Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@rachelaery

Denizin üstünde sussuzluk çekmek gibiydi

Sana aşık olmak

Deniz kabuklarını tutmaya benziyordu

Elini tutmak

Gözlerine bakmak

Kaçamayacağım maviliği hatırlamaktı.

"Hey, hadi bir içki daha al!" Yanındaki hancının yüksek sesi onu düşüncelerinden koparıp gerçekliğe geri getirdiğinde doldurması için adama bardağını uzattı.

Küçük han, dans edenler ve köşede bir yerlerde öpüşmekten fazlasını yapan insanlar yüzünden boğucuydu. Ter kokusu her yeri sarmıştı, buna alışık olmasa çoktan öğle yemeğini dışarı çıkarmıştı.

"Sen iyi misin, evlat? Düşünceli gözüküyorsun."

İçkiyi içmeye devam ederken omuzlarını silkti. Açık sarı saçları terden alnına yapışmıştı. Dağnık bir havası vardı, ne kadar yakışıklı olsa da kaçın ve bu adama bulaşmayan diye bağıran bir gülümsemeye sahipti. Finn O'Malley istediği zamanlar çekici, tehlikeli, düşünceli ve sinir bozucu olabilirdi. Hepsini aynı anda olma gibi bir yeteneği de vardı.

Hanlarda geçirdiği zamanda çoğunlukla çekici olmayı seçerdi. Yılın büyük kısmını denizin üstünde tek bir dişi varlık görmeden geçirdiğinden bu anlara ihtiyacı olurdu.

Ama şimdi sinir bozucu halindeydi. Yüzündeki kendinden emin gülümsemesi kayıplara karışmış yerini ona hiç de yakışmayan bir kaş çatmasına bırakmıştı.

Durgun ve düşünceliydi. Düşünmeyi sevmezdi, kaslarına ve dalgaların gücüne inanırdı. O bir kaptandı lanet bir filozof değil. Bardağını yeniden dudaklarına götürdü. Boğazından geçen hissi seviyordu. Tıpkı yelken açmak, dümen çevirmek ya da bir kadının bacaklarının arasında olmak gibiydi. Onu heyecanlandırıyordu.

"Sadece aynı anda iki sarışın idare etmeye çalıştım, beni biraz yordu."

Hancı başını geriye atarak bir kahkaha attı ve bardak silme işine devam etti. Burası temiz bir han değildi, ayrıca bardaklar da temiz gözükmüyordu. Yaptığının anlamı yoktu, sadece el alışkanlığıydı.

"Yavaş ilerle, kaptan!" Sarışınlar doğruydu ama onu yoran mesele bu değildi. Kadınlardan asla yorulmazdı.

Kardeşi Tristan'la kavga etmişti. Pek anlaştıkları söylenemese de bu seferki tartışma biraz büyümüştü. Onu umursamamaya çalışması tamamen faydasızdı onun için endişeleniyordu.

Son zamanlarda denizde olmaktan mutlu değilmiş gibi gözüküyordu ve bu onu çok geriyordu. Denizde doğmuştu, orada yaşardı ve orada ölecekti.

Tristan'a kendi kaderini zorlayamazdı ama o denizden başka bir yerde var olamazdı ve kardeşinin de yapamayacağına emindi. Vahşi yaşarlardı, istediklerini yaparlardı, derin maviliğin üzerinde özgürdüler. Tristan böyle bir yaşamdan sonra bir kara parçasına sıkışıp kalmak istediğini söyleyemezdi.

Şimdiyse küçük kardeşi ortalıkta yoktu, zaten hiçbir zaman eğlencenin tadını çıkarmayı bilmezdi.

Elindeki bardağı çevirirken derin bir nefes aldı. Aile problemlerinden nefret ediyordu. Gerçi tanıdğı tek ailesi kardeşiydi. Rahatlamaya çalışarak içkiyi son kez yudumladı ve taburesinden kalktı.

Handa neşeli bir şarkı söyleniyordu. Dans edenlere katılmaya karar vererek yanından geçen bir kadının elini yakaladı ve onu diğer dans edenlerin yanına çekti. Kadın önce şaşırsa da yüzüne aceleyle bir gülümseme kondurdu. Gergindi ama Finn bunu anlayacak kadar ayık değildi.

Üzerinde bir elbise yerine pantolon ve gömlek vardı. Yine de fiziğinin çekiciliği onu güzel elbiseli kadınlardan daha göze çarpan yapıyordu. Bir de siyah upuzun saçları vardı. Sırtından aşağı doğru iniyorlardı.

Finn ellerini gömleğinin üzerine giydiği korsesinin iplerine gittiğinde kadın gülümsemesini silerek parmaklarını durdurdu. Şüphe çekmemeye çalıştığı doğruydu ama sırf bu yüzden bir adamla da yatacak değildi. Finn mesajı aldığını belli etmek için ellerini kaldırdı. "Tamam tamam... sadece dans."

Notalar hızlanmaya başladığında kalabalığın ritmi de değişti. Kadın gitmek için kapıyı gözlüyordu. Bu lanet dans ne zaman bitecekti? Dikkat çekmeden dışarı çıkması gerekiyordu.

Finn ritme ayak uydurarak onu hızlıca döndürdü ve yeniden kollarına çektiğinde aynı kadın değildi. Partner değişikliği. Bu seferki sarışındı. Şikayetçi değildi, sarışınlar her zaman onu favorisiydi. Ama yüzü bir yerden tanıdıktı sanki...

Tabii ya- bu deminki harika yatak becerilerine sahip kadındı. Bu sefer flörtöz gözükmüyordu. Öfkeli gözüküyordu... Finn emin olabilmek için gözlerini kırpıştırmak zorunda kaldı. Sorun neydi? İkisi- üçü geçirdikleri vakitten memnun kalmıştı.

"Küpelerimi sen mi çaldın?"

Dediğini doğru duyduğunu anlamak için kadının yüzüne doğru eğildi. Bir aptal gibi gözüküyor olmalıydı. Sarışının ifadesi şaka yapmadığını belirtecek kadar sertti.

"Güzel kadınlardan bir şey çalmamaya dikkat ederim."

İkisi de dans etmeye devam ederken kadın dizini kaldırarak Finn'in bedenindeki favori kısma bir tekme geçirdi. Bu acıtmıştı, yüzünü buruşturdu.

"Küpelerimi geri ver."

Dans etmeyi keserek bacaklarının arasındaki acıyı görmezden gelmeye çalıştı. Artık eğlenmiyordu. "Bende değil."

Handaki gürültü kesilirken etraflarını bir kalabalık sardı. Kavga bu pisliklerin en sevdiği şeydi. Finn de kavgaları severdi ama genelde izleyici kısmında olmayı tercih ederdi. Koruması gereken şeyler vardı. Yakışıklı yüzü ya da kadınların bayıldığı diğer kısımları gibi.

Kadın dizini yeniden kaldırdığında panik duygusuyla hemen geriye çekildi. Bir daha o acıyı yaşamak istemiyordu. Gece boyunca içtiği içkiler beynini bulandırırken ayakları birbirine dolandı. Hayır, bu ateşli öfkeli sarışın önünde düşmemezdi. Kalabalıkta kim olduğuna bakmadan tutunmak için birisine uzandı.

Gereğinden fazla yakındı. Omzunu tuttuğu adam kendi kardeşi olmasaydı yüzüne bir yumruk yiyebilirdi. Tristan handa tuttukları odadan sonunda çıkmaya karar vermişti.

Finn başını kaldırdığında gece boyunca gözlerinin aradağı yüzü gördü. "Başına yine belaya mı soktun, kardeşim?"

Kardeşinin sorusuna bir gülerken yeniden dengesini sağlayarak ellerini ceplerine soktu. Ceplerinde birkaç bozukluktan başka bir şey yoktu. "Bu seferki ben değilim."

Sarışın ikisinin arasına girerek Finn'in üstünü aramaya başladı, o küpeler sahip olduğu en değerli eşyasaydı. Sırf bir adamla eğlendiği için onları kaybedemezdi. Finn kadının üzerindeki ellerinden keyif alarak gülümsemesini korudu. Zaten onda değildi, bu sarı öfke küpü ona istediği kadar dokunabilirdi.

Tristan önündeki manzarayı izlerken hafifçe geriye çekildi. Kardeşini tanıyordu, çalmadığını söylüyorsa onun yapmadığına emindi. Yalancı olmak dışında her şeydi.

Ama arkasını dönerek handan dışarı çıktı, Finn'in tek başına halledemeyeceği bir mesele değildi. Ayrıca önceki tartışmaları yüzünden ona hala biraz kızgındı. Onlar aynı değildi, siyah-beyaz kadar zıttılar. Denizin üzerinde yaşamayı sevmiyordu.

Soğuk gece havası yüzüne çarptığında çattığı kaşları normal haline döndü. Yazın ortasında olmalarına rağmen geceleri burada soğuk olurdu. Biraz yürüdükten sonra ayağına kum değdiğini hissettiğinde durdu.

Han kumsal kenarındaydı, başını kaldırarak gece yüzünden simsiyah gözüken denize baktı. Ondan kaçış yoktu. Bir gün içinde boğulacağını biliyordu. Deniz onu korkutuyordu, onun sonsuz olduğunu düşünüyordu.

Derin bir nefes alırken sessiz geceyi delen bir fısıltı dikkatini çekti. Aslında bu bir sitemdi.

"Nereden kaldın... burası çok soğuk. Donduk." Ses bir çocuğa ait olmalıydı. İnsan içinde çok vakit geçirmese de bu ayrımı yapabilirdi.

Yavaş adımlarla yaklaşarak konuşan ve yanındakileri gördü. Düşündüğü gibi bu bir çocuktu. Aslında iki çocuk vardı. Etraf karanlıktı ama uzun boylu bir fügürden yanlarında bir de yetişkin olduğunu çıkardı. Dinlememesi gerektiğini biliyordu ama kulak misafiri olmak sayılmazdı değil mi?

Sessiz kalırken fark edilmemek için nefesini bile tuttu, neyden bahsettiklerini bilmek istiyordu.

"Elimden geldiğince acele ettim. Yakalanmamı mı tercih ederdin?" Tristan nazik kadın konuşma tarzına ve tatlı kıkırdamalara aşinaydı ama daha önce bir kadının bu kadar sert bir tonla konuşmasını duyduğunu hatırlamayordu.

"Ama aldım." Sert sesinin aksine gülüşü yumuşaktı. Tristan hemen oradan uzaklaşmalıydı, belki de yabancıların duymaması gereken özel bir konuşma anıydı ama merakı baskın geldi.

Kadın avcunu açarak gecenin karanlığında ışıldıyan bir şeyi ortaya çıkardı- küpeler.

Tristan kendine engel olamayarak birkaç adım attığında kadın avcunu hemen kapatarak küpeleri cebine koydu ve yaklaşanı görmek için arkasını döndü. Tristan ondan neredeyse iki kat daha uzun ve yapılıydı, kadında ona ait olmayan çalıntı bir eşya ve yanında çok da büyük olmayan iki çocuk vardı.

Ama gözleri buluştuğunda Tristan onun biraz bile ürkmediğini anladı. Karanlık yüzünden gözlerinin ne renk olduğunu anlayamadı.

"Sen de kimsin?" Kollarını önünde kavuşturarak kadını süzdü. Keşke biraz daha ışık olsaydı. Bir merak dalgası onu sararken kadının yüzünü kapatan kapüşonlunun ardını görmeye çalıştı.

"Kim olduğum önemli değil... önemli olan senin öyle pahalı küpelere sahip olamayacakmış gibi gözükmen." Kadın böylece onun bildiğini fark ederek hemen savunmaya geçti. Hançerini kınından çıkartarak Tristan'ın boğazına dayadı.

Ama Tristan buna izin vermese yanına bile yaklaşamazdı, yıllar boyunca süren acımasız mürettebat eğtimleri kavgada yenilmez bir canavar yaratmıştı. Sadece kadının yüzünü merak etmişti, daha yakından görmek istemişti.

Şimdi kayıp düşecek olan kapüşonu ona neredeyse istediğini verecekti. Neredeyse, sadece biraz daha... Tristan bakışlarını boynuna dayalı hançere çevirdiğinde ifadesini bozmadı. Korkmuş gibi gözükmüyordu, kadın da bunu fark etmişti. Hançeri biraz daha bastırdı.

Kadınla birlikte olan iki çocuk çoktan ortalıktan kaybolmuştu. "Bunu görmediğine inan, ben de boğazını kesmeyeyim." Kardeşinin başı bu yabancı yüzünden belaya girecekti. Ondan küpeleri alıp hana geri dönmeli ve olay çıkartan şu sarışına geri vermeliydi.

Ama nedense bunu yapmak hiç istemiyordu. Elini kaldırarak hançeri tuttu ve rahat bir hareketle onu boynundan uzaklaştırdı. "Ya da bana kim olduğunu söyle, gitmene izin vereyim."

⋆。𖦹 °.🐚⋆❀˖°⋆。𖦹 °🐋⋆。˚♡

Loading...
0%