Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@rachelaery

“Karanlığa hükmeden Sora

İlk defa tanışıyormuş korkuyla

İçindeki öfke kadar sahipmiş bu duyguya

Elora gitmişken nasıl yaşayacakmış bu sarayda

Tek başına, boş hissettirecekmiş koca odalar ona

Sonsuz yaşamın ne anlamı varmış yalnız başına

Acı veriyormuş Elora'sız ama

Bırakamazmış burayı bir başına

Yıldızların kraliçesi Astro

Elora'nın annesiymiş aynı zamanda

Kızını lanetleyen kendisi olsa da

Sora gibi yıkmış başkasının omuzlarına

O kadar nefret ediyormuş ki karanlıklar kralından

Bir plan yapmış kurtulmak için ondan.”

(Gökyüzü ve Yeryüzü Tarihi, Elora'nin Ölümünden Sonrası, Bilinen Mit.)

Gözlerin içinde tek gördüğüm harlı bir ateşti, bu dünyaya ait olmayan bir ateş. Beni, bizi, her şeyi yok edebilcek bir ateş. İçine çekilme ya da kaçıp gitme isteği uyandıran bir ateş.

Denes'in sert ve soğuk bakışlarından oldukça farklıydı.

Tüm irademi kullansam da gözlerimi ondan alamadım, vücudunu çevreleyen büyüyü hissedebiliyordum ama hiç tanıdık değildi, hatta tamamen yabancıydı. Neredeyse az önce duyduğum melodi kadar korkutucuydu.

Leon'un keskin sesi adam ve bakışlarımın arasına girdi.

"Odana geri dön, Fedora." Benimle Leo olarak konuşmuyordu, benimle yaşayan en güçlü elçinin oğlu olarak konuşuyordu. Bu tonu, kralliyet sarayında ya da bazen evde duyardım ama bana karşı asla duymamıştım.

Ve bundan da nefret ediyordum, benimle bu ses tonuyla konuşmasından. Böyle devam ederse sanırım nefret dolu bir varlığa dönüşecektim. İçimdeki güçle tamamen zıt hale gelecektim, ne harika.

Kararlığımi belli etmek isteyen bir ses tonu kullanarak "Önce burada ne oluyor onu öğrenmek istiyorum." dedim.

Adam sanki bir camın üzerinde yürüyormuş gibi pürüzsüz adımlarla bana yaklaştığında bakışlarımı Leo'dan ona çevirmeme neden oldu. "Seslerin duyulmaması için çekilen koruma kalkanı sende etki etmemiş gibi gözüküyor."

Bunun ne anlama geldiğini, ne yapmayı amaçladıklarını ve onun kim olduğunu sormak istiyordum ama sesini yeniden duydum.

"İlginç, oysaki babasını tehlikeleye atmamak için her şeyden emin olduğunu düşünmüştüm."

Leo ürkmüş halini darmadağın eden bir kaş çatmasiyla "Büyümün sağlamlığını mı sorguluyorsun?" dedi.

"Kız bizi duyduysa düşündüğün kadar iyi değilsindir."

Kurumuş dudaklarımı birbirine bastırırken adamı incelemeye devam ettim. Daha önce görsem asla unutamayacağım bir yüze sahipti, çıkık elmacık kemikleri ve şekilli burnu... Şimdiye kadar gördüğüm en yakışıklı adamın Denes olduğunu düşünürdüm.

Siyah gömleği ve siyah pantolonu ona bir resmilik katarken alnına dökülen düzensiz saçları da rahat bir görünüş sağlıyordu. Kim olduğunu sormak için yeniden ağzımı açtığımda zihnimi okuyabilirmiş gibi anında cevap verdi.

"Athan."

"Adını bilmek istemiyorum. Kim olduğunu ve bu saatte burada ne yaptığını bilmek istiyorum." Athan alaycı gülümsemesini ortadan kaldırmak ister gibi dudaklarını birbirbirine bastırırken ellerini çeplerine soktu.

"Sanırım şu durumda bunu sana söylememeliyim." Ondan düzgün bir yanıt alamayacağımı fark ederek Leo'ya döndüm, ama o hala benim yerime Athan'a bakıyordu.

Hayatım boyunca Leo'ya güvenmiştim. Evet, bazen aklındaki her şeye ulaşamadığımı hissederdim ama bana yalan söylediğini ya da arkamdan iş çevirdiğine hiç şahit olmamıştım. Annem bu evi terk ettiğinde ve görüşmelerimiz azalmaya başladığında o vardı... benim yanımda elimi tutuyordu. Elza'nın ölümünün babamı getirdiği hali gördüğümde birbirimize verdiğimiz değer beni korkutmaya başlasa da ona minnettar olmayacak kadar nankör değildim.

Zihnimin içinde yankılan bir çığlık duydum, acı doluydu. Bunu biliyordum, her şeyini kaybetmiş bir adama aitti. Çığlığın yüksekliği yerini ızdırap dolu iniltilere ve kesik hırıltılara bıraktı. Seslerin tam olarak önünde durduğum odadan ve babamdan geldiğini anlayabildim. Babam sahip olduğu her şeyi kaybettiğini düşünüyordu ama öyle değilse bile davranışlarıyla elindekileri de kaybetmeye devam ediyordu. Elza'nın ölümü onu mahvetmemişse de bunu kendisi çok iyi başarıyordu.

Sakin kalabilmek için derin bir nefes alırken Leo'ya hayal kırıklığı bir bakış attım. Babamı bu şekilde mi koruyordu?

Ona kızgın olsam da ilişkimiz asla ondan nefret ettiğim bir raddeye gelmemişti ve duyduğum iniltiler canımı acıtıyordu.

"Ona ne yaptınız?" Leo sonunda bana bakmak için döndüğünde yüzümdeki hayal kırıklığını gördü, kendi yakışıklı yüzü de üzgün bir hal alırken başını iki yana salladı.

"Fedora... sana her şeyi anlatacağım ama şu an olmaz, lütfen." Ona itaat etmemi talep eder bir şekilde eliyle üst katı gösterdi ve aceleyle babamın odasına girdi.

Bu koridor çocukluk anılarımda her zaman ışıl ışıldı, güneş ışığı babamın altın işemeli kapısından yansıyarak hep gözümü kamaştırırdı. Buraya her geldiğimde küçük bir çocuğun babasından beklediği duygularla gelirdim. Şimdi çektiğim korku ve sıkıntıdan farklı duygularla.

Ay ışığı koridoru zar zor aydınlattığı için etraf neredeyse karanlıktı. Daha önce hiç göremediğim ve arkamızdan gelen iniltilerle bağlantılı olduğumdan emin olduğum bir adamla baş başaydım.

Kusursuz adımlarına devam ederek biraz daha yakınıma geldi. Bu bana kralliyet ailesinin çocuklarıya aldığım ortak derslerden birisini hattırlattı, böyle yürüyebilseydim asla azarlanmazdım.

"Neden sesleri duyan tek kişi olduğun hakkında bir fikrin var mı?" Bir fikrim olmasına rağmen başımı salladım. Elçilerin büyü gücüyle bir türlü uyuşamadığımı söylemek istemiyordum.

Eğlendiğini belli eder şekilde yüzüme sırıtmaya devam etti, tam olarak neyin bu kadar komik olduğundan emin değildim.

"Korkak kız, seni ürküttüm mü?" Bakışlarımı ondan ayırmadan derin bir iç çektim. Beni ürkütmüş müydü? Etrafından yayılan gücü yapmıştı... ama kendisi beni ürkütmüş müydü? Pek sayılmazdı.

"Sadece bu saatte evimde bir yabancı olması beni rahatsız ediyor." Alaycı gülümsemesi küçülürken kaşlarını kaldırdı. Başını hafifçe kaldırarak sanki evin diğer odalarını da görebiliyormuş gibi yavaşça hareket ettirdi.

"Buradaki tek yabancı ben miyim?" Cevabı bildiğinden emin bir tavırla meydan okuyan bir şekilde gülümsemesini yüzüne geri çağırdı. Ne ima ettiğini anlayabiliyordum. Haklıydı, buradaki herkes bana yabancıydı, kendim bile.

İmasını görmezden gelerek çenemi dik tuttum ve ona bakmaya devam ettim.

"Kim olduğunu bilmiyorum... ya da ne olduğunu." sözlerim üzerine gülümsemesinin tehlikeli bir hal aldığını gördüm. Bu gülümseme hoşuma gitmemişti ama devam ettim.

"Ama babama zarar verecek olsaydın Leo'un buraya girmene izin vermeyeceğini düşünüyorum... Yani,"

Devam etmemi engelleyerek sözümü kesti. "Babana zarar vermek mi?" Alaycı bir tavırla kaşlarını kaldırarak başını iki yana salladı. "Bunu kendisi zaten yapıyor, bana ihtiyacı yok."

Haklı olması içimde büyüyen korkuya hiç yardımcı olmuyordu. Leo'nun şu anda babamın yanında olduğunu kendime hatırlatarak endişerimi azaltmaya çalıştım.

"Tam olarak neler olduğunu açıklayacak mısın?" Bakışlarını bir saniye bile gözlerimden ayırmadan iç çekti. Yakışıklı yüzünde en çok dikkat çeken kısmının gözleri olduğunu söyleyebilirdim. Gözleri bir ateşin tehtitkar yanını taşırken bir yakutun asilliğine sahipti, neredeyse nefesimi keseceklerdi.

"Çok yakında öğrenirsin." Cevap vermem fırsat vermeden ortadan kayboldu.

Athan bir an önümdeydi, bana bakıyordu ve bir an artık yoktu. Bunu nasıl yapabildiğini merak etmiştim çünkü elçilerin ışınlanma- ya da buna her ne diyorsa- gücü yoktu.

Arkamı dönerek odanın kapısına uzandım, ama açılmadı. Bu seferki büyü değil sadece normal kilitti.

Düşüncelerimi yatıştırmam gerekiyordu, kontrolden çıkıyorlardı ve ben kontrolü kaybettiğimde yaşananların tekrarlanması için her şeyi yapardım. Derin bir nefes alarak odama dönmek için hareket ettim. Bir an önce gerçekten ölen birisine yeniden yaşam verilme ihtimalinin olup olmadığını öğrenmem gerekiyordu.

Odama geri döndüğümde düşüncelerim beni boğuyordu, çoçukluğumdan beri Dennes, Leo ve annem haricinde herhangi birisine duygularımı fazla belli etmemiştim. Ne hissedersem hissedeyim başkalarının önünde güçsüzlüğümü göstermek benim için kırılma noktası olurdu.

Ama yalnız kaldığımda dizginleri ele alıyorlardı. Ellerimin titremesini azaltmak için kendi nefes seslerime odaklandım. Vucudumun neden bu kadar abartılı tepki verdiğini bile bilmiyordum.

Neredeyse tüm bir duvarı kaplayan pencereye doğru yürüdüm ve açtım. Gün doğumu gelmişti, soğuk rüzgarın yüzüme çarpmasına izin verdim.

Böyle daha iyiydi. Rüzgar benim almayı beceremediğim nefes yerine geçti.

Düşüncelerimi alıp götürmesine izin verdim.

Etraf tamamen aydınlandığında kahvaltıya katılmayarak evden ayrıldım, kütüphaneye gidip bilgi toplamam gerekiyordu. Şehirde pek çok kütüphane vardı ve en sevdiğim olanda Dennes'le karşılaşmıştım. Orada olduğumu nasıl öğrendiğini tanrılar bilirdi ama benim için geldiğinden emindim.

Şimdiye kadar binlerce kez yaptığım gibi adımlarımı kütüphanenin yoluna yönlendirdim. Belki orada aradığımı bulurdum, ya da ona yakın bir şeyler.

Burası şehirdeki diğer yerler kadar büyük değildi ama kesinlikle daha rahattı ve beni tanıma ihtimali olan sevimsiz soylularla karşılaşma ihtimalimi oldukça aza indiriyordu.

İçeri girdiğimde tanıdık sessiz ortam beni karşıladı, ama kütüphane görevlisi kadının beni fark etmesiyle ortamın yüzünün gerildiğini gördüm. Kadın sanki sessiz bir işaret yollamış gibi rafların arasında dolaşan ve kitap okuyan halktan insanların başları bana çevrildi.

Sessiz kalarak bakışlarımı insanların üzerinden çektim, kesinlikle tuhaftı. Kim olduğumu mu öğrenmişlerdi? Ama halk elçileri severdi.

Endişerimin bir kez daha beni ele geçirmesine izin vermek istemeyerek kararlı adımlarla aradığım kitapları bulmak için raflara doğru yürüdüm. Dolaştığım tüm koridorlar anında boşalıyordu, insanlar vebalıymışım gibi benden kaçıyordu.

Dişlerimi sıkarak kitapları aramaya odaklanmaya çalıştım ama yanıma gelen bir kız dikkatimi üzerine çekti. Yüz hatları genç olduğunu gösteriyordu, mavi sade elbisesi de halktan birisi olduğunu. Ona baktığımı fark ettiğinde gerildi.

"Efendim... özel bir arzunuz var mı?"

Buraya geldiğim tüm yıllar boyunca buradaki hiçkimse benim kim olduğumu bilmiyordu. Giydiğim sade elbiseler ya da solgun yüzüm onlardan birisi gibi görünmemi sağlamıştı. Çünkü babam yüzünden hak etmediğim bir saygı ve minnettarlık görmek istemiyordum.

Kaşlarımı çattığımda önümdeki kız ona sinirlendiğimi sanarak geriledi. Kısaca cevap verdim.

"Hayır."

Beni rahat bırakmak yerine bakışlarını ellerimdeki kitaplara cevirdi, sanki bir şey söylemek istiyor ama çekiniyor gibiydi.

"Ama buraya sadece okumak için gelmiş olamazsınız, efendim." Sesindeki ve vucut dilindeki korku şaşırılacak kadar belirgindi.

"Neden, burası bir kütüphane değil mi?" Sert ses tonum onu daha da korkutmaktan başka bir işe yaramıyordu ama neler olduğuna anlam verememek beni kızdırıyordu.

"Tabii ki öyle ama..." Duraksayarak bakışlarını indirdi. "Sizin gibi birisi buraya neden gelsin ki?"

"Benim gibi birisi?" Üzerimde beyaz bir elbise ve saçlarımda da hiçbir pahalı takı yoktu. Yani, görünüşüm beni ele vermediğine göre başka bir şey olmalıydı.

"Evet, sonuçta geçen gün velihat prens buraya gelerek sizinle konuşma zahmeti gösterdi. Önemli birisi olmalısınız." Doğru. Dennes. Konuşmamızı duymamış olsalar da görmüş olmalılar. Ve halk kraliyet ailesinden nefret ederdi, velihat prense korkuyla karışık derin bir nefret duyarlardı.

Halkın büyük kısmı sefalet çekse de kraliyet ailesi müthiş bir zenginlik içinde yaşardı ve bunu değiştirmek sanki onların görevleri değil gibi hiçbir çabada bulunmazlardı. Dennes'in babasında bile kötü bir hükümdar olacağından emindim. İstediği her şeyi alabileceğini sanan bir hırsa ve kendisi dışında herkesi küçümseyen bir kibre sahipti. Ve Andra gibi birisiyle yapacağı evlilik bu toprakların sonunu getirebilirdi.

"Önemli birisi değilim." Henüz. Başka hiçbir sözde bulunmadan hızlıca aldığım kitapları yerlerine geri koyarak kütüphaneden çıktım. Ülkede bulunmaktan hoşlandığım tek yeri de elimden aldığı için Dennes'e öfkeliydim. Bunu düşünemediğim için kendime de öfkeliydim. Bunu bilerek yapmıştı. Kontrolün kimde olduğunu biliyorsun... bana kontrolün kimde olduğunu hatırlatıyordu.

Sessiz ve yıkıcı bir öfke içimde büyürken eve geri döndüm. Dün geceden sonra hemen evden ayrıldığım için Leo'yla konuşma fırsatım olmamıştı. Ona sormak istediklerim vardı, almak istediğim cevaplar.

Vakit kaybetmeden odasına gittim. Ama şaşırtıcı şekilde kapının önünde Andra dikiliyordu.

Elza'nın saçları ne kadar yumuşak bir sarı ise Andra'nın saçları o kadar sert ve göze çarpan bir tondu. Sanki saf erimiş altınlar saçlarından akıyordu. Çok açık olmayan bir tene sahipti. Hafif pembe yanakları, küçük burnu ve dolgun dudakları onu ne kadar tatlı gösteriyorsa bir kartalın gözlerine sahip olması görmek istiyene ne kadar tehlikeli olduğunu haber verebilirdi.

"Leo nerede?" Onun küçümseyen bakışlarının odak noktası olmaktan nefret ediyordum. Tamamıyla babama benzeyen tek kişiydi.

"Onsuz tek bir saniye bile geçirmediğini düşünürsek bu soruyu sana sormak daha doğru olur." Dennes'in bana olan ilgisini biliyordu, Andra'nın ona aşık olmadığından emindim ama sanırım bu benden nefret etmesine engel olmuyordu. Güçsüz şeylerden nefret ederdi, beni de güçsüz olarak gördüğünü biliyordum.

Güç için deliren bir adamın onu değil de beni istediğine inanamıyor olabilirdi. Ama bu benim açımdan hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Nişan yüzüğü onun parmağındaydı.

"Neden kapısının önündesin?" Bana cevap vermeye tenezzül etmediğini gösteren bir yüz ifadesiyle yanımdan geçip gittiğinde öfkeyle nefesimi tuttum. Ben de gitmek üzereyken kapının hafifçe aralık olduğunu gördüm.

Aşağı inmeden önce kapıyı ittirerek Leo'nun içeride olmadığından emimin oldum. Kesinlikle benim haberim olmayan bir şeyler oluyordu çünkü her şey ve herkes olduğundan daha garipti.

Bahçeye çıktığımda Leo'yu bulmama gerek kalmadı. Sessizliği bozmamaya çalışarak yaprakların üzerinde yavaş adımlarla yürüyordum. Bu çoçukluktan beri yaptığım bir oyundu. Etrafta kimse olmadığında sessizliğin tadını çıkararak bu bahçeyle, ağaçlarla bir olduğumu hissederdim.

Ama Leo beni bulduğunda aceleci sesi huzur ve sessizliğin içinden geçti.

"Kraliyet sarayına gitmemiz gerekiyor."

 

 

Loading...
0%