@rachelaery
|
"İçindeki aşka ihanet ettiğinde Sora Başka bir tene her dokunuşu Lanetlemiş soyunu Böylece gelmiş yeryüzünün sonu Önce doğmuş Luxuria Şehevtiymiş onu iten Başka kollarda teselli aramaya Şarap gibi kırmızıymış saçları Dans ederek geçirirmiş zamanı Biraz büyüyüp olgunlaşınca Onu arzulamayan kalmamış kimse Yayılınca diyara bebeğin haberi Karşı çıkmış bazıları Elora'yı öldürdükten sonra Nasıl devam edebilirmiş hayatına? Sonra da doğmuş Superbia Kibiri ele almış ipleri Göstermiş herkese kimseyi dinlemeyeceğini Bembeyaz saçları varmış babası gibi İnsanlar sakinleşmiş biraz görünce bebeği Babasına benzemesi Getirmiş ona istediğini Ardından doğmuş diğer kızlar da Yayılmış kötülükleri dünyaya Özleri temsil etmiş günahları Bir kaos patlağı alıp götürmüş yeri Dizginleyememiş kimse kardeşleri Bölünmüş yeryüzü yediye Ama kontrolü ele almış Superbia Oymuş babasına en çok benzeyen Kibiri izin vermemiş durmasına Meydan okumuş kardeşlerine acımasızca Oturmuş diyarın tahtına Altından bir taç takmış başına Ama yanaşmamış kardeşleri Her şeyi ona bırakmaya Böylece şekillenmiş şimdiki dünya Yedi Krallık Yedi Ulus Tek Kraliçe Superbia." (Gökyüzü ve Yeryüzü Tarihi, Tek Kraliçe'nin Doğumu, Bilinen Mit.) Denes Gece sıkıcı ve durağandı. Hiçbir zaman bundan zevk almamıştım. Yanımda oturan Andra'nın gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum. Rahatsız ediciydi. Lanet bakışlarını üzerimden çek. İlk defa ailesiyle değil yanımda nişanlım sıfatıyla oturuyordu. Onunla oturmak istemiyordum. Nişanlım olduğu için kendisini çoktan kraliçe olarak görmesini istemiyordum ama isteklerimin önemi yoktu. Sadece yapılması gerekenler vardı. Ve ben de öyle yapıyordum. Fedora'yı gece başladığından beri görmemiştim. Artık kraliyet sarayına uğraması için hiçbir neden olmadığından en azından onu bugün görmeyi umuyordum. Kalabalıkta gözlerimin aradığı ilk kişi hep o olmuştu. Çocukken birlikte dersler almak için saraya geldiğinde yanımda olduğunu bilmek beni rahatlatırdı. Küçük bir his olarak başlamıştı ve duracağını sanıyordum. Ama yıllar arzumu körüklemisti. Konuşmasına gerek yoktu. Ben onun sessizliğini de dinlerdim. Benden kurtulduğunu da düşünebilirdi ama istediğimi alırdım. Tahtımın yanında ayakta duran Kraliyet rahibi Nicholaus kulağıma doğru eğilerek konuştu. "Majesteleri, size uygun bir sövalye bulamadınız mı? Velihat prensin şövalyesiz görülmesi pek çok açıdan tehlikelidir." Rena'yla katıldığım seçmeler kimseyi kişisel sövalyem olarak atamamla son buluşmuştu. Belki benim için ideal birini bulabileceğimi düşünmüştüm ama o adamlardan hiçbirini yakınımda istemiyordum. "Henüz uygun birisini bulamadım." "Ateşle oynuyorsunuz, majesteleri. Bir suikat girişiminde bulunulursa savunmasınız." Kendimi pek çok kelimeyle tanımlayabilirdim ama bunlardan hiçbiri savunmasız olmazdı. "Kraliyet askerleri var ya." "Evet, sizden oldukça uzakta." "Merak etme, olası bir suikast girişiminde kılıcımı çıkartarıp ilk seni savunurum." Beni kınayan bir ifadeyle bakarken başını iki yana salladı. "Dalga geçmiyorum, majesteleri." Derin bir nefes alırken cevap vermedim. Dalga geçmediğinin farkındaydım. Fakat söylediği gibi bir durumun yaşanma ihtimali çok zayıftı. İnsanlar bugüne saygı duyuyorlardı. Başımı yana çevirdiğimde Leo ve babasının koltuklarında otururken hararetli bir tartışma içinde gördüm. Aramızda mesafe olduğu için duyamıyordum. Onlardan daha iyisini beklerdim. Evet, kara büyünün kullanım alanı sınırsızdı, ama cezası da idamdı. Buna bulaşacak kadar pervasızlar mıydı? Yanıma kuzey topraklarının Lord'u yaklaştığında düşüncelerimden sıyrıldım. Yani benim krallığımindan arta kalan kuzey topraklarının. Yeryüzü yedi parçaya ayrıldığında kız kardeşlerin hepsi kendi krallıklarını kurmuşlardı. Açgözlüydüler, daha fazla toprak daha fazla güç istemişlerdi. Sora'nın ikinci kızı kontrolü ele alana kadar bu böyleydi. Superbia kendini tıpkı babası gibi yeryüzün tek hükümdarı ilan ettiğinde ortalık kan gölüne dönmüştü. Ama kazanmıştı yine de savaşını ve gücü elinde tutabilmişti. Kızların temsil ettiği günahların belirginliği zamanla yok olup gitse de çoğu insan hala onlara inanırdı. Ben kibiri temsil etmek istemiyordum, tabii Superbia'ya minnettardım ve ailem onun soyundan gelmeseydi tahta da oturamazdım. Fakat hedeflerim arasında mükemmel bir kral olmak vardı. "Majesteleri." Kafamı hafifçe sallayarak selamanı kabul ettim. "Lord Donovan." Kuzeylilere özgü bir teni ve gür bir sakalı vardı. Diğer altı krallık arasında bize en yakın olan olsa da üzerindeki yabancılık barizdi. Şehveti temsil ederlerdi. "Sizi böyle görmek umut verici, Majesteleri. Bu tahta yakışıyorsunuz." Luxaria'nın halkını yalan söylerken hayal edemiyordum. Yani yiğitlikleri dürüstlük ve savaş becerilerinden gelirdi. Onlara kısmen güveniyordum. Krallıklar günahlarla bağını koparalı çok olmuştu. Küçük bir prensenken bile bir gün diyarın tahtına oturacağımı bildiğimden politikaya ayak uydurmaya çalışmıştım. Ve Donovan'ın kralla pek iyi anlaşmadığı gözümden kaçmamıştı. Onun gibi açık sözlü bir adamın babamla anlaşamaması pek şaşırtıcı da değildi. Yana çekilerek onunla aynı yüz hatlarını paylaşan daha genç bir adamı ortaya çıkardı. "Bu en büyük oğlum ve geçerli varisim Edwin. Kendisi iyi bir kılıç ustası ve güvenilir bir oğlandır. Sizden onu yeni şövalyeniz yapmanı istiyorum, Majesteleri." Oğlana değerlendirici bir bakış attım. Babası gibi açık tenli ve yakışıklıydı. Kolları kılıç kullanmaktan şekillenmiş, bakışları keskindi. Tüm yanağını kaplayan bir yara izi vardı. Kuzey'in varisi olmasına rağmen onu hiç görmemem tuhaftı. Donovan devam etti. "Biraz içine kapanık ve sessizdir ama dürüst ve akıllıdır da. Ona bu şerefi verirseniz ileride yaşanacak herhangi bir sorunda yanınıza bir müttefik kazanacağınızdan emin olabilirsiniz. Zamanın ne getireceğini bilemeyiz değil mi, majesteleri?" Sözlerin altında yatan tehdidi görmezden gelerek başımı salladım. "Bunu düşüneceğim, Lordum." Sadece düşüneceğimi söylesem de istediğini almış bir onayla homurdanarak hafifçe eğildi ve oğluyla birlikte uzaklaştı. Görüş alanımızdan çıktıklarında Nicholaus yeniden konuştu. "İyi bir teklif, majesteleri. Onları kendi tarafınızda tutmak akıllıca olur." Gece başladığından beri konuşmayıp sessizce bizi dinleyen Vangelis başını salladı. "Katılıyorum. Lord Donovan güçlü bir adam, sempatisini kazanmak önemli." "Şimdiye kadar onun varisini görmemiş olmam tuhaf değil mi? Onu gizlediklerine göre oğlanda mutlaka bir sorun olmalı." Vangelis düşünürken her zaman yaptığı gibi sakalını kaşıdı. "Çocuğun biraz tuhaf olduğunu duymuştum. Kimseyle konuşmaz, av dışında bir şey yapmaktan hoşlanmazmış... tabii hepsi söylentiden ibaret." Söylentilerin ne kadar sınır tanımaz olduğunun farkındaydım. Benim için sırf işkence etmekten hoşlandığımdan bir sürü köleye sahip olduğumu söylüyorlardi. Ya da bakirelirin kanını içtiğimi. Ben lanet bir kan emici değildim. Yine de bunlara engel olmuyordum, istediklerini düşünebilirlerdi. Çok yakında hepsi önümde diz çökmek zorunda kalacaktı. Babam ölecekti, bundan emindim. Emrinde en iyi şifacılar, elçiler olsa da durumu uzun zamandır iyiye gitmiyordu. Mantıklı olan kralın işini hızlıca bitirip tahta resmi olarak oturmaktı. Yine de kendi babamın kanının ellerime bulaşmasını istemezdim. Fazla zamanı kalmamıştı, her şeyi zamana bırakmak benim için sorun değildi. Elçilerin çeşitli gösterileri devam ederken çoktan ilgimi kaybetmiştim. Fedora'yla konuşmak istiyordum. Neredeydi acaba? Gelmediğine göre evde kalmış olmalıydı. Sıkılmış mıydı, ne yapıyordu? Onu yatağında uzanmış kitap okurken hayal ettiğimde kasıklarımda bir kıpırtı hissettim. Derin bir nefes aldım, zamanı değil. Gösteri sonlanırken yüksek bir alkış koptu. Saçlarına ışıltılı taçlar takmış elçilerden biri tahta yaklaştığında gecenin o kısımına geçtiğimizi anladım. Kutsama hareketini yaptıktan sonra başındaki tacı çıkarıp bana uzattı ve önümde diz çöktü. Bu sadece kral ve kraliçe için yapılan başka bir gösteriydi. Göklerin hükümdarlari Lux ve eşi Kalia'ya atıfta bulunmak için. Ama henüz tam olarak kral değildim ve başına taç takabileceğim bir kraliçem de yoktu. Ana meydandaki ziyafette oluşan gürültü yerini sessizliğe bıraktığında gözlerin üzerimde olduğunu biliyordum. İnsanlar meraklıydı. Muhtemelen şöyle düşünüyorlardı: Veliaht prens sınırı geçecek mi? Kendini kral mi ilan etti?.. Ama çoktan tahtta oturuyor, değil mi? Babam ve annemi bu törende sayısız kere izlemiştim. Duygusal olmalıydı, romantik. Ama göklerin saygısını kaybettirecek kadar yoğun ve samimi de olamazdı. Andra ayağa kalkarken elimi tuttu. Harika. Onun kraliçem olduğunu herkesin önünde kanıtlamış olacaktım. Yedi kıtadaki herkes kralın önünde diz çökerdi, kralın önünde diz çöktüğü tek kişi ise kraliçeydi. Sanırım atalarım romantik olmaya bayılıyordu. Sözler dudaklarımdan ezbere döküldü. "Güzel kraliçe Işık yolunu aydınlatsın daima Karanlığa kapılma Yıldızlar hazırlar, Yolunu aydınlatmaya." Andra'nın yüzü heyecana bürünmüştü. Onun ayağına kapanacağımı gerçekten düşünüyorsa belki de sanıdığım kadar zeki değildi. Gösterinin çarpıcı kısmını atlayarak tacı başına koydum ve dudakları yerine öpücüğümü alnına bıraktım. Heyecanlı gülümsemesi yüzünde donsa da kalabalığın önünde bozuntuya vermedi. Kalabalıkta bir şaşkınlık sessizliği yaşansa da çok geçmeden alkış sesleri yeniden yükseldi. İşte böyle. Yeni bir kral, onun kuralları. Ben kimsenin önünde diz çökmezdim.
aslında henüz lordu degil tabii, varisi. ama onemli bir karakter olacağından şimdiden onun için bir görünüş tasarlamak istedim🤭
|
0% |