@rachelaery
|
“Lux büyümüş güzelce Işığını güçlendirmiş meleklerin yardımıyla İzin vermemişler, içine birazcık bile kötülük sızmasına Gelmiş ki öyle mucizevi bir hale Melekler koymuş onu kendi oğulları yerine Karanlığın gücü tarafından hüsrana uğrayınca Aydınlığı geri istemiş Malana Oğlunu geri getirmeleri için emir vermiş meleklere Melekler karşı çıkamazlarmış ona Ama ayrılmak istemezlermiş oğullarından da "Yüce Malana! Bize emanetini kaybettik akılsızca Kabulümüzdür her türlü ceza." Malana bilse de meleklerin yalanını Ayak uydurmuş onlara Başka bir plan varmış aklında "Güzel meleklerim, suç sizin değil benim Onu daha güvenli bir yerde saklamalıydım Sizi affediyorum." Lux'u onlara bırakma niyetinde değilmiş Tenebris'e anlatmış olanları Ve emretmiş, getirmesi için kardeşini Tenebris istemezmiş çatışmak kimseyle Yine de, Malana'nın isteğini yerine getirmek üzere Girmiş Meleklerin evi, Cennet'e Melekler reddetmiş Lux'u bırakmayı Bu aciz görünen çocuğa vermezlermiş oğullarını Acımışlar ona, sızlamış kalpleri Bazıları merhamet göstermek istemiş Ama hatırladıklarında Lux'u almaya geldiğini Geri dönmüş öfkeleri.” (Gökyüzü ve Yeryüzü Tarihi, Tenebris'in Cennet'e Girişi, Bilinen Mit.) Bunu sevmediğim konusunu bir kez daha düşünebilirdim. Işıklarla kaplı şehir meydanı hiç de fena gözükmüyordu. Sadece benim hoşuma gitmeyen yaşadığımız yerden sorumlu Tenebris'i kötüleştirip Lux'u idolleştirmemizdi. Tenebris'in kötü şeyler yaptığını inkar etmiyordum ama her şeye rağmen minnetar kalmamız gereken o değil miydi? Katılmaya karar verdiğim her yıl diğerleriyle birlikte ailecek boy gösterdiğimiz için Fedora değil de Elçi'nin kızlarından biri olmak zorunda kalırdım. Süslen, ışıldayan o harika küpeleri tak ve ne kadar minnettar olduğunu gösteren gülümsemeni unutma... Belki bu akşamın o kadar kötü başlamamasının nedeni bu seferlik Fedora olmamdı. Babamın beni fark etmemesi için bir pelerin bile giyiyordum. Burada olduğumu öğrense töreni yarım bırakıp eve gitmemi sağlayacağından değil ama yine de başıma bela almasam daha iyi olurdu. Etraf çok kalabalıktı fakat şimdiye kadar kalabalığa alışmıştım ve bu sefer onlardan ayrı soylu kısmında değildim. Pelerinin kapüşonunu çekerek neredeyse siyah çalan kahverengi saçlarımı örttüm. Saçlarım anneme ait bir özelliğimdi ve onları sevmemeye ne kadar çabalasam da onlardan asla tam olarak nefret edemiyordum. Güneş batmak üzereyken kalabalığın seslerinden kraliyet ailesinin vardığını anladım. Atlı arabaları sırayla yavaşlayarak durdu. İnsanlarla aralarında güvenli bir mesafe vardı, kraliyet ailesinin sevilmediği pek bir sır değildi. Onların da farkında olduğundan emindim. Arabadan önce kraliçe indi. Aello, Denes'in annesi. Altın ve beyaz renklerinden oluşmuş gösterişli bir elbise giyiyordu. Dennes'le birlikte büyüsem de onun hakkında herkesin bildiğinden daha fazlasını bilmiyordum. Asla yanına yaklaşmama izin vermezdi. Sonra Rena indi arabadan. Onu severdim ama o hiçbir zaman benden hoşlanmamıştı. Sanırım abisinin ilgisini üzerinden çekmem onu sinirlendiriyordu. Leo'nun takıntılı olduğu bir kadın olmadığı için sükretmeliydim. Ve son olarak altı kıtanın ve Lunaria'nın gelecektiki hükümdarı göründü. Onu nasıl tarif ediceğimi kestiremiyordum. Büyüleyici miydi? Evet, ama kendinden emin buz gibi tavırları onu itici gösteriyordu. Kraliyet ailesine özgü beyaz saçlarının üstünde her zamankinden farklı bir taç parlıyordu, ama krala ait olabilecek bir taç da değildi. Neden kimsenin yuğlamama ya da nefret yorumu yapmamasının nedeni onlardan korkmalarıydı. Sadece berbat yöneticiler korkuyla hüküm sürerdi. Babam ve diğerleri çoktan buradaydı, kraliyet ailesinden sonra gelmek vatan hainliği sayılabilirdi. Kalabalığın içinde olsam da onları görebiliyordum. Andra zarif adımlarla Denes'in yanına giderek elini tuttu. Orada olmak istiyorum, yanında... Ama Denes orada olamayacağımı beni aşağılayacak bir teklifle açıkça belirtmişti. Andra'nın tüm görevi yapmasına, rölü üstlenmesine izin ver ama perdenin arkasında yanımda sen ol. Bunu nasıl kabul edeceğimi beklemişti ki? Ya tam anlamıyla onunla olurdum ya da hiç olmazdım. Bunca yıldan sonra beni tanıdığını sanıyordum. Denes Andra'nın elinin üstüne bir öpücük kondurduktan sonra kalabalığa hitap etmek için birkaç adım atarak yaklaştı. Kralın neden gelmediğini biliyordum ama bu bir sır olarak saklandığından kalabalıktan merak fısıltıları yükseliyordu. Konuşmasına başlamadan önce ışık hareketini yaparak geleneği bozmadı. "Işık sizi kutsasın, kalbinizi aydınlatsın." Kısa bir duraksamanın ardından lafı dolandırmadan "Kral ölümcül derece hasta." dedi. Kalabalığın gürültüsü şaşkınlık dalgasıyla yükselirken mücadele etmedi. Tüm dikkatim onun üzerinde olduğundan gözlerini kapatarak bu karışıklığı içine çekmek istemiş gibi derin bir soluk aldığını görebildim. Sonunda yeniden konuşmaya başladığında susmalarını sağladı. "Çok yakında yeni kralınız olma şerefini yaşayacağım. Ama... bugün bizimle ilgili değil. Göklerin hükümdarı Lux'a her zaman saygı duyacağımız ve yeryüzünden olsa da her zaman onu sevgiyle anacağımızla ilgili. Hepinizin bildiği gibi yeryüzünün ihtiyacı olan şey ışık. Lux'un bize merhamet gösterip daha fazla yardım etmesi için dua edin." Elinde nereden geldiğini görmediğim bir kadeh vardı. Havaya kaldırdıktan sonra içinde her ne varsa uzun bir yudum aldı. "Işık sizi kutsasın, kalbinizi aydınlatsın." Babasından çok daha farklı bir konuşma yapması beni şaşırtmamıştı. Kısa, öz ve açık. Geçmiş yıllarda kral hep uzun konuşmalar yapar, duygu ve çoşkuyla krallığı ve Lux'u överdi. Denes bir kral tacı takmasa da kralın tahtına oturarak sözsüz bir imada bulunmayı unutmadı. Onun kral olmasını istemiyordum, krallığı daha kötü günlerin beklemediğini umdum. Kraliyet mensupları sırayla yerlerini alırken babam açılışı yapmak için öne çıktı. Konuştuğumuz geceden daha kötü görünüyordu. Her an yorgunluktan düşecekmiş gibi. "Işık sizi kutsasın, kalbinizi aydınlatsın." Ellerini yukarı kaldırmasıyla adeta gökyüzünü yeryüzüne indirdi. Etrafımızı yıldızlar çevrelerken her yer aydınlandı. Bunu nasıl yapabildiğini bilmiyordum. Güç içimde olsa da onu biraz bile tanımıyordum. "Dua edin, kutlayın, eğlenin!" Babamın hareketini kesmesiyle yıldızlar kayboldu. Sırada dolaşarak etrafın tadını çıkarmak kalıyordu. Fedora olarak gelseydim tüm gece, kutlama sabaha doğru biterdi, oturmak zorundaydım. Şimdi ise özgürdüm. Kalabalık dağılmaya başladı. Bazıları dua etmek için özel olarak süslenmiş tapınaklara, bazıları kutlama yapmak için ana meydanda kurulan sofraya, bazıları da eğlenmek için çeşit çeşit etkinliklerin bulunduğu yerlere gidiyordu. Bu gece halkındı. Dua etmeyi ve kutlamaya katılmayı eleyerek etkinliklere göz atmak için ilerledim. Daha önce hiç halk kısmında bulunmadığımdan düzenlenen oyunlarda herhangi bir tecrübem yoktu. Ama denemeye istekliydim. Işıklarla çevrelenmiş en dikkat çeken çadıra doğru yürüdüm. Önünde bir kalabalık oluşmuştu bile. İnsanlar sıraya girmek yerine dağnık bir kalabalık haline gelmişlerdi. Yanımda bekleyen yaşlı kadını gördüğümde soru sorma fırsatını kaçırmadım. "İçerde ne olduğunu biliyor musunuz?" Kadın soruma şaşırdığını saklama zahmeti göstermeyerek cevap verdi. "Işık falı." Teşekkür etmemi beklemeden açılan sırada ilerledi. Işık falını biliyordum ama neden bu kadar yoğun istek olduğunu anlayamadım. Bu gücünü biraz bile kullanan her elçinin bakabileceği bir faldı. Hayatımda hiç denememiştim ama Leo küçükken annesinin onun için baktığını anlatırdı. Şu anlık daha iyi bir seçeneğim olmadığı için beklemeye karar verdim. Kalabalığın arasında gördüğüm ateş gibi yanan tandıdık gözler şaşkınlıktan neredeyse kalbimi durduracaktı. "Geleceğini mi öğrenmek istiyorsun, küçük meraklı?" O burada ne arıyordu? Şaşkınlığımı yenmek için derin bir nefes aldım. "Biraz fikir edinmenin iyi olabileceğini düşündüm." İnsanları geçerek yanıma kadar geldi. Her zamanki gibi gözüküyordu. Baş döndürücü ve korkutucu. "O halde korkarım yanlış yerdesin." "Işık falının doğruyu gösterdiği bilinir." "Her zaman değil." Elini uzattığında tereddüt etmeden tuttum. Bu adamın kim olduğunu çözmek istiyordum. "Seni daha ilginç bir yere götürmeme izin ver." ꕥ |
0% |