Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5.BÖLÜM(SAVAŞLAR)

@petrichor2

Keyifli okumalar.

Verdiğimiz kayıplar mı insanı yorardı? Ya da kaybedeceğimizi bildiğimiz kayıplar mı korkuturdu bizi? Verilen savaşların içinde sağ çıkmayı deli gibi isterken, kaybettiklerimizle birlikte bizde ölmek isterdik belki de? Bu yüzden ölüm temizlik gibi gelirdi insan oğluna, tüm kötülüklerden arındırılmış, pürü pak bir halde olurduk.

Şuan kendimi bir savaş alanının ortasında öylece bana çarpacak darbeyi bekliyordum, çünkü soğuk savaşlardan değilde laf savaşlarından ölme ihtimalim vardı! Yankı'nın ve Çağrı'nın gözleri her an vücudumda delik açacaklardı. Yerimde rahatsız bir şekilde kıpırdadım ve bana diğer delici gözlerini dikmiş olan Poyraz'a döndüm. Dudağının kenarı sağa doğru kıvrılmıştı, bu haraketiyle gözlerimi devirdim. Sanırım onu dinlediğimi zannediyordu.

"Abla, şu matematik sorusunu anlamadım ya."

Eymen boş yanıma oturdu ve takıldığı soruyu gösterdi, soruya bir kaç bakış attıktan sonra kalemi elime alarak soruyu anlatmaya başladım. Ben anlattıkça Eymen anlamadığını dile getiriyordu ve ben yavaş yavaş geriliyordum. En sonunda kaşlarımı çatarak Eymen'e baktığımda, bana hülyalı bir bakışla baktığını farkettim.

"İnsanın ses tonu bile bu kadar güzel olur mu be! Ulan hayat bizi kardeş olarak yazmış, şimdi hayata dava açacağım."

Kulaklarım ve yanaklarım yanmaya başlamıştı! Bu çocuk her seferinde neden beni bu kadar utandırmak zorundaydı? Ensesine sert olmayacak bir şekilde yapıştırdım.

"Ablanım ben senin, insan ablasınada yavşamaz."

Eymen yaptığım ile kalbini tuttu ve kafasını geriye attı, gözlerimi aile üyelerinin üzerinde gezindiğinde Arif ben ve Işıl hanım bize tebessümle bakıyordu. Kibar bir şekilde bende tebessüm ettim. Buraya geldiğimde ismini Banu olarak hatırladığım hizmetli bir tepsiyle içeriye girdi.

"Banu, kızımın ve benim tatlı ve içeceklerimizi çalışma odasına götürür müsün?"

Arif Bey'in dilinden kızım kelimesini duyduğumda midemde ki kelebekler adeta havaya uçmuştu, halbuki o kelime bugüne kadar benim midemi bulandırıyordu ama Arif Bey'in sesinde ki tını heyecanlandırmıştı beni, tekrar ve tekrar duymak isterdim.

"İris, vaktin varsa eğer seninle biraz konuşalım mı?"

Hemen kafamı olumlu anlamda sallayarak yerimden kalktım, Eymen bana öpücük atarken bende eğilip yanağına sesli bir öpücük kondurdum. Bunu her yaptığımda beş dakika kendine gelemiyordu. Ben sırıtırken Arif bey'i takip ettim ve merdivenlerden ilk kata çıktık, solda ki ilk kapıyı açtı, önde kendi arkasında da ben girmiştim. Etrafa şöyle bir baktığımda yeterince mütevazı bir odaydı, çalışma masası camın hemen çaprazında duruyordu ve üstünde laptop vardı. Boydan boya bir kitaplık mevcuttu, yarısında dosya ve yarısından ise işletmeyle ilgili bir kaç büyük kitap mevcuttu. Masanın hemen önünde iki tane rahat koltuk vardı, ortalarında camdan sehpa duruyordu. Oda beyaz boyanmıştı ve eşyalar ceviz kabuğu rengindeydi.

"Gel şöyle karışıklıklı oturalım."

Masanın önünde ki koltuklardan birine ben diğerine ise Arif bey oturmuştu, ellerini yumruk yapıp duruyor ve nereden nasıl başlayacağını tartıyor gibiydi. Tam konuşacağı sırada kapı çalınmıştı, Arif bey gel dediğinde Banu hanım küçük bir tepsiyle içeriye girdi ve önce Arif Bey'in önüne kahve ve bir tabak bıraktı daha sonra ise benim önüme bir bardak cola ve tabak bıraktı. Tatlı olarak şekerpare vardı! En sevdiğim tatlılardan biriydi.

"Ben nereden nasıl başlayacağımı bilemiyorum İris ama öncelikle şunu sana vereceğim."

Cebinden bir zarf çıkarttı ve bana uzattı, zarf önceden açılmıştı ama bu sorun değildi. Zarfın içinde ki kağıdı aldığımda yeni bir kimlik olduğunu gördüm, kimliği çıkarttığımda yazan isimle gözlerimi belerttim ve Arif bey'e baktım.

"Ama burada Elis yazıyor? Benim ismim İris."

Yüzünü sertçe sıvazladı, bu onun acı çektiğini gösteriyordu. Genelde ne zaman dayak yesem Pamir abim halimi görüp bu şekilde suratını sıvazlardı, asker olduğu için geç kaldığını ve hepsinin kendi suçu olduğunu düşünürdü. Suçlu o değildi ki, bir kız evladına bunu yaşatan o şerefsizin suçuydu!

"Işıl sana hamileyken ismini çok önceden belirlemiştim, Elis isminin anlamı, çok değerli bir taş ve güzel kokulu çiçek demekti. Sen benim en değerli taşım ve hayatımın ikinci en güzel çiçeğimdin, eğer kabul edersen sana bu isimle seslenmek istiyorum. Seçim sana ait eğer yok dersen hemen yarın değiştirebiliriz."

Gözlerimi dolu bir şekilde kimliğe bakıyordum, Elis Tüner. Anne adı; Işıl, Baba adı; Arif yazıyordu. Kimliğim ilk defa bu kadar güzel gözükmüştü gözüme ve ben ilk defa bu kadar değerli hissetmiştim kendimi. Kafamı olumsuz anlamda sallayarak konuşmaya başladım.

"Hayır hayır, bu isim çok güzel. O adam, bana İris ismini sadece bir tabakayı ifade ettiğini için vermiş. Pamir abim bunun yalan olduğunu söylese de o adamın gözünde ben hep bir tabakaydım, bu isimden nefret ederdim."

Elimin tersiyle akan göz yaşımı sildim ve kocaman bir tebessümle karşımda gözleri dolan adama baktım, İris anlamının bir diğeri anlamı gökkuşağı ve çiçek demekti. Ama Ferit dene it bilerek hep tabaka anlamını kafama kafama sokardı, aslında benim ismem daha doğmadan belliymiş.

"Bu isme biraz alışmam zor olacak ama yeni hayatımın ilk lanetini ortadan kaldırabilirim. Peki ya Beste? Neden ona vermediniz?"

"Bu ismi Beste'nin kulağına okuyacağım vakit bir şey beni durdu, sanki dilim lal oldu ve ben bu ismi söyleyemedim. Işıl Beste olsun demişti."

Şaşkınlığım kat ve kat artıyordu.

"Sanki Rabbim tarafından uyarılmış gibiydim, belki de beni uyarmıştı ama insanoğlu beşer ve şaşar diye boşuna dememişler."

Derince nefes aldım, sanırım bu hayatımın ilk günüydü. Bu biraz kırık bir tebessüme yol açsada bugün bir gerçek daha öğrenmiştim, Arif Bey'in benim için seçtiği isim yine beni bulmuştu. Bu içimi sıcacık yapmıştı.

"Eğer kabul edersen bu kolyeyi de sana armağan etmek istiyorum, bunu doğmadan bir kaç gun önce yaptırdım, Beste'ye hiç bir şekilde veremedim. Dediğim gibi, Beste ne kadar beni sevsede sanki bir şeyler beni durduruyor gibiydi. İçimde ki sese ayak uydurup duruyordum, iyiki de öyle yapmışım."

Sehpanın üstüne bıraktığı kolyeye baktığımda, ucunda küçük bir gül vardı. Pembe taşla yapılmış, küçük yapraklarına ise beyaz taşlar dizilmişti. Tek kelime ile mükemmeldi, ellerimin titremesine önem vermeden kutuyu elime alıp daha yakından baktım. Kusursuz bir ustalık eseriydi.

"Pembe yıldız, bir diğer adıyla Pembe mücevher deniliyor. Senin gibi eşsiz ve paha biçilemez bir parça Elis."

Elis ismiyle birlikte gözlerimi kapattım ve çoktan göz yaşlarım yanaklarımdan boynuma doğru yol aldı. Önce Işıl hanım ve şimdi Arif bey, bana inanılmaz duygular yaşatıyorlardı.

"Ben ne diyeceğimi bilemiyorum, çok çok teşekkür ederim."

"Teşekkür etmene gerek yok ki, sen doğmadan önce senin adına ve şahsına yapılan bir hediye. Kabul edersen eğer bu yaşlı adamı çok mutlu edersin."

Benim şahsıma, benim adıma yapılan bir hediye, neden? Neden bu ailede büyümedim ki. Neden benim onca yılımı çalmışlardı, beni gerçek ailemden koparmıslardı. Ben ne yaptım ki onlara? Ne gibi kötülüğüm olmuştu? Bana umutla bakan Arif bey karşısında yutkundum ve kolyeyi kutusundan çıkararak ona doğru uzattım.

"Şey, siz takar mısınız?"

Bu söylediğim ile gözlerinin içi parlamıştı sanki! Hemen ayağa kalkarak elimde ki kolyeyi aldı ve arkama geçti, Eymen'den sonra bana bu derece yakın olan ikinci isimdi Arif bey, kalbim hızla atarken sağ elimle üç kere vurdum. Saçlarımı tuttuğunda sımsıkı gözlerimi kapattım, yavaş bir şekilde saçlarımı omuzumun üzerine bıraktı hızlı yapsa sanki saçlarım kırılacaktı. Bu haraketiyle gözlerim doldu, halbu ki saçlarım ne zulümler görmüştü. Boynuma değen soğuklukla beraber irkildim, elimle kolyenin ucunu tuttum. Hayatım da abimden hariç aldığım en güzel hediyeydi, Arif bey saçlarımın üzerine hafif bir baskıyla öpücük kondurduğunda gerim gerim gerilmiştim. Yerimde huzursuzca kıpırdadım, alışkın değildim alışacak gibi hiç değildim. Tekrar karşıma oturdu, gözlerini gözlerime sabitledi.

"Bir haftadır kanıt toplamaya çalışıyorum, bunu neden ya da niçin yaptıklarına dahil ama hep elim boş dönüyor. Bulacağım kızım, bizi kim neden ayırdı bulacağım."

Kafamı salladım, ona söylemek istiyordum, Besteyle konuştuklarımızı gizli saklı bir işe kalkışmak istemiyordum. Boğazımı temizledim.

"Arif bey, Beste bana hastanede onlarla tanıştığını söyledi, yani gerçek ailesi ile."

Bu dediğime şaşırmamıştı, güldü ama bu çok soğuk bir gülüştü. Adeta yerimde üşümemi sağlamıştı.

"Biliyorum, aslında hiç inanasım gelmiyor biliyor musun? Beste'ye bunca zaman hep tolerans gösterdim ama bize bu kötülüğü bilerek yapmasına inanmak istemiyordum."

Şaşırmıştım açıkçası, Beste gizli saklı yaptığını düşünüyordu, parmaklarımla oynayarak devam ettim.

"Beste o eve gitmesinin asıl nedeni benim, yani bana öyle söyledi."

Kaşlarını çattı ve daha düz bir şekilde oturmaya başladı, nereden nasıl başlayacağımı bilmesemde üstü kapalı bir kaç şey anlatmaktan zarar gelmezdi.

"Ben orada çok muazzam bir çocukluk ve gençlik geçirmedim tahmin ederseniz, Beste'de kanıt toplamak istediğini dile getirdi."

Arif Bey'in kaşları olabildiğince daha çok çatıldı ve gözlerini sımsıkı kapattı, kendini sıktığı çene kaslarından belli oluyordu.

"Elis, inan ki senin gözlerinde ki o korkuyu ve güvensizliği söküp atacağım. Biraz zamana ihtiyacımız var, senin için elimden gelen herşeyi yapmaya hazırım. Düşmandan gelen dost elini bile sıkmaya hazırım, sadece kendine dikkat et."

Dedikleri kalbimde ki o duvarları bir bir yıkıyordu, bu adam sanki tek bir sözümle tüm dünyayı diz çöktürecek gibiydi. Öyle bir güven, öyle bir inanış aşılıyordu ki bana ve ben güvenmek şöyle dursun kalbimi ellerinin arasına koyacak duruma düşüyordum. Son konuşmamız buydu, sessiz bir şekilde tatlılarımızı ve içeceklerimizi içtik. Arif bey ayaklandığında bende onunla birlikte ayağa kalktım, çalışma odasından beraber çıktığımızda bizi karşılayan Işıl hanım olmuştu. Arif Bey'in yanağına küçük bir buse kondurmuş, bana dönerek ilk önce gözleri boynumda ki kolyeye katmıştı, gözlerinin içi gülüyordu sanki. Yanıma gelerek alnımı öptü. Şey sanırım bugün kendimi aşma günüydüm ve ben sesimi dahi çıkartmıyordum.

"Saat epey geç oldu, hadi kızım sende odana geç ve yat yarın okul var."

İyi geceler dileyerek ikinci katta olan odama çıktım ve kapıyı kapatıp yatağa oturdum, hızla çarpan kalbimin üzerin elimi koydum ve geçmesi için derin derin nefesler aldım. İliklerime kadar heyecandan titriyordum, bu akşam ve bugün ben ilk defa anne ve baba sevgisini hissetmiştim bu bambaşka bir şeydi. Gözlüğümü çıkartıp komidinin üzerine koydum ve yatağın ortasına gelerek uzandım. Bu oda benim odamdı, bu evde ilk defa bir yeri benimsemiştim. Bu ne kadar güzel bir duyguymuş. Tam yatacağım sırada odamın kapısı çalındı, gel diyerek yatakta oturdum kapı açılıp Arif bey kafasını soktuğunda çok tatlı gelmişti gözüme, suratında ufak bir mahçupluk vardı.

"Kızım sana bunu vermeyi unutmuşum."

Elinde tuttuğu telefon kutusuyla gözlerim kocaman açılmıştı birgün bu gözler yerinden çıkacaktı ya Allah bilir ne zaman, hızlıca yerimden kalktım ve kapının önüne yürüdüm.

"Ben ne diyeceğimi bilmiyorum, yani çok teşekkür ederim çok ihtiyacım vardı."

İçten bir tebessüm sundu bana, telefon kutusunun üstünde birde hat vardı.

"Ben düşündüm ki o eski hattı kullanmak istemezsin, o yüzden yeni hat aldım."

Bir insan bu kadar düşünceli olamazdı, her detaya kadar hemde. Aklıma Pamir abim geldi, nedense bir çok huyunu Arif bey'e benzetiyordum.

"Çok ince bir düşünce, ne kadar teşekkür etsem azdır."

Sağ eliyle saçlarımı okşayarak odadan çıktı ve kapıyı kapattı. Hemen sandalyeye oturarak telefonu kutudan çıkarttım, şarj aletinide çıkartıp duvarda ki prize taktım. Ucunuda telefona taktığımda açılmasını bekledim, o sırada yeni hattı çıkartmaya başladım. Telefon az bir şey şarj olduğunda üst tustan basarak açılmasını bekledim, hattı taktım telefon açıldığında biraz bekleyerek aklımda sadece iki kişinin numarasını kaydettim ve yarın Eymen'e wi-fi şifresini sormalıydım. Telefonu şarjda bırakarak sandalyeden kalktım, tabiri caiz hayvan gibi esnedikten sonra kendimi yatağa bırakıp gelen uykuya yenilmeye hazır bir şekilde bekledim.

"Güzel kızım, hadi uyan kahvaltı saati."

Işıl hanımın naif sesiyle gözlerimi kırpıştırdım, etrafı puslu bir şekilde görüyordum. Elimle komidinin üzerinde duran gözlüğümü alarak taktım. Işıl hanım yatağımın kenarına oturmuş beni izliyordu.

"Günaydın."

"Pamuk prenses uyandığında göre, gidip cüceleri de kaldırayım."

Yanağıma öptükten sonra odamdan çıktı ve hemen yanımda ki odaya girerek bağırmaya başladı.

"Poyrazzzzz, ay hadi kalk ve oğlum! Bu ne uyku yaaa! Kalk ve kardeşlerinide kaldır."

Az önce bu kadın beni çok naif bir şekilde kaldırmamış mıydı? Bu duruma kıkırdadım ve hemen yataktan kalkıp banyoya ilerledim, genel banyo ihtiyaçlarımı gördükten sonra çıktım ve yeni ütülenmiş formamı giymeye başladım. Her sabah ütüleniyor muydu bunlar ya? Boş verdim ve saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapıp odamdan çıktım. Merdivenlerden inerek dün akşam Işıl hanımın gösterdiği yemek odasına ilerledim, masada Işıl hanım, Arif bey ve Poyraz vardı. Günaydın diyerek Işıl hanımın yanında ki boş yere geçtim, Eymen ve Asaf aynı anda odaya girdiler Eymen tam yanımda ki boş sandalyeye oturacakken Asaf'ın itmesiyle sendeledi. Ben bu yaptığına şaşırırken Asaf yanağımdan bir makas alarak yanıma oturdu.

Kaşlarım istemsizce çatılıldı, Asaf ile hiç hir şekilde diyolağumuz yoktu ve bu yakınlık nedense beni garip hissettirmişti.

"Ne bakıyorsun öyle sarı böcek."

Bana söylediği şeyle kaşlarım mümkünmüş gibi daha çok çatıldı, bana göz kırptı ve yemeğine döndü.

"Bana diyene bak, kara yeşil su kurbağası."

Asaf'ın elinde ki çatal öylece kalırken, Eymen ve Poyraz hunharca kahkaha attı, evet evet hunharca! Işıl hanım gülmemek için dudaklarını büzerken Arif bey sırıtıyordu. Hodlen gelen seslerle herkes susmuştu, Çağrı ve Yankı'nın sesleri neredeyse bütün evi inletiyordu.

"Senin ecdadını sikerim Yankı! Defol git başımdan."

"Siktir git lan yavşak."

Işıl hanımın suratında ki mutlu görüntü kendini hüzne bıraktı, derin bir nefes aldığını ama verirken zorlandığı hissettim. Poyraz hızla yerinden kalkınca sandalyesi geriye düşmüştü, çıkan ses beni yerimden sıçratırken Poyraz çoktan kapıdan hole çıkmış, hemen ardından Arif bey ve Asaf'ta çıkmıştı.

"Çağrı! Yankı! Derdinize ne lan sabah sabah."

Poyraz'ın ses desibesi ne kadar normal çıksa da, tonu bir o kadar korkutucuydu. Eymen ve Işıl hanım sessizce olacakları beklerken ben yerimden kalktım ve hole doğru adımladım. Gördüklerim karşısında gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı, Yankı Çağrı'nın üzerinde onu yumrukluyordu, Poyraz, Asaf ve Arif bey öylece onlara bakarken Çağrı neredeyse bayılmak üzereydi. Gözlerimin önüne bir sahne belirledi, ister istemez bir kaç adım geriledim ve beynimin içinde dönen sahneyi def etmeye çalıştım.

"Pamir'de gitti kızım, şimdi seni kim alacak elimden?"

Küçücük bedenim elinin altında daha da küçülmüştü sanki, yapma desem, yalvarsam vurmazdı belki? Ya da bırakırdı beni, tam ağzımı açacağım sırada burnumun üstüne yediğim yumrukla feleğin sarsmıştı, gelen kemik sesiyle ne kadar küçük olursam olayım burnumun kırıldığını anlamıştım. Oluk oluk kan akarken, ağlamadım. Gözlerimin içine baktı, kalbimin kırıkları dolmuştu gözlerime ama bu karşımda ki adam anlamamıştı, ben onun kızıydım! İnsan kızına niye vururdu ki? Küçüktüm ben, çok küçük.

"Ağla, yalvar bana."

Canice gözlerimin içine baktı, yaparsam hoşuna gidecekti ve beni bırakacaktı. Dudaklarımı açtım, ağzımın içine dolan kan yere aktı.

"Baba, yalvarırım bırak beni."

Gözlerimden yaşlar akarken, canice gülümsedi celladım. Üstünden kalktı, cebinden bir puro çıkarttı ve yaktı. Kalkacak halim yoktu, gözlerinin içine baktım. Yine bir ceza verecekti bana. Halbuki ben çok sessiz ve sakin bir kızdım, bir dediğini iki etmezdim ki. Beni sevsin isterdim sadece, saçımı okşasın, beni döven elleri beni sevsin istedim. Bir kaç defa içtiği puroyu elinin arasına aldı ve bana korkunç bir şekilde sırıtarak puroyu omuzum ve kolumun ortasında bir yere bastırdi, çığlık attım. Göz yaşlarım gözlerimden çoktan düşmüştü, çığlığım bu odanın dışına kadar gidiyordu biliyordum. Ferit güldü, hatta öyle güldü ki benim çığlığım bastırdı.

Hızlıca kendime geldiğimde Yankı hala yumruk atıyordu, bir kaç adım ileri attım ve avazım çıktığı kadar bağırdım.

"Yeter! Yeter Allah'ın belası öldürdün çocuğun."

Kendimi Yankı ve Çağrı'nın yanına attım, tam Yankı'nın yumruğunu tutmak için elini yakalanmıştım ki, Yankı kendi eliyle benim elimi sert zemine vurdu. Elimde gelen kemik sesiyle parmaklarımın kırıldığını hissettim, bu sefer acıyla çığlık attığımda Yankı kendine gelmiş bir şekilde bir bana ve birde elinin altında ki elime bakıyordu. Sol elimle Yankı'nın omuzuma vurdum ve elimi kurtardığım gibi ayağa kalktım, Asaf ve Poyraz yanıma gelirken ben elime bakıyordum. Morarmış ve şişmişti! Göz yaşlarım yanaklarımdan aşağı düşerken, Işıl hanım ve Eymen'in sesi doldurdu holü.

"İris."

"Abla!"

Kimseye bakamıyordum, acıdan neredeyse dört dönüyordum. Asaf beni durdurup elime bakmak istediğini söyledi, onun doktor olduğu jetonu ancak düşmüştü beynime. Elimi onda doğru uzattım. Elimin üstüne baktı, ters döndürüp bu sefer avuç içime bakarak parmağıyla bir iki yere baskı yaptığında çığlığı koparmıştım.

"Sikeyim seni Yankı, kızın üç parmağını kırmışsın."

Asaf dişlerinin arasından konuşurken, Çağrı yavaş yavaş kendine geliyordu. Yankı kaşlarını çatarak bana baktı ve konuştu.

"Allah'ın delisi ne diye araya giriyorsun! Senin yüzünden kabak ban patladı."

"Asıl deli sensin be! İnsan kardeşine öyle vurur mu?"

Benim bu çıkışımı beklemediği için afalladı, Asaf hemen hastaneye gitmemiz gerektiğini söylediğinde, Eymen kimlik kartımı almak için yukarı çıkmıştı.

"Tamam Asaf, siz gidin kahvaltınızı yapın ben götürürüm kızımı."

Arif bey sesi oldukça sakin çıkmıştı, Yankı'ya döndü ve işaret parmağını kaldırarak konuştu.

"Sizinle daha sonra ilgileneceğim. Özellikle seninle Yankı."

Eymen gelmiş kimliğimi babasına verirken bana göz kırpmıştı, Arif bey beni belimden tutarak dış kapıya yönlendirdi.

"Banu, ayakkabılarımızı çıkartır mısın?"

İçeriden koşarak gelen hizmetli dolaptan önce Arif Bey'in daha sonra ise benim ayakkabılarımı çıkarttı. Tam eğilip ayakkabılarımı giyeceğim sırasıda önümde birinin diz çökmesiyle şaşırdım. Poyraz'ın saçlarını gördüğümde adeta küçük dilimi yutmuştum, bu adam kesin beni öldürecekti o yüzden böyle iyi davranıyordu.

"Bekleyin beni de Arif, Banu çocuklar gittikten sonra salona yatak açar mısın?"

"Tabiki efendim."

Işıl hanım koştura koştura yanımaza geldi ve ayakkabılarını alarak giydi. Poyraz ayağa kalktı ve bana baktığında sıcacık bakışları beni daha çok dumura uğrattı. Yok yok bu adam kesin beni kesecek, gitmeden önce de iyi davranayım mı diyordu? Arif bey önde, Işıl hanım ve ben arkadaydık.

"Kızım canın çok acıyor mu?"

"Bilmiyorum ki, sanırım sıcağına sıcak olduğu için anlamıyorum ama ilk başta çok acıdı."

Kolumu sıvazladı, gelen arabaya sırayla bindik, Arif bey elime bakıp derin nefesler alıyordu, Işıl hanım ise eliyle sırtımı sıvazlıyordu.

"Ah be kızım neden araya girdin ki?"

Arif bey canı acıyormuş gibi konuşmuştu, omuzlarımı silktim. Aklıma gelen anıyı onlara anlatamazdım asla! Bir şey demeden elime baktım, daha da şişmeye başlamıştı.

"Yankı ve Çağrı onlar hiç bir zaman çok iyi anlaşan ikizlerden değil, birbirlerini öldürseler umursamazlar."

Işıl hanım düşünceli bir şekilde konuşmuştu, neden diyemedim onlarında anlatamadığı şeyler vardı, herşeyin yeri ve zamanı vardı biliyordum. Bunlarında zamanı vardı. Araba durduğunda geçen geldiğimiz hastaneye gelmiştik, arabadan inip danışmaya doğru ilerledik, Arif bey durumu anlattığında hemen bizi röntgene göndermişlerdi. Arif bey hasta kayıtla uğraşacağı için Işıl hanımla birlikte birlikte gittik.

Elimi alçıya alırlarken konuşan doktorla birlikte kendimi camdan aşağı atacaktım artık! Kırılan elime baktığında serçe parmağım için ameliyata girmem gerektiğini söyledi, daha önce kırıldığını ve yanlış kaynadığını da dile getirdiğinde Arif bey kudurmuş ve Işıl hanım ise küfürler savunmuştu! Evet evet, o naif, cicimi cici Işıl hanımın içinden küfürbaz bir ruh çıkmıştı.

"Arif amca, bu parmağı tekrar kırmamız gerekiyor, doğru kaynaması lazım."

Doktor Asaf Bey'in yakın arkadaşıydı ve ortopedi doktoruydu ve öğrendiğim üzere Asaf bey ise kalp doktorluğu okuyormuş evet daha okuyormuş çünkü bildiğim kadarıyla bu tarz bölümlerde staj ve üniversite uzuyordu.

"Tamam koçum, en kısa sürede yapalım."

"Tamam Arif amca, geçmiş olsun sarışın."

Gözlerimi devirdim, bir sarı böcek der diğeri sarışın. Hepsi mi aynı olurdu, muayene odasında çıktığımızda Arif bey vezneye uğrayacağını söylerek yanımızdan ayrıldı, Işıl hanımla birlikte dışarıda bekleyen arabaya ilerledik. Koltuklara geçtiğimizde Işıl hanımın mahçup sesi doldurmuştu arabayı.

"Ben küfür ettiğim için üzgünüm kızım, kendimi tutamadım. Böyle bir huyum var ne yazık ki."

Bu ne güzel huydur vesselam, demek istesemde kendimi tuttum ve kafamı olumsuz anlamda salladım.

"Hiç sorun değil Işıl hanım, sanırım kime çektiğim belli oluyor."

Sonunu sessizce söylesemde Işıl hanım duymuş ve kıkırdamıştı, Arif beyde geldiğinde şoför arabayı çalıştırıp hastane bahçesinden çıkış yaptı. Araba kırk dakikanın sonunda evin bahçesine girmiş ve durmuştu, arabadan sadece ben ve Işıl hanım inerken Arif bey şirkete gideceğini söyledi. Işıl hanımla birlikte dış kapıya geldiğimizde kapıyı Eymen açmıştı.

"Oğlum! Sen neden okulda değilsin bakayım?"

Bende sorguculayıcı bir şekilde ona baktığımda Eymen kendini çoktan benim üstüme atmıştı, alçılı elime dikkat ederek sarılmasına karşılık verdim.

"Öğretmenler seminere gitmiş, bugün okul yok."

Elimin tersiyle alnımı vurdum, salak gibi unutmuştum dün söylemişti öğretmen ve ben sabahın sersem haliyle formamı giymiştim. Eymen bana baktı ve gülümsedi.

"Tek sen değil, bende unutmuşum Allah'tan Giray aramıştı."

"İyi bakalım, haydi içeri geçelim ve ben kızıma şöyle güzel bir kemik çorbası yapayım."

Hep birlikte içeriye girdiğimizde Işıl hanım üstünü değiştirmiş mutfağa girmişti, bende kendi odama çıktım ve üstümü değiştirip şarjı dolan telefonumu alarak salona indim. Işıl hanım mutfaktan çıkarak koluma girdi ve yatmam için hazırlattığı yatağa yatırdı, ne kadar gerek yok desemde aslında bu yaptığı çok hoşuma gitmişti, üçlü koltuktan öylece otururken Eymen yanıma geldi bana sarılarak uzandı. Telefonumu Eymen'e verip hem wi-fi şifresine girmesine hemde evde ki üyelerin telefon numaralarını kaydetmesini istedim. Koltuğu ikiye açtıkları için rahatlıkla sığıyorduk. Sabah erken kalkmanın ve bugünün yorgunluğu iyice üstüme çökerken daha fazla direnemeden gözlerim kendiliğinden kapandı.

"Oğlum eli çok kötü gözüküyor lan, umarım hemen iyileşir."

"Sizin yavşaklığınız yüzünden, yalnız yaptığı atağı hiç beklemiyordum."

"Anneme benziyor."

"Evet bir çok haraketiyle hemde, fiziki olarak zaten acayip benziyorlar ama bir insan nasıl kendini kopyalar arkadaş. Bunun tıpta yeri yok."

Kulağıma uğultu şeklinden gelen konuşmalar netlik kazanırken, göğüsümün üstünde ki ağırlığa anlam veremiyordum, hem burnumu gıdıklayan şeyde neydi? Gözlerimi yavaşça açıp baktığımda, Eymen resmen üstüme çıkmıştı! Hayvan gibi olan cüssesinin altında, kuş gibi olan cüssem eziliyordu. Kırık olan elimle Eymen'i itmeye çalışsamda becerememiştim, tekrar denerken esmer bir elin görüş açıma girmesiyle Eymen'i ensesinden tutup kaldırması bir oldu. Kafamı kaldırıp baktığımda, Çağrı, Yankı, Efekan ve Asaf vardı işin tuhaf yanı hepsi garip garip bana bakıyordu.

"Abi ne yapıyorsun ya! Of ensem."

Eymen homurdanırken, Asaf kafasının arkasına vurdu.

"Kızın üstüne çıkmışsın hayvan, anlamıyorum siz niye ikiniz uyudunuz ki?"

Asaf hem Eymen'e kızmış hemde sorgulayıcı ile tavırla bu soruyu sormuştu, vallahi Asaf inan ki bende aynı soruyu şuan kendime soruyorum yani en son hatırladığım gözlerimin kapandığıydı.

"Ablamla uyudum hem sanane ya! Abla sende bir şeyler desene."

"Ne diyebilirim Eymen? Tüm bedenim ağrıyor sadece."

Eymen gözleri kocaman bir şekilde açılmış bana bakıyordu, sanırım onu savunmam lazımdı. Yani galiba, bana sen iflah olmaz bir ablasın bakışları atarken Işıl hanımın neşeli sesi tüm holde duyuldu.

"Çocuklarım evet evet benim doğurduklarım gelin bakayım, kızımıda getirin."

Işıl hanımın cümlesiyle içten bir şekilde tebessüm ederek yerimden kalktım, Yankı bana son derece nefret dolu bakışlarını atıp çıktı. Kafamı olumsuz anlamda salladım ve Eymen'in koluna girerek yürümeye başladım.

"Oy ablasının yakışıklı mı yakışıklı tek kardeşi, asma o bebeksi suratını."

"Git başımdan abla ya, insan kardeşini korur bu kara yeşil su kurbağasına karşı."

Hafif sitemli ve eğlenen sesiyle son söylediğine karşı ikimiz büyük bir kahkaha patlattık, yemek salonuna geldiğimizde Arif bey başta, sağında Işıl hanım vardı. Işıl hanımın hemen karşısında Poyraz, Yankı ve Çağrı yer alırken Işıl hanımın yanında ise ben, Asaf, Eymen ve Efekan yer alıyorduk. Boş sandalyelere kurulduk ve Arif bey'in afiyet olsun lafıyla birlikte herkes yemeğini yemeğe başladı.

"Şey, Elis sana kemik çorbası yaptım."

Ben önümde ki çorbayı içerken üstümde hissettiğim bakışlarla kafamı kaldırıp baktım. Arif beyve Poyraz'ın bakışları beni rahatsız etmişti.

"Annen sana diyor kızım, duymadın mı?"

"Kusura bakmayın lütfen, tekar eder misiniz Işıl hanım."

Yüzünde burun bir tebessümle bana bakan Işıl hanım kafasını sallayarak cümlesini terkar etti.

"Elis, sana kemik çorbası yaptım."

Mahçup bir ifadeyle bakan bu sefer ben olmuştum, bu yeni isme alışma süreci sanırım beni zorlayacaktı. Masanın üzerinde duran Işıl hanımın elini sol elimin içine alırken sıktım.

"Kusura bakmayın lütfen, sadece bu yeni isme alışmam uzun sürecek."

"O zamna sana İris demeye devam edeyim mi?"

"Hayır hayır, lütfen Elis diyerek çağırın."

Işıl hanımın tebessümü büyürken, tekrar elime kaşığı alıp yemeğe devam ettim, sol elimle yemek yemeye alışkındım. Buna o evde alışmak zorunda kalmıştım çünkü! Bu tarz şeyleri boş vererek yemeğin zevkini çıkardım. Yemekler yenmiş, herkes salona geçmişti. Güzel bir filmin ortasındaydık, yavaş yavaş dağılan aile uylerine baktığımda tek başıma kalmıştım. Gün vakti çok uyuduğum için şuan hiç uykum yoktu, yerimden kalkıp televizyonu kapattım ve bahçeye çıktım. Arka bahçeye hiç bakma fırsatım olmamıştı, güzel bir salıncak ve bahçe grubu vardı. Büyük bir havuz, iki tane köpek kulübesi vardı, salıncağa doğru adımladım, soğuk hava yüzüme vurdukça hoşuma gidiyordu. Her zaman kış insanıydım hiç bir zaman yazı sevmezdim. Gözlerimi kapatarak salıncakta hafif bir ritimde bir ileriye, bir geriye doğru gidiyordum. Bahçenin kapısının açılıp kapanmasıyla gözlerimi açtım, Poyraz tüm heybetiyle yanıma doğru geldi ve elinde ki battaniyeyi üzerime örterek boş yana kendini bıraktı.

"Oha! Az kalsın kırılıyordu."

Benim tepkime güldü, bu adamın başına taş mı düştü acaba? Ya da ölecek miydi ki son zamanlarında bana iyi davranıyordu.

"Elis."

Ona doğru döndüm ve baktım, onun zaten kafası bana çoktan dönmüş yan bir şekilde bana bakıyordu. Ne diyeceğini merak ediyordum ve şerefsiz bir şey söylemiyordu.

"İyi ki geldin."

 

Bölüm sonu...

Loading...
0%