@queennnn000
|
5. Bölüm (Mirza Kutay) -Ölüdür ve öldürülmüştür bütün umutlar-
Ne bir söz bitirebilirdi yaşamı, ne bir kurşun. Yaradan isterse, göklerde yarılsa, denizlerde kurusa, yaşam devam ederdi. İnsanoğlu kendini çok güçlü sanardı ama tek güçlünün Allah olduğunu unutuverirdi. O isterse her şey olurdu. Sen olmaz dersin, imkansız sanarsın ama o olmazı oldurur. İmkansızı, imkanlı kılar. Başına felaketler geldi sanarsın, daha iflah olmam sanarsın. Öldüm, bittim der durursunda nefes alırsın.
Hayat öylesine ince bir çizginin üzerinde yürütür seni, her an düşeceğini sanırsın. Tam düştüğün anda ise yeni bir hayat başlar. Bitti dediğin anda yeni bir dünya keşfedersin. Ölümden sonrasını düşünen Allah, senin bilmediklerini de düşünmüştür çoktan.
...
"Dursun Keskin kızı Eflin Keskin, İdris Şahin oğlu Mirza Kutay Şahin'i eş olarak kabul ediyor musun?"
Güneş bir daha doğar mıydı benim için? Bu karanlık aydınlığa kavuşur muydu? Kalbimde kırılan binlerce parça tamir edilir miydi?
Nefes almak neden bu kadar zordu?
Bitti diyordum içimden işte şimdi hayatın bitti. Mirza'nın başka bir amacı vardı, bu evlilik yalnızca beni korumak için yapılmıyordu. Biliyordum. Gözlerinde görmüştüm. Başta sadece her şeyi benim iyiliğim için yaptığına inandırmaya çalışmıştı beni, ama işler istediği gibi gitmediği taktirde gerçek yüzünü göstermişti. İstediği olmadığı vakit ne kadar ileriye gidebileceğini görmüştüm. Mirza Kutay Şahin, kirli bir adamdı. Ve ben bu kirliğe kendi ayaklarımla yürüyordum. İstemedende olsa,
Bacağıma baskı uygulayan Mirza'nın eli daldığım düşüncelerden sıyırdı beynimi, başımı umursamazca kaldırıp Mirza'nın gözlerine baktım. Öfkeyle bakıyordu. Belkide bundan sonraki bir yıllık hayatımda hep bu bakışlara maruz kalacaktım. Ya da hayır diyecektim. Sahi hayır deme gibi bir lüksüm var mıydı? Bir yanda abim bir yanda babam. Bir tarafta Sinan diğer tarafta Mirza.
Gözlerimin buğusu, gözlerini bulanık görmeme sebebiyet verdi. Gözlerimdeki damlaların akması için bir kaç kez kirpiklerimi kırpıştırdım.
"Eflin" Buz gibi sesi doldu kulaklarıma, bakışlarım anlık olarak masanın başında oturan nikah memuruna kaydı. Bakışları Mirza ve benim üzerimde volta atıyordu. Kaşları merakla çatılmıştı. Derin bir nefes verip bu sefer başımı masanın diğer ucuna çevirdim. İlker endişeyle Mirza'ya bakıyordu. Endişeli olduğunu fazla belli ediyordu, etmemeliydi. İlker'in yanındaki kadın ise her şeyden habersiz tebessümle bakıyordu bana, büyük ihtimalle mutluluktan ağladığımı sanıyordu.
Sevmek böyle bir şey miydi? İnsan sevdiği ile evlendiğinde mutluluktan ağlar mıydı?
"Eflin" diye tekrarladı ismimi, dişlerini sıkarak. Sinirden kuduruyordu.
"Bir sorun mu var?" Diye sordu nikah memuru, bu da soru muydu? Gerçekten şuan burada bir sorun olduğu apaçık ortada değil miydi. Halimize ve üzerimize bakan bir kimse tuhaflık olduğunu pekala anlayabilirdi. Bunun için sormaya gerek yoktu.
"Hayır, yok" dedi Mirza tok sesiyle. Yoktu, ama onun için yoktu. Benim için vardı. Benim için çok büyük bir sorun vardı, kocaman bir sorun vardı. Dağlar kadar sorun vardı.
Ben bundan bir hafta önce ne güzel hayatıma devam ediyordum. Mutluydum, ailemde mutluydu. Zehra ve Sinan'da...
Şimdi çok saçma bir durumun içerisindeydim.
"Eflin!" Diye sesini yükseltti Mirza, "Babanı aramamızı ister misin?" Bu bir soru değildi, bu bildiğin tehtiddi.
İşte o an bir kez daha nefret ettim yanımdaki adamdan.
Suskunluğum canını fazlasıyla sıkmış olacakki başıyla İlker'e işaret verdi ve İlker anında sandalyeden kalktı. Korku dolu bakışlarım İlker ve Mirza arasında gidip gelirken, kalbimin atışları nüksetti.
"Evet!" Diye bağırdım. Başka çaremin olmadığını anlayarak. İlker anında yerine otururken Mirza yalandan bir tebessümle yüzüme baktı. Kırmıştı bütün kanatlarımı, uçmak için çırpınan kanatlarım tuzla buz olmuştu.
"İdris Şahin oğlu-"
"Evet" Mirza, nikah memurunun sözünü ağzına tıkamıştı. Nikah memuru neye uğradığını şaşırırken bir atakta İlker'den geldi. "Bizde şahidiz, evet diyoruz yani, evlenebilirler. Şahidiz di mi?" Diyerek yanındaki kızı omzuyla dürttü kız abartı bir gülüşle kafasını sallayıp "Şahidiniz, şahidiz" dedi. Nikah memuru ağzı açık bir şekilde gözlerini teker teker hepimizin üzerinde gezdirdi ve sonrasında kaşlarını kaldırıp başını usulca salladı.
"O halde bende belediyenin bana verdiği yetkiye dayanarak sizi karı koca ilan ediyorum. Hayırlı uğurlu olsun"
İlker'in alkış tutmasıyla sinirle göz devirdim. Nikah memuru defreti önce Mirza'nın önüne sürdü. Mirza kalemi eline alıp son kez gözlerimin içine baktı. Artık buradan dönüş yoktu. İkinci kez düşünmeye fırsat vermeden hızla imzalayıp defreti ve kalemi önüme itti.
Önümdeki deftere diktim yeşil gözlerimi, ne hayallerim vardı bu hayatla ilgili ama neler yaşıyordum. Hayaller ve hayatlar mı diyorduk bu duruma,
Evet demekte geciktiğim kadar gecikmedim bu sefer, hissiz bir şekilde titreyen parmaklarımın arasına aldım kalemi ve imza atmam gereken yere daha fazla düşünmeden imzamı attım. İsmimin yanında Mirza'nın ismi yazıyordu ve imzası vardı. Elimdeki kalemi defretin arasına bırakıp burukça baktım sayfaya,
İlker önümden hızla kendi önüne çekti defteri ve onlarda imzaladı. Defter sonunda nikah memurunu bulduğunda nikah memuru gülümseyerek ayağa kalktı. "Tekrardan hayırlı olsun"
"Teşekkür ederiz" dedi Mirza ayağa kalkarken, İlker'de hemen ayaklandı. Mirza başıyla nikah memurunu işaret ettiğinde İlker hemen nikah memurunun yanına adımladı.
"Gelini öpmeyecek misin?"
Hepimizin başı bir anda hâlâ daha sandalyede oturmakta olan kıza dönmüştü.
"Olur mu öyle şey? Elbette öpeceğim."
Mirza'nın konuşması ile bu sefer hepimiz başımızı ona çevirdik. Mirza elimden tutarak ayağa kalkmamı sağlamıştı, sonrasında elimi tutan eli belimi kavramıştı. Korku ve şokla karışık kalbim gümbür gümbür atarken dudaklarını alnımda hissettim. Sıcacık dudakları buz kesmiş tenimi cayır cayır yakmıştı. Nefesim o an bir yerlerimde tıkanıp kalmıştı, kalbim kanat çırpan kuşlar misaliydi. Kısacık bir andı yalnızca, dudakları kısacık bir an alnımda soluklanmış sonrasında çekilmişlerdi. Ama bedenim hâlâ titriyordu.
"İlker sen halledersin"
İlker başını salladı ve nikah memuruyla birlikte kızıda alıp evden çıktı. Yalnız kalmıştık. Mirza'nın belimdeki eli bedenimi sonunda bırakmıştı. Masanın üzerinde duran nüfus cüzdanını alıp bana uzattı. "Bunu saklamak senin görevin" dedi. Göz ucuyla elindeki nüfus cüzdanına bakıp umursamadan yanından geçip koltukların olduğu tarafa ilerledim.
Bir de utanmadan konuşuyordu. Şaka gibi,
"Eflin"
"Ne zaman gidiyoruz?"
"Sabah, bugün fazlasıyla yorucu bir gün oldu. Hem saatte epey geç oldu. Sabah gitmek en doğrusu olur"
"Açıklama yapmana gerek yoktu. Sabah demen yeterliydi"
Yaptıklarına rağmen hâlâ hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyordu. Hiç mi utanmıyordu? Utanmıyordu tabiki, hatta belkide kendiyle gurur duyuyordu. Ne de olsa istediğini elde etmişti. Artık karısıydım.
"Hep böyle surat mı asacaksın?" Diye sordu usulca yanıma otururken, ne bekliyordu ki? Gül bahçelerimi açacaktım ona,
"Gözlerime bak"
Sinirle başımı ona doğru çevirip gözlerinin içine baktım. "Bakma bana öyle" dedi memnuniyetsiz bir şekilde, "Sende bir karar ver ama, bakayım mı? Bakmayayım mı?" Diye söylendim. "Bak-" deyip duraksadı "Ama böyle bakma" diye bitirdi cümlesini, "Ne bekliyorsun Mirza?" Diye sordum. Gerçekten merak ediyordum. Ne bekliyordu? Nasıl bir ilişkimiz olacağını düşünüyordu? Ciddi ciddi bu evliliği bir nevi görücü usulü olarak kabul edeceğimi mi düşünüyordu?
"İkimiz için çabalıyorum görmüyor musun?" Diye sordu ses tonunu yükselterek, bıkmış bir yüz ifadesiyle baktı yüzüme, alaycı bir gülüşle başımı önüme eğdim.
İkimiz için çabalıyormuş, bak sen adama ya, çabalıyormuş, ikimiz için. Yaptığı tek şey benim hayatımı cehenneme çevirmekti. Kendi için çabalıyor olabilirdi ona bir şey diyemeyeceğim, malum amacına ulaşmıştı. Ne yapıp edip nikahı bu gece kıydırmayı başarmıştı.
Sahi neden yapıyordu bunları?
Başımı kaldırıp yüzüne baktım,
"Amacın ne?"
Sorum ile kaşları çatıldı,
"Anlamadım"
"Benim iyiliğimi düşündüğün falan yok. Senin başka bir amacın var, bu evlilik beni kurtarmak için değildi. Sen amacına ulaşabilesin diyeydi"
Yüz hatları gerilmiş, solukları hızlanmıştı. Doğru düşünüyordum, şu yüz ifadesi bile düşündüklerimin doğru olduğunu kanıtlıyordu. Salak değildim amacının farklı olduğunu anlamayacak kadar salak değildim. O sadece beni saf yerine koyuyordu ve son günlerde yaşadıklarımdan dolayı bozulan psikolojimi baz alıyordu. Ama yanıldığı bir şey vardı, ne kadar iyi bir durumda olmasamda, aklım hâlâ yerindeydi. Düşünebiliyordum.
"Amacım falan yok" diye kestirip attı. Ama yalan söylediği apaçık ortadaydı.
"Var" diye direttim. Vardı ne kadar inkar etsede bir amacı vardı. Belki Sinan'dan alacağı intikamın bir parçasıydı bu evlilik, hem yayla evinde buna benzer bir şey söylemişti. Ona yardım etmemi istemişti, Sinan'ı yenilgiye uğratmak istiyordu. Ama tek sebep bu değildi. Bu amacının yalnızca küçük bir parçasıydı. Mirza basit düşünen bir adam değildi, bunu çok iyi anlamıştım. O her adımını on adım öncesinden düşünüyordu. Yaptığı her şey öncesinde düşünülüp planlanmış şeylerdi.
"Sen fazla mı dizi izliyorsun?" Alaycıl bir tonda sorduğu soru ile güldüm. Beni ciddiye almıyordu, ya da almıyormuş gibi yapıyordu.
"Çok yorulduğun için beynin sulanmış senin. Uyu da dinlen biraz" diyerek yanımdan kalktı.
"Burada mı uyuyacağım?" Diye sordum işaret parmağımla koltuğu gösterirken.
"Gel benimle" dedi ve yürümeye başladı.
⏳️⏳️⏳️
"Ben seninle Amerika'ya falan gelmem" diye söylendim. Ama beni umursamadı. Aralık olan camdan dışarıya elini uzatıp parmakları arasındaki sigarayı yola bıraktı.
"Ben Trabzon'dan ayrılmam, sen çok istiyorsan gidersin. Ama ben gelmem. Beni buradan ayıramazsın" son sözlerimi söyleyip başımı cama çevirdim. Yolculuk yaparken yolu izlemeyi çok severdim. Çocukluğumdan beri bu olay hoşuma giderdi. Uzun araba yolculuklarını her zaman sevmiştim.
"İstersem ayırırım" ağzının içinde gevelediği cümle ile başımı ona döndürdüm. "Anlamadım" dedim. Anlamıştım ama anlamamızlıktan gelmek hoşuma gidiyordu. Çünkü öyle olunca Mirza sinirleniyordu.
"Ayıramazsın dedin ya, istersem ayırırım diyorum" dedi son sözlerini vurgulayarak. Kaşlarım hayret edercesine havaya kalkıp indi. "Yapamazsın" dedim. Yapamazdı değil mi? Yapar mıydı? Mirza Amerika'da yaşıyordu. Hatırladığım kadarıyla ilk okul zamanlarında İdris amca onu yatılı olarak Amerika'ya okumaya göndermişti. Sonrasında ise Mirza bir daha temelli olarak Türkiye'ye dönmedi. Yılda bir kere anca gelirdi bazen onu da yapmazdı.
"İnatlaşma benimle" dedi gittikçe sinirleri bozuluyordu. Bir şeylerin diretilmesinden hoşlanmadığı belliydi.
Mesela nelerden hoşlanırdı? Bakışlarım acelesizce yüzünü turladı, çok değişmişti. Her anlamda, küçükken tanıdığım o Mirza değildi. Sinan'a karşı beni koruyan geceleri kaçıp kaçıp bize gelen o küçücük çocuktan çok farklıydı. Yıllar onu duygusuzlaştırmıştı.
Nasıl geçecekti böyle bir yıl? Saygıdan bahsediyordu ama ben onun yanında nefes bile alamıyordum. Cam açık olmasına rağmen daralıyordum. Sürekli ağlama isteği geliyordu içimden. Mahvetmişti bizi, ikimizinde hayatını mahvetmişti. Ne için yapmıştı?
Arabanın ani fren yapmasıyla hafif öne savrulduğumda kendi gelmiştim. Hızla başımı öne çevirdim ve gördüğüm ev ile sertçe yutkundum. Şahin'lerin konağındaydık.
"Benimle evlenmenin cehennem olduğunu düşünüyorsun ya, burada ki insanları tanıdığında benim melek olduğumu anlayacaksın"
Ne saçmalıyordu bu adam? Ben zaten bu evdeki herkesi tanıyordum. Hatta ondan daha iyi tanıyordum. O yıllarını yurt dışında yatılı okulda geçirirken ben günlerimi bu konakta o insanlarla geçirmiştim. Burası benim ikinci evimdi. Bu konağın içindeki herkes benim ikinci ailemdi.
Emniyet kemerini çözüp derin bir nefes aldım. Mirza üzerime doğru eğildiğinde şaşkınca yüzüne baktım. Konuşmak için ağzımı açacağım sırada torpidodan bir kutu alıp geri çekildi. Son kez konağa bakıp arabanın kapı kulpuna uzandım. Açmak için hamle yapacağım sırada Mirza'nın eli bileğime sarıldı.
"Ne oldu?" Diye sordum, "Parmağını uzat" dedi soruma cevap vermek yerine, kaşlarım istemsiz çatılırken tamamen bedenini bana döndürüp hâlâ daha kapı kulpunda olan elimi avucunun içine aldı. Bileğimi saran eli geri çekildiğinde tek eliyle kucağındaki kutunun kapağını açtı. Meraklı bakışlarım kutunun içine odaklanmıştı.
Yüzük.
Kutudan çıkardığı yüzüğü avucunun içinde tuttuğu elimin yüzük parmağına taktı. Saliselik bir olaydı bu, ama bana sanki ağır çekimde yaşanmış hissiyatı yaşatmıştı. "Aceleye geldi biraz. Yarına gidip daha güzelini alırız" dediğinde istemsizce güldüm. Çünkü aceleye geldi dediği yüzük mükemmeldi. Çok güzeldi. Daha önce hiç evlilik yüzüğü hayal etmemiştim aklımda asla bir model yoktu ama bu yüzük gerçekten güzeldi. Güzel olmasına güzeldi ama bir anlamı yoktu.
"Gerek yoktu" dedim elimi avucunun içinden çekerken. Bir anlaşma için fazlaydı.
"Vardı. Sen artık Eflin Şahin'sin bunun ne koşulda olduğu değil sonucu önemli, bugüne bugün karımsın. Yüzük parmağın boş olamaz"
Hayretler içerisinde baktım suratına, saçmalamalara doyamıyordu ve ben artık bu saçmalıklarını kaldıramıyordum. Bir şey demeden hızla indim arabadan. O da peşimden indi. Bedenlerimiz arabanın önünde buluştuğunda "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Buna hazırlıklı ol" dedi bilmiş bir şekilde, sürekli süslü laflar söylüyordu ama laflarının bir hükmü yoktu.
Evin girişine doğru adımladığım sırada eli birden elimi kavradı. Bakışlarım elimi tutan eline kaydı önce ve sonrasında yüzüne tırmandı. Donuk bir ifadeyle önümüzdeki eve bakıyordu. Tepki vermedim, elimi geride çekmedim. Mirza'da yürümeye başlamadan önce son sözlerini söyledi. "Konuştuklarımızı sakın unutma!" Dedi uyarır bir tonda, başımı sallamakla yetindim.
El ele yürüdük bahçeyi her bir adımımızda kalbim ağzımdan çıkacak gibi hissettim. Korku, endişe, heyecan hepsi bir olmuş bedenimi alt üst etmişti. Ellerim terlemeye ve vücudum titremeye başlamıştı. Mirza titreyen bedenimi fark etmiş olacak ki elimi biraz daha sıktı, sanki bana güç vermek istiyormuş gibi, ya da ben öyle anlamak istiyordum.
Kapıya yaklaştığımız vakit birden açılan kapı ile irkildim. İçeriden başı önüne eğik babam ve ardından endişeli annem bedenlerini dışarıya attı.
"Baba" dedim özlemle, artık dizlerim bedenimi taşımıyordu. Yüküm fazla geliyordu bedenime, babamın başı yukarı kalkarken önce annemin gözleri buldu bedenimi, o endişeli gözleri bir anda parlayıverdi.
"Eflin" dedi babam tüm özlemini sesine yansıtırken. Burukça gülümsedim. Gözlerim hemen doluvermişti.
Olmadı babam yapamadım, kurtaramadım kendimi, seni ve abimi kurtardım ama kendimi kurtaramadım. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bende eski Eflin olamayacağım. Senin masum biricik kızın olarak kalamayacağım.
Babama sarılmak için adım atacağım sırada Mirza elimi sıkarak gitmemi engelledi. İşte o an ipler koptu.
Dışarıya çıkan Şahin ailesi ve önümde duran babam ile annem Mirza ile birleşik olan ellerimize baktı. Hepsinin yüzünde bir anda aynı ifade peydah olurken. Yer yarılsada yerin dibine girsem dedim. Öyle ki o an yok olmak istedim.
Babam tereddütle bize doğru bir adım attı.
"Eflin" dedi bir açıklama ister gibi, nutkum tutuldu. Boğazıma öyle bir yumru oturdu ki yutkunamadım. Başım öne eğildi. Nasıl açıklama yapabilirdim ki? Hangi söz, hangi cümle onların bu yüzündeki ifadeyi değiştirirdi?
Babamın kırgın bakışları nasıl düzelirdi? Ya annemin buğulanan güzel gözleri, evin kapısında duran İdris babanın çatılı kaşları, Asiye annenin titreyen bedeni, Sare'nin kırgın bakışları...
Nasıl düzelecekti?
"Mirza Kutay!"
İdris amcanın bağırması ile korkuyla başımı kaldırdım. Keşke kaldırmasaydım, Mirza nüfus cüzdanını babama uzatmıştı. Babam karmaşa içerisinde ona uzatılan nüfus cüzdanına bakıyordu. Bakışlarım korkuyla İdris amcaya tırmandı, sinirden gözleri büyümüştü. Asiye annenin teni bembeyaz olmuştu bayılacak gibiydi.
"Bu ne?" Diye sordu babam hâlâ gördüklerine inanamıyordu.
"Biz evlendik" dedi Mirza hiç çekinmeden ve bir çığlık koptu, babam hızla arkasına dönerken annemin bayılan bedenini son anda Polat abi kucaklamıştı. O an her şey bitmişti işte, annem bayılmıştı. Titreyen bedenimi ayakta tutmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Bende bayılacak gibiydim. Mirza'nın kolları belimi sıkıca sarmasaydı belkide bende düşecektim.
"Çekilin!" Diye bağırdı Polat abi annemin bedenini eve götürmeye çalışırken.
"Anne" dedim fısıltıyla, babam hızla Polat abinin peşinden eve girdi. Ardından diğerleride,
"Eflin" Mirza önüme geçip yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Nefes al" nefes almıyor muydum? "Eflin, sakin ol. Bana bak, derin derin nefes al" Mirza'nın endişe kokan sesi kulaklarıma dolsada dediklerini algılayamıyordum. "Annem" diye fısıldadım tekrardan. "İyi olacak" dedi. "Sen sakin ol tamam mı?"
İyi mi olacaktı? Bundan sonra hiçbir şey iyi olmayacaktı. İyi olan, güzel olan her şey Zehra ile birlikte mezara girmişti.
⏳️⏳️⏳️
"Eflin"
Uzanıp akan yaşlarını silmek istedim. Ama yapamadım. Annem karşımdaki sandalyede küçülüp giderken olduğum yerden kıpırdayamadım.
"Seviyorum" dedim. Bilmem kaçıncı kez, annem inatla başını iki yana salladı kabul etmek istemiyordu. Haklıydı da, çok saçmaydı. Olanlar o kadar saçmaydı ki insan kabul etmek istemiyordu. Mantıklı gelmiyordu ki olanlar, nasıl kabul etsin.
"Eflin" acı dolu sesine dayanamayıp önünde diz çöktüm. Ellerim titreyen bacaklarına tutundu.
"Seviyorum diyorum anne neden anlamıyorsun?"
"Benim kızım bunu yapmaz. Eflin'im böyle bir şey yapmaz"
Yapmazdı zaten anne, mecbur kalmasaydı yapmazdı. Mecbur kalmıştım, abim için babam için, bizim için. Hepsi bizim içindi.
"Neden ben sevemez miyim?"
"Zehra'nın daha kırkı çıkmadı, senin kardeşin öleli daha bir hafta oldu. Neyin sevgisi bu?"
Annemin sakinliğide buraya kadardı, dizleri üzerindeki ellerimi elleriyle savurup ayağa kalktı. Mutfağın içerisi kocaman olmasına rağmen sığamıyormuş gibi derin derin nefesler alıp verdi. Dizlerimin üzerinde duramayıp oturuverdim yere, kaç dakikadır bu mutfakta anneme bir şeyleri açıklamaya çalışıyordum. Ayıldıktan sonra yalnızca benimle konuşmak istemişti. Diğer herkes şuan oturma odasındaydı. Onların ne halde olduğundan haberim yoktu, arada sesleri yükseliyordu o kadar. Orada da Mirza bir şeyleri açıklamaya çalışıyordu. Konuştuğumuz gibi.
"Benim aklım almıyor Eflin. Sen nasıl böyle bir insan olabildin? Evlenmek ne demek? Kimseye haber vermeden, danışmadan. Hemde böylesi zor bir dönemde"
Benimde aklım almamıştı, bende senin gibi çıldırmıştım annem. Ama işe yaramadı, küçük balığın gücü büyük balığa yetmedi.
Başım öne eğildi, dudaklarımdan çıkacak yalanlar büktü boynumu,
"Zehra'nın ölümü bizi kendimize getirdi. O an anladık ki bu hayatta ölüm diye bir şey var ve biz onun ne zaman olduğunu bilmiyoruz. Kaybedecek, boşa harcayak bir dakikamız bile yok. Ölüm bir nefes kadar uzağımızda. Mirza-" sözümü yarıda kesmem ile annemin bakışlarını üzerimde hissettim. Sessiz bir şekilde beni dinliyordu ama benim bu yalanlara devam edebilmem için nefes almam gerekiyordu. Boğuluyordum, bir el boğazımı sıkıyordu ve ben her kelimede boğuluyordum.
"Mirza çok korktu, o kazada bende ölebilirdim sonuçta, o yüzden vakit kaybetmek istemedik."
Keşke ölseydim.
Zehra değilde benim ölmem gerekiyordu. Yanlış kişi öldüğü için bütün bunlar oluyordu.
"Benim aklım almıyor. Sinan gelip biraz kafa dinlemen için seni yaylaya götürmedi mi? Mirza nereden çıktı?"
Annem çıldırmış gibi dönüp duruyordu. Duyduklarını hazmedemediği aşikardı, haklıydı da, kim olsa böyle bir durumu hazmedemezdi.
"Mirza yaylaya geldi. O zaman karar verdik"
Usulca başımı kaldırıp anneme baktım. Dizleri daha fazla onu ayakta tutamadığı için yavaş adımlarla gelip kalktığı sandalyeye geri oturdu. Titreyen eli yanağımı bulup gözyaşlarımın ıslattığı yanağımı okşadı.
Neden her şey bu kadar zor olmak zorundaydı? Neden ben şuan anneme gerçekleri anlatamıyordum? Neyin cezasını çekiyordum?
"Evlendin öyle mi?" Diye sordu buruk bir tonda, usulca başımı salladım gözyaşlarım akarken. Anneminkilerde akıyordu.
"Gelin oldun öyle mi?" Bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan. Annem akan burnunu çekip kırıklarını görebildiğim gözleriyle baktı gözlerime, "Ben seni beyaz gelinliğinle uğurlayacaktım evimizden. Neden böyle yaptın ki?"
İki cihan bir araya da gelse Mirza Kutay, andım olsun ki mutlu olmana izin vermeyeceğim. Değil üç yüz altmış altı gün bir ömürde geçse, mutsuz olmanı sağlayacağım. Andımı yerine getiremesemde, ahım bırakmayacak peşini.
O kadar kırılmıştı ki kalbim, un ufak olmuştu. Annemin sözleri bir hançer gibi yüreğimi saplanıvermişti.
"Annem"
"Babanın hayalleri vardı. Sen bizim tek kızımızdın."
Kızımızdın...
"Hâlâ öyleyim. Hiçbir şey değişmedi ki, ben hâlâ sizin tek kızınızım" dedim başımı iki yana sallarken.
"Ne zamandır ilişkiniz var?"
Ne zamandır? Gözlerimi sıkıca yumup hatırlamaya çalıştım. Beynim kazan gibiydi.
"İki yıldır"
-iki yıldır ilişkimiz var, unutma-
"Niye bize bir şey söylemedin annem? Neden anlatmadın?"
"Mirza Amerika'dan geldiğimde anlatırız dedi, sürekli Amerika'da olduğu için bilinmesini istemedi. Amacı temelli döndüğünde ailelere anlatmaktı ama Sinan ve Zehra evlenmeye karar verince bizde ertelemek zorunda kaldık. Onların düğününden sonra anlatacaktık"
Yalanlar üstüne kurulmuş bir hayat inşa etmişti ikimize, tek bir kelimesi doğru olmayan bir hayat. En sevdiklerimizi kandırmak zorunda olduğumuz bir hayat. Eflin Keskin yalandan nefret ederdi, ama Eflin Şahin'in hayatı yalandı.
"Annenede mi söyleyemedin kızım?" Sessiz kalmaktan başka çarem yoktu. Her yalan başka bir yalanı doğuruyordu.
"Bu yaptığınız asla kabul edilir bir şey değil. Şimdi bu iş dallanıp budaklanmadan bizimle eve dön. Sonrasına ortalık durulduktan sonra bakarız. En azından Zehra'nın kırkı çıksın" deyip ayaklandığında annem hızla dönen başımı umursamadan ayağa kalktım. "Olmaz" dedim can havliyle, olmazdı. Ne kadar çok istesemde olmazdı.
"Ne demek olmaz?" Annemin kaşları sinirle çatılırken devam etti sözlerine "Bu işin bir yolu yordamı var. Adeti var. Sen benim tek kızımsın, her şey adetlere göre olacak. Ama şimdi değil, şimdi olmaz. Alalem ne der? Abisinin nişanlısı ölmüş bu karı derdinde demez mi? Bu iki aileyede zarar verir"
Annem mutfaktan çıkmak için yürdüğünde önüne geçip durmasını sağladım.
"Öyle bir şey olmayacak. Biz evlendik, birbirimizi seviyoruz. Alalemin ne dediği önemli değil. Ben gelemem sizinle"
Canımı iste vereyim anne ama gel deme, gelemem. Gelmek için delirsemde gelemem.
"Sen benim kızım mısın gerçekten?" Annemin şaşkın ve kırgın bakışları altında ezilsemde güçlü gözükmeye çalıştım. İkna olması gerekiyordu. İkna olmazsa beni bırakmazdı.
"Anne neden anlamak istemiyorsun"
"Sen anlamak istemiyorsun Eflin. Çocuk değilsin yirmi beş yaşındasın. Kendine gel"
"Ben kendimdeyim."
"Ef-" annemin sözünü kesen şey içeriden gelen çığlık sesiydi. Annemle birbirimize korkuyla bakarken hızla mutfağın kapısına adımlayıp can havliyle bedenlerimizi salona attık. Ses oturma odasından gelmişti. Oturma odasına girdiğimizde gördüğümüz manzara ile olduğumuz yere mıhlanmıştık.
Babam Mirza'ya silah çekmişti...
Kalbim göğüs kafesimi delmek istercesine hızlı atmaya başlamıştı. Korku hiç olmadığı kadar içimdeydi. Ve o an kanımın tüm bedenimden çekilmesine neden olan şey oldu. Polat abi hiç düşünmeden belinden silahı çıkardığı gibi babamın şakağına dayadı.
Bir namlunun ucunda Mirza diğer namlunun ucunda babam vardı. Annem korkuyla çığlık atıp babama doğru koştu, tutmak istesemde elimi oynatamadım. Bedenim kaskatı kesilmişti. Bakışlarım farkında olmadan Mirza'nın arkasındaki koltukta oturan Sare'ye kaydı, ellerini yüzüne kapatmış ağlıyordu onun yanında da Asiye anne vardı onunda göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu. Bakışlarımı onlardan çekip Mirza'nın yanında duran İdris amcaya baktım. Hiçbir duygu yoktu yüzünde,
"Polat!" Sedef'in çığlığı Polat abiyi saniyelik olarak kendine döndürmüştü ama sonrasında yine babama döndü. Sedef'te ağlıyordu.
"Baba" dedim cılız bir sesle,
"Eflin gidiyoruz!" Diye bağırdı babam elindeki silahı Mirza'nın alnına biraz daha bastırırken.
Mirza sinirden dişlerini sıkıyordu,
"Karımı hiçbir yere götüremezsin!" Bu sefer bağıran Mirza'ydı.
"Mirza!" Diye haykırdı annesi bu saçmalığa bir son vermesini ister gibi, Mirza kaşlarını çatıp "Mirza Kutay" dedi Kutay ismine vurgu yaparak.
Neden Mirza demesine sinirlenmişti? Oysaki ben ona hep Mirza diyordum.
"Eflin!" Babamın bağırtısı ile korkuyla olduğum yerde sıçradım. Mirza bunu farketmişti çünkü bakışları içeriye girdiğimden beri üzerimdeydi. Alnına bastırılan silah umrunda değil gibiydi. Sanki alnındaki gerçek değilde oyuncak silahtı. O derece rahattı ama bulunduğu konumdan hiç memnun olmadığı da sıktığı dişlerinden belli oluyordu.
"Polat abi" dedim yalvaran bir tonda ve bir adım attım. Mirza yalvaran gözlerimin içine baktı, ne denli korktuğumu anlatmaya çalıştım gözlerimle, anlamalıydı.
Korkuyorum. Lütfen.
"Polat indir silahı!"
Duyduklarım ile yüzümde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Gerçekten, o gerçekten gözlerimden anlıyordu. Gözlerin konuşuyor dediğinde doğruyu söylemişti. O gözlerimi okuyabiliyordu.
"Polat!" Dedi dişlerinin arasından. Polat abi başını önce hayır anlamında salladı ama Mirza umursamayıp "İndir silahını" dedi. Polat abi ağzının içinde bir küfür mırıldanıp silahını indirdi. O an bir nebzede olsa nefes alabilmiştim.
Hemen yürüyüp babamın yanına gittim, titreyen elimle silahı tutan elini tuttum.
"Baba" dedim gözlerinin içine bakarak, babamın bakışlarıda kan çanağına dönen gözlerime kaydı.
"Kızım" dedi tüm duygularını sesine yansıtarak. Nasıl sarılmak istedim koca gövdesine, beni her şeyden koruyacağını düşündüğüm o güçlü kollarına ama sadece istedim. Çünkü bu halde olmamızın sorumlularından biriside babamdı. Onun günahı bizi bu hâle getirmişti. Onun kanlı elleri bugün boğazıma sarılmıştı. Titreyen ellerimle silahı tutan elini eğdim.
"Gidelim kızım"
"Karım hiçbir yere gitmeyecek"
Bıkkınlıkla yumup açtım gözlerimi,
"Baba siz gidin artık"
Gitme baba,
"Eflin"
Herkesin bakışını artık üzerimde hissediyordum. Ayılıp bayılan Asiye annenin bile, o bile dikkat kesilmişti bana, hatta Mirza'nın yanında put gibi duran İdris amcada
"Ne saçmalıyorsun? Bu kadar saçmalık yeter. Evimize gidiyoruz"
Gidelim baba, bir daha evimizden hiç çıkmayalım.
"Siz gidebilirsiniz ben gelmiyorum"
"Karımı duydun" dedi Mirza titreyen elimi tutarken,
"Sen konuşma!" Diye bağırdı babam, sesine dahi tahammül edemiyormuş gibi bir yüz ifadesiyle.
"Eflin benimle geliyorsun ve bu saçmalığı oturup konuşuyoruz"
Konuşalım baba ama önce senin günahını konuşalım.
"Gelmiyorum dedim" Mirza'nın delici bakışları bedenimde turlarken nefes almak çok zordu. İstediğini yaptığım için zevkten dört köşeydi adeta,
Babam sinirle elindeki silahı beline geri takıp, boşta olan elimi tuttu. Bedenimi kendisine çekmeye çalıştığında diğer elimi tutan Mirza buna izin vermedi. Beni kendine çekerek arkasına aldı. Önümde bir dağ gibi dikidi.
"Kızını duydun, gelmiyorum dedi. Daha fazla zorluk çıkarma Dursun amca" bunu nazikçe söylemişti. Babamın tepkisini göremiyordum. Ama ne kadar kırıldığını tahmin edebiliyordum. Çırpınıyordu, bu yaşında kızı için çırpınıyordu. Ama boşunaydı. Geç kalmıştı, geç kalmıştım. Hayatın akışı artık farklıydı.
"Yarına Eflin'le geliriz oturup düzgünce konuşuruz her şeyi" Mirza babamı yatıştırmak adına konuştuğunda yana çekilerek babamın tepkisine baktım. Başını önüne eğmişti. Eğmemeliydi. Başını çaresizlikten önüne eğmişti biliyordum. İçim acıyordu ama elimdende bir şey gelmiyordu.
Bir yanda babam, bir yanda annem...
Anneme kaydı bakışlarım girişte öylece dikiliyordu. Bakışları babamın üzerindeydi ama yüzünde en ufak bir duygu yoktu. Sanki bütün duyguları çekilip alınmıştı.
Babam başını kaldırıp "Bu iş burda bitmedi" deyip işaret parmağıyla beni gösterdi. "Gelip kızımı alacağım." Dedi ve salondaki herkese kısa bir göz atıp annemide alarak evden çıktı.
Onların gidişinin ardından salondakilerde yavaş yavaş kendi odalarına çekilmişti.
Mirza elimden tutarak bedenimi peşinden çekeleyip asansöre bindirdi. Üçüncü kata geldiğimizde açılan asansör kapısıyla asansörden inip koridoru yürüyerek koridorun sonundaki odaya girdik.
İçeriye girdiğimizde Mirza elimi bırakıp yatağa ilerleyip oturdu. Ben öyle kaldım kapının önünde,
Mirza yatağa pat pat vurup "Gel" dedi. İtiraz etmeden gidip yanına oturdum. Çok yorulmuştum. Beynim kazan gibiydi. Kalbimde ki sancılar hiç eksilmiyordu.
Şeytan her şeyi anlat kurtul diyordu. Ama çok geçti. Anlatsam ne değişecekti? Evlenmiştik. Bundan ilerisi yoktu, dönüşte, bir yıl geçmeden Mirza beni boşamazdı. Çünkü bir amacı vardı o bir yılda bu amacın bir parçasıydı. Sinan'dan alacağı intikamda o amacın parçasıydı.
Sinan.
Sinan yoktu.
Neredeydi? Herkes buradayken o neden yoktu? Hâlâ beni mi arıyordu?
"İyi misin?" Diye sordu Mirza, düşüncelerimin arasından. Şuan sorulması en saçma soruydu bu, iyi miydim?
Annem gitmişti, babam gitmişti. Onları gönderen bendim. Dilim gitmeleri için yalvarmıştı ama gözlerim kalmaları için çığlıklar atıyordu. Onlar anlamamıştı, Mirza gözlerimi okuyabiliyordu ama onlar okuyamamıştı. Dilim ne söylerse onu gerçek bilmişlerdi. Gerçekler dilin söylediğinden çok daha başka olmasına rağmen.
Bu muydu hayallerim? Bir avuç hiçin içinde yok olup gitmek.
Gözyaşlarım dur durak bilmeden akmaya başladı sanki bugün hiç akmamışlar gibi ve hıçkırıklarımda onlara eşlik etti. Özgür olduğum tek şey ağlamaktı, dürüst olduğum tek şeyde ağlamaktı.
Mirza sarsılan bedenimi omzumdan tutarak göğsüne çekti, yüzüm göğsüne gömülürken ağlamaya devam ettim.
Ne acayipti şu dünya, beni bu hâle düşüren adamla sığındığım adam aynı kişiydi. Beni ağlatanla, göğsünde nefeslendiren aynı kişiydi. Ne diyorduk biz buna denize düşen yılana sarılır mı?
Mirza'nın yılan olduğu doğruydu, peki ya ben denize mi düşmüştüm? Küçük balık büyük balığa yenildiğine göre gerçekten denize düşmüştüm. Denizdeki büyük balıkta, yılanda Mirza'ydı.
Şimdi her şey sil baştandı. Yirmiş beş yıllık hayatımın artık ikinci sezonuna gelmiş bulunuyordum. İlk sezon mutluluklarla, başarıyla, umutla ve güzelliklerle doluydu. Yeni sezonda henüz sadece gözyaşından başka bir şey yoktu.
Güneş bir daha doğayacak mıydı?
|
0% |