Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm (Sık Ve Bitir Bu İşi)

@queennnn000

2. Bölüm

-Seni yok sayacaklar, sen daha çok varolacaksın-

 

Dışarıdan gelen şimşek sesi ortamda sessizliği bozan tek şeydi. İki gün olmuştu, iki gündür bu yayla evindeydik. Sinan Mirza'yı gönderdikten sonra olabildiğince üst kattan aşağıya inmemişti, iki gündür resmen tek kelime bile konuşmamıştık ki bu durum canıma minnetti. Ama iki günün sonunda Mirza gelmişti. Büyük ihtimalle Mirza'yı çağıran Sinan'dı.

 

Sessiz kalmasının elbette bir sebebi vardı. Kim bilir bu iki gün boyunca neler düşünmüştü?

 

Şuan karşımdaki koltukta oturmuş sakin bir şekilde sigarasını içiyordu. Mirza geldiği gibi üst kata çıkmıştı ve saatler geçmesine rağmen hâlâ aşağıya inmemişti. Sinan'ın gözlerinde dışarıdaki hava gibi sis bulutları vardı. Duygularını anlamak mümkün değildi.

 

"Bir hafta oldu" diye başladı söze ve parmakları arasındaki sigarasını küllüğe bastırdı. Önüne eğik olan başı kalktı önce yukarı ve sonrasında gözlerini gözlerimin tam içine dikti. Öylesine sert bakıyordu ki, korkmamak elde değildi.

 

"Zehra öleli tam bir hafta oldu. Sesini tam yedi gündür duyamıyorum, gülüşü kulaklarımı doldurmuyor. Narin kolları boynumu sarmıyor" bir iç çekip oturduğu yerden ayağa kalktı ve dibime kadar gelip bir anda diz çöktü.

 

"Eflin" diye fısıldadı. Sanki söyleyeceği şey çok zormuşta güç toplamaya çalışıyormuş gibi bir hali vardı. Gözlerini kapattı usulca ve yumruğunu sıktı, ardından derin bir nefes verip gözlerini açtı. Açık kahve gözleri gözlerime baktı.

 

"Bebeğimiz-" devamını getiremeyip başını önüne eğdi.

 

Bebekleri...

 

"Bizim bir bebeğimiz varmış." Fısıltıdan ibaretti sesi, hatta duymakta dahi zorlanmıştım. Ama söyledikleri bir hançer misali saplanıvermişti kalbime, nefesimi çekip almıştı benden.

 

Zehra hamile miydi?

 

İki gündür akmayan gözyaşlarım, akmaya başladı. Kalbimin üzerindeki ağırlık öyle büyüktü ki nasıl geçeceği hakkında hiçbir fikrim yoktu.

 

Şakaydı değil mi? Sinan canımı yakmak için söylemişti. Üzülmemi istiyordu, canımı yakmak istiyordu. Hem Zehra hamile olsaydı bana söylerdi, ya da ben anlardım. Biz sürekli onunla beraberdik. Anlardım. Hamile olsa bilirdim, bilirdim değil mi?

 

Sinan başını kaldırdığında dolan gözleriyle karşılaştım.

 

"Sen" dedi birden fazla duyguyu barındıran gözlerini gözlerime dikerken. "Sen onları benden aldın. Ben onların bedenini toprağın altına gömdüm." Ve o an bitti Sinan'ın sakinliği, diz çöktüğü yerden ayağa kalkıp, başıma dikildi.

 

"Sen ikisinide benden aldın. Evleneceğim kadını aldın, kokusunu bilmediğim, kalp atışlarını hiç dinleyemediğim bebeğimi aldın. Sen benden geleceğimi aldın ulan!"

 

Delirmiş gibiydi, belkide gibisi fazlaydı. Delirmişti. Haksız mıydı? Bilemiyorum. Bir insan böyle bir acıyla nasıl başa çıkabilir gerçekten bilmiyorum. Ama acısını başkasını suçlayarak hafifletemez ki, beni günah keçisi ilan etmesi acısını hafifletmezdi ki,

 

"Benim bir hafta önce hayatım bitti. Zehra ve bebeğimi toprağın altına gömdüğüm gün benimde ruhum onlarla birlikte gömüldü. Sadece bedenim sağ kaldı. Onunda artık kimseye merhameti yok, kendine bile"

 

Gittikçe ciddileşiyordu yüz ifadesi,

 

"Bugün sana burada iki şey için söz vereceğim" işaret parmağını kaldırıp devam etti konuşmasına

 

"Birincisi bedenin. Yeminim olsun ki sana hayatın boyunca asla ama asla fiziksel bir şiddet uygulamayacağım. Elim yanlışlıkla dahi olsa kalkmayacak. Çünkü bizim topraklarda kadına el kalkmaz..." bir kaç saniye duraksadı ve san ki söyleyeceği şeyi söylemekte zorlanıyormuş gibi ağzını açıp yumdu.

 

"Ölmüş bebeğimin üzerine yemin olsun."

 

Sözü biter bitmez arkasını döndü. O an gözlerimden yaşlar usulca akıp hiçliğe karıştı. Büyük ihtimalle onunda gözleri dolmuştu ve onu öyle görmemi istememişti.

 

İşaret parmağıyla birlikte orta parmağını kaldırıp iki yaptı.

 

"İkincisi annen ve baban. Onlarında saçlarının teline zarar gelmeyeceğine söz veriyorum. Onların bir suçu yok sonuçta ve ikisinide severim. Onların canını yakmak bana yakışmaz"

 

"Zehra'nın üzerine yeminim olsun"

 

Kalbim artık yok gibiydi. Sözleri her geçen saniye öyle bir yakıyordu ki canımı, fiziksel bir şiddete gerek yoktu.

 

Bedenini bana döndürdü.

 

"Sen benden geleceğimi aldın. Ben bir daha kimseyi sevemeyeceğim, kimseyi hayatıma alamayacağım, ve bir daha çocuğum olmayacak. Sence de benden çok fazla şey almadın mı?"

 

Bu bir soru değildi? Sinan'da cevaplamamı istemiyordu zaten.

 

"Ve bu durumda seninde bir geleceğin olamaz. Bu adaletsizlik olur, yaşattıklarını yaşaman gerekiyor. Ben-" işaret parmağıyla kendini göstererek devam etti konuşmasına "Sinan Şahin adalet istiyorum ve istediğim adaleti ne olursa olsun sağlayacağım"

 

Sessizce dinledim söylediklerini, hiçbir anlam katmadan, ne anlatmak istediğini sorgulamadan. Ruhsuz bir şekilde dinledim. Susmadı, kendimde olmadığımı farkettiği halde susmadı. Devam etti konuşmaya...

 

"Bu akşam yıldırım nikahı ile evleneceğiz. Ve seninde ruhun bu akşam gömülmüş olacak. Yalnızca bedenin hayatta kalacak. Bir geleceğin de hayalinde kalmayacak"

 

Bu nasıl bir düşünceydi? Saçmalıktı. Bir insan nasıl kendi canı yanıyor diye karşısındakini de yakmak ister ki? Diri diri yakmak. Merhametsizlikten de öte bir şeydi bu...

 

Son gücümle ayağa kalktım. Günlerin verdiği yorgunluk ve açlık bedenimi iyiden iyiye hastalandırırken son gücümü karşısına dikilirken kullandım.

 

"Böyle bir şey asla olmayacak!"

 

Histerik bir gülüş peydah oldu dudaklarında

 

"Olacak" diye diretti kendinden emin bir şekilde,

 

"Nasıl olacakmış? Benim bildiğim kadarıyla nikah memuru iki tarafada rızasının olup olmadığını soruyor. O an geldiğinde ne yapacaksın? Nikah memuru bana kabul ediyor muyum diye sorduğunda, bana nasıl evet dedirteceksin? Dedirtemezsin!"

 

Demezdim. Öleceğimi bilsem demezdim. O bir nevi intikam olarak görüyordu bu durumu ya da kendince bir tür adalet ama değildi, bu Zehra'ya ihanet başka bir şey değildi. Nasıl olurda gözünü bu kadar karartabilirdi ki?

 

"Nikah memuru kabul ediyor musun diye sorduğunda evet diyeceksin"

 

"Asla!" Diye bağırdım. Bunu yapamazdı, böyle bir şeyi aklının ucundan dahi geçirmesi saçmalıkken bir de yapmaya kalkışması tamamen aptallıktı.

 

"Asla, asla deme Eflin Keskin"

 

Kaşlarım çatıldı adımı soyadımı vurgulamasının ardından.

 

"Abin ne zaman Türkiye'ye dönmeyi düşünüyor?"

 

Abim mi? Abim ne alakaydı?

 

"Ne?"

 

"Gelmeyi düşünmüyor mu yoksa?"

 

Kaşlarımı karartarak baktım suratına, ne dediğinden acaba kendisinin haberi var mıydı? Ağzından çıkanı kulağı duyuyor muydu?

 

"Annen ve babana zarar vermem dedim. Melih'e zarar vermem demedim. Bildiğim kadarıyla Melih Amerika'da, ve bil bakalım benim adamlarım şuan nerede ve kimin evinin yakınlarında nöbet tutuyor?" Bir kaç saniye yalandan düşünüyormuş gibi yapıp "Bildin, abinin evinin yakınlarında, peki sana videosunu izletmemi ister misin?" Yine bir kaç saniye sessiz kalıp sonrasında konuşmasına devam etti "İstersin"

 

Cebinden çıkardığı telefonunun ekranını açıp galeriye girdikten sonra telefonunu yüz hizamda kaldırdı. Ekranda gördüklerim ile gözlerimin önü bir kaç saniyeliğine kararmış ve bedenim sertçe kalktığım koltuğa düşüvermişti. Gözlerim bir dehşete tanık olmuşçasına açılmış bir vaziyette önüme bakıyordum.

 

Abimin evinin önünde ondan fazla silahlı adam vardı.

 

Abim.

 

"Nikah memuru soru sorduğunda ne diyeceksin?"

 

Olmaz. Böyle bir iğrençlik olmaz.

 

"Ben suçlu değilim. Benim bir suçum yok. Bunları hakedecek hiçbir şey yapmadım!"

 

"Yaptın! Onları sen öldürdün, senin yüzünden öldüler"

 

Evlilik olmazdı. Şuan şurada kafama sıksa kabulümdü ama evlilik...

 

Bakışlarım bir anda Sinan'ın belinde duran silaha kaydı. Karadenizin şanındandı erkeklerinin silahla dolaşması, bu topraklarda erkekler ve kızlar farketmeksizin hep silahla büyürlerdi. Silah bizler için asla tehlikeli veya korkunç bir şey değildi. Doğallığımızdı, adetimizdi. Bayramlarımızın sesiydi, mutluluklarımızın ortağı, burada böyleydi. Trabzon'da böyleydi. Silah sevgiliydi. Silahtan korkulmazdı, tehlike olarak düşünülmezdi. O kör kurşun sevdiğin birinin canını almadığı sürecede bu adet kaybolup gitmezdi.

 

Ne bizim ailemizde ne de Sinan'ların ailesinde böyle bir durum olmamıştı. O kör kurşun henüz daha hiçbir sevdiğimizi bizden almamıştı. Ama ben şuan onun korkusuyla yanıp tutuşuyordum. O kör kurşun birinin canını alacaksa o benim canım olmalıydı. Abimin değil.

 

Hiç düşünmeden çekip aldım silahı belinden. Sinan ne olduğunu anlayamadan ayağa kalkıp namluyu dayadım şakağıma,

 

"Sikeyim" diye bir küfür fırladı Sinan'ın dudaklarından ve tedirgince bir adım geriledi. "İndir şu laneti" dedi. Başımı usulca iki yana salladım.

 

"Adalet istiyorum demedin mi? Al sana adalet, Zehra'nın ölüsüne karşılık benim ölüm. Bence bundan iyi adalet olamaz."

 

"Bu adalet olmaz, bir kere değil her gün öleceksin. Bir seferde kurtulmana izin vermem. Şimdi indir o silahı"

 

"Abime zarar vermeyeceksin!"

 

"Akşama nikah memuruna evet diyeceksin!"

 

Emniyetini açtım silahın, bundan başka kurtuluşum yoktu. Şuan ölüm benim için biçilmiş en güzel şeydi.

 

"Sakın!" Diye bağırdı tüm gücüyle ama umrumda olmadı. Bir haftadır zaten ölü gibiydim. O arabadan sağ çıkmış olmak hayatımın en büyük yanlışıydı zaten. Bende ölmeliydim, neden ölmemiştim ki? Nasıl yaşamıştım? Onlar ölmüşken ben neden yaşamıştım?

 

Gözlerimde görmüştü kararlılığımı, o yüzden kararmıştı gözbebekleri, kenara sıkışmış gibiydi. Böyle bir hamleyi benden beklemiyordu. Kendi canımı ortaya koyacağımı hiç düşünmemişti.

 

Bir adım attı üzerime doğru, silahı almak için yaptığını düşündüğüm için hızla bende bir adım geriledim. Ellerini sertçe saçlarından geçirip derin bir nefes aldı.

 

"Sık lan! O siktiğimin beynini patlat, bütün kanın çekilsin vücudundan. Geber amına koyayım!"

 

Yüzüme doğru bağırmasıyla ne uğradığımı şaşırırken silahı tutan elim titremeye başlamıştı.

 

"Sık ve bitir bu işi, zaten o gün o arabadan sağ çıkman hataydı. Sende ölmeliydin. Hatta yalnızca sen ölmeliydin"

 

Üzerime doğru bir adım atmıştı ve benim artık geriye gidecek yerim yoktu. Kalbim korkuyla şiddetli bir şekilde atarken, elim titremekten dolayı silahı tutamaz hale gelmişti.

 

"Çeksene tetiği, hadi yap! Öldür kendini, elimi kana bulamadan kurtarmış olursun ikimizi, yapsana ne duruyorsun?"

 

"ÇEK TETİĞİ!"

 

Elimde ki silah yere gürültüyle düştüğünde kalp atışlarımı kulaklarımda hissettim. Dizlerimin bağı çözülmüş gibi yere çöktüm. Gözlerimden yaşlar bir bir firar ederken. Buğulanan gözlerimin görüş açısında yalnızca Sinan'ın ayakkabıları vardı. Usulca eğildi önüme ve yere düşen silahı alıp başıma dayadı. İşte o an tüm kanımın bedenimden çekildiğini hissettim. Tek bir kurşun yeterdi ölmeme, saniyelik bir an ölüme götürdü beni,

 

Ölmek istiyor muydum? Hayır. Az önceki cesaretim bir kuş olup kanatlanarak uçup gitmişti içimden. Şimdi korkudan tüm vücudum tir tir titriyordu.

 

"Korkma, öldürmem seni, ölüm senin için kolay yol olur. Sen yaşayacaksın, yaşadığın her gün öldüreceğim seni...bir kurşunla bitirmem işini"

 

Başımdan çekilen silah ile derin bir nefes aldım.

 

"Yalvarırım-" dedim nefesim kesilirken. Karşımdaki adama boyun eğmek istemesemde mecburdum.

 

"Bu saçmalıktan vazgeç, oturup düşündüğünde sana da saçma gelecek. Hem bu adalet değil ki olamaz, bu yalnızca Zehra'ya ihanet olur. Ona ihanet edemezsin. Edemem, ikimizi de böyle bir günaha sürükleme, yapma!"

 

Saçmalıktı, ne adalet ne intikam hiçbiri değildi sadece boktan bir saçmalıktı. Benim bir suçum yoktu ki, neden böyle bir cezaya mahkum ediliyordum?

 

"İhanet mi? Ben Zehra'yı tanıdığım günden beri ondan başkasını görmedi gözlerim. Kulaklarım onun sesinden başkasını duymadı, gözlerim ondan başkasına bakmadı, dudaklarım onun teninden başka kimsenin tenine değmedi. Şu kalbim var ya kalbim kimse için atmadı. Ne ihaneti? Adının yanına soyadım gelecek diye ben Zehra'ya ihanet etmiş olmuyorum."

 

Derin bir nefes aldı.

 

"Ben onun intikamını alıp adaleti sağlayacağım."

 

"İntikam mı? Neyin intikamı? Ben bir şey yapmadım ki Zehra şu halini görmüş olsaydı emin ol senden nefret ederdi. Seni sevdiği içinde kendinden nefret ederdi"

 

"SUS!"

 

İleri mi gitmiştim? Oysa haketmediği hiçbir şey söylememiştim. İntikam diyordu, akli dengesini kaybetmiş birisi gibi saçmalıyordu. Hangi dünyada yaşıyordukta intikam alacaktı. Neyin intikamıydı?

 

"Yeter bu kadar, gidip annenden kimliğini alıp gerekli işlemleri başlatacağım ve yıldırım nikahıyla evleneceğiz"

 

Ayağa kalkmamı beklemeden hızlıca çekip gitti. Durduramadım. Dur diyemedim. Beni öylece ardında bırakıp gitti. Dediğini yapıyordu, beni her gün öldüreceğini söylemişti ve yapıyordu. Öldürüyordu.

 

Bedenimi daha fazla ayakta tutamayıp koltuğa bıraktım. Ne olacaktı şimdi? Abim yaşasın diye evlenecek miydim? Sevmediğim birisyle, benden nefret eden birisiyle... Bu nasıl bir şeydi?

 

Annem ve babama söylesem olanları bana yardım edemezler miydi? Onlara nasıl anlatacağım ki? Yanımda bir telefon bile yok. Dağ başında yayla evindeydim. Yakınlarda kimsede yoktu, kış aylarında kimse yaylalarda olmazdı. Herkes şehre göç ederdi, köyü olanda köye, şuan burada kimsecikler yoktu.

 

"Zehra" diye fısıldadım. "Neden öldün ki? Bak yapayalnız bıraktın beni, çaresiz... neden bana hamile olduğunu söylemedin? Söyleseydin ben seni gözümden bile sakınırdım. Söyleseydin belkide böyle olmazdı, ben...ben o gece kabul etmezdim. Eğer bilseydim, gitmezdik Zehra-" hıçkırıklarım karıştı cümlelerime daha çok hıçkırdım.

 

"Ben teyze olacağımı bilmiyordum ki, sen bana söylemedin? Sen biliyor muydun? Belkide sende bilmiyordun. Zehra hiç mi hissetmedin bebeğini? Neden söylemedin be kızım? Neden sakladın? Her şey çok daha farklı olabilirdi Zehra"

 

Böyle olmamalıydı.

 

"Eflin"

 

Hıçkırıklarımın arasında duyduğum adım ile şaşkınca başımı kaldırdım. Merdivenin sonunda durmuş bana bakan beden ile sertçe yutkundum.

 

"Zehra"

 

.

.

.

 

 

Loading...
0%