Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm

@pinarisko

Dakikalarca ayakta öyle kalakalmıştım, bu bir rüya değilse ne olabilirdi? Kafayı falan mı sıyırmıştım yoksa boğulduktan sonra bitkisel hayata geçmiştim de hayal mi görüyordum? Yoksa, yoksa öldüm mü? Ah, hayır, öteki dünyanın böyle bir yer olduğunu sanmıyorum. Etrafta yine benim gibi ama daha sade giyinmiş, sürekli bir şeyler taşıyan insanlar vardı.

Bir kadının yanına gidip sordum. "Bakar mısınız, burada tam olarak ne oluyor acaba?" Burası neresi, ben kimim, sen kimsin, bunlar kim gibi soruları kendime sakladım. Deli gibi gözükmek istemiyordum, olayı anlamalı ve hemen bir çözüm bulmalıydım. Zamanda yolculuk falan yapmış olabilir miydim? Böyle şeylere oldum olalı hiç inanmazdım ama bu durum beni böyle uçuk düşüncelere itiyordu.

"Hanımım, kafanız falan mı karıştı? Ah, suya düşerken kafanızı mı çarptınız? Sizi yeni evinize yerleştiriyoruz ya!"

Benim burada bir eski bir de yeni bir evim mi vardı! Ne evi, ne hanımı Tanrı aşkına!

"Ah, evet doğru. Şey, aslında kendimi pek iyi hissetmiyorum. Dinlenebileceğim bir yer gösterir misiniz?"

"Ah, tabi eviniz daha hazır olmadı. Keşke gelmek için bu kadar ısrarcı olmasaydınız! Gelin sizi çadıra götüreyim."

Kadını takip ettim, beni büyük bir çadıra getirdi. Gösterdiği sedire uzandım. Burası gerçekten de çok ilkeldi. Eski mısır döneminde falan olmalıydım şu an. Başımda bekleyen bir kadın bana bir şey isteyip istemediğimi sordu. Nasıl gözüktüğüm önemli değil, ben kim olduğumu soracağım!

"Aslında ben tam olarak kim oluyorum?"

Ah, zavallı kadın bana dehşetle bakıyordu.

"Hanımım sıhhatiniz yerinde mi? Tabi ki siz General Antonius'un kızısınız. Ah, Firavun'un da gözdesisiniz!" derken bir an duraksadı. "Kusura bakmayın efendim, haddimi aştım."

"Ah, hiç önemli değil. Sen benim nedimem falan mısın?"

"Değilim hanımım, saraydan sizinle ilgilenmek için gelen hizmetçilerdenim."

"Saraydan geliyorsan pek çok bilgi biliyorsundur o zaman."

"Yok hanımım, ben ne bileyim."

"Firavun'un gözdesisin, dedin. Bana biraz Firavun'dan bahsetsene!" diye konuştum.

" Aman hanımım, neden bana soruyorsunuz bunları? Benim ne haddime Firavun hakkında konuşmak. Ben sadece Firavun sizi bizzat buraya, böyle bir yere taşıyınca öyle düşünmüştüm. Sizin husumetinize laf etmek bana düşmez yoksa!"

Of, bu kadın konuşmaz. Daha fazla uzatırsam da bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayacak. Ah, kesin o izlediğim filmlerdeki gibi boğularak ölüp diğer hayatımı yaşıyorum ya da ruhlarımız falan bağlandı! İnsanın birden fazla yaşamı varsa o doğarak başlamaz mıydı? Ya da hafızamı kaybetmem gerekmez miydi?

"Biraz araziyi gezmek istiyorum."

"Eşlik etmemi ister misiniz, hanımım?"

"Hayır, gerek yok."

Yavaş adımlarla çadırdan çıktım. Ne bir şey biliyor ne de sorabiliyordum. Belki gölete tekrar girmek işe yarayabilirdi falat yine de çok küçük bir ihtimaldi. Her giren birkaç yüzyıl önceye gitseydi ohoo! Herkes istediği yere giderdi. Bu tek bende mi işe yarıyordu yoksa gölet geçit gibi bir şey miydi?

Yavaşça gölete doğru ilerledim. Sudaki yansımama baktım, gerçekten de Firavun'un gözdesiydim sanırım. Bir anda suya atladım. Derine ilerledim ama kum ve yosundan başka hiçbir şey yoktu. O sarmaşıklar bile! O anda biri suya daldı, beni belimden kavrayıp su yüzüne çıkarmaya çalıştı. Hey, ben zaten yüzme biliyordum!

Yüzeye çıkmamla "Derdin ne senin!" diye çıkıştım. Karşıdaki kişiye baktığımda açılan ağzımı kapatamadım! Annen ve baban iyi ki o gece uyumamış! Tanrım, ah hayır asıl tanrı bu adamdı!

"Nora, ne yaptığını sanıyorsun! Suyu sevdin herhalde atlayıp durduğuna göre!"

Bu adam kesinlikle bir soyluydu, kıyafeti ve benimle konuşma tarzı ile buradaki hizmetçilerden ve kahyalardan farklıydı. Ah, canım yine çok zekiyim!

Sonra aniden bana yaklaştı, yüzüme yapışan ıslak saçlarımı düzeltti, eli yanağıma kaydı ve yanağımı okşamaya başladı. O anki şaşkınlığımla tepki bile veremeden;

"Bir firavunu seninle beraber suya atlatacak kadar büyüleyicisin."

Hay sıçayım! Bu adam firavunun ta kendisiydi! Bir firavunun gözdesiysem, ki o benim için suya bile atlamıştı, ondan daha fazla bilgi öğrenebilirdim. Ama tüm o firavunlar zalim heriflerin teki değil miydi? Başım nasıl bir boka girdi ki çıkmıyordu!

"Efendim, kusura bakmayın, sıcaktan çok bunalmıştım. Sizi böyle bir duruma soktuğum için beni bağışlayın."

"Ah bırak şimdi bağışlamayı, senin ne kusurun varda kusura bakayım! Şimdi gel, biraz vakit geçirelim."

Diyerek daha da yaklaşmaya başladı. Bekle, tamam yakışıklı olabilirsin hatta belki biraz daha fazlası ama bu rızam olduğu anlamına gelmiyor!

"Efendim kendimi iyi hissetmiyorum, biraz dinlensem iyi olacak."

"Hadi ama Nora! Ne efendisi, bana böyle seslenme. Ben senin için sadece Ramses'im. Hem birazdan kendini çok daha iyi hissedeceğine eminim." diyerek daha da yakınlaştı. Bu işin içinden nasıl sıyrılacağım! Firavun'u şüphelendirmeden ikna edecek tek yol mu bilmem ama onlardan biri cilveydi. Tanrım, resmen bir firavunla aşk yaşıyorum!

Ellerimle omuzlarını destekleyerek kafamı göğsüne yasladım. Bu an gerçekten yaşanıyor olamaz! Daha bir gün önce taş yararken şimdi yunan tanrısından tek eksiği yunan olmaması olan bir adam, üstelik bir firavunun, kollarındaydım. Hayat gerçekten garipti!

"Ah, canım hala çok başım dönüyor. Kafamı sağlam vurmuş olmalıyım."

Bu yakınlığım Firavun'un hoşuna gitmiş olmalı ki hafif güldü.

"Sakarlık bir insana ancak bu kadar yakışır." diyerek beni kucağında sudan çıkardı. Bu adamın Firavun olduğuna emin miyiz? Tek işi yavşaklık çünkü!

"Üstümüzü değiştirip saraya gidelim. Ah, direkt sarayda kalsaydın keşke ev hazırlanana kadar!"

Firavun ne değişik adamdı böyle! Ve biz niye aşıkları oynuyorduk?

Kadınlar bana yeni kıyafetler giydirmiş ve önüme düzinelerce takı koymuşlardı. Hepsi o kadar güzeldi ki! Safir olan takımı seçip taktım. Aynadan kendime baktım. Esmer tenime mor güzel gitmişti. Açık konuşmak gerekirse bu kıyafetleri sevmiştim. Sarı safir takılar da yakışmıştı. Yeşil gözlerime sürme sürmüş ve allık için kırmızı bir boya vermişlerdi. Eskiden daha mı güzelmiş ne!

Hazırlanınca araca doğru yürüdüm. Firavun aracın yanında durmuş bir adamla konuşuyordu. Ben yanına gidince adam saygıyla eğilerek gitti. Firavun elini uzatarak araca binmeme yardım etti. Bence kesinlikle firavun diye beni kandırıyor!

Araç hareket etmeye başlarken Firavun elimi tuttu. Tanrım, her şey bir firavunla aşk yaşamak için değildir umarım. Fakat her ne dersem diyeyim olaylar beni biraz sarmaya başladı, eski hayatımdan daha aksiyonlu olduğu kesin.

Yolda gözlerim yavaş yavaş kapanıyor ama açık tutmak için direniyordum. Firavun'a hatta kimseye güvenemezdim, kimseyi tanımıyordum sonuçta. Bir süre sonra daha fazla dayanamadım ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Uyandığımda bir yatakta uzanıyordum, evimden daha büyük bir odadaydım. Pencereden baktığımda güneş batıyordu. Anlaşılan gölet büyüsünü kaybetmişti. Ne Firavun ne de ben dün geceki olaya benzer bir şey yaşamıştık. Peki şimdi ne yapabilirdim ki? Hiçbir şey bilmiyorum gerçekten. Ne yapmam gerektiğini bile!

Tam arkamı döndüğümde Firavun kapıda belirdi.

"Minik uykucu uyanmış, hadi gel, acıkmış olmalısın."

Firavunlar gerçekten normalde de böyle miydi yoksa bu adam Nora'ya kör kütük aşık mı olmuştu? Belki Firavun'un bu ilgisini kullanmalıydım. Eski Mısır hakkında okuduğum kitaplarda sarayda kahinler, şifacılar gibi insanlar olmalıydı. Rüya yorumcuları, ölülerle iletişime giren insanlar hakkında efsaneler okumuştum. Umarım bana olan bu garip değişim hakkında bir şeyler bilen insanlar vardır!

Firavun'u takip ederek yemek odasına geldim. Yanına oturdum ve yemeye başladık. Başta yemekler garip gelse de sevmiştim. Bir anda bastıran açlıkla yemeklere saldırdım. Firavun Ramses bana hayretle bakıyordu. Onu umursamadan yemeye devam ettim. Tokluk hissiyle karnım ağrımaya başladığında geri çekilerek karnımı ovaladım, gözüm doymuyordu!

"Doydun mu Nora?" diye gülerek sordu Ramses. Utançla kafamı salladım, resmen bir oburdum. Ama teknik olarak bir gündür açtım, az bile yemiştim.

"Karnımızı doyurduğumuza göre odamıza çekilebiliriz, ne dersin?"

Odamız? Anlıyorum..Firavun yine bana yaklaşmaya başladı. Ah, senin önemli devlet işlerin falan yok mu be adam hep benlesin!

"Ah, tabi ama..."

Kaygıyla gözlerimi ellerime diktim ve ellerimle oynadım. Bana 'sorun ne?' diye sorması için küçük bir roldü.

"Sorun ne?" Bingo!

"Uyurken korkunç bir rüya gördüm. Ne kadar sadece bir rüya diye geçiştirmeye çalışsam da aklıma takıldı. Bu konu hakkında konuşabileceğim birileri var mı?" Antik Mısır hakkında okuduğum bir başka yazıda ise firavunların rüyalarını hastalıklı derecede dikkate almalarıydı. Firavun anlayışla kafasını salladı.

"Anlıyorum, aslında bunun için yetkili kahinler var ama sadece hanedan mensupları için."

Of, hadi ama! Ben General'in kızı olsam da sırf Firavun bana ilgi duyuyor diye hanedan mensubu sayılmazdım.

"Ama tabi yakında olacağına göre, erken de olsa içlerinden biriyle konuşabilirsin."

Ne! Firavun'un karısı olarak neredeyse istediğim her şeyi yapabilirdim ama bırakın görevleri ben kendimi bile bilmiyorum. Üstelik evliliğin getireceği şeylere hiç hazır değilim! Bu evlilik olmadan kaçsam nereye gidebilirim ki? Bu teklifi Nora kabul ettiyse, sahi şu an o neredeydi? Yok mu olmuştu yoksa yer mi değiştirdik? Kahin umarım bir şeyleri biliyordur.

Yemekten sonra Firavun Ramses çalışma odasına çekilmişti. Bende Kahin'in odasına ilerliyordum. Kapıyı yavaşça araladım, tam içeri girerken gördüğüm manzara beni dehşete düşürdü. Adamın göz kapakları sanki içine kapanmış gibi gözleri yumru yumruydu. Ağzının kenarları yırtılmış, bembeyaz soluk tenini mor damarlar kaplamıştı. Kemikli uzun elleri bir küreyi tutuyordu.

"İçeri gir, çekinme otur." Seside en az görüntüsü kadar korkunçtu. Yavaşça öndeki mindere geçtim.

"Öncelikle bu konuşmanın içeriğinden Firavun'un haberinin olmasını istemiyorum." Çürük dişlerini göstererek güldü.

"Görüşmelerin hassasiyeti ruhlar için önemlidir. Ancak önemli olan bir diğer şey ise bedeldir. Her soru başına bana değerli bir şey vermen gerekir."

"Değerli bir şey derken? Para veya mücevherler mi?"

"Ah, hayır Zemheri. Burada hiçbir şeyin olmadığını elbet bende biliyorum. Senden istediğim çok daha başka bir şey." O beni görmese de dehşet içinde ona bakıyordum. Burada adımın Nora olduğunu zannediyordum, kesinlikle Zemheri değil!

"Adımı da nereden biliyorsun?"

"Buraya zaten bunun için gelmedin mi?" Bu adam gerçekten İstanbul'daki falcılara benzemiyordu.

"Benden istediğin karşılık nedir?"

"Ah, senden pek fazla şey istemeyeceğim. Sen zaten ileride pek çok şey yapacaksın. Şimdilik bana elindeki kolyeden bir parça vermen yeterli."

"Sana bu parçayı verirsem o taşı tamamlayıp geri dönemem!" O taşı tamamlayıp buraya geldiysem, o taşı tekrar tamamlayıp geri dönebilirdim.

"Peki, gerçekten geri dönmek istiyor musun?

"Tabii ki de! Orada bir hayatım var, kendi ellerimle inşaa ettiğim. Burada ise başkasının başlattığı hayatı sürdürüyorum.

"Ya asıl bu hayat seninse Nora, o zaman ne yapacaksın?"

"Ne demek istiyorsun?"

"Her zaman olması gereken olur, senin şu an burada olman gerek. Gök Zümrüt'ü senden çalmak isteyen çok kişi var. O geçidi bilen tek kişi sen değilsin." Durup biraz soluklandı, sonrasında devam etti.

"Seninle bizzat ben görüşmek istedim. Eğer o parçayı verirsen, güvende olursun. Emin ol, o parça bende güvende olacak. Şimdilik sana sadece bunları söyleyebilirim. Şimdi soruna gelelim, bana tek bir soru sor."

Loading...
0%