Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@pinarisko

Erkenden kazı için yeniden ekiple toplandık. Bir haftadır olduğu gibi yine aynı bölgedeydik. Ah, daha kaç kat inecektik? O kadar derin kazmıştık ki artık bir çukur oluşmuş, merdivenle inip çıkmaya başlamıştık. Ve diğerlerinden hâlâ ses çıkmıyordu! Adı Sarah olan kadınla daha önce birkaç kez bu konuyu zaten tartışmıştım, tehditleri umurumda değildi fakat işimden olmak da istemiyordum. Vaadedilen para miktarı ne kadar yüksek olursa olsun umrumda değildi.

Neredeyse emindim, burada "kazı" başlığı altında başka bir şey yürütüyorlardı. Biz yedi kişilik bir ekiptik ama neredeyse sayımızın iki katı kadar üst vardı. Böyle durumlarda iki tanesi bile yeterliyken bu kadar çok olmaları tuhaftı. Ve sadece iki kişi başımızda duruyordu, diğerlerini yaptığım kısa yürüyüşlerde gizlice takip etmiştim. Ellerindeki garip bir aletle etrafta geziniyorlardı. Aradıkları şey her neyse sandığımdan da değerliydi. Böyle bir şeyi bulursam elimdekiyle neler yapardım neler! Hayır, onlardan biri asla olmazdım. Yürüyüşlerin ardından anladım ki onların aletleri öterken benim kolyem ışıldıyordu. Bu kolyeyi büyükannem ölmeden önce bana vermişti. O günden beri hiç çıkarmamıştım. Son nefesinde bile beni sıkıca tembihlemiş ve sakın çıkarma, demişti. Neden bilmiyorum, içimden sorgulamadan sadece dediklerine uymak gelmişti. Acaba bu cihazların yapımında kolyedeki taş da mı vardı?

Kolye, orta büyüklükteydi. Sanırsam bütün değildi çünkü bir bütünden kopmuş gibi bir şekli olan pürüzlü bir taştan oluşuyordu. Koyu bir yeşili vardı ama tam bir zümrüt değildi. Gittiğim doğal taştan anlayan bir adam bunun Gök Zümrüt adında nadir ve oldukça değerli bir taş olduğunu söylemişti. Satın almak için ısrar etse de ona kulak asmadan dükkandan ayrılmıştım.

Tekrar mola vererek ormanın içine girdim. Son iki gündür göletin yakınlarında çalışıyorlardı. Geceleyin herkes uyurken iki kişi nöbet tutuyordu. Onları atlatmayı başarabilirsem daha rahat araştırma yapabilirdim. Ancak şimdi akşam olana kadar daha fazla dikkat çekmeden işime geri dönmeliyim.

Uzun saatlerin ardından sonunda akşam olmuş herkes bu yorucu günün ardından biraz dinlenmek için dağılmıştı. Küçük bir fener bulup cebime attım, giydiğim ceket kolyenin ışığını gizlerdi. Kaldığım çadır sadece içten kapanabiliyordu ama ince bi iplik bu sorunu çözdü. Gün boyu bu planı yaptığım için iplik çoktan hazırdı.

Bazı geceler uyumakta güçlük çektiğimden ve derin bir uyku için uyku ilacı kullanırım. Özellikle yorucu günlerin ardından bu sorunu yaşadığım için yanıma da getirmiştim. Akşama doğru ateşin başında çay içerken gizlice bugünkü nöbetçilerin çayına birkaç damla koydum. Biraz riskliydi, biri uyanıp onları uyurken görebilirlerdi ama benim şüpheli olmayacağım kesindi. Tabi eğer yakalanmazsam! Derin bir uykuda olacakları için açık çadırlarına onlar uyuyunca yarım içki şişeleri bırakmıştım. İçip sızmış gibi görünmeleri mantıklı olabilirdi. Ah, biliyorum çok saçma bir plan ve neden yaptığımı bile bilmiyorum. İçimden bir ses doğru şeyi yaptığımı söylüyor ama sağduyuma güvenerek tüm bu işleri çevirmek çok mantıksız ve tehlikeli, farkındayım. Durduk yere kendimi ateşe atıyorum resmen!

Kendim ile yaşadığım çelişkilerin ardından ormana doğru yol aldım. Bu yola girmiştim bir kere, geri dönemezdim. Gölete doğru adım adım ilerlerken kolyemden çıkan ışık gittikçe yoğunlaşıyordu. Öyle ki artık ceketten bile belli oluyordu. Tam kalbimin üstünde olmamasına rağmen kalbimdeymiş gibi göğsüm titriyordu. Ay, tamam, korkumu saçma şeylere veriyor ve biraz uyduruyor olabilirim!

Göletteki su yerden çıkıyordu, yani kaynak suyuydu ve temizdi. Ne yapıyorum diye sorgulamadan bilinçsizde bir anda suya daldım. Ay ışığında parıldayan gümüş gibi elimden kayıp giden suya kendimi bırakmışken suyun derinliğinden bir yeşillik geliyordu. Ya efsanelerdeki gibi büyük göl canavarı beni yiyecek ya da kıvrak bir yılan balığı güzel kıçımı ısıracaktı!

Kendimi sıktığım ve gözlerimi yumduğum dakikaların ardından yavaşça gözlerimi açtım. Kalçam sağlamdı, ısırık yokt- gölet artık yemyeşildi! Bir anda ayaklarıma bir şey sarıldı. Yakalanmayı umursamadan tiz bir çığlık attım. Ah, kesin duydu o kem gözlü Sarah!

Bacaklarıma sarılan şey beni suyun içine çekmeye başladı. Çırpınmalarım faydasızdı, burnumu işe ben sokmuştum! Tanrım, bu sırrı çözmeden ölmek istemiyorum. Kafamı suya daldırıp ayaklarıma sarılan şeye baktım. Basit bir sarmaşıktı. Ellerimle asıldım, koparmaya çalıştım ama nafile daha da sıkılaşmıştı. Artık tamamen suyun içindeydim. Ciğerlerimdeki hava giderek tükeniyordu. Sarmaşıklar bir anda zincirlere dönüştü, sanırım artık hayal görüyorum! Suyun zeminine baktım, eski antik bir şehir vardı. Tüm bu saçmalıkta neydi böyle! Merkezinde yosun kaplamış bir heykel vardı. Elinde büyük bir taş tutuyordu. Taş bütün halde değildi, bir parçası yoktu. Bekle, bu benim kolyem!

Kolyem kendiliğinden çıktı ve süratle taşa doğru ilerledi. Taş artık tam bütün haldeydi ve ben hâlâ ölmemiştim. Bu ne çeşit bir fanteziydi böyle, ölen insanlar öteki dünyaya böyle mi geçiş yapıyordu!

Heykel bir anda gözlerini açtı, tam o anda göz göze geldik. Gözlerim tek gözlerine kilitlenmişti, hareket ettiremiyordum. Bir anda bana doğru gelmeye başladı. O an bütün zincirler koptu. Elleri belimi sardı ve yüzüme doğru üfledi. Solan ciğerlerime yeniden hayat gelmişti. Elindeki taşı göğsüme itti, öyle bir bastırıyordu ki derim yarılmıştı. Dayanılmaz acıyla bir çığlık attım, çığlığımla bütün şehir titremişti. Ama heykel durmuyor aksine daha da sert bastırıyordu. Bir anda kalbime girdi. O an her şey durdu, nefes alamadım, gözlerim dahi kapanmadı.

Geçen saniyelerin ardından gözlerimi mavi bir ışık kapladı, ışık o kadar güçlüydü ki hiçbir şey göremez oldum. Vücudumu hissetmiyor, nefes almıyordum. Mavi ışıkla birleştim sanki ve bir boşluğa düştüm.

Gözlerimi açtığımda her şey normaldi. Hayattaydım! Gölün kenarında, ıslak, sırt üstü uzanıyordum. Doğan güneşle daha henüz sabah saatleri olduğunu anladım. O saçmalıkta neydi öyle? Büyük ihtimalle uyuyakalıp son derece gerçekçi bir rüya görmüştüm. Yavaşça doğruldum ve kendime bir göz attım. Her şey yolundaydı ama kıyafetlerim bambaşkaydı. Bu ince tül kumaş da ne böyle? Yeşil kumaşı sari giyiyormuşum gibi yeşil bir tülle sarılmıştı ama geleneksel hint sarisinden çok eski mısır kıyafetlerini andırıyordu.

Güzel taşlarla bezeli takılar takıyordum ve büyükannemin kolyesi hâlâ boynumdaydı. Etrafta ise Üst'e ve ekibe dair hiç kimse yoktu. Aksine benim gibi giyinmiş onlarca insan bir yerden bir yere eşya taşıyorlardı. Rüyanın içinde rüya falan mı görüyordum acaba? Öyleyse lütfen biri beni uyandırsın, Tanrı aşkına!

Loading...
0%