Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm (Gitme)

@queennnn000

 

 

3. Bölüm (Gitme)

 

 

-Acı dünden mi gelir? Yarından mı kalır?-

 

 

 

"Zehra" fısıltıdan öteye gidememişti sesim. Adını söylemek bile içimde bir yerleri amansızca kanatıyordu. Hiç kapanmayacak yaralar açıyordu. Daha bir hafta olmuştu, Sinan başımda sürekli öldüğünü haykırıp dursada, ben hâlâ inanamıyordum. Sanki ölmemişti, sanki bir anda çıkıp gelecek ve bütün her şeyi bitirecekti. Sımsıkı boynuma sarılıp 'ağlama geçti' diyecekti.

 

Bir insan nasıl sevdiği birinin ölümünü kabul edebilirdi? Nasıl onsuz hayatına devam edebilirdi?

 

"Eflin" başımı usulca kaldırıp bana yukarıdan bakan Mirza'ya baktım.

 

"Zehra'nın bebe-ği varmış" hıçkırıklarım arasında zor tamamlayabilmiştim konuşmamı, Mirza başını sallayıp yanıma oturdu sakince, bakışları yüzümün her bir santiminde dolanıp en sonunda gözlerimde durdu.

 

"Biliyorum" onunda sesi fısıltıdan öteye geçmedi.

 

"Mirza" adını söylemem ile dikkatlice baktı gözlerime, yorgunluk akan, kan çanağına dönmüş gözlerime.

 

"Bundan sonra ne olacak?"

 

Ne olacaktı? Nasıl toparlanacaktık?

 

Sinan'la evlenmek benim ölümüm olurdu. Ben kendi rızamla mı ölüme gidecektim? Hayat bana karşı bu kadar acımasız olmamalıydı. Her şey üst üste gelirken beni bu denli köşeye sıkıştırmamalıydı. Neyin cezasıydı bu? Ne günah işlemiştim ki böyle cezalandırılıyordum? Kardeşim dediğim kişinin ölümünün üzerinden yalnızca bir hafta geçmişken, şimdi öz kardeşimin canıyla neden tehtid ediliyordum? Bu nasıl bir kaderdi?

 

Ben inançsız biri değildim ki, ben Allah'a inanırım onun kulları için yazdığı kadere inanırım. Herkes kaderinde yazılanı yaşardı. Ama benim kaderim neden böyle yazılmıştı?

 

Her gecenin ardından güneş doğuyorsa, karanlık bir güneşle aydınlığa dönüyorsa, benim güneşim neredeydi? Bu karanlık nasıl aydınlığa dönecekti? Dönecek miydi?

 

"Her şey düzelecek"

 

İçimdeki savaşı Mirza'nın sesi kısa süreliğine bölerken, dediğine kahkaha atarak gülmek istedim. Her şey düzelecek diyordu ama hiçbir şeyin düzeleceği yoktu. Sinan buraya nikah memurunu almadan gelmeyecekti. Bu nikah kıyılmadan beni buradan çıkarmayacaktı. Hiçbir şey düzelmeyecekti.

 

"Düzelmeyecek. Sen Sinan'ın neler dediğini bilmiyorsun"

 

Bilmiyordu. Abisinin ne kadar kötü kalpli olduğunu bilmiyordu. Bende bilmiyordum. Çocukluğum dediğim adamın bu kadar kötü bir insan olabileceğini bilmiyordum. Böyle bir şeyin olabileceğini hiç düşünmemiştim ki, ben Sinan'ın beni düşmanı olarak göreceğini hiç düşünmemiştim. O benim çocukluğumdu, geçmişime baktığımda hatırladığım anılarımın başrolüydü.

 

"Biliyorum, duydum her şeyi"

 

Duymuş muydu? Mirza üst kattan bizi mi dinlemişti?

 

Kaşları çatılmıştı ve bakışlarını hızla benden başka bir tarafa çevirdi.

 

"Sinan gidene kadar bilerek inmedim aşağıya"

 

Ayağa kalktım hızla, bakışlarım deli gibi Mirza'nın bedenini turluyordu.

 

"Bana yardım edeceksin değil mi? Bu nikahın olmasını engelleyeceksin. Ben suçlu değilim Mirza, sende biliyorsun. Sinan kabul etmek istemesede ben suçlu değilim. İşlemediğim bir suçun cezasını böylesine ağır bir şekilde ödeyemem. Olmaz. Yardım et bana, bir şey yap engel ol abine, bir şey yap"

 

Mirza ayağa kalkıp dikildi karşıma, onun ayağa kalkması ile aramızda oluşan boy farkından dolayı başımı yukarı kaldırdım yüzüne bakabilmek için. Kaşları hâlâ çatıktı, dişlerini sıkmaktan çene kasları belirgin hale gelmişti. Gözleri öfkeyle bakıyordu.

 

"Mirza bir şey yapacaksın değil mi? Engel olacaksın."

 

Sessiz kaldı. Başını sağa çevirip göz kontağımızı kopardı. Üzerine doğru bir adım attım, ellerimi yanaklarına yerleştirip yüzüme çevirdim. Kan çanağına dönen gözlerimle öfkeden kızaran gözlerinin içine baktım. Gözbebeğinde kendi yansımamı görebiliyordum. Gözyaşlarım çaresizlikten tekrardan akmaya başlamıştı. Son günlerde zaten durmadan akıyordu. Yağmur olsa biterdi, nehir olsa kururdu, deniz olsa çekilirdi. Ama onlar hâlâ bitmeden akmaya devam ediyordu.

 

"Sinan kadar olmasada seninle de beraber büyüdük Mirza, bana işlemediğim bir suçun cezasını çektirmeyin. Yalvarırım bir şey yap, canlı canlı ölmeme izin verme, hiç mi hatrım yok? Tamam belki benim senin için hiç hatrım yok ama anne ve babamında mı yok?"

 

"Seninde kız kardeşin var Mirza, onu düşün. Ona böyle bir şey olmasını ister miydin? Başına böyle bir şey gelsin ister miydin? Eğer gelmiş olsaydı o zamanda böyle put gibi mi duracaktın?"

 

Ve yine bir sessizlik. Sinan susmak bilmiyordu, beynimi acıtana kadar konuşuyordu. Mirza ise yeminli gibi konuşmuyordu. Sessizliğiyle boğuyordu beni, bir el gibiydi sessizliği her geçen saniye nefesimi daha fazla kesiyordu.

 

"Abim ya bu hayatta kimseye zararı dokunmayan. Ailesi için kendi hayatından vazgeçen abim. Melih Keskin. Zamanında seni ve abini dost bilen, yanınızda duran adam. Bugün senin abin o adamın canıyla tehtid etti beni, duydum dedin her şeyi... duyduğun halde neden bir şey yapmıyorsun?"

 

Elleri bileklerimi sardı ve yanaklarındaki ellerimi indirdi.

 

"Mirza"

 

Arkasını döndüğünde korkuyla önüne geçtim. Eğer giderse benim için her şey biterdi. Sinan bana acımazdı çünkü dediği gibi onun artık kendine bile merhameti kalmamıştı. O Zehra'yla birlikte gömmüştü kendini ama Mirza öyle değildi. O bana yardım edebilirdi.

 

"Gitme"

 

"Çekil Eflin"

 

"Gidemezsin. Bana yardım etmen gerekiyor. Ya göz göre göre beni ateşe atamazsın. Bu kadar vicdansız olamazsın."

 

Omzumdan iterek önünden çekilmemi sağladığında hızlı adımlarla kapıya gitti. Bir kez daha önüne geçecek gücüm kalmadığı için olduğum yerde yere yığıldım. Nereye uzansam elimde kalıyordu. İşlemediğim günahların bedeli ödetilmek isteniyordu.

 

Kalbime kapanmayacak yaralar açılıyordu ama ben hiçbirine engel olamıyordum. Hayatım ellerimin arasından kayıp gidiyordu ve ben öylece duruyordum.

 

Neden? Neden Zehra ölmüştü? Neden ölen ben değildim? Ben ölmüş olsaydım bunların hiçbiri olmazdı. Sinan böyle bir insana dönüşmezdi, Zehra'nın bebeği yaşıyor olurdu. En önemlisi abimin hayatı tehlikede olmazdı.

 

⏳⏳⏳

 

Sinan gideli kaç saat olmuştu? Hava kararmak üzereydi. Gelmesi an meselesiydi. Ben hala oturma odasında çöktüğüm yerdeydim. Mirza gittikten sonra kalkmamıştım. Kalkacak gücüm yoktu. Kabullenmek istemesemde her geçen saat beni sonuma biraz daha yaklaştırıyordu. Hiç aklıma gelmezdi başıma böyle bir felaket geleceği, ailem olarak gördüğüm insanların çocuklarının beni böylesi bir duruma düşüreceği...

 

Sinan'dı, çocukken beraber oyunlar oynadığım, yaylalarda çicekler topladığım, kendi canımdan ayırmadığım Sinan'dı.

 

Hayat öylesine tuhaftı ki, seni bir saat sonra neyin beklediğini bilemiyordun. Bende bilememiştim, kırk yıl düşünsem aklımın ucundan geçmeyecek şeyler başıma gelmişti. Bağırsam sesimi kimse duymuyordu, yalvarsam kimse acımıyordu. Bir çıkmazın içinde debelenip duruyordum.

 

Dış kapının gürültülü sesi ilişti kulaklarıma, kalbim korkuyla öyle bir hızlı atmaya başladı ki. Bayılacağımı sandım. Gelmişti. Sinan gelmişti.

 

Adım sesleri önüme kadar gelip durduğunda korkuyla yumdum gözlerimi, o an keşke sıksaydım kafama, biraz daha cesaretli olup çekseydim o tetiği, bitirseydim bu ızdırabı. Hiç başlamadan son bulsaydı bu ceza,

 

"Eflin"

 

Yumuşak ses doldu kulaklarıma, sıkı sıkıya yumduğum gözlerimi araladım. Karşımda diz çökmüş bir halde bana bakan Mirza duruyordu. Korkuyla atan kalbim rahatlarken derin bir nefes verdim. Mirza gelmişti. Gözlerimde umudun kırıntıları can bulurken "Efendim" dedim. Geri gelmişti. Geri dönmüştü. Belkide hiç gitmemişti.

 

"Şimdi burada konuşacaklarımız burada kalacak tamam mı?"

 

Neyi kabul ettiğimi bilmeden usulca salladım başıma, çünkü başıma bundan sonra ne gelecek olursa olsun Sinan'la evlenmekten daha kötü olamazdı.

 

Mirza'nın dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oluştu ve omuzlarımdan tutarak ayağa kaldırdı bedenimi, birlikte ayağa kalktığımızda omzumda olan eli belime inerek koltuğa yönlendirdi bedenimi ve birlikte koltuğa oturduk.

 

"Şimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle tamam mı? Tekrar edecek vaktim yok"

 

Yine başımı salladım bir umutla,

 

Mirza derin bir nefes çekti içine,

 

"Sinan'ın sana söylediklerinin hepsini dinledim. Bilerek inmedim aşağıya, çünkü duymak istedim ne kadar ileriye gidebileceğini kendi kulaklarımla duymak istedim. Ve duydum. Bir kez daha Sinan Şahin'in nasıl acımasız bir insan olduğuna kendi kulaklarımla şahit oldum."

 

Konuşmasını bitirir bitirmez başını önüne eğdi. Dizi üzerindeki elini yumruk yaptı, söyledikleri canını acıtıyormuş gibi bir hali vardı.

 

"Eflin bana yardım etmeyi kabul edersen seni kurtarabilirim. Aksi halde seni kurtarmam mümkün değil"

 

Bu defa kaşları çatma sırası bendeydi.

 

"Yardım mı? Ben sana nasıl yardım edebilirim ki?"

 

Başını hızla bana doğru çevirip gözlerimin içine baktı.

 

"Çok güzel edersin."

 

"Nasıl yardım edeceğim?"

 

Neyin içine sürüklüyordu bizi? Gözlerinde öyle bir duygu vardı ki, resmen o duygu gözlerini parlatıyordu. Ama bu duygu neyin nesiydi?

 

"Eflin sen bana Sinan'dan intikam almam konusunda yardım edeceksin. Bende seni ondan ömrüm yettiği kadarıyla koruyacağım"

 

Ne?

 

İntikam mı?

 

Gözlerim duyduklarımın etkisiyle büyürken koltukta geriye doğru kayıp Mirza ile aramızda ki mesafeyi açtım.

 

Neyin intikamıydı?

 

Mirza geriye doğru kaymam ile başını iki yana sallayıp "Korkma ama" dedi. Korkmuyordum zaten ama anlamada anlamıyordum.

 

İntikam demişti yanlış duymamıştım. Mirza Sinan'dan intikam almaktan bahsediyordu ama neyin intikamı? Onlar kardeşti, Mirza abisini severdi, çok severdi.

 

"Neyin intikamı?"

 

Sonunda beynimi kemiren soruyu sorabilmiştim.

 

"Uzun hikaye Eflin, çok uzun. Sen bana yardım etmeyi kabul et. Gerisini bana bırak"

 

"Abim" dedim. Benim tek derdim onun canıydı. Ben kendimi çoktan feda etmiştim. Koruması gereken kişi ben değildim. Abimdi.

 

"Duydun Sinan'ı, abimin evinin önüne adamlar dikmiş. Onunla evlenmezsem abimi öldürecekler"

 

"Bir sik yapamaz Sinan!" Hiddetle söylediği şeyle yerimde kıpırdadım. "Senin karşında Mirza Kutay Şahin var Eflin. O adamların üzerinde Sinan kadar benimde söz hakkım var. Sen rahat ol abinin kılına zarar gelmeden o evden çıkartırım onu, kimse canına kastedemez. İzin vermem"

 

Duyduklarım. Duyduklarım doğruydu değil mi? Mirza abimi koruyacağını söylemişti. Abime zarar gelmeyecekti. Yüzümde duyduklarımın etkisi ile tebessüm oluşurken Mirza dizlerimin üzerindeki ellerimi avuçları içerisine aldı. Aramıza açtığım mesafe hâlâ yerini koruyordu.

 

"Abinin kaderi senin ellerinde Eflin. Her iki şekilde de kararı verecek olan sensin."

 

"Ben" diye başladım cümleme ama devam edemedim. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Beynim kazan gibiydi binbir türlü düşünce içerisinde cirit atıyordu.

 

"Ben bu intikam için yıllardır bekliyorum Eflin. Sonunda elime bir fırsat geçti ve ben bu fırsatı kaçırmak istemiyorum. Sinan Şahin bana yaşattıklarının bedelini ödeyecek. Sende bana yardım edeceksin. Onun o kurduğu oyunları bir bir bozacağım." Gözlerindeki kararlılık içimi ürpertti. Sesi ne kadar sakin çıksada gözlerinde ki fırtına çalkantılıydı.

 

Anlayamıyordum. Bir kardeşi abiye bu denli ne düşman edebilirdi? Sinan Mirza'ya ne yapmıştı ki gözlerinde onun adını anarken yalnızca saf öfke beliriyordu?

 

"Seni bu evlilikten abinide ölümden kurtarırım. Yeminim olsun yaparım. Kimsede engel olamaz."

 

Abimi kurtarırdı değil mi? Dediği gibi Sinan'ın adamları onunda adamları oluyordu ve onlara istediğini yaptırabilirdi.

 

Allah bana bir çıkış yolu vermişti. Artık bir kurtuluşum vardı. Umutlarım boşa çıkmamıştı. Her gecenin ardından güneş doğup karanlığı aydınlığa çevirdiği gibi benimde karanlığım aydınlığa dönüyordu. Güneş doğuyordu.

 

"Kabul" dedim. Daha Mirza ne konuda yardım istediğini söylemeden. İçimde yeşeren umut taneleri öyle heyecanlandırdı ki bedenimi, engel olamadım dilime,

 

"Nasıl yardım edeceğim sana?"

 

Yeşil gözlerim koyu kahveleriyle buluştu. Mirza seslice yutkundu, bir kaç saniye sessiz kaldı. Söyleyeceği her neyse söylemekte zorlanıyor gibiydi. Geri döndüğünden beri takır takır hiç takılmadan konuşan adam şuan dumura uğramış gibiydi. Gözleri çaresizlikle mi bakıyordu? Yoksa ben mi o koyu kahve gözlere fazla anlam yüklüyordum? Nedendi bu sessizlik?

 

Şüpheyle kısıldı gözlerim.

 

​​​​"Evlen benimle"

 

Evlen benimle!

 

Evlen benimle...

 

Evlen beninle.

 

Evlen.

 

Benimle.

 

Binbir şekilde onlarca kez tekrar etti o iki kelime beynimde, farklı farklı tonlarda onlarca kez yankılandı kulaklarımda. Bedenim hiddetle ayağa kalktı. Kaşlarım çatılmıştı, gözlerime öfke milim milim yayıldı. Mirza'da ayağa kalktı. Onun ayağa kalkması ile aramızda oluşan boy farkından dolayı başımı yukarı kaldırdım. Üstten bakışlarıyla gözlerime bakıyordu.

 

"Eflin" dedi çekingenlikle, avuçlarımı göğsüne yaslayıp bedenini ittim. İttim itmesine ama bir milim bile kıpırdamadı bedeni, dimdik dikiliyordu karşımda.

 

"Siz iki kardeş beni delirtmeye mi çalışıyorsunuz? Bunu bana neden yapıyorsunuz?"

 

İçimde yeşeren her bir umut tanesi bükmüştü boynunu, hayal kırıklığı sarmalamıştı tüm içimi, kurtulacağımı sanmıştım. Küçücük bir umut bile olsa ben inanmıştım.

 

"Benden yardım istediğinde zor tuttum kendimi, hatta çekip gitmemde ondan dolayıydı. Bende böyle olsun istemiyorum, bende seni kendimle birlikte bu işe sürüklemeye meraklı değilim. Ama başka çarem yok. Sen bana yardım edersen ben Sinan'ın ilk planını bozmuş olacağım. Onu büyük bir yenilgiye uğratmış olacağız"

 

Buruk bir gülümseme yerleşti dudaklarıma, gözlerimde yaşadığım hayal kırıklığının camları parıldıyordu.

 

"Senin abinden hiçbir farkın yokmuş" dedim. Mirza'nın gözleri bu söylediklerimle koyulaştı. "Sakın" dedi dişlerini sıkarak "Sakın beni onunla bir tutma!" Diye bağırdı. Ama farkları yoktu. Gözümde ikiside aynıydı.

 

"Sinan Zehra'nın intikamını almak için beni kendiyle evlenmeye mecbur bıraktı. Şimdi sende Sinan'dan intikamını almak için aynı şeyi yapıyorsun. Söyle bana var mı bir farkınız?"

 

Yoktu, ikiside sanki hayatımı mahvetmeye yemin etmiş gibiydiler. Nereyi tutmaya çalışsam elimde kalıyordu.

 

"Var" dedi soruma cevap olarak. "Ben seni kimsenin canıyla tehtid etmiyorum. İşlemediğin bir suçun günahlısı ilan etmiyorum. Ben sana benimle evlen derken seni ölüme götürmekten bahsetmiyorum." Umutla baktı gözlerimin içine, o koyu kahveleri parıldadı. "Eflin, bilirsin bizim buralarda herkes severek evlenmez. Bazı insanlar kendi iyilikleri için görücü usulünü kabul eder. Bunuda öyle düşün, aramızda sevgi olmasada her daim dimdik duracak bir saygı var. Ben ne sana ne de ailene saygısızlık etmem."

 

"Gel otur sakin sakin konuşalım. Ben beni yanlış anlamanı istemiyorum"

 

"Neden? Neden intikam almak istiyorsun!"

 

Bakışlarını kaçırdı. Sebebi her neyse söylemek istemediği belliydi.

 

"Şimdi değil, zamanı geldiğinde anlatacağım sana"

 

Usulca başımı sallayıp kalktığım koltuğa geri oturdum. Bugün bu döngüyü kaç kere yaşamıştım. Sürekli kalkıp kalkıp geri oturuyordum. Mirza yanıma oturmak yerine önümde diz çöktü.

 

"Kabul et alıp çıkayım seni buradan"

 

Madem beni alıp çıkmaya gücü vardı. Ne diye beni bir şeylere ortak etmeye çalışıyordu?

 

"Madem beni buradan alıp çıkacak gücün var. Neden intikamını ortak etmeye çalışıyorsun? Bir çıkarın olmadan sadece insanlık için yapamaz mısın?"

 

Güldü. Yalnızca güldü.

 

"Yaparım andım olsun seni buradan alıp çıkarım" gözlerim yine umutla parıldarken konuşmasına devam etti. "Ama sonrasında elimden bir şey gelmez. Seni burdan alırım ama yanımda tutamam. Ama eğer karım olursan bil ki o zaman sana kimse el uzatamaz. Buna ne ben ne de Şahin'ler izin vermez."

 

Daha kaç defa umutlarım yerin dibine çakılacaktı? Daha kaç defa şu gözlerimle heyecanla parıldayıp hüsranla sönecekti? Fazla değil miydi? Bir insan için bu yaşanılanlar fazla değil miydi? Bir tanesi abimin canıyla tehtid ederken diğeri diz çökmüş ikna etmeye çalışıyordu. Resmen ben kendimi yakacağım senide beraberimde götürebilir miyim diyordu.

 

Diğer yandan ise Sinan beni bile bile ölüme götürmek istiyordu. Kendi ayaklarımla,

 

"Abin yaşasın istemiyor musun? Hem abin yaşayacak hemde sen Sinan iti gibi birisiyle evlenmeyeceksin. Ben koruyacağım seni, bak az önce dediğim gibi bu evliliği bir tür görücü usulü gibi düşün. Ben senin hayatına karışmam isteklerine saygı duyarım. Hayatını dilediğin gibi yaşarsın ben senin yanında olurum. Ters bir şey olduğunda her daim arkanda dururum. Senin istemediğin hiçbir şeyi sana yaşatmam"

 

Neyin imtihanıydı bu Allahım? Hangi günahımın bedeliydi?

 

"Eflin az vaktimiz var. Sinan birazdan gelmiş olur. Düşünmen için maalesef pek vaktimiz yok"

 

Başımı salladım. Haklıydı Sinan birazdan gelirdi. Gideli uzun zaman olmuştu.

 

"Bak ilerleyen zamanda ortalık durulup her şey yoluna girdiğinde, istediğin zaman beni başayabilirsin"

 

 

⏳⏳⏳

 

Arabanın durması ile daldığım yoldan ayırdım gözlerimi, başka bir yayla evine gelmiştik. Burası diğer yayla evine göre daha güzel görünüyordu. Hava karardığı için tam olarak hangi yaylada olduğumuzu anlayamamıştım. Trabzon'un o kadar çok yaylası vardı ki gerçi her yaylayı bilmem mümkün değildi. Sinan beni kendi yaylarına götürmüştü. Ama belliki Mirza bizi başka bir yaylaya getirmişti.

 

Mirza emniyet kemerini çözüp arabanın kapısını açtığında, yaz aylarında olmamıza rağmen yayla soğuğu arabaya öyle bir dolmuştu ki içim ürpermişti.

 

Mirza arabadan inip arabanın önünden dolaşarak benim tarafıma gelmiş ve kapımı açmıştı. Emniyet kemerini çözüp bende indim arabadan. Mirza önden yürürken bende küçük adımlarımla takip ettim adımlarını ve evin kapısına geldiğimizde kapıyı içeriden birisi açtı.

 

"Hoşgeldiniz" sesin ardından gördüğüm yüz ile "Hoşbulduk" dedim. Karşımızdaki İlker'di. Mirza ne zaman Trabzon'a gelse ortaya çıkan ve Mirza yurt dışına gittiğinde ortadan kaybolan İlker. Aralarında anlayamadığım türden bir bağ vardı. Yalnızca işçi ve iş veren ilişkileri yoktu. Daha derindi ilişkileri,

 

İlker kenara çekilip geçmemiz için yer açtığında önce Mirza içeriye girmiş ardından ben girmiştim. Bizim içeriye girmemizle birlikte "Ben dışarıdayım" diyerek İlker dışarıya çıkıp ardından kapıyı kapatmıştı.

 

Mirza'nın yönlendirmesi ile salona girdiğimizde derin bir nefes verdim. İçerisi sıcacıktı, şömine yerine sobayı yakmışlardı ve çatırdayan odun sesleri insana huzur veriyordu. İkimizde konuşmadan sobanın önüne konulmuş olan minderlere oturduk.

 

"Nikah memuru birazdan gelir" diye söze başladı Mirza, "İlker'de ikinci şahidi almaya gitti" diye bitirdi sözünü, sessiz kaldım bir kaç saniye, sessizliği dinledim. Çok yorulmuştum gözlerim kapanmak için adeta savaş veriyordu.

 

"Bu kadar mı emindin kabul edeceğimden?"

 

Başıyla onayladı sorumu, "Sinan itini seçme gibi bir ihtimalin yoktu." Haklıydı.

 

"Kimliğim?"

 

Sinan annemden kimliğimi almaya gitmişti. Ama Mirza'nın demesine göre kimliğim bir haftadır ondaydı.

 

"Hastaneden taburcu olduğun gün Ayşe yenge doktorun yazdığı ilaçları almam için vermişti. Daha sonrasında da vermeye fırsatım olmadı"

 

Keşke çıkmasaydım o hastaneden.

 

Sinan kimliğimi ararken meğerse Mirza çoktan yıldırım nikahı için gerekli işlemleri hallettirmişti. Ben farkında olmadan arkamdan öyle güzel planlar dönmüştü ki...

 

"Sinan'ın yemin ettiği iki şey vardı-" deyip duraksadım. Mirza merakla gözlerimin içine baktı, sobadan yükselen alevler yüzünü aydınlatıyordu ve yanakları sıcaktan kızarmıştı. "Aynı yemini seninde etmeni istiyorum."

 

Bedenim ve ailem.

 

Mirza kaşlarını çattı sanki dediğim şeyi tam olarak anlamamış gibi bir hali vardı.

 

"Konuştuklarımızı duyduğunu söylemiştin" dedim. Hatırlamasına yardım etmek amacıyla ve Mirza'nın kaşları havalandı. Ne demek istediğimi anlamış gibi,

 

"Etmem" dedi bir anda, "Böyle bir şey için boş yere yemin etmem" ve başını önüne çevirdi. Elimle koluna dokunup dikkatini çekmeye çalıştım. "Ne demek bu şimdi?" Mirza'nın bakışları kolunu tutan elimin üzerinde gezindi biraz ve sonrasında kolunu çekti. Elim boşluğa düşsede bozuntuya vermedim. Önemli olan sorduğum soruydu. Başını sakince bana çevirdi, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı.

 

"Eflin ben Sinan değilim. Bu konularda yemine ihtiyacım yok. Ben değil sen, karşımda düşmanımda olsa bir kadına el kaldırmam. Canını yakacak bir şey yapmam. Bana yakışmaz. Ailen konusuna gelecek olursakta benden onlara asla zarar gelmez." Sözlerimi içimi rahatlatırken derin bir nefes verdim.

 

"Söz versen" dedim. Çekingenlikle, Mirza bu halime gülüp "Söz falan veremem. Yaşar görürsün." Dedi.

 

Gözlerim yorgunluktan kapanmak üzereydi. Mirza'nın gözlerinin içine bakıyordum ama uyudum uyuyacaktım.

 

"Hey! Uyuma nikahdan sonra bol bol uyursun" bu sefer ben güldüm. Sesinin tonu komik gelmişti.

 

 

 

 

 

Loading...
0%