Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.BÖLÜM(ODA)

@petrichor2

Keyifli okumalar...

 

Bir gerçek ortaya çıkınca insanın omuzlarına yük biner miydi daha fazla? Çöker miydi bilmediği bir doğruyla? İçi cayır cayır yanar mıydı?

 

Yaşanılan şeylerin ağırlığıydı, omuzlarımda ki ağırlık.

 

Yok sayılmaya yüz tutmuş yüreğimin çığlığıydı.

 

Yanan ruhumdu, ruhumun yanında küçük İris'ti yanan.

 

Verdiğim kayıpların, tuttuğum yasların kokusuydu burnumun direğini sızlatan.

 

Nasıl bir tepki vereceğimi bilmiyordum, biliyordum onların çocuğu olmadığımı ama nereden bilecektim kendi ayaklarımla gittiğim evde ki insanların biyolojik ailem olacağını...

 

Kader miydi?

 

Hayır hayır!

 

Bu tamamen benim kıymetlimin doğruluğuydu. O bulmuştu ailemi, o yardım etmişti bana, halbuki o daha erken gitmemi söylemişti o evden. Korkmuştum işte, yakalandığımda yediğim dayaklardan... Bileklerim sızladı, bileğimde ki sızı kalbimde ki kesikleri yeniden kanattı.

 

"Bu hiç bir şeyi değiştirmez, İris yürü."

 

Gözlerim anında Beste'ye kaydı, güvenimi kazanmak istiyorsa şimdi hemen bir şeyler yapması lazımdı. Benim bakışlarımı hissettiği gibi bağırdı.

 

"Baba!"

 

Sesinde ki özlem beni bile sarsmıştı. Arif bey ve Işıl hanımın yüzünde ki buruk bir tebessüm yerimde mıhlanmamı sağladı. Ne kadar bu aileye kötülük yapsa da seviliyordu. Ferit duyduğu ses ile gözlerinde sevgi kırıntılarına yer verdiğinde daha da küçüldüm, benim ne suçum vardı? Ben, bende küçüktüm. Aile sevgisine ihtiyacım vardı benimde, neden beni ailemden ayırmıştı? Küçücük bir sevgi kırıntısı arayan yüreğim parçalara ayrıldı ama kimse duymadı kimse hissetmedi. Sağ elimi kalbimin üzerine koyarak üç kere vurdum, alışmıştım.

 

Alıştırmışlardı bizi...

 

"Ben bu saatten sonra, ne senden ne de annemden ayrı kalmak istiyorum baba. Lütfen."

 

Gözlerim Beste'nin dolan gözlerine kaydı, sevgisiz büyümemişti. Bunu anlayabiliyordum, sevgisiz büyüyen her çocuk anlardı. Ruhu ölen her çocuk...

Ferit burun kemerini sıkarak gözlerini kapattı, sanki karar vermekten zorlanıyormuş gibi, Beste hemen annesine olan Funda hanıma döndü ve dudaklarını titretti. Bir annenin yapması gerekeni yapan Funda hanım ayağa kalktı.

 

"Bende kızımdan ayrı olmak istemiyorum Ferit, olan oldu. Bırak herkes yerinde mutlu olsun."

 

Gözleri bana değmedi, sesinde benimle ilgili bir pişmanlık kırıntısı yoktu. Bu vicdanımı daha çok yorarken başım döndü, kızıyla aynı yaşıttım! Bende bir kız çocuğuydum! Tıpkı bir zamanlar onun olduğu gibi. Neden ben? Bu kadar eziyet neden ben çekmiştim o zaman! Bende bir kadının çocuğuydum! Ulan çocuktum çocuk! Daha fazla dayanamadım, ayakta durmaya takatim yoktu ama ben yine ayakta duruyordum.

 

"Neden?"

 

Bu sorum Funda hanımaydı, herkesin bana dönmesiyle ben sadece Funda hanıma bakıyordum. Anlamaz bir şekilde bana bakarken sorumda tekrar dudaklarımdan firar etti.

 

"Neden? Baksana kızına, neden benim gibi değil? Ne kadar hayat dolu. Sevgiyi iliklerine kadar hissetmiş, ruhu yara bile almamış. Neden ben? Bende çocuktum, bende bir insanın evladıydım. Neden?"

 

Funda hanım umursamaz bir tavırla tekrar Ferit'e döndü. Her zaman ki gibi sessiz kalınmıştı cevaplarım, alışkınım. Her şeye, yapılan her eziyete. Gözlerimden bir iki damla yaş aktı, Işıl hanım bana baktı gözlerinde kırık bir parıltı vardı. Hiç bir sevgiye inanmayacaktım artık! Ferit bir kızına bir Funda hanıma baktığında kafasını olumlu anlamda salladı, kolunu açtığında Beste hemen kolunun altına girdi. Yutkundum.

 

"Yasal işlemleri yarın başlatacağım."

 

Arif Bey'in sinirli sesi doldurmuştu odayı, Ferit tamam diyerek gözlerini bana çevirmeden odadan çıktı. Funda hanımın suratında daha önceden görmediği tatlı bir tebessümle arkalarından gitti. Odada sadece Arif bey, Işıl hanım Asaf doktor ve ben kalmıştık.

 

"Bu nasıl olur Arif? Önce Polat, şimdi de İris. Söylesene neden bizim çocuklarımız?"

 

Sorunun cevabını biliyor gibiydi. Daha fazla ayakta duramayacağımı hissettiğimde boşalan sandalyelerden birisine oturdum ve kafamı ellerimin içine aldım. Düşünmekten beynim çatlayacaktı artık.

 

"Işıl babanı arar! Bu normal bir şey değil. Bu normal bir karışma vakası olamaz."

 

Işıl hanım kocasını ikiletmeden telefonunu aldı ve hemen dışarı çıktı. Hala daha ne düşüneceğimi ne yapacağımı bilmiyordum. Tek düşüncem buradan gitmekti, gitmek ve bulunmamak.

 

"Şimdi ne yapacağız baba?"

 

Asaf dokturun sorusuyla alttan alttan Arif bey'e baktım, düşünceli bir şekilde duruyordu. Oda bilmiyordu, nasıl bilsin ki? Bunca yıl kızı olarak bildikleri kişi onların çocukları değildi.

 

"Bilmiyorum oğlum, deden gelsinde."

 

Derin bir nefes verdi ve yerde duran gözleri bana değdi, anında gözlerimi çektim. Boğazını temizledi, bana bak demek miydi bu? Yavaşça karşımda dimdik duran Arif bey'e baktım. Gözleri bütün suratımda geziyordu, neden peki?

 

"Bunca sene, nasıl anlamadım. Ne kadar aptalım."

 

Söyledikleriyle yutkunurken, odanın kapısı açıldı ve içeriye Işıl hanım girdi. Direk benim yanımda ki boş sandalyeye geçtiğinde gerildim, benim gerilmemle odada garip sessizlik oldu. Herkes düşünceleriyle boğuşurken titrek bir şekilde nefes alıyordum, şuan abime ihtiyacım vardı. Sıcacık kollarına, geçti yavru diyişine ihtiyacım vardı. Kaç dakika orada sessiz bir şekilde kaldığımızı bilmiyorum, arada sırada bana uğrayan gözlerin yoğunluğunu üstümde hissetsemde kafamı kaldırıp bakamıyordum. Odanın kapısı aniden açılırken olduğum yerde sıçradım, bu halimi herkes fark ederken içeriye elinde baston ve kafasında fötr şapka takmış, neredeyse almışların sonunda olan bir adam içeri daldı. Sarı teni, şapkadan fırlayan sarı saçları ve yeşil gözleriyle Işıl hanımın erkek versiyonu gibiydi adeta! Şuan genlerimin kimden geldiğini biliyordum.

 

"Ne oldu? Kızım, oğlum?"

 

Yaşına rağmen dinç sesiyle kaşlarım istemsizce havalandı. Ruhu genç olan bir adamdı bunu hissediyordum, Asaf doktor ayağa kalktı ve üstünde ki beyaz önlüğü çıkartıp arkasında ki askılığa asarak konuşmaya başladı.

 

"Dışarıda konuşalım mı? Birazdan nöbetçi doktor gelecek."

 

Kolumda ki saate baktığımda saat beşti, ne ara bu kadar geçmişti zaman oysa bugün bana neredeyse bir yıl gibi gelmişti. Herkes onaylarken yerimden rahatsızca kıpırdadım ve Işıl hanıma döndüm.

 

"Şey, ben size rahatsızlık vermeyeyim."

 

Işıl hanımın kaşları kavisli bir şekilde çatılırken, korkudan yutkundum. Bu kadının her hali dehşetül vahşetti!

 

"Olur mu öyle İris! Sen ne kadar kabul etmesende bizim kızımsın. Ne konuşulacak ise oturup hep beraber konuşacağız."

 

Gergince kafamı salladım, hep beraber odadan çıktık, hızlıca dışarıya çıktığımızda derince nefes aldım.

 

Özgür müydüm?

 

Gözlerim hemen Resul abiyi ararken, yaslandığı arabadan gergince etrafına bakıyordu. Gözleri yeşil gözlerime çakıştığında hızlıca yaslandığı yerden kalktı ve koşar adımlarla yanımıza geldi.

 

"Kardeşim, az önce Ferit ve ailesi gitti. Sanırım sizde eve geçeceksiniz."

 

Daha ben konuşmadan Asaf doktor cevap vermişti.

 

"Hayır, cafede oturacağız. Hem sen kimsin?"

 

İstemsizce kızgın çıkmıştı sesi, buna anlam yüklemedim. Benim yerime de Arif bey cevap vermişti.

 

"Resul benim eski askerim, İris'i o getirdi."

 

İstemsizce gözlerim Asaf doktora kaydı ve kaşlarını çatmış bir şekilde Resul abiye bakıyordu. Resul abi üstünde ki bakışları umursamadı ve bana döndü.

 

"Bir yerde oturup konuşulacakmış istersen sende gel."

 

Sessizce konuştuğumda Arif bey'e baktım, tebessüm ederek bana baktığında yutkundum ve Resul abiye döndüm. Bana kocaman tebessüm ederek göz kırptı ve Arif bey'e döndü.

 

"Ben artık gideyim komutanım, bundan sonra İris size, siz İris'e emanetsiniz."

 

Kaşlarımı çattım, bu bir veda mıydı? Bir daha görüşmeyecek miydik yani! Benim halimi gördüğünde kollarını açtı hiç durmadan hemen girdim kollarının arasına. Saçıma kısacık bir öpücük kondurdu.

 

"Tabiki görüşeceğiz İris, sen bana Pamir'den kalan son şeysin. Kardeşimsin canımsın."

 

Gözümden düşen yaş, boynumdan kalbime doğru indi, son kez sıkıca Resul abiye sarılıp geri çekildim. Hepsine kafa hareketiyle selam vererek geldiği yoldan geri gitti ve arabasına binerek otoparktan çıktı. Ben Işıl hanımın arkasında onları takip ettiğimde, hastanenin yanında ki cafeye geçtik. Boş bir yer bularak oturduk, garson yanımıza gelerek ne istediğimizi sordu. Işıl hanım ve Arif bey sade türk kahvesi isterken Asaf doktor sütlü kahve istemişti. Gözlerim Asaf doktora kaydı, çünkü bende kahveyi sütlü içerdim. Işıl hanımın babası çay istedi, sıra bana geldiğinde sessizce bende sütlü ve şekerli türk kahvesi istemiştim. Gözlerim tekrar Asaf doktora kaydığında dudakları kıvrılmıştı, gözlerimi hemen kaçırdım ve ortamda ki konuya kulak vermeye çalıştım.

 

"Nasıl böyle bir şey olur!"

 

"İnan bende senin kadar şoktayım baba, Polatımı elimden aldılar zaten ama beni kızımla vuracaklarını bilemedim."

 

Arif bey'in sesi sonlara doğru kısılmış sanki inanmak istemiyormuş gibi çıkıyordu, Işıl hanım tepkisiz bir şekildeydi. Neden bu kadar tepkisiz olduğuna anlam veremiyordum.

 

"Araştırma yapmamız lazım, bu zor bir dava olacak Arif. Elimden geleni yapacağım."

 

Daha adını bilmediğim yaşlı delikanlı adeta güven aşılıyordu bana! Tek o değil ki, Arif bey ve Işıl hanım. Yaşlı delikanlı bana döndü ve hiç ummadığım bir tebessümle yüzüme baktı, gülünce bile aynı bu adama benziyordum anasını avradını!

 

"Aynı annene benziyorsun, onun on altı ve on yedi yaşlarına bakıyorum gibi. Geçen zamanı kimse telafi edemez kızım ama geleceği bizler ellerimizle inşa ederiz. Umarım evine, çocuklarıma ve torunlarıma şans getirirsin."

 

Ne diyeceğimi ne yapacağımı bilmiyordum, sadece dinliyordum. Elini uzattı tokalaşmak içindi ama abim bana böyle öğretmemişti ki, yaşlıya saygıyı ve hürmeti öğretmişti bana. Elini tuttum ve hiç beklemediği hareketi yaptım, öperek alnıma yasladım. Kafamı kaldırdığımda yaşlı gözlerle karşılaşmayı beklemiyordum.

 

"Artık arkanda koskoca Hasan Korkut var kızım, kimseden korkma."

 

Kafamı salladım, garson içeceklerimizi getirip önümüze koydu ve çekildi. Işıl hanımın naif sesi doldurdu kulaklarımı.

 

"İris, şuan hepimizden çok sen şaşkınsın, aklın karışmış bile olabilir. Ne düşünüyorsun? Ya da nasıl hissediyorsun?"

 

Elimde tuttuğum fincanı geri yerine koyarken derince nefes aldım, yalan söylemeyi hiç bir zaman sevmezdim. Doğrular dururken! Bazı şeylerin yeri zamanı vardı elbette her şey konuşulacaktı.

 

"Öncelikle, sizden özür dilerim bu karmaşıklığa ben neden oldum. O aile, onların benim gerçek ailem olmadığını altı ya da yedi yaşlarında öğrenmiştim. Nasıl ve nedenini şuan sorsanız bile söylemem, her şeyin zamanı var. Tek bildiğim Ferit kolay kolay yenilmez."

 

Işıl hanımın gözlerinde gördüğüm şevkat beni utandırıyor, tüm kanımın yanaklarıma ve kulaklarıma hücum etmesini sağlıyordu.

 

"Ferit'e dair bildiğin bir şeyler var mı? Madem onların kızı olmadığını biliyordun neden bunca zaman onlarda kaldın?"

 

Arif Bey'in sert çıkan sesiyle tedirgince sandalyeye yapıştım, sert seslerden hoşlanmazdım! Yüksek seslerden de! Işıl hanım benim tedirgin halimi fark edince Arif bey'e öyle bir bakış attı ki ben bile korkmuştum.

 

"Bilmiyorum, beni yetimhaneden mi aldılar yoksa kapılarınamı bırakıldım. Tek bildiğim Pamir abimdi, onun sevgisi ve güven verici haraketleriyle orada durdum. Ferit hakkında tek bildiğim çalışmasa bile çok fazlaca para kazanıyor, nasıl yapıyor bilmiyorum."

 

Arif bey kafasını sallarken Işıl hanımın telefonu çaldı, evde çalışan hizmetlilerden birisiydi. Işıl hanım yarım saat sonra geleceklerini ve yemekleri hazırlamalarını istedi. Söze bu sefer Hasan dede girdi.

 

"Kanıt toplamamız lazım, bu herifi araştırıp sizide bilgilendiririm. Benden habersiz hiç bir işe kalkışmayın."

 

Masada ki son sözler bu olmuştu, hep beraber kalkıp otoparka yürürken sıkıntıyla nefes alıp veriyordum. Bilmediğim ve yabancısı olduğum bir eve gitmek istemiyordum! Ama gidecek başka yerim yoktu ki. Kendi başıma bir yerlere gitmeye kalkarsam o şerefsiz it beni bulurdu. Şuan benim için en güvenli yer Arif Bey'in yanıydı. Gözlerim otoparkta gezinirken gözüm tanıdık bir arabaya takıldı ve kalbim tekledi! Peşimize adam takacaktı, hızlı bir şekilde Arif Bey'in yanına yürüyüp kolunu tutum. Arif bey bana anlamaz gözlerle bakan yutkundum.

 

"O, arkamıza adam takacak. Şuan bizi gözetleyen birileri var."

 

Bu dediğim ile kaşları derince çatılırken gözlerini etrafa bakmak için gözlerimden çekince kolunu hafifçe sıktım bana bakması gerekiyordu.

 

"Bildiğinizi belli etmeyin lütfen! Ferit çok zeki bir adamdır ve adamlarıda öyle."

 

Arif Bey'in dudakları kıvrıldı ve mavi irisleri gururla kısıldı. Benimle gurur duyuyordu! Bu his benliğime bayram havası salarken herkes teker teker arabaya doluştu. Bende bana ayrılan yere oturduğum da Arif bey cebinden bir telefon çıkarttı ve birilerini aradı.

 

"Alo Semih, aslanım şimdi bizim arkamızda siyah bir araba belirecek onu yolda şaşırtın.

 

"Evet, o sırada başka bir arabayla yol ayrımında bizi bekleyin."

 

"Tamam koçum."

 

Telefonu kapatıp cebine geri koydu, Arif bey zekiydi. Bu zaten belliydi ama içimde ki endişeyi söküp atamıyordum kafamı arkaya yasladım ve bir an önce her şeyin bitmesini istedim. Elimin üstünde hissettiğim nazik elle gözlerimi açtığımda Işıl hanım sahici bir tebessümle bana bakıyordu. Araba hastanenin otoparkında çıktı ve ana caddeye girdi, gözümü cama dikip akan yolu izledim. Bu yaşadıklarım birer rüya mıydı yoksa ben ölmüş müydüm? Kurtulmuştum, celladımdan ve bana hapis olan hayatta. Peki ya, yağmurdan kaçarken doluya mı yakalanacaktım?

 

Ben o evde ne yaşayacaktım? Nasıl davranacaklardı bana? İçimi kemiren düşünceler artık beynimi de kemirmişti. Araba durduğundan düşüncelerimden ayrılıp camdan dışarı baktım. Arif Bey'in söz ettiği yol ayrımına gelmiştik, herkes inerken bende indim ve bizi bekleyen diğer araca bindik. Tekrar bir sessizlik hakim olurken, Asaf doktor konuşmuştu.

 

"Ben senin abin oluyorum, Asaf Tüner."

 

Sesinde bir tık soğukluk vardı ama bunu saymadan kafamı salladım.

 

"İris, İris Güney."

 

"Tümer!"

 

Işılvhanımın verdiği tepkiyle gülmemek için kendimi zor tuttum, kafamı olumlu anlamda salladığımda araba tekrar durdu ve bu sefer onların evine geldiğimizi anladım. Araba bahçe kapısının açılmasıyla içeriye girdik, araba durduğunda tekrar herkes inmişti ve bende onlara ayaka uydurdum. Dış kapıya geldiğimizde daha zile basmadan kapı açıldı, aabah buraya geldiğim kadın açmıştı tekrar. Önden Hasan dede, Arif bey ve Işıl hanım da girdiğinde daha fazla beklemedim. Asaf'ın hemen arkasından bende girdim, hizmetli bana küçük bir tebessüm sundu ve bende hafifçe gülümsedim. Önüme tekrar siyah bir ev terliğini verdiğinde giydim. Sırtımda kamburum olan çantayı da çıkarttım ve kadına uzattım. Asaf'ın arkasından ilerlerken salondan gelen tatlı sesle kaşlarım yukarı kalktı.

 

"Ya anne! Neredesiniz siz ya."

 

Çok tatlı bir erkek sesiydi, salona girdiğimizde çocuk sıkıca Işıl hanıma sarıldı. Bu görüntü ister istemez içimde ki küçük çocuğun kalbini acıttı. Ben onlara öylece bakarken çocuğun yeşil gözleri, benim yeşil gözlerime denk geldi ve ağzını kocaman açtı.

 

"Anne! Anne oğlun aşık oldu."

 

Kendinden geçmiş bir şekilde konuşurken, bu sefer şaşıran kişi bendim. Asaf doktor kocaman bir kahkaha attı ve kendini üçlü koltuklardan birine atarak bir bana bir de küçük kardeşine baktı.

 

"Aman Yarabbi! Bu nasıl dehşetül vahşet, vahşetül dehşet. Cennete mi düştüm, yoksa küçük hanım sizmi cennetten düştünüz."

 

Ben bana ettiği iltifatlarla kızarırken salonda herkes kahkaha atıyordu, yanıma geldi neredeyse aynı boydaydık, hafifçe parmaklarının üzerinde yükseldi ve alnımı öptü. Ben yaptığı ile put gibi kesilerken dedikleri ile daha da dehşete düştüm.

 

"Artık helalimsin bebek."

 

Asaf doktor artık kanepede iyice kayarak karnını tutarken Işıl hanım ayağında ki terliği çıkarttığı gibi karşımda ki küçük çocuğa attı. Tam on ikiden, terlik poposuna geldiğinde hızlıca annesine döndü benim anlamadığım bir şekilde bir şeyler fısıldadı. Işıl hanım artık dayanamayarak bombayı patlattı.

 

"O senin ablan benim gerizekalı oğlum! İnsan ablasını helali yapar mı?"

 

Karşımda ki çocuğun ağzı kocaman bir şekilde açılarak önce bana sonra annesine ve tekrar bana döndü. Bunu neden yaptığını anlamadım. Daha sonra kendini yere attı ve sızlanmaya başladı.

 

"Ula heyeeaaaat."

 

Bu yaptığı ile bu sefer kahkaha atan bendim, kendimi tutamayacak şekilde kankaha atıyordum. Bu çocuk çok tatlıydı! Hemde aşırı derece. Kahkahalarım sona bulurken bana hayran hayran bakıyordu adını bile bilmediğim çocuk!

 

"Ah ah ulan, demek ablams-"

 

Ne dediğini yeni idrar ediyormuş gibi tekrar gözlerimi belertti ve ayağa kalkıp hızla annesinin yanına gitti. Bu ani ruh değişimlerine anlam vermemiştim sanırım ikizler burcuydu. Tabiki bir terazi burcu olmak her insanın nasibinde olamazdı!

 

Heee kendini övme ve burcunu övme saatimiz geldi.

 

İç sesime göz devirdim ve ayakta daha fazla kalmamak için tekli koltuğun ucuna oturdum tekrardan!

 

"Anne ablan derken? Benim zaten ablam yok muydu?"

 

Işıl hanım kanepeye oturdu, kafasını sağ eline yatırdı ve ovmaya başladı. Başı ağrımıştı, aslında hepimizin ağrıyordu. Saatime baktığımda saat neredeyse yediye gelmişti. Ulan zaman hiç geçmek bilmiyordu!

 

"Abinler birazdan gelecek, gerekli açıklamayı yapacağız."

 

Yani abilerini bekleyecektik.

 

Abilerini?

 

Lerini?

 

Oha lan kaç tane abileri vardı? İçime düşen kurtla bir Asaf doktora baktım, benim tepkimi ölçmek ister gibi oda bana baktığında bakışlarımı kaçırdım. Ben daha kaç tane çocuğu olacağını hesaplarken dış kapının açılmasını duydum ve içeriye bir kaç kişinin girdiğini. Yutkundum, korkuyordum! Oldum olası tüm erkeklerden, abim ve Resul abi hariç, korkardım. Bu bana celladımda kalma bir travmaydı, salondan içeriye giren erkek sürüsüne bakarken gözlerimi kapattım ve sağ elimi kalbimin üzerine koyarak üç kere vurdum.

 

Siktir!

 

"Hayırlı akşamlar, misafirimiz kim?"

 

Sert sesle olduğum here sindim, gözlerimi açamıyordum göreceğim şeyden o kadar korkuyordum ki! Işıl hanım hepsine oturması için rica ettiğinde gözlerimi korkarak açtım, neredeyse hepsinin gözleri benim üzerimdeydim. Tam karşımda oturan kişiyle bir anda put gibi kala kaldım, insan insana benzerdi ama bu kadar çok mu? Sanki karşımda Pamir abi vardı, gözlerim dolarken koyu yeşil irisleri kısıldı ve benim tepkimi anlamaya çalıştı.

 

"Bu küçük hanım öncelikle benim şehit düşen askerimin kardeşi yani üvey kardeşi ve sizin de öz kız kardeşiniz."

 

Arif bey olaya bodoslama girmesiyle hepsi boyunlarını sertçe babalarına çevirdi, sanki anlaşmış gibiydiler. Kimse bir demedi ve Arif Bey'i dinlemeye devam ettiler.

 

"Kendisiyle beraberinde getirdiği bir mektup tüm gerçekleri ortaya çıkarttı, hastaneye giderek DNA yaptırdık inanması güç ama gerçekti. Ne hissedeceğimi bilmiyorum, nerede hata yaptığımı ya da neden bize bunu yaptıklarını."

 

Sustuğunda Işıl hanım Arif Bey'in koluna girerek sırtını sıvazladı. Ne güzel destek oluyordu.

 

"Bu sadece senin suçun değil Arif, bizim dostumuz çok ama düşmanımızda öyle. İkimizde askerdik ve bu bize bir çok düşman kazandırdı."

 

Işıl hanım dediği ile bu sefer şaşırma sırası bendeydi, demek Işıl hanımda askerdi. Sertliği ve taviz vermeyen görüntüsü bu yüzdendi. Işıl hanım bana döndü ve tebessüm ederek konuştu.

 

"İris, abilerinle tanışmak ister misin?"

 

Bilmiyorum ki, ister miyim?

 

İsteriz ister, baksana hepsine!

 

Kafamı olumlu anlamda salladığımda hepsinin gözlerinde boş bir ifade vardı, öfke ya da nefret yoktu.

 

"Bu en büyük abin Poyraz, Yirmi sekiz yaşında, kendisine ve babanın babasına ait olan şirketi yönetiyor."

 

"Memnun oldum, ben İris."

 

Sadece kafasını salladı ve yeşil irisleri her an daha da soğudu. Devam etti Işıl hanım.

 

"Yanında oturan ise Yankı, yirmi beş yaşında kendisi avukat hemen onun yanında ki Çağrı ikizler ve oda yirmi beş yaşında, Poyraz abinin yanında çalışıyor."

 

Onlar bir şey dememi beklemeden sadece kafa salladılar, sanırım bu evde de istenmiyordum bakışları adeta en be an beni olduğum yere sindiriyordu.

 

"Ve son abin Efekan, on dokuz yaşında kendisi lise sona gidiyor daha ne olacağını bilmiyor."

 

Efekan bana bakmıyordu bile, sadece kafasını önüne eğmiş parmaklarıyla oynuyordu tıpkı benim gibi!

 

"En sonda bu eşek sıpası kalıyor! Eymen on dört yaşında yeni liseye geçti. Zaten Asaf'ı biliyorsun o Poyraz abinden sonra geliyor, yirmi altı yaşında ve bu sene mesleğine başladı."

 

EyEymen bana hayran hayran bakarken Işıl hanımın yanından kalktı ve benim önüme dizlerinin üstüne çöktü. Nedense bu çocuğun yakınlığı beni germiyor aksine daha da yakınlaşmamı sağlıyordu.

 

"Bundan sonra gerçekten helalimsin abla."

 

Abla dediği an gözlerimden istemsizce yaşlar düşmeye başlamıştı, dolmuştum! Gün boyu yaşadığım şeyler bana ağır gelmişti ve ve üstüne bu çocuğun gözlerinden gördüğüm sevgi benim için son noktaydı. Eymen bana sıkıca sarılırken, ne yaptığımı anlamadım ve kollarımı onun sırtına doladım. Ağlamak bana göre zayıflık değildi, bir duyguydu ve ben bunu sonuna kadar yaşıyordum çünkü duygularımı en uç noktada yaşayan bir insandım.

 

"Eymen! Sıkma ablanı yeter. Hadi gel kızım ben seni şimdilik misafir odasına çıkarayım."

 

Eymen benden ayrılırken göz kırptı, yerimden kalkıp Işıl hanımı takip ettim, beraber merdivenlerden bir kata çıktık ve sağa döndük. Burada dört tane kapı vardı, en baştaki kapıda durduk, Işıl hanım kapıyı açarak içeriye girdi bende arkasından girdim. Oda çok büyük değildi ama küçükte değildi, beyaz ve ceviz kabuğu renklerle döşenmiş mobilyalar vardı. Çift kişilik yatak ve bir makyaj masası bulunuyordu.

 

"Şimdilik bu odada kalacaksın, senin odanı yapana kadar. Biraz dinlen ve akşam yemeğine gel."

 

Saçlarımı okşadı ve bir şey demeden çıktı, bana oda mı yapacaklardı? Hemde kendi istekleriyle? Bu içimde şımarmayı bekliyen kız çocuğunu çoktan şımartmıştı bile!

 

Odam olacaktı....

 

Hemde benim odam...

 

Bölüm sonu...

 

Yazım yanlışları varsa şimdiden affola...

Loading...
0%