Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.BÖLÜM(Bilinmeyen Mektup)

@petrichor2

Keyifli okumalar...

 

Bilinmeyen mektup...

 

Ne olabilirdi? İçimi kemiren duygu buydu. O mektubun içeriği neydi? Neden bu kadar önemliydi? Anlam veremiyordum, o mektubun içinde ki benim hayatımın garantisiydi tek bildiğim buydu.

 

Geldiğim evin kapısında öylece durup karşımda ki insanlara baktım, ellerim titriyordu ve nefesim sıklaşıyordu. Sağ elimi kalbimin üzerine koyarak üç kere vurdum, kadın yaptığım bu haraketi görmüştü. Buna kafa yormamak için adama baktım, fazlaca uzundu ve vücudu celladım olan o adamdan daha da iriydi. Elinde ki mektuba kaşlarını çatarak bakıyordu, Derince nefes almaya çalıştım. Şuan acayip bir gerginlik vardı üzerimde, ayaklarım geri geri gitmek istiyordu ama bir yandanda bulunma korkusu vardı. Sanki, kalbim ağzımın içinde atıyor gibiydi. Stresten terleyen ellerimi pijamama sürdüm, bana saatlerce gelen dakikalar sonra sonunda adam sessizliğini bozdu.

 

"İçeri geçelim, bu mektup ayak üstü okunacak gibi durmuyor."

 

Eliyle içeri işaret ettiğinde, gergince bir kaç adım attım. Hizmetli kadın duvara monte edilmiş dolaptan sade siyah bir ev terliği çıkarttığında ayaklarıma baktım. Mavi terliklerimi çıkarttım ve siyah olanları giyerek adamı takip ettim. Sırtımda ki çantanım kulplarını sıkı sıkı ya tutmuştum, kısa holden sola döndük salon olduğunu tahmin ettiğim açık odadan içeri girdik. Adam ve karısı iki kişilik koltuğa otururken, ben ayakta öylece bekliyordum.

 

"Bu mektubu sana kim verdi?"

 

Sert sesiyle bir kaç geri adım attım, ister istemez yabancısı olduğum bu evde kendimi gergin hissediyordum. Yanında ki kadın yaptığım her hareketi ezberlemek ister gibi bana bakıyordu, kocasını ciddi bir şekilde uyardı.

 

"Arif! Biraz daha kibar olur musun canım?"

 

Adam belli belirsiz kafasını salladı, bu yaptığı hareket ile adama hayran olmuştum. Karısını önemsiyordu! Bu çok güzel bir şeydi. Sorduğu sorunun cevabını ister gibi suratıma baktığında boğazımı temizledim.

 

"P-Pamir Güney."

 

Duyduğu isimle omuzları çöktü, gözlerinde gördüğüm acıyla yutkundum. Adam abimi nereden tanıyordu ki?

 

"Pamir mi? Arif bu beş yıl önce senin taburunda ki asker değil miydi? Şehit olan?"

 

Kaşlarım istemsizce havalandı, ne yani karşımda ki adam bir zamanlar benim abimin komutanı mıydı?

 

"Sen nereden tanıyorsun Pamir'i?"

 

"Abimdi."

 

Sessiz fısıltım ve gözlerimin dolmasını iyiye alâmet değildi! Arif bey anladığını belli etti ve eliyle karşılarında ki tekli koltuğu işaret etti. Bir kaç adım atıp koltuğun ucuna oturdum, Arif bey derin nefes alarak dörde katlanmış mektubu açtı ve okumaya başladı, bende tepkilerini ölçmek istedim. Arif bey okudukça gözlerinde mi duygular bir değişiyor, bir duruyordu. Nefes alamıyormuş gibi gömleğinin iki düğmesini açtığında içimden adlandıramadığım bir duygu geçti.

 

Endişe...

 

Benim gibi karısı da endişelenmiş, eliyle Akif Bey'in kolunu sıkmıştı ama gözlerini okuduğu mektuptan ayırmıyordu. Ne oldu hala anlamasamda buradan bir an önce gitmek istedim, gitmek ve bulunmamak. Arif bey hızlıca ayağa kalktığında bende kalkmıştım, sağ elini saçlarından hırsla geçirdi. Korkuyordum, nefeslerim ciğerlerimi parçalarcasına sıklaşmıştı. Arif bey bir şey demeden pantolonun cebinden telefonunu çıkartıp bir kaç tuşa bastı ve kulağına götürdü.

 

"Alo."

 

Sert sesi salonun bütün duvarlarına çarpıyordu adeta. Çarpıyor ve daha sonra ise benim üzerime yıkılıyordu.

 

"Bir şey olmadı, Asaf ben hemen oraya geliyorum."

 

Telefonu kapattı, endişe içinde adama baktım. Bir şeyi yoktu, sadece yüzü bembeyaz olmuştu.

 

"Efendim iyi misiniz?"

 

Benim sorumla Arif bey bana baktı, gözlerinde nasıl bir duygu vardı bilmiyordum çözemiyorumdum.

 

"Arif, b-bu nasıl olur?"

 

Kadının güçsüz sesiyle yerimde gergince kıpırdadım, o mektupta ne varsa sanırım hiç iyi bir şey değildi.

 

"Toparla kendini Işıl, Beste'yi ara hemen hastaneye geçsin."

 

İsmini öğrendiğim kadın belli belirsiz kafasını salladı ve sehpanın üzerinde duran telefonu aldı. Ben daha ne olduğunu anlamamıştım, Arif bey bana döndü.

 

"Kızım, aileni ara. Verdiğimiz adrese gelsinler."

 

Yutkundum, hemde kaç kere yutkunduğumu hatırlamıyordum. Telefonumu almamıştım, bunu nasıl söyleceğimi bilmiyordum. Ellerimle oynarken bana tuhaf bakışlar atan Arif bey'e bakamadım.

 

"B-ben, telefonumu yanıma almadım. Numaralarını ezbere bilmiyorum."

 

Son cümlelerim fısıltı şeklinde çıkmıştı ağzımdan, ne yapacağımı bilmiyordum. Bunu ne kadar tekrar etmiştim? Bana tuhaf bir bakış attığında omuzlarımda ki yüklerin altında ezildildiğimi hissediyordum. Ben onları hiç bir zaman ailem olarak görmemiştim ki, bana bir aile olarak yaklaşmamışlardı. Ne anne hissiyatini bilirdim, ne de baba sevgisini. Zar zor büyüdüğüm evin içinde kimsenin kalbinde yerim yoktu, ellerinin tersiyle itilmiştim küçücük köhne bir odaya.

 

"Peki, babanın ismini söyler misin?"

 

Arif bey konuştuğunda dudaklarım titredi, ben hiç bir zaman o adama baba denemiştim ki. Kafamı salladım sadece, kalbimin kırıkları her bir yanımı delik deşik ederken konuştum.

 

"Ferit Güney."

 

Mırıldandı, telefonunu yeniden kulağına götürüp birisiyle konuştuğunda gözlerimin dolduğunu daha yeni yeni hissediyordum. Sahi, ben kimin kızıydım? Benim bir ailem var mıydı? Bir babam, annem ya da kardeşlerim. Şimdi onları bulsam beni kabul ederler miydi? Abim geldi aklıma, hiç çıkmıyordu ki aslında. En çok o sevmişti beni, sahi ne güzel seviyordu koca adam. Kızı gibi, kardeşi gibi. Onun sevgisini hissetmek istiyordum, bana sarıldığında hissettiğim o kalabalığı tekrar tekrar hissetmek istiyordum. Ne zamandır yalnızdı kalbim? Uzun zamandır sevilmemişti.

 

Koluma değen el ile düşüncelerim hızla dağılırken Işıl hanım buruk bir tebessüm sundu bana.

 

"Hadi gidelim."

 

Anlamamıştım, ben ne alaka?

 

"Seninde gelmen gerekiyor canım, hastanede Beste'de geldiğinde gerekli açıklamaları yapacağız."

 

Korkuyordum ve korkudan şuan neredeyse titriyordum. Kaçmak, Resul abimin yanına gitmek. Parmaklarımla oynadığımda elim dümdüz bir şekilde duran serçe parmağıma kaydı, hiç bir şekilde bükümezdim onu. Çünkü kırıldığında yanlış bir şekilde kaynamıştı.

 

"Şey, ben buraya çok değerli bir abimle geldim. Sorun değilse oda gelebilir mi?"

 

Gözlerimi yerden hiç bir şekilde kaldıramıyordum, karşımda celladım olsa çatır çatır laflarımı eksitmezdim. Arif Bey'in derince nefes aldığını işittim.

 

"Nerede?"

 

Sesinde ki sertlik konuşmamı engelliyor gibiydi. Dilimi kurumuş dudaklarımın üstünde gezdirdim.

 

"Bahçenin dışında, arabasında bekliyor."

 

Arif bir şey demeden telefonu tekrar kulağına götürdü, sanırım bahçede ki güvenlik ile konuşuyordu.

 

"Ali koçum dışarı bak bakalım bir araç var mı?"

 

"Plakasız mı?"

 

Gözlerimin içine baktı, onay olmak için. Kafamı salladım.

 

"Tamam aslanım, o arabanın içinde ki şahısı alıp bahçeye gel."

 

Telefonu kapattığında salonda çıktı, Işıl hanımda onu takip ettiğinden mecbur bende onları takip ettim. Dış kapıya geldiğimizde bize kapıyı açan kadın vestiyerden Arif Bey'in montunu ve ayakkabılarını çıkardı, Işıl hanım kendi montunu ve çantasını alarak önüne koyulan botları giydi. Onlar dışarı çıkarken kadın benim mavi terliklerimi önüme koydu. Hiç bir şey demeden terliklerimi giyip dışarı çıktım, üstümde sabahtan giydiğim hırkam vardı.

 

"İris."

 

"Resul abi."

 

"Resul?"

 

"Komutanım?"

 

Ortam bir anda gerilmişti, Resul abi şaşkınca Arif bey'e bakıyordu. Buna şaşırmamıştım, çünkü abim ve Resul abi uzun zamandır arkadaştı ve büyük ihtimalle Arif Bey'in taburundaydı. Tek şaşırdığım nokta, buraya gelirken Resul abi nasıl komutanının evini bilmiyordu?

 

"Senin ne işin var aslanım burada?"

 

"Bende size aynı soruyu sormak isterdim ama anlaşıldığı üzere sanırım sizin eviniz burası."

 

Arif bey olumlu homurtular çıkarttığında yavaşça Resul abimin yanına gittim. Bana bakarak göz kırptı.

 

"İris Pamir'in kardeşi, kendisi getirecekti aslında ama."

 

Durduğunda yüreğimi bir el sıkmış gibiydi, sıkıyordu ve benim kalbim yok oluyordu.

 

"O yüzden mi özel izin aldın?"

 

"Komutan siz emekli değil misiniz?"

 

Oldukça şaşırmış bir şekilde söylemişti Resul abi, bunu gözlerinden anlıyordum. Arif bey elini gelişi güzel sallayarak tekrar konuştu.

 

"Benim emekli olmam, hala komutan olduğum gerçeğini değiştirmiyor asker! Şimdi burada durup sohbet etmek isterdim ama acil bir işimiz var."

 

Resul abi kafasını salladı, bahçeye gelen büyük araçla Işıl hanım ve Arif bey arabaya yöneldi. Resul abiye baktığımda kafasıyla arabayı gösterdi.

 

"Sende gel."

 

"Aşk olsun! Tabiki geleceğim."

 

Ürkekçe tebessüm ettim ve arabaya bindim. Özel vip bir arabaydı, karşılıklı koltukları vardı, ben cam kenarına geçerken karşımda Işıl hanım vardı. Asla ters yöne oturamazdım, hassas bir mideye sahiptim. Resul abide bindiğinde arabanın kapısı otomatik kapandı ve bahçeden çıktı. Parmaklarımı büküyor, aşırı derece terliyordum. Bu stres altında kaldığım zaman olurdu genelde, derince nefes aldığımda elimin üstünde nasırlı bir el hissettim. Kafamı kaldırdığımda Resul abiydi, tatlı bir tebessümle bana bakıyordu.

 

"Korkma, hiç bir şey olmayacak."

 

Kafamı salladığımda Arif bey kabaca öksürmüştü ve Işıl hanım ise küçük bir kahkaha atmıştı. Ben ne olduğunu anlamasamda Resul abininde tebessümü kahkahaya dönüşmüştü. Araba kırk dakika sonunda görkemli bir hastanenin önünde durmuştu, önden Resul abi hemen arkasından ben indiğimde etrafıma bakındım ve gördüğüm araba ile kalbim sıkıştı. Resul abinin bileğini sıkıca yapışmış ve gördüğüm arabayı gözlerimle ona da göstermiştim.

 

"Korkma kardeşim, ben buradayım."

 

Korkum dilime kilit vurmuş gibiydi, konuşamıyordum. Resul abi iki elinde omuzuma koyduğunda ona bakmam zorunda kaldım.

 

"Korkma İris, abin gibi cesur ol. Burada o adam zarar veremez anladın mı?"

 

Korkusuz sesi içime işliyordu, korkumun içine bir güneş gibi doğuruyordu. Kafamı salladım, abim gibi olacaktım korkusuz!

 

"Ne oluyor? İris?"

 

Işıl hanımın hafif endişeli sesiyle ona döndüm, gözlerinde endişenin kırıntıları vardı. Kafamı olumsuz anlamda salladığımda Arif bey gelmiş kolunu Işıl hanım beline atarak bize bakmıştı. Daha doğrusu elleri omuzumda olan Resul abiye. Resul abi ellerini omuzumdan çektiğinde, boşluğa düşer gibi olmuştum. Abimdi benim, abimde sonra bana en yakın olan. Arif bey eliyle hastane girişini gösterdiğinde Resul abi bir kaç adım geriledi.

 

"Hastaneye gelemem, o adam beni tanımasa bile muhakkak yüzümü hatırlar. Ben buralarda sizi bekliyor olacağım."

 

Kafamı salladığımda Arif bey yanıma geldi, bir şey demeden hastanenin içerisine girdik. Danışmanın yanından geçtiğimizde, Arif Bey'in nereye gittiğini bildiğinden emindim. Ayakları hiç tereddüt etmiyordu. Peşi sıra onları takip ettim, sağdan girdi ve karşısına çıkan kapıyı tıklatma gereksinimi duymadan açtı. Önde Işıl hanım ve Arif bey girerken bende arkalarından içeri girdim, gördüğüm yüzlerle yutkunurken, Arif Bey'in oturduğu sandalyenin arkasına geçtim.

 

"Kızım."

 

Celladımın sesini duyduğumda midem çalkalandı, yediğim pasta midemden yukarı doğru çıkarken kendimi zorladım. Gözlerim yerdeydi ve hiç o tarafa doğru bakmak istemiyordum.

 

"Güzel kızım."

 

İğrenç ve sahte sesiyle ellerimi yumruk yaparak sıkmaya başladım, ben senin kızın değilim diye.

 

"Dilin kopsun inşallah!"

 

Kısık sesim Arif Bey'in kulağına gitmiş gibiydi, bedeni kaskatı olurken arkasına yaslandı. Ben buradayım, arkandayım der gibi. Ferit ve eşi Funda'nın bakışları üstümdeydi. Korkusuzca onlara baktığımda Ferit'in dudağının kenarı sağa doğru kıvrılırkldı. Gözleri, her han beni öldürmek istiyormuş gibi bakıyordu. Bu bakışmayı kapının aniden açılmadı bozdu, genç bir doktor ve hemen yanında benim yaşlarımda duran bir kız girdi içeriye. Bembeyaz teni vardı, kumral saçlarını iki yandan topuz yapılmıştı ve masmavi gözleri o kadar güzeldi ki. Suratında yaşına göre çok hafif bir makyaj vardı, sivri çene hattı hafif düşük burnu ve dolgun dudaklarıyla karşımda adeta Funda hanımın gençliği duruyordu.

 

"Beste ve Araf'ta geldiğine göre konumuza geçelim."

 

Arif Bey'in sarsılmaz sesiyle yutkundum, adam afeti devran, devranı afetti maşallah! Genç doktor hemen masasının arka tarafına geçerek ellerini birbine kenetledi ve babasına bakmaya başladı. Simsiyah saçlarının aksine, yemyeşil gözleri vardı, sivri bir yüzü vardı, çene hattı hafifti ama elmacık kemikleri fazlaca kendini belli ediyordu. Burnu Işıl hanımın burnu gibiydi kalkık, dudakları ne çok kalın ne de inceydi. Normaldi, çok yakışıklı ama normal.

 

Arif bey cebinde ki mektubu tekrar açıp bu sefer sesli okudu.

 

Komutanım.

 

Bu sayfaya kalemimi gezdirirken ve sizde okurken bilin ki şahadet şerbetini çoktan tatmışımdır.

 

Vatan sağolsun.

 

Yeri geldi bana baba, yeri geldi bir abi oldunuz. Aile sevgisi tatmamış kalbim sizi çoktan baba bellemiş. Şuan evde beni sabırsızlıkla bekleyen çok tatlı bir kardeşim var, önce o aile oldu bana. Yalnızlık içinde kavrulan kalbimi kalabalıklaştırdı. Onu her arkamda bıraktığımda kalbimin üzerine kocaman bir taş oturuyordu, nedenini sormayın kendinize bile. İris zamanı geldiğinde size elbette anlatacak. İlk kez Işıl annemle karşılaştığım zaman, korkudan ve heyecandan ne yaptığımı bile bilmiyordum. Çünkü karşımda, küçük kız kardeşimi görmüş gibi olmuştum. Kardeşimin üvey olduğunu biliyordum, içime düşen kurt ile sizden aldığım saç telini ve kardeşimden aldığım saç teliyle DNA testir yaptırdım. Biliyorum yaptığım suçtu ama kardeşimi o evden bir an önce kurtarmam gerekiyordu. Benim sonum yok komutanım, yaşayacağımın garantiside. Sonuçlar tamda istediğim gibi çıkmıştı ama bunu ne Ferit denen adama söylemiştim ne de kardeşime. DNA testini yakmış ortadan kaldırmıştım, kendi ellerimle getirecektim İrisi. Size söylemekten çekindim ya da korktum bilmiyorum. Tek bildiğim kardeşim için gerekirse askerliğimi bile yakarım, bize verdiğiniz görevden sonra getireceğim size kardeşimi. İlk satırda'da dediğim gibi eğer siz bu mektubu okuyorsanız ben çoktan aranızdan ayrılmışımdır.

 

Umarım kardeşime bir şans verirsiniz.

 

Umarım kardeşime kol kanat olursunuz.

 

Kardeşime size, sizde Allah'a emanet olun.

 

Pamir Güney...

 

Gözlerimden akan yaşlarla içimi çeke çeke ağlıyordum, sadece ben değil Işık hanımda ağlıyordu. Abimin dediklerine anlam veremiyordum, nasıl olurdu? Ne demekti bu! Ferit hışımla yerinden kalkarak bağırdı.

 

"Siz ne saçmalıyorsunuz bilmiyorum ama kızımı da buradan alıp gidiyorum."

 

Yanıma doğru yaklaştığında bir kaç adım geriledim, gitmek istemiyordum ben hiç bir yere gitmek istemiyordum. Arif bey kalktı ayağa ve Ferdi'nin önünde durdu, tek eliyle beni arkasına aldı.

 

"DNA testi yaptıracağız, ben Pamir'e kendimden daha çok güveniyorum."

 

Bu olamazdı! Abim bana söylerdi ki, aileni buldum derdi. Neden dememişti bana. Aklımda kalbimde bunu kabullenmiyordu.

 

"Asla kabul etmiyorum! Yürü İris."

 

Sert sesiyle olduğum yerde mıhlandım ve gözlerimi zehir zıkkım gözlerine çıkarttım.

 

"Test yaptırmak istiyorum."

 

Sözler benden önce ağzımdan çıktığında, Ferit daha da kızarmış elini kaldırarak üzerime doğru yürümeye çalışmıştı. Gözlerimi kapatıp ellerimi kaldırdım.

 

"Yeter! O elinizi indirin Ferit bey! İris test yaptirmak istiyorsa bu test olacak."

 

Hiç beklemediğim ses Işıl hanımdan çıkmıştı, Ferit'in karşısına geçmiş adeta meydan okuyordu. Aurası bambaşkaydı!

 

"Beste, sende istiyor musun?"

 

Işıl hanım kendi kızına yöneldiğinde onunda gözlerinin dolduğunu görmüştüm, belki de ailesini seviyordu ve ben şuan onu o cehenneme gönderecektim.

 

"İstiyorum."

 

Sesi güçlü çıkmıştı, gözleri Funda hanıma kaydığında benimde gözlerim onu takip etti, Funda hanımda ağlıyordu hemde Beste'ye bakarak.

 

"Araf oğlum, test sonuçları ne zaman çıkar?"

 

"En geç iki gün içinde baba."

 

İki gün mü? Ben evden senelerce kaçmaya çalışıyordum ve şuan iki günde nerede kalacaktım? Bu düşünceler içinde yüzerken Ferdi'nin keyifli sesiyle yüzümü buruşturdum.

 

"Ha! O zaman hemen kanları verip evimize gidelim."

 

Kalbim göğüs kafesimi döverken, sağ elimle kalbime üç kere vurdum. O eve gitmek istemiyordum! O evde bir salise bile kalmak istemiyordum. Benim korkumu hisseden Arif bey Ferit'e yönelik konuştu.

 

"İris iki gün bizimle kalacak."

 

İçimi rahatlatan şey neydi bilmiyordum ama Arif bey'e olam saygım kat ve kat arşa çıkıyordu.

 

"Buna siz karar veremezsiniz Arif bey! Kız benim kızım."

 

Benden mal gibi bahseden Ferit'le kaşlarım derince çatıldı ve o an dilimin tüm bağı çözüldü.

 

"Ben seninle bırak o eve gelmeyi, şuradan şuraya gitmem."

 

Benden bu çıkışı bekliyormuş gibiydi, sırıttı o iğrenç suratı o kadar rahattı ki!

 

"İris, biliyorsun polis var, devlet var. Şuan benim kütüğüme kayıtlısın. Sen ne kadar istemesende mecbursun."

 

Haklı mıydı? Gerçekten onunla gitmek zorunda mıydım. Yutkunurken Işıl hanım oğluna döndü ve hiç beklemediğim bir tavırla konuştu.

 

"Araf, bu test bugün çıkacak!"

 

Araf kafasını sallayarak masasında ki telefonu eline aldı bir kaç kişiyle konuştu, Ferit'e baktığımda bozulan sıfatıyla bu sefer ben sırıttım. Gözleri beni deşercesine bakıyordu, odanın kapısı açıldığında tekerlekli bir masayla hemşire içeri girdi. Kapıyı kapattığında Işıl hanım naif sesi doldurdu kulaklarımı.

 

"İris, gel buraya otur."

 

Kafamı salladım ve boş sandalyeye oturdum, o adamla bile bir dakika yalnız bırakmamışlardı beni. Kadın kolumu açmamı istediğinde o an bir duraksama yaşadım, vücudumun hiç bir yerinde şiddete dair iz yoktu. Kollarım hariç, orada bir kaç derin kesikler ve izmarit izleri vardı. Badimi nasıl açacağımı düşünürken Arif bey, Beste ve Ferit çoktan kan vermişlerdi. Omuzumda hissettiğim baskıyla Işıl hanıma baktım.

 

"Bir sorun mu var?"

 

Ne söyleceğimi düşünürken Ferit ile göz göze geldim. Hiç durdurmadığı sırıtması daha da büyümüştü.

 

"B-ben kan görmekten hoşlanmıyorum, bu DNA testini başka şekilde yapsak?"

 

Gözlerim karşımda bana bomboş gözlerle bakan Araf'a kaydı, kafasını salladığında Hemşire elinde tuttuğu kulak çöpünü ağzımda gezdirdi, aynısını da Arif bey'e yaptı. İşi biten hemşire çıkmadan Araf doktora yönelik konuştu.

 

"Laboratuvar ekibi en fazla dört saat içinde çıkacağını iletti, ellerinden geleni yapacaklarmış."

 

"Teşekkür ederim Semra abla."

 

Herkes öylece dururken midemden gelen sesle gözlerimi sıkıca kapattım! Ufak bir kahkaha ile kafamı kaldırdığımda Işıl hanım tatlı bir tebessümle bana bakıyordu.

 

"Hadi kantine gidelim, hem yemek yiyelim hemde biraz birbirimizi tanıyalım."

 

Tüm kan yanaklarıma hücum ederken konuşamadım. Bu insanların karşısında nedensiz yere kendimi çok utanmış hissediyordum, Arif bey ve Işıl hanımla birlikte odadan çıkıp kantine yürüdük. Alalhtan her iki yerde giriş kattaydı. Boş bir masaya ben ve Işıl hanım otururken Arif bey ne istediğimi sorunca, tost ve meyve suyu istediğimi dile getirdim. Arif bey kafasını sallayarak cafeye gitti. Badimin uçlarını ellerimin arasına alıp çekiştirmeye başladım.

 

"Okuyor musun?"

 

Işıl hanımın sorusuyla tebessüm ettim, en azından okulumdan etmemişlerdi beni. Kafamı salladım.

 

"Lise ikiye geçtim."

 

Işıl hanım kaşlarını çatarak hesaplamaya başladı ve bana döndü.

 

"Eğer hesaplarımda yanılmıyorsam bugün senin doğum günün, on yedi yaşına girdin. Lise üçe gitmen gerekmiyor mu?"

 

Derince nefes aldım.

 

"Bir sene geç yazıldım okula, o yüzden."

 

Anladığını belli edercesine kafasını salladı, Arif bey gelerek elinde ki tepsiyi masaya bıraktığında hiç düşünmeden tostu alıp yemeye başladım. Sadece pastayla duruyordum kaç saattir ve şuan açlıktan bayılma derecesindeydim. Bu yaptığıma Arif bey ve Işıl hanım tebessüm ettiğinde yanaklarım tekrar kızardı ama yemek yemek benim için çok önemliydi. Tostumu bitirip meyve suyunu içtiğimde gerçekten doyduğumu anlamıştım.

 

"Teşekkür ederim."

 

"Afiyet olsun, doymadıysan bir tane söyleyebilirim."

 

Kafamı anında iki yana salladığımda, herkes susmuştu. Masaya yaklaşan ayak sesiyle arkamı döndüğümde Beste bize yaklaşıyordu. Sanırım oda ailesinin yanına oturmaya gelmişti, şuan içimde suçluluk duygusu kabardı. Benim yüzümden ailesi onu odada bırakmıştı.

 

"Şey, İris seninle biraz yanlız konuşabilir miyiz?"

 

Tedirginlikle yerimde doğruldum ve konuşup konuşmak istemediğimi sorguladım.

 

"Hemen şu masada konuşacağız."

 

Parmağı ile bizim masanın çaprazında duran masayı gösterdi. Arif Bey'in sert sesiyle ona döndüm.

 

"Beste, en ufak kötü bir şey söyleme! Kız zaten tedirgin."

 

Beste kafasını salladığında ayağa kalktım ve hemen çaprazımda duran maduran masayı gösterdi. Arif Bey'in sert sesiyle ona döndüm.

 

"Beste, en ufak kötü bir şey söyleme! Kız zaten tedirgin."

 

Beste kafasını salladığında ayağa kalktım ve hemen çaprazımda duran masaya oturdum. Işıl hanımın beni göreceği bir konuma oturduğum da memnuniyetle tebessüm etmişti. Beste de oturduğunda konuşmak için biraz bekledi. Onun konuşmayı başlatamadığını anladığımda ben söze girdim.

 

"Funda hanım ile görüşüyorsunuz.."

 

Soru değildi, sadece doğrulaması istediğim bir düşünceydi. Kafasını olumla anlamda salladı ve gözünden bir damla yaş aktı.

 

"Bunu ağlaman için değil, doğrulamak için sordum."

 

Telaştan elim ayağım birbirine girmişti, Beste kafasını salladı ve elinin tersiyle burnunu sildi.

 

"Benim senden ve yaşadıklarından haberim vardı İris."

 

Dediği ile olduğum yerde dondum, biliyordu ama bana yardım bile etmemişti.

 

"Hemen yanlış düşünme lütfen, sana yardım etmek çok istedim ama bazı engeller beni durdu. Ben, bu aileye çok zor zamanlar yaşattım İris. Öyle fiziksel değil, psikolojik olarak. Yemin ederim ki bile isteye yapmadım."

 

Neden o zaman? Neden yapmıştı ki.

 

"Ben hiç bir zaman onlarla anlaşamazdım, Arif babam benim üstüme çok titrerdi Işıl annemde öyle ama işte kan çekmiyordu beni. Bundan üç dört yıl önce annem çıktı karşıma."

 

Annem...

 

Bu kelime dar ağacıma çarptı ve paramparça oldu. Dudaklarımı bastırdım.

 

"Onlar çok iyi insanlar İris, her biri o kadar iyi ki. Onlara yaptığım onca şeyden ötürü çok pişmanım."

 

"Öyleyse neden yaptın?"

 

Tekrar bir yaş damladığında alttan alttan Ferit'lerin masasına baktı, neden olduğunu anladım.

 

"O, babam olacak adam. Yapmamı istedi, kabul etmedim. Yemin ederim ki kabul etmedim ama beni annemle tehdit etti İris, çocuk aklı polise gitmeye korktum. Arif babama gitmeye korktum, kendi çapımda annemi korurken aslında bir aileyi dağıttımdan habersizdim."

 

Kafasını daha da eğdi, yüzüme bakamıyor gibiydi, yutkundum. Masada duran elini elimin içine alarak sıktım. Ona destek olduğumu göstermek istedim.

 

"Gel zaman git zaman, Tüner ailesi dağıldı. Ferit'in istediğini verdiğimde seni bırakmasını istedim. Bu şekilde belki seni bırakırdı ama kabul etmedi İris. Artık bunu kaldıramadığım için Arif babamdan ayrı ev istedim, ayrılırsam yaralarını sararlar sandım. Önce kabul etmedi ama sonra kabul etmek zorunda kaldı. Beni tek başıma bir eve çıkartmadığı için yanıma en güvendiği iki kadın ve bir şoför gönderdi. Ben onun ailesini dağıtırken o benim can güvenliğimi düşünüyordu. Bu daha da vicdanıma oturdu, en sonunda annemle konuştum. Bu böyle olmayacaktı, kabul etti annem babamla konuşup seni o evden çıkaracaktı."

 

Durduğunda merakla bekledim, çünkü ben o evden okul harici hiç çıkartılmıyordum.

 

"Akşam annemi aradığımda, seninle son bir işi kaldığını ve ondan sonra seni bırakacağını söylemiş. Bu içime birazda olsa su serpmişti, onunla ilgili bir çok kanıt toplamaya başladım. Annemi sevmiyordu biliyordum ama annem ona deliler gibi aşıktı."

 

Son bir işi mi? Bu bu sabah bahsettiği şey miydi? Midem bulanırken Beste'yi dinlemeye çalıştım.

 

"O eve gideceğim İris, senin için kanıt toplamak için. Onu birlikte içeriye tıkabiliriz."

 

"Bu çok zor."

 

Fısıldadığımda Beste bu sefer ellerimi sıkıca tuttu ve bana destek oldu.

 

"Biraz zaman alacak ama yapacağız. Benim elimde bir çok kanıt var İris ama onlarla sadece bir kaç sene yatar ve çıkar."

 

Ona inanmak istiyordum ama güvenemiyordum. Ellerimi ellerinden çektim ve içimi kemiren soruyu sordum.

 

"Neden? Sana neden güveneyim ki?"

 

Gözleri anında hüzünle kaplandı, bu benimle alakalı değildi. Kendisiyle çelişiyor gibiydi.

 

"Ben, böyle biri değildim İris. Yemin ederim ki. O adamın emir vakileri ve üzerimde kurduğu psikolojik şiddet çok fazla. Annem, her an onu benden kopara bilir ve ben bunu istemiyorum. Annemi yeni bulmuşken onu kaybetmek istemiyorum."

 

Sesi sonlara doğru kısıldı, yutkundum güvenmek istiyordum ama nasıl? Aklıma gelen şeyle duraksadım kabul eder miydi?

 

"Ferit sonuçlar ne çıkarsa çıksın beni bırakmaz, sana güvenmemi istiyorsan anneni ikna et."

 

Gözleri anında ışıldadı, kafasını hızla salladı ve tekrar ellerimi tuttu.

 

"Sana her şeyi açıklayacağım İris ama bugün değil, neden niçin yaptığımı anlatacağım."

 

"Ben seninle bulaşamam, bu çok tehlikeli olabilir."

 

Beste düşünüyordu, daha sonra kimseye fark ettirmeden elimi bir kağıt parçası tutuşturdu.

 

"Telefon numaram, buluşmasak bile konuşuruz."

 

Kafamı iki yana salladım hızlıca.

 

"O telefonları dinliyor."

 

Dudaklarında muazzam bir tebessüm oluştu. Sanki, bir şeyler planlamış gibi.

 

"Bu numaramı kimse bilmiyor tabiki birde bilinmeyen telefonumu, korkma İris ne seni ne de kendimi tehlikeye atacağım."

 

Elimin içine sıkıştırdığı kağıdı hızlıca hırkamın cebine attım Beste sandalyeden kalktığında bende kalktım ve beni bekleyen Arif bey ve Işıl hanımın yanına gittim tam oturacağım sırada Arif Bey'in telefonu çaldı, ayaklandığında onunla birlikte Işıl hanım da kalktı. Diğer masada da oluşan seslerle birlikte geldiğimiz yolu geri gittik, Asaf dokturun odasına girdiğimizde önünde iki tane zarf vardı. Heyecan vücuduma yayılırken bir yandanda endişe içindeydim, ya testler yanlış çıkarsa diye. Arif bey, Işıl hanım, Ferit ve Funda hanım yerlerine otururken Asaf doktor zarfları açmıştı. Okudu, bir daha okudu ve bir daha okudu. Sonunda derin nefes aldı ve konuştu.

 

"İris Güney ve Arif Tüner arasında %99,9 biyolojik bulgular bulunmaktadır."

 

"Beste Tüner ve Ferit Güney arasında %99,9 biyolojik bulgular bulunmaktadır."

 

Sağ elim kalbimin üzerine koyarak üç kere vurdum, esaretimden kurtulmuştum...

 

Ben bugün özgür kalmıştım.

 

Bölüm sonu....

Loading...
0%