Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm (Seçim Senin)

@queennnn000

4. Bölüm (Seçim Senin)

-Nasıl bir his biliyor musun? Oda çok geniş ama sığamıyorsun, bak kapı orada ama çıkamıyorsun, pencere açık ama nefes alamıyorsun-

 

 

Sessizliğin hakim olduğu gecelerde, ne çığlıklar kopardı da hiçbirimiz duymazdık. Şimdi de benim çığlıklarım kopuyordu ama kimse duymuyordu. Artık kendim bile duymuyordum. Amansız bir bekleyişin içerisinde sessiz sedasız bana biçilen hayatı kabullenmiş öylece oturuyordum. Tek başımaydım. Saatler sonra tek başımaydım. Etrafımda bağıran kimse yoktu. Ya da sürekli ne yapmam gerektiğini söyleyen birisi, yalnızdım.

 

Mirza dakikalar önce telefonunun çalması üzerine kalkıp dışarı çıkmıştı. İlk başta arkasından gidip arayanın kim olduğunu öğrenmek geçmişti içimden. Ama sonra bunun pekte bir öneminin olmadığını düşündüm. Beni ilgilendiren bir durum yoktu. Hayatım ellerimden kayıp giderken arayanı öğrenmem ne değiştirecekti ki? Hiçbir şey.

 

Kollarımı, karnıma doğru çektiğim dizlerimin üzerine koyup ardından başımı kollarımın üzerine bıraktım. Sobadan yayılan sıcaklık içimi mayıştırmıştı. Günlerdir uyku bile uyumuyordum. Gözlerimi ne zaman kapatma eyleminde bulunsam Zehra'nın bedeni düşünüyordu gözlerimin önüne, bir film şeridi gibi geçip gidiyordu anılarımız. Ve sonra o hastane odasında son buluyordu her şey.

 

Zehra ölmeseydi asla böyle kötü şeyler olmazdı. Her şey çok güzel olurdu. Çok güzel.

 

Gözlerim usul usul kapanmak üzereydi ki Mirza'nın salona girişi ile kendime geldim.

 

"Eflin"

 

Bana seslenmesi ile başımı kollarımın üzerinden kaldırdım. Ayakta olduğu için aramızda fazlasıyla boy farkı olmasından dolayıda başımı yukarı kaldırıp yüzüne baktım.

 

"Efendim" dedim fısıltıya karışan sesimle, Mirza yanıma oturmadan önce elindeki telefonunu az ileride bulunan koltuğun üzerine bıraktı. Sonrasında yanımda diz çöktü.

 

"İlker'le konuştum. Nikah memurunu almış. Şahidide bulmuş. Birazdan yola çıkacaklarmış" dedi donuk bir ses tonuyla, usulca başımı salladım dediklerinin üzerine. Diyecek bir şeyim yoktu.

 

"Neden dışarı çıktın? Burada konuşsaydın" dedim umursamaz bir tavırla.

 

"Burada telefon çekmiyor ondan dışarı çıktım" diye açıklama yaptığında usulca başımı salladım.

 

"Sadece dışarıda mı çekiyor?" Sorum ile kaşları çatılır gibi olsada çatılmadı. Derin bir nefes verip "Birde üst katta çekiyor. Bilirsin her yaylada şebeke sorunu vardır" haklıydı. İstisnasız her yaylada şebeke sorunu vardı. Yıl kaç olursa olsun bu sorun hâlâ devam ediyordu.

 

"Eflin" dedi yeniden. Bu sefer ses tonu az öncekine göre daha içten çıkmıştı. "İnan bana bende en az senin kadar zorlanıyorum. Ama başka bir yolu yok"

 

Başka yol yok muydu? Vardı. Olmalıydı. Tek çaremiz evlenmek olamazdı.

 

"Nasıl yok? Ya sen daha bana birini sevip sevmediğimi bile sormadın ki? Ya sevdiğim biri varsa?"

 

Bakışlarım koyu kahve gözlerine tırmandı.

 

"Yok" dedi bir anda hiç düşünmeden. Kaşlarım çatılırken "Nerden biliyorsun?" Diye sordum. "Biliyorum Eflin. Sorgulama" itiraz istemeyen bir tonda söylemişti sözlerini,

 

Başımı önüme çevirdim. Söylenecek bir şey yoktu. Her şey boşunaydı. O kararını vermişti.

 

"Niye böyle yapıyorsun? Orada her şeyi konuşmadık mı? Sen kabul etmedin mi?"

 

Kabul etmeseydim beni orada bırakacaktı. Her şeyi konuşmuş olmamız bir şeyi değiştirmezdi. Konuşmuş olsakta bu yanlıştı.

 

"Eflin ne düşünüyorsun? Sence ben başka bir yol düşünmedim mi? Sen istedin sana yardım etmemi, ben çekip gidecektim. Gitmediğim için mi suçlu oluyorum?" Bıkkın bir şekilde nefes verdi.

 

"Dışarı çıktığımda çok düşündüm. Seni oradan alıp çıksamda nereye kadar koruyacaktım? Kaç gün? İllaki bulurdu seni, bulduğu anda nikahı kıyardı. Şuan nikah işlemlerini başlatamadıysa bunun sebebi benim ondan önce hareket etmiş olmam. Anla artık Eflin ben senin iyiliğin için çabalıyorum"

 

Sözlerinin ardından derin bir sessizlik oldu aramızda. Bir süre ne o konuştu ne de ben. Sustuk sadece. İkimizde sobaya bakıp sustuk. Dillerimiz sustu ama gözlerimiz bas bas bağırdı, haykırdı.

 

Dediklerini düşündüm. Haksız değildi. Ama nedense kabul etmek istemiyordum. Ne zor bir durumdu, çaresizlik.

 

İçine sıkışıp kaldığın bir dünya vardı ve çırpındıkça daha da dibe batıyordun. Bir son yok, kurtuluş yok.

 

"Abim" dedim, dakikalar sonra ve yüzümü Mirza'ya çevirdim. O da yüzünü bana çevirdi. "Adamlar çıkardılar evden. Güvenli bir yerde şuan" dedi. Derin bir nefes aldı işte o an ciğerlerim. Günler sonra ufacık bir tebessüm belirdi dudaklarımda, kuş oldu kanat çırptı kalbim.

 

Sevinçle Mirza'ya sarıldım. Kollarım sıkıca boynuna dolandı...

 

Mirza'nın kolları belimi sardığı an hızla geri çekildim. Başım önüme eğilirken "Teşekkür ederim" diye fısıldadım.

 

Mirza'nın kıpırdayan bedeni ile başımı kaldırdım. Ayağa kalkmıştı.

 

"İlker'lerin gelmesi biraz uzun sürer. Hava baya bozuk. Bir şeyler yesek iyi olacak."

 

Bir şey söylememi beklemeden salondan çıktı ve karşıdaki mutfağa girdi.

Önüme dönüp gülümsedim. Abim iyiydi. İlker dediği kişinin gelmesinede vakit vardı. Sonunda iyi şeyler de oluyordu.

 

Aklımdaki düşünceleri bir kenara bırakıp oturduğum yerden kalktım. Adımlarım beni mutfağa götürdüğünde Mirza'yı tezgahın önünde bir şeyler doğrarken gördüm. Kaşlarını çatmış ciddiyetle tahtanın üzerindekileri doğruyordu.

 

"Mirza" diye seslendim geldiğimi belli etmek amacıyla, çünkü onun beni farkedecek hali yoktu. Fazlasıyla işine odaklanmıştı.

 

"Mirza" dedim tekrardan sesimi biraz daha yükselterek ve sonunda dikkati dağılarak bakışları beni buldu. Çatılı olan kaşlarını ilk başta biraz daha çatsada sonrasında normal haline döndü.

 

"Bir şey mi oldu?" Diye sordu. Yanına gelmiş olmam tuhafına gitmiş olmalıydı. Haklıydı.

 

"Şey" diye başladım cümleme ama devamını nasıl getireceğimi bilemedim. "Ney?" Diye sordu Mirza hemen. Derin bir nefes verdim. Utanılacak bir şey yoktu.

 

"Şey madem arkadaşının gelmesi uzun sürecek acaba duş alabilir miyim?"

 

"Pardon" dedi ve gülmeye başladı. Sorduğum soruda gülünecek ne vardı acaba? Gayet normal bir soruydu. Günlerdir o evde kan ter içinde kalmıştım. Yıkanmayı istemek en doğal hakkımdı.

 

"Ne oldu?" Diye sordum sesime yansıyan sinirimle birlikte. Mirza gülmesine son verip elindeki bıçağı bırakarak üzerime doğru adımladı. Kımıldamadım. Dibime kadar girsede bir adım gerilemedim. Dimdik durdum önünde,

 

"Eflin bu hayat senin hayatın, istediğini yapabilirsin" dediğinde "Ama ev senin evin, istediğimi yapmadan önce sormam çok normal." Diye lafını bir nevi ağzına tıkadım.

 

"Bir kaç saat sonra karım olacaksın. Benim olan ne varsa senin olacak. Şuanda senin" diyerek kahve gözleriyle gözlerimin içine baktı. Tuhaftı yemin ederim şuana kadar ki olan en tuhaf bakışıydı. Anlamadığım bir şekilde geri çekilme ieteği duydum. Geri adımlayıp aramızdaki mesafeyi açtım.

 

"Banyo ne tarafta?" Sesim oldukça donuk çıkmıştı.

 

"Yukarıda" diye yanıtladı sorumu ve devam etti "Gel benimle"

 

Birden elimi tutan eli ile neye uğradığımı şaşırsamda tepki vermeme fırsat vermeden arkasından çekeleyerek, sert bir şekilde değildi ama bu çekeleme, üst kata çıkardı.

 

Üst kata çıktığımızda koridorun başındaki kapıyı açtı.

 

"Burada benden başka kimse kalmadığı için. Sana uygun kıyafetim yok. İstersen benimkilerden verebilirim" dedi bakışlarını üzerimde gezdirerek. Benimde bakışlarım onunla birlikte üzerime kaydı. Pantolonum kirlenmişti ve üzerimdeki ince tişörtte kirliydi. Hırkamdan bahsetmek bile istemiyorum.

 

Mecburen başımı aşağı yukarı salladım.

 

"Eflin"

 

"Efendim"

 

"Aramızda bir sevgi bağı yok ama saygı var. Emin ol saygı çoğu zaman sevgiden daha kıymetli bir duygudur. Birbirimize olan saygımız daim kaldığı sürece, bu evlilik ne senin ne de benim için cehennem olmayacak. İnan bana"

 

Mantıklı konuşuyordu ama kimin umrundaydı. Dünyanın en mantıklı cümlelerini kursa neye yarardı. İnsan bir şeyi istemediği zaman dünyanın bütün güzellikleri önünede serilse gerçek değişmiyordu.

 

Ne sevgi ne de saygı bu evliliği katlanır yapardı. Bu ikimiz içinde yalnızca bir cehennemdi. Süslü cümlelerle mantıklı sözlerle bu gerçeği değiştiremezdik.

 

Ne Mirza beni seviyordu ne de ben Mirza'yı, aramızda saygı olsada o da bir yere kadardı. Sevgi bir arada tutmaya yeterdi ama saygı öyle değildi.

 

"Al hadi"

 

Mirza'nın bana uzattığı kıyafetler ile kendime geldim. O ne ara yanımdan gidip kıyafetleri almıştı. Başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Fazlasıyla dalıp gidiyordum.

 

"Teşekkür ederim" diye mırıldım. Mirza'da bir karşılık vermeden merdivenlerden inerek gözden kayboldu.

 

Hızla kendimi banyoya atarak ardımdan kapıyı kapattım. Elime tutuşturduğu kıyafetleri makinanın üzerine bıkarak pantolonumun arka cebine koyduğum telefonu çıkardım.

 

 

Geçmiş saat;

 

 

"Abim" dedim, dakikalar sonra ve yüzümü Mirza'ya çevirdim. O da yüzünü bana çevirdi. "Adamlar çıkardılar evden. Güvenli bir yerde şuan" dedi. Derin bir nefes aldı işte o an ciğerlerim. Günler sonra ufacık bir tebessüm belirdi dudaklarımda, kuş oldu kanat çırptı kalbim.

 

Sevinçle Mirza'ya sarıldım. Kollarım sıkıca boynuna dolandı. Koltuğun üzerindeki telefona ulaşmak için biraz daha sıkı sarıldım. Farketmemesi için, farkederse hiç iyi olmazdı. Usulca bir kolumu boynundan çekip koltuğun üzerindeki telefona uzattım ve hızla telefonu alıp hırkamın kapattığı kolumdan içeriye soktum.

 

Mirza'nın kollarının belimi saracağını farkettiğim an hızla geri çekildim. Başım önüme eğilirken "Teşekkür ederim" diye fısıldadım.

 

Geçmiş Son.

 

 

Geçmiş Son.

 

 

 

Babamın numarasını girerken ellerim titriyordu.

 

Çok düşünmüştüm, Mirza beni buraya getirdiğinden beri bir çıkış düşünüyordum. Bir yol olmalıydı, başka bir yol. Ve sonunda aklıma bu gelmişti. Mirza abimi oradan çıkardığına göre bundan sonrasını babam halledebilirdi. Onunda gücü vardı. O Dursun Keskin'di emrinde bir sürü adamı vardı. Abimin başına gelecekleri öğrense babam kendi canı pahasına abimi korurdu. Benide burdan gelip alırdı. Kimse ona karşı çıkamazdı.

 

Pes edemezdim, bu kadar kolay hayallerimden ve geleceğimden vazgeçemezdim. Öylece dediklerini kabul edip boyun eğemezdim. Kimsesiz değildim ben. Benim bir ailem vardı. En önemlisi evlatları için canını verebilecek bir babam vardı. Durum buyken bu evliliği kabul edemezdim.

 

Arama yerine dokunup kulağıma götürdüm telefonu, çalıyordu.

 

Gülümsedim. Çalıyordu. Doğruyu söylemişti. Şüphe etmemişti.

 

"Alo"

 

Babamın sesiydi. Açmıştı telefonu, kaç gündür duymuyordum sesini, gözlerimin dolmasına engel olamazken derin bir nefes verdim.

 

"Baba" dedim hıçkırığımı son anda bastırarak. Gözümden damlalar bir bir dökülürken. Babamın "Eflin" deyişini işittim. O an boğazımda bir yumru oluştu. Defalarca yutkunsamda geçmedi.

 

"Baba" dedim tekrardan zorla ve o an sertçe arkamdaki kapı açıldı. Bedenimi hızla arkaya çevirdiğimde daha ne olduğunu anlayamadan elimden sertçe çekilen telefon hızla fayansı boyladı ve ekranı tuzla buz oldu.

 

Korkuyla irileşen gözlerim karşımda öfkeden kuduran Mirza'yı bulduğunda sertçe yutkundum. Çok, çok kötü bakıyordu. Üzerime doğru gelmeye başladığında korkuyla geriledim ama bir işe yaramadı kolumdan tuttuğu gibi peşinden çekeleyerek banyodan çıkardı. Kolumu elinin baskısından kurtarmak için çeksemde bırakmadı. Aksine daha çok sıktı.

 

"Kolumu acıtıyorsun" dedim inler bir şekilde ve o an başını bana çevirip yüz ifademe baktı. Ardından bakışları usulca kolumu sıkan eline kaydı ve aniden kolumu bıraktı. Derin bir nefes alıp bir adım geriledim. Mirza o esnada bedenini tamamen bana döndürdü.

 

"Eflin" dedi dişlerini sıkarak, başım öne eğilmişti, o öfke saçan gözleriyle karşı karşıya gelmek istemiyordum.

 

"Sen beni aptal mı sanıyorsun?" Ciddi bir tonda sormuştu bu soruyu ama ben cevap vermedim. Sadece kırılan telefonu düşünüyordum. O benim son umudumdu, babam benim son umudumdu.

 

"Bana bak!" Sesini yükselttiğinde bir adım daha geriledim. Bana bu yaşıma kadar babam bile bağırmamıştı, ama günlerdir azar işitip duruyordum. Şimdi de Mirza sesini yükseltiyordu.

 

"Anlamayacağımı mı düşündün?"

 

Anlamaz sanmıştım. Bu onu aptal yerine koyduğumdan dolayı değildi, küçücük bir umuda kendimi fazla kaptırdığımdandı.

 

"O evden çıktığımızdan beri sürekli bir şeyler düşündüğünü anlamayacağımı mı sandın? Eflin dilin susmuş olabilir ama gözlerin konuşuyordu"

 

Başımı kaldırdım sakince ve gözlerinin içine baktım. Madem gözlerim konuşuyordu şimdide konuşsun. Anlasın beni,

 

"Bana öyle bakma" dedi uyarır bir tonda "Nasıl?" Diye sordum fısıltıyla, Mirza üzerime doğru bir adım attı "Masummuş gibi"

 

Gibi...

 

Masumdum zaten, suçlu değildim ki, kendimi kurtarmak için çabalamam beni suçlu yapmıyordu.

 

"Gerçekten ne düşündün? Dışarıdan geldiğimde neden dışarı çıktığımı sorgulayacaksın, sonrasında telefonun nerede çektiğini öğreneceksin ama ben hiç şüphelenmeyeceğim. Sonra abinin haberini aldığında sevinçten bana sarılacaksın..."

 

"İnsanlar sevinçten birilerine sarılabilir. Bu normal bir şey" dedim sözünü keserek. Amacım birazda olsa haklı çıkmaya çalışmaktı.

 

Bir adım daha attı ve aramızdaki mesafeyi kapattı. Elini arkamda bulunan duvara yaslayarak üzerime eğildiğinde kaçacak bir yerimin olmadığını anlamıştım. Bedeni ve duvar arasında resmen sıkışıp kalmıştım.

 

"Haklısın insanlar sevindikleri zaman o anın büyüsüyle birilerine sarılabilir." Bana hak vermesiyle başımı salladım.

 

"Ama" dedi bilmiş bir tavırla ve kaşlarım çatıldı. "Sen farketmedin ama telefonu almak için boynumdan bir kolunu çektiğini ben farkettim. Üstelik telefona ulaşmak için neredeyse üzerime çıkacaktın" diyerek güldüğünde ki bu gülüş hiç iyi bir gülüş değildi. Gözlerim utançla kısıldı ama belli etmemeye çalıştım.

 

"Sonra ben yemek yapayım dediğimde hiç itiraz etmedin. Çıkarı olmayan Eflin itiraz eder, söylenirdi. Ah bir de şey var her şey normalmiş gibi duş almak istedin. Normalde olsa asla yapmazsın"

 

Bu adam beni ne kadar tanıyordu da hakkımda kesin hükümler veriyordu. Tuhaf olanı ise haklı olmasıydı.

 

"Peki Eflin, telefonun şifresinin olmamasıda mı seni şüphelendirmedi? Bu devirde kim telefonuna şifre koymaz ki?"

 

Siktir.

 

Gözlerimin önünde ampul patladı sanki, mal olduğum için şüphelenmemiştim.

Ben mi çok salaktım? Yoksa karşımdaki adam fazla mı zekiydi? Kesinlikle ben çok salaktım. O zeki falan değildi.

 

"Bu şahane planın için seni tebrik ediyorum"

 

Çok sakin konuşuyordu ve bu durum hiç hoş değildi.

 

"Şimdi Eflin, sana iki seçenek sunuyorum" dedi yüzünü kulağıma doğru eğerken.

 

"Birincisi" duraksayıp nefesini boynuma üfledi "Anlaştığımız gibi bugün karım olacaksın" tekrardan duraksayıp "İkincisi" deyip yüzünü geri çekip yüzüme yaklaştırdı. "Babanı arayıp yardım isteyeceksin" Ne?

 

Ne saçmalıyordu? Bu nasıl bir seçimdi.

"Anlamadım" dedim şüpheyle, Mirza başını sallayıp "Açıklayayım" dedi ve bedenini sonunda geri çekerek bir adım uzaklaştı.

 

"Birinci seçeneği açıklamama gerek yok. Gelelim ikinci seçeneğe sana bir telefon vereceğim ve babanı arayacaksın. Ama aramadan önce bilmeni istediğim bir şey var"

 

"Ne?" Diye sordum fısıldar şekilde,

 

"Bildiğim kadarıyla iki yıl önce babanın çalışanlarından birisi inşaat alanında sekizinci kattan düşerek ölmüş. Allah rahmet eylesin tabii, babanda bu adamın ailesine bakıyormuş."

 

Siktir.

 

Hayır, lütfen düşündüğüm olmasın.

"Aile kasıtlı bir ölümden şüphelenmediği için otopsi yapılmamış. Ama görünen o ki adamı baban itmiş Eflin"

 

Sırtım soğuk betonla bütünleştiğinde düşmemek için duvara tutundum. Mirza karşımda hiç olmadığı kadar donuk bir ifadeyle hareketlerimi seyretti.

 

Başını usulca yana eğip kaşlarını çattı.

 

"Ve sende bütün bunları gördüğün halde sustun" dediğinde dizlerim daha fazla bedenimi taşımadı ve yere çakıldım.

 

O öyle değildi işte, susmak istememiştim. Ama sevdiğiniz birisi suç işlediği zaman en adaletli tarafınız bile etkisiz kalıyordu. Susmaktan başka çareniz kalmıyordu. Biliyordum yemin ederim bir gün bu günahın önümüze çıkacağını biliyordum. Ama Mirza nerden biliyordu? Nasıl öğrenmişti?

 

"Kapanan davaların tekrardan nasıl açıldı-"

 

"Sus!" Diye bağırdım sözünü keserek. Her cümlesi canımı yakıyordu. Her ağzını açtığında kabuk bağlayan yaralarımı kanatıyordu. Bu çok adiceydi.

 

Önüme gelip diz çöktü. Duygusuzca yaşaran gözlerimin içine baktı.

 

"Fazla düşünmek iyi değildir. Bak fazla düşünmek seni ne hâle getirdi. Kabullenmiş olsaydın ben senin yerinede düşünecektim ki zaten. Hiç yorulmayacaktın"

 

Yüzümü çevirdim hızla, gözlerine bakmak bile istemiyordum. Yüzü sinirimi bozuyordu. O duygusuz gözleri, buz gibi ifadesi sinirimi bozuyordu. Tiksindiriyordu.

 

"Sana o kapıda saygıdan bahsettim. Geç olmadan uyardım seni Eflin. Ama beni dinlemedin."

 

Hepsi planlıydı. Sözleri, davranışları, iyi hâli... Bildiği için öyle davranmıştı. Kendince kafamdakileri uygulamama izin vermişti.

 

"Ortada bir cinayet var Eflin"

 

"Sus" dedim yalvarır bir şekilde, ve gözlerimde ki yaşlar yanaklarıma doğru yol aldı. Buz gibi elini çenemde hissettim ve yüzümü yüzüne çevirdi. Yeşil gözlerimle gözlerine baktım. Hani derlerdi ya siyah göz yoktur diye vardı. Şuan baktığım gözler simsiyahtı, karanlık. İlk defa böyleydi gözleri, simsiyah.

 

Sus lütfen canımı daha fazla yakma.

 

 

Daha fazla yakma...

 

Gözlerinin tam içine baktım. Gözlerimin konuştuğunu söylemişti, şimdide gözlerimle konuşmak istedim. Gözlerimden anlasın istedim.

 

"Seçim senin" dedi ve kalkıp gitti.

 

Anlamadı.

 

 

 

 

⏳️⏳️⏳️

 

Merdivenleri öyle bir hızla inmiştim ki, bir an gözlerim kararmış düşecek gibi olmuştum. Ama aldırış etmeden gözlerimle Mirza'yı aradım. Salonda yoktu, seri adımlarla mutfağa ilerledim ama orada da yoktu. Olduğum yerde sinirden titrerken mutfaktan çıktım ve dışarıya açılan kapının aralık olduğunu gördüm. Dışarıya çıkmış olmalıydı. Vakit kaybetmeden koşar adımlarla kapıya ulaşıp bedenimi dışarıya attım. Buz gibi hava yüzüme tokat gibi çarparken içim titredi. İçeriye oranla dışarısı çok soğuktu. Hava sisliydi, gökyüzü görünmüyordu bile ve yağmur damlaları etrafı çoktan sırıl sıklam edivermişti.

 

Mirza kapının önünde de değildi, başımı yana çevirdiğim esnada ancak görebilmiştim bedenini, merdivenin sonuna oturmuş sigara içiyordu. Arkası dönük olduğu için yüzünü göremiyordum.

 

Ne zamandır dışarıdaydı? Ben ne zamandır üst kattaydım? Biz neler yaşıyorduk? Ne zaman bitecekti bütün bunlar?

Kalbimin kırıklarının üzerine basa basa indim merdivenlerden. Her bir basamakta daha çok yandı canım. Susmak bilmeyen beynim cehennemim oldu.

 

Son basamağıda inip önüne geçtim. Kenarda ki sokak lambası misali olan kısık ışık yüzünü aydınlatıyordu. Dudakları arasındaki sigaranın dumanını içine çektiği için yanakları içeri göçmüştü. Gözleri havayla aynıydı, simsiyah ve sisli...

 

"Kimsin sen?" Gelmemi zerre önemsememiş istifini bozmadan sigarasını içmeye devam etmişti. Soruma bile cevap verme zahmetinde bulunmamıştı.

 

"Sana diyorum, kimsin sen?"

 

Gerçekten Mirza Kutay Şahin kimdi? Bütün bunları tam olarak ne için yapıyordu? Babamın olayını nerden biliyordu?

 

Bu adam çocukken yurt dışına gönderilen ve orada okuyup büyüyüp işini kuran, yılda bir kez o da zorla Türkiye'ye gelen kişi değil miydi?

 

Değildi. Benim, bizim sandığımızın aksine o kişi değildi.

 

Eline vurarak parmakları arasında gevşekçe duran sigarasının yere düşmesini sağladım. İşte o an sanki varlığımın farkına yeni varıyormuşcasına başını kaldırıp yüzüme baktı. Eli buz gibiydi. Üzerinde yalnızca bir tişört vardı. O da yağmurdan ıslanmış durumdaydı. Şuan bende ıslanıyordum ama bunun bir önemi yoktu. Önemli olan bu yaşadıklarımızdı.

 

"Kimsin sen? Bütün bunları nasıl öğrendin? Yıllar önce kapanmış olan bir konuyu nerden biliyorsun?" Sesim her soruda biraz daha yükselmişti. O gün yalnızca üçümüz vardık, o lanet günde inşaatta sadece üçümüz vardık. Babam isteyerek itmemişti adamı, adam onun üzerine yürüdüğü için korkuyla itmişti. Kasıtlı değildi.

 

Kasıtlı olmaması babamı masum yapar mıydı? Yapmazdı. Birinin canını aldığı gerçeğini değiştirir miydi? Değiştirmezdi.

 

Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Olamıyordum. Duygularımı kontrol etmek çok zordu.

 

"Mirza Kutay Şahin" dedi her kelimenin üstüne bastırarak, omuz silkip. Sorumun cevabı bu değildi. Tam ağzımı açacağım sırada ayağa kalkıp önümde dikildi. Aramızdaki boy farkından dolayı bu sefer başını kaldırmak zorunda olan bendim.

 

"Sorgulama Eflin"

 

Ne? Sorgulama mı? Hayatımın içine edecekti ve ben sorgulamayacaktım.

 

"Kimden öğrendin? O gün yalnızca üçümüz vardık. Başka kimse yoktu. Yoktu!"

 

"Toprak vardı Eflin, duvarlar vardı."

 

Ne demekti bu şimdi?

 

Kaşlarım anlamadığımı belirtir nitelikte çatılmıştı.

 

"Zamanı gelince her şeyi öğreneceksin. Ben sana her şeyi anlatacağım. Uslu bir kız ol ve zamanını bekle" deyip gitmek için arkasını döndüğünde hızla basamak atlayıp önüne geçtim. Şimdi alttan bakma sırası ondaydı. Gerçi bir basamak yukarıda olmam bile pek aramızdaki boy farkını kapatmamıştı. Hâlâ aramızda santimler vardı.

 

"Bu iş çığırından çıktı. Sen az önce resmen beni dehtid ettin."

 

Sinan'dan ne farkı kalmıştı? Aslında Sinan'dan daha da kötüydü. Düşününce Sinan her şeyi sevdiği kadını ve bebeğini kaybettiği için yapıyordu. Bir nevi kendince içini soğutmaya çalışıyordu, yaşamak için çabalıyordu. Mirza'nın ise mantıklı bir açıklaması bile yoktu. Sinan'dan intikam almak istiyordu ama niye? Sözde bana yardım etmeye çalışıyordu ama yaptığı iğrençlikten başka bir şey değildi.

 

Sinan abimin canıyla, Mirza babamın özgürlüğüyle tehdit etmişti.

 

"Bunları ne için yapıyorsun? Bana yardım ettiğin falan yok çünkü?"

 

Sinirlenmiş miydi? Çenesini sıkmasından anladığım kadarıyla sinirlenmişti.

 

"Eflin bak çok sorguluyorsun, sorgulama. Yoksa..." sustu cümlesini bitirmedi. Ama ben bitirmesini istiyordum. "Yoksa..." dedim devam etmesini istediğimi belirterek. "Yoksa öğrenmek istemeyeceğin şeyler öğrenmek zorunda kalacaksın" deyip yanımdan geçtiğinde arkasında öylece kala kalmıştım.

 

Neyden bahsediyordu? Ne biliyordu ki bu sözleri ediyordu?

 

Kimsin Sen?

 

Arkamı dönüp basamakları çıktım. Eve gireceği sırada kolundan tutarak eve girmesini engelledim. Teni buz gibiydi. Bedenini bıkkınlıkla çevirdi.

 

"Üşüdüm Eflin" dedi. Omuz silktim. Üşümesi benim sorunum değildi.

 

"Senin Sinan'dan ne farkın kaldı?"

 

Yayla evinde de buna benzer bir imada bulunduğumda sinirlenmişti. Şuanda sinirlendiği seğiren gözünden belli oluyordu ama umrumda değildi. Haklıydım. Bir farkı yoktu.

 

"Sakın" dedi dişlerinin arasından uyarır bir tonda ama dinlemedim. "Sinan'ın yaşadıkları onu o hâle getirmişti. Ama senin bu yaptığın saf kötülük" dedim iğrenircesine, elleri omuzlarımı sararak bedenimi kendisine çekti. Burnundan verdiği sert soluklar yüzümü yalayıp geçiyordu şimdi.

 

"İleri gidiyorsun gitme!"

 

"Gidersem ne olacak? Ha daha ne olacak?"

 

Hava buz gibiydi, bedenlerimiz buz gibiydi ama gözlerimizden alev çıkıyordu. Yanıyorduk. Benim yangınım sadece kendimeydi ama onunki benide yakıyordu.

 

"Bir yıl yalnızca bir yıl siktiğimin anlaşmasına uyacaksın. Üç yüz altmış altıncı gün ne istiyorsan onu yaparsın. Sesim çıkmaz, engel olmam"

 

Kaşlarım havalandı. Yaylada ki evdede buna benzer bir şey söylemişti. İyide neden bir yıl?

 

"İnanmıyorum" dedim direterek. Şuandan sonra bir tek Allah dediğine inanırdım. O kadar ki bitmişti gözümde,

 

"Üç yüz altmış altıncı gün seni bırakmayan var ya, o boşanma evraklarını imzalamayan var ya, en adi orospu evladı olsun"

 

İçim titremişti. Gözlerindeki o kararlılık ve sesindeki o tını içimi titretmişti. Ne demişti küfür etmişti hemde çok ağır bir küfür etmişti değil mi?

 

Gözlerimde donuklaşan gözyaşlarım usulca aktığında gözleri akan küçük damlaları takip etti. Sağ omzumdaki elini çekip çenemden düşmekte olan gözyaşıma dokundu. Parmağının ucundaki ıslaklığa bakarken. "Bu ne içindi?" Diye sordu sakin bir ses tonuyla, omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bilmiyorum" dedim. Gerçektende bilmiyordum. Öyle bir anda akıvermişlerdi.

 

"İçeri geçelim, üşüdün" sol omzumdaki elinin tersini yüzüme dokundurdu. Saniyelik bir dokunuştu, sıcaklığımı ölçmek için yaptığı çok belliydi.

 

Soğuk hava iyi gelmişti, kendime getirmişti beni ama bedenimide artık hissetmiyordum. Parmak uçlarım resmen buz olmuştu.

 

Önce Mirza girdi içeriye ardından girmem için kapıyı açık bıraktı içeriye adımımı attığım an duyduğum motor sesiyle omzumun üzerinden başımı arkaya çevirdim. Ve bahçenin içerisine giren aracı gördüm. Gelmişlerdi.

 

Gelmişlerdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%