığını duyduğumda kendimi hızlıca odadan çıkartmış ve hemen kendi odama atmıştım! Bu benim için daha iyiydi, Tuana evde olmadığı için kendime daha da şanslı hissettim. Genelde sıkılır ve gelip bana takılırdı, abimin odasından aldığım eşyaları da sırt çantama tıktım ve çantayı gözükmeyecek şekilde yatağımın kenarına koydum. Birazdan başıma diktiği kadınlarından birisi gelecekti ve beni kontrol edecekti. Dikkat çekmemeye çalışarak, çalışma masasına oturdum ve ders çalışıyormuş gibi role girmeyi çalıştım. Dediğim gibi, kapı açıldı sanki hiç duymamış gibi davrandım.
"Evet efendim, şuan ders çalışıyor."
Bir süre durakladı ve etrafı tarafıdı bir şey arıyormuş gibi. Tekrar konuştuğunda gözlerimi devirdim.
"Her hangi bir şey yok efendim. Tabiki efendim."
Kadın odamdan çıktığında topuklu ayakkabısının sesleri git gide uzaklaştı. Yerimden hızlıca kalktım, Gardolabımı açtım ve giysileri astığım demiri yerinden çıkarttım, astığım gömlekler yere düşerken orada sıkıştırdığım kağıdı aldım ve cebime attım, daha sonra ise çalışma masamın yanına gittim tekrar. Abim oraya gizli bir bölme yapmıştı, dikkatlice bakılmadığı sürece gözükmüyordu. Terden gözlüğüm kayıyordu, dikkatlice orayı açtığımda gözlerim doldu, abim ölmeden önce bir kart bırakmıştı ve bir mektup.
Aklıma gelen anıyla dudaklarımda çok küçük bir buse oluştu.
"Bak güzelim, eğer bana bir şey olursa, bu kartın içinde sana ömür boyu yetecek kadar para olacak."
"Ya abiiii! Konuşma şöyle."
Koluna küçücük bir şaplak atmıştım, benim aksime o kocaman bir kahkaha attı.
"Ve bu mektup, zamanı gelince sana verdiğim o diğer kağıtla beraber bunuda almayı unutma. Bu senin hayatının garantisi güzelim."
Benim hayatımın garantisi demişti abim, kolumda ki saate baktığımda yarım saatimin olduğunu gördüm. Dış kapı tekrar açılıp kapandığında tekrar ve tekrar camın önüne geçtim. Tuana özel aracına binip oda evden uzaklaştığında fırsat bu fırsattı. Hızlıca çantamı omuzuma taktım ve odamdan çıkarak solda duran banyoya girdim. Duşa kabin de ki suyu açtım ve hızlı adımlarla banyodan çıkıp kapıyı üst üste kilitledim, hızlı ve sessiz adımlarla abimin odasına girdim. Abiminde odasının kapısını kilitleyip cama doğru yaklaştım, ayağımda ev terlikleri vardı. Camı açıp etrafa baktım, kimse yoktu. Yükseklik bir buçuk metre ya vardı ya da yoktu, benim odamda ki cama demirlik taktırmıştı rezil adam! Ayak uçlarıma kadar kendimi sarkıttım ve çantayı yere attım. Tekrar etrafa baktığımda, kimse yoktu. Bir bacağımı camdan sarkıttım ve gözlerimi sıkıca kapatarak tamamen cama çıktım. Yükseklik korkum vardı ama bunu yapmak zorundaydım, gözlerimi sıkıca kapattım ve kendimi boşluğa bırakarak atladım. Sert zemine düşmeyi hayal ederken belimde ki kollarla korkuyla gözlerimi açtım ve beni kimin tuttuğuna baktım.
Gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı, karşımda bana sırıtan bir Resul abi tabiki beklemiyordum. Ben şaşkınlığımı daha üzerimden atamazken, Resul abi beni hemen yere bırakmış ve yerde ki çantayı omuzuna takmıştı. Ona daha dikkatli bir şekilde bakarken, üzerinde bu evde ki korumaların giydiği takım elbiseyi giyiyordu.
"Hadi bacım hemen çıkalım, yokluğunu fark etmesinler."
Ben hala şokla ona bakarken o çoktan kolumdan tutup arka bahçe de ki kapıya yaklaşmıştı. Bana eliyle sus işareti yaptı kafamı salladım ve bekledim, Resul abi kapıyı açıp etrafa baktıktan sonra bana döndü ve eliyle gel işareti yaptı. Tekrar sessizce onu arkasından takip ettim kapıdan çıktım, dışarıda plakasız bir araba vardı. Resul abi arabanın kilit tuşuna bastığında beklemeden hemen ön koltuğun kapısını açtım ve bindim. Resul abi de omuzunda ki çantayı arka koltuğu bırakmış ve hızlı hareketlerle sürücü koltuğuna oturmutu. Arabayı hızlı bir şekilde çalıştırdı, tam gaza basarak ana caddeye girdik.
Kurtulmuştum...
Başarmıştım...
Kaçmıştım...
İçime doğan kahkaha ile kendimi tutamadım ve arabanın içi kahkahalarımla dolmuştu. Acıların gölgesinde duran o evden kurtulmuştum! Benimle birlikte Resul abide kahkaha atmıştı, gözlerimden yaş gelene kadar kahkaha atmış ve en sonunda kendimi durdurmuştum. Resul abiye döndüm.
"Sen! Sen nerden çıktın Allah aşkına?"
Tıpkı benim gibi, kahkahasını zar zor durduran Resul abi derin bir nefes aldı.
"Tam iki ay kızım! İki ay o evden kaçmanı gözetliyorum. Ulan sana o kadar iş attım dönüp bakmadın."
Şaşkınlıkla ona baktığımda bana göz kırptı ve tekrar önüne döndü, Resul abi abimin en yakın arkadaşıydı, abim şehit olduğunda kendini tamamen kaybetmiş gibiydi. Onu en son ne zaman gördüğümü bile bilmiyordum, aklıma gelen şeyler gözlerim kocaman açıldı ve ona döndüm.
"Sen askerliği mi bıraktın!"
Kafasını olumsuz anlamda salladı, kırmızı ışıkta durduğunda bana döndü.
"Abin, ölmeden önce benden söz aldı. Sen on yedi yaşına girmeden önce seni o evden kurtarmamı istedi. Bende komutanımdan özel izin alarak, senin yanına sızdım."
Gözlerim dolduğunda önüme döndüm, canım abim sanki geleceği görüyormuş gibiydi! Ya da tahmin etmiş gibiydi. Dudaklarım aşağı doğru kıvrılırken araba durdu ve çakmak sesi arabayı doldurdu. Ben hala camdan dışarı bakıyordum.
"İyi ki doğdun İris, İyi ki İris, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun İris."
Kafam şaşkınlıkla Resul abiye dönerken, o küçücük pastaya küçük bir mum dikmiş bana doğru uzatmıştı. Artık dur durak bilmeyen gözyaşlarım yanağımdan akarken;
"Dilek dile! Öyle üfle."
Demişti Resul abi, kafamı salladım ve içimden geçerirek bir dilek diledim.
Bir mucize olsun, lütfen Allah'ım...
Nefesimi içime çektim ve geri verirek mumu söndürdüm. Resul abi plastik bir çatal önüme koyduğunda arabayı tekrar çalıştırdı.
"O pastayı bitir."
Kafamı salladım çikolatalı pastadan kocaman bir çatal alıp ağzıma attım ve kafamı geriye yaslayarak senelerce unuttuğum bu tadın ağzımda dağılmasına izin verdim. Bir çatal Resul abi bir çatal kendim yiye yiye bitirdiğim pastanın çöpünü bulduğum küçük bir poşetin içine attım ve Resul abiye döndüm.
"Nereye gideceğiz."
Sıkıntıyla nefesini verip bana dönmeden konuştu.
"Abin sana bir adres vermiş, semt olarak biliyorum ama tam adresi bilmiyorum."
Kafamı salladım ve çantamın içine attığım eskimiş ve yıpranmış kağıdı çıkarttım. Adresi Resul abiye söylediğimde kafasını sallayarak on beş dakikada orada olacağımızı söylemişti, abimden sonra bir daha doğum günlerimi kutlamamıştım. Resul abinin yaptığı bu jest o kadar naif ve o kadar güzeldi ki. Sanki karşımda abim vardı, abim aklıma geldikçe gözlerimin dolmasını seviyordum. Çünkü ona özlemim hiç bitmediğini gösteriyordu.
Az önce kaçtığımız evden daha büyük evlerin önünden geçerken gergince yerimden kıpırdadım, sağ elimle kalbime üç kere vurdum ve sakin olmamı kendime tembih ettim. Araba büyük bir kapının önünde durduğunda yutkundum ve Resul abiye baktım. Bana güven verircesine tebessüm edip arabayı uygun bir yere park etti, o inince kendime biraz zaman verdim ve bende indim. Ellerim terliyordu, nasıl bir halde olduğumu bilmiyordum. Resul abi yanıma gelerek elini omuzuma attı ve sıktı, bu 'güven bana' deme şekliydi.
Büyük kapının hemen yanında güvenlik kulübesi vardı ve içeride ki adam gazete okuyordu. Resul abi parmağını büküp camı tıklattı, gazeteden başını kaldıran adam önce Resul abiye sonra da bana baktı. Bir şey demeden bir düğmeye bastı ve demir kapı yana doğru kayıp açılmaya başladı. Bu kaşlarımı çatmama sebep olurken Resul abiye döndüm, o sakindi. Bu daha da kuşkulanmama sebep olurken kapıdan içeri girdik, karşımda devasa bir ev duruyordu. Yaşadığım o cehennemde ki ev ile alakası yoktu. Oranın bahçesi yaz, kış bomboştu. Karşımda ki bahçe ise cıvıl cıvıl renklerle bezenmişti sanki. Resul abi yürüdüğünde ben de ona ayak uydurdum, kapının önünde durduğumuzda Resul abi bana döndü iki elini omuzlarıma koydu.
"Evet, güzeller güzelini esir olduğu şatodan kaçırma görevini yerine getirdim."
Bu dediğine tebessüm ederken bana sıkıca sarıldı, bende kollarımı onun beline sardım. Benden çekilmeden kulağıma doğru fısıldadı.
"Pamir neden buraya gelmeni istedi bilmiyorum ama ne olursa olsun, yanlız değilsin. Araba seni bekleyeceğim, en ufak bir şeyde hemen ara."
Kafamı salladım.
"O mektubu ne olursa olsun okumalarını iste, abin çok tembihledi beni."
Derince nefes alıp benden ayrıldı ve arkasını dönerek bahçeden dışarı çıktı. Gerginlikle önüme döndüğümde göğüsüm tekrar ağrıdı. Sağ elimle kalbimin üzerine üç kere vurdum. Titreyen elimi es geçerek zile bastım, uzun süren zil sonunda durduğunda beklemeye başladım. Kapı açıldı, üzerinde hizmetli kıyafeti giyen ve sert yüz hatlarına sahip bir kadın açtı kapıyı. Beni gördüğünde gözlerinde ki şaşkınlık an ve an arttı.
"Banu gelen kim?"
Arkadan gelen sesle istemsiz bir şekilde içimin kaynadığını hissettim, çok tatlı bir sesi vardı. Kapıya doğru geldiğini gördüğümde kafamı istemsizce boşluk olan yere doğru uzattım, bu yaptığımla yanaklarım kızardı. İçeriden sap sarı saçları olan bir kadın kapıya doğru yaklaştı. Onu gördüğümde neden hizmetli kadının şaşırdığını daha iyi anlamıştım, kadının kopyası gibiydim. Kalkık burnum, göz renklerim ve yüz hatlarım. Saçlarımı saymıyorum bile. Onunda bana şaşkınca baktığını gördüm. Başka adım sesleri geldiğinde istemsizce gerildim.
"Yahu bir gittiniz pir gittiniz, hatun kimmiş gelen?"
Erkek sesiyle ellerim titrerken üstümde terden bir su alan badimin eteklerini sıktım. Adam kaşlarını çatarak bana baktığında aklıma gelen mektup ile titreyen ellerime inat mektubu çantadan çıkartıp karşımda bana bakan çifte uzattım.
Bilinmeyen bir mektubun peşine düşmüştüm...
Bölüm sonu. |
0% |