@rachelaery
|
“Ah ölüm, bazıları gözler yolunu Bazıları da kaçınır senden, korkar gelme ihtimalinden Bazıları umut eder Buradan kaçıp gitmeyi Bazıları sonsuza kadar yaşamak ister Dertken bazen derman olursun Belayken bazen hoş karşılanırsın Kimin kapısını çalacağına dikkat et Sana koşacak olanın mı Senden kaçacak olanın mı?” (Rahip Dima, Ölüm Hakkında Söyleyişi) Kraliyet sarayına yaptığım ziyaretten iki gün geçmişti. Leo'dan babam ya da adını Athan olduğunu söyleyen adamla ilgili hiçbir açıklama alamamıştım. Dennes'le yaptığım konuşmadan sonra Leo'yu bulup büyük bir sessizlik içerisinde eve geri dönmüştük. Bana verdiği tek şey sessizlikti. O gün Dennes'in söylediklerini düşündüğüm için aklımdaki soruların hiçbirini sormamıştım ve geçtiğimiz iki günde Leo'yu hiç görememiştim. Akşam yemeklerinde bile. Endişelenmek istiyordum ama yine benden saklamak zorunda olduğu önemli işleriyle ilgileniyor olmalıydı. Akşam yemeği zamanı gelmişiti. Çoktan hazırlansam da hiç aşağı inmek istemiyordum. Ama ben Leo değildim, masaya oturup sessizce yemeğimi yemekten daha önemli bir işim yoktu. Son kez aynaya baktıktan sonra odamdan çıktım ve yemek salonuna girdim. Her zamanki yerime oturduğumda yanımdaki boşluk olması beni şaşırtmadı. Lanet iki günden sonra değil. Neredeyse herkes buradaydı, yemek servisinin neden başlamadığını merak ederek masanın yanında dikilen görevlilere baktım. Bu akşamki beklenmedik sessizlik sorumla bozuldu. "Birisini mi bekliyoruz?" Başkahya bir adım öne çıkarak konuştu. "Babanız bu akşam yemeğe katılacağını bildirdi." Adamın cevabına kimse şaşırmış gibi gözükmezken ben de kendime engel olarak şaşkın bir tepki vermemeye çalıştım. Neyse ki bunda başarılıydım. Bunu şimdi öğrenen tek kişi olduğum farkındalığı acıtıcı bir şekilde yüzüme çarparken Eliza'nın kızı, Mina'nın sesini duydum. Uzun zamandır duymadığım mutlu bir çocuk sesiydi. "Sonunda babamı yeniden görebileceğim..." Heyecanlı yüzü sertçe yutkunmama neden oldu. Bir farkındalık daha, o annesini yeni kaybetmiş bir çocuktu. Hatta sadece annesini değil babasını da farklı bir yolla kaybetmişti. Annem artık bu evde yaşamayacağını söyleyip gittikten sonra ben Leo'ya sahiptim. Peki ya onun kimi vardı? Ben de buradaki diğerleri hatta babam kadar suçluydum. Küçük bir çoçuğu yalnız bırakmıştım. Mina'nın yanında oturan Isaac elini kaldırarak omzuna koydu ve hafifçe sıktı, bu Mina'yı daha çok gülümsetti. Isaac'tan hoşlanmadığımı düşünürdüm, sürekli her şeyi alaya alma eğilimi vardı ama o anda sadece onu tanımadığımı fark ettim. Bu masada oturan kimi gerçek anlamda tanıyordum ki? Athan birkaç gece önce dediklerinde haklıydı. Onlar kardeşlerim değildi, birer yabancılardı. Babamın kendinden emin dik omuzlarla içeri girdiğinde bakışlarımı üzerinde gezdirerek onu süzdüm. Onu uzun zamandır böyle görmüyordum, sakin ve belki biraz mutlu gözüküyordu. Sonunda kendini toparlamaya mı karar vermişti? Ne değişmişti ki? Babamın odasından gelen o ilahiyi düşündüm. Onu eski yaşamına geri döndürmek için Elza'ya ihtiyaç vardı... ve artık onu geri alamazdı, almamalıydı. Bu ihtimalin gerçek olduğuna inanmak bile istemiyordum ama içimde bir şeyler koşup Elza'nın mezarını kontrol etmem için bana yalvarıyordu. "Bildiğiniz üzere bir yas dönemindeydim..." yüzündeki ışık çekilirken sesi de kısıldı ama devam etti. "Lakin artık işlerime geri dönme zamanı geldiğine karar verdim," Duraksayarak yanımdaki boş sandalyeyi işaret etti. "Leo burada olmasa da ona ve hepinize yokluğumda kraliyet ailesini ne kadar iyi idare ettiğiniz için teşekkür ederim. Ben olmasam bile bu ailenin sağlam bir şekilde ayakta kalacağını kanıtladınız, sizi kutluyorum." İşlere hiçbir katkıda bulunmamıştım çünkü istesem de yapamazdım. Bu yüzden teşekkürlerinin devamına dikkat etmeyerek bakışlarımı Mina'ya çevirdim. Özlediği babasından uzun zaman sonra bu kadar soğuk ve ciddi bir konuşma duyduğu için üzülmüş müydü? Bakışlarımı hissetmiş olmalı ki bana dönerek sessizce dudaklarını oynattı, ne söylemek istediğini anladım. 'Neden onu dinlemiyorsun?' Yüzüme bir gülümseme yerleşirken ben de hafifçe dudaklarımı oynattım. 'Çünkü şu an onun konuşmasından daha ilginç olduğunu düşünüyorum.' Mina kendini tutamayıp kıkırdadığında yanında oturan Isaac'tan başkasının dikkatini çekmedik. Diğerleri babamın önemli konuşmasını dinlemekle meşgullerdi. Isaac kaşlarını kaldırarak bakışlarını Mina ve benim aramda gezdirdi ve o da oyunumuza katılarak dudaklarını kıpırdattı. 'Yaramazlık yapıyorsanız yakalanmayın bari.' Ona yüzümü buruşturduğumda ciddi değildim, aslında eğleniyordum bile. Mina bu sefer sessiz olmak yerine Isaac'a döndü ve hiç de kısık olmayan bir sesle "Yaramazlık yapmıyoruz." dedi. Masada bir sessizlik olmasaydı yüksek sesle gülebilirdim. Babam boğazını temizledikten sonra Mina'ya bakarak yapacak bir şey yok anlamına gelen bir şekilde omuz silktim ve ilgimi konuşmasına verdim. "Sevenleri ayırmak için ölümden fazlası gerekir-" devam etmeden önce elindeki bardağı uzatarak yukarı kaldırdı. "O her yerde, sevgili Elza'ma!" Yemek yendikten sonra hiç oyalanmadan bahçeye çıkarak Elza'nın mezarına gittim. Babamın bu geceki hali beni korkutmuştu. Kendisini toparlamasını istemiştim ama hiçbir şeyi dağıldığı kadar hızlı şekilde toplayamazdık, en azından normal yollarla değil. Neyse ki Elza'nın solgun bedeninin hala aynı yerde yattığını görmek beni rahattlattı. Belki de çok fazla düşünüyordum, saçmalamıştım ve ihtimali olmayan şeyler hakkında endişeleniyordum. Ama duyduğum ilahinin sözleri aklımdan çıkmıyordu. Yaşamın bedeli yaşamından vermek miydi? Soğuk gece havasını teminin üzerinde hissetmek hoşuma gittiğinden, biraz daha oyalanmak için yürümeye başladım. Bahçe bakımsız olsa da hala güzel gözüküyordu. Hatta bu halini daha çok sevdiğime karar verdim, daha doğaldı. Uzayan çimler ve çiçekler dizginlememiş bir ruha benziyordu. "Ne hoş bir bahçe demek isterdim ama bunu bir iltifat değil de bir alay olarak algılayabilirsin." Athan'ın sesini duyduğumda şaşkınlık hissetmedim bile. Sorularımı cevaplayacağını hiç sanmasam da o olaydan sonra yeniden karşılaşmayı umuyordum. "Aslında hoş bir bahçeydi." "Neden artık değil?" "Çünkü onunla kimse ilgilenmiyor." dediğimde adım seslerinden bana biraz daha yaklaştığını anladım. "Ne yazık..." Ona dönmeden bakışlarımı bahçede gezdirdim. Gerçekten bu hali daha güzeldi. "Böyle güzel gözükmedigini mi düşünüyorsun?" Sözlerimin üstüne başını iki yana çevirerek bahçeyi tam olarak inceledi. Bir zamanlar güllerin olduğu yer artık boş bir araziydi, bakımsız otlar neredeyse her yeri ele geçirmişti. Bir iç çekti. "Ölüyormuş gibi gözüküyor." Belki de burası gerçekten sahibiyle birlikte ölmüştü. Ona döndüğümde hatıladığım şekilde olduğunu gördüm. Siyah saçları dağnık bir şekilde alnına dökülüyordu, aynı renk pelerini esen rüzgarla hafifçe savruluyordu. Kırmızı gözleri dikkat dağıtıcıydı, dikkat çekici. Onun gerçekten kim olduğunu merak ediyordum. Ne olduğunu. "Bu sefer neden burada olduğunu sorduğumda cevap alabilecek miyim?" Eğlenceden yoksun bir şekilde gülerken omuzlarını kaldırıp indirdi. "Dene ve gör." Ona yaklaşarak başımı kaldırdım. "Neden buradasın?" İfadesini hiç bozmadan yüzlerimizi aynı seviyeye getirebilmek için eğildi. "Babanın yine bana ihtiyacı düştü, ve ben de gelmişken etrafı dolaşayım dedim." "Tam onun mezarına gelmen bir tesadüf yani?" Kaşlarına kaldırarak hafifiçe güldü. Gözlerindeki ateşin içinde parıltılar gördüm. Benim o kadar da aptal olmadığımı yeni idrak etmiş gibi baktı. "Tesadüf diye bir şey yoktur, bunu biliyorsun." Benden gizlenen her şey, bir kenara çekilmemi isteyen herkes... belki haklılardı, sonuçta kendi gücüme bile hakim olamıyordum ama atladıkları şey şuydu ki, ben bir kenara atılmak istemiyordum. Açık konuşmaya karar verdim. "Elza'yı geri döndürmeyi mi planıyor?" Yüzündeki gülümseme silinirken kaşlarını çattı. Belki de fazla açık olmuştum, onu kızdırmadığımı umdum. Neyse ki sesi hala sakindi. "Sen ne düşünüyorsun, onun için bu kadarını göze alır mı?" Düşünüp cevabı benim bulmamı istiyordu. Babam, Elza için o kadar ileri gider miydi? Evlendiklerinde fazla büyük değildim ama neredeyse ilişkilerinin tamamını hatırlıyordum. Elza her zaman sevgi doluydu, sıradan bir insan olmasına rağmen bir elçi kadar saftı. Babamın onu neden sevdiğini anlayabiliyordum, onu sevmek kolaydı. Nazik ve güzel şeyleri herkes severdi. Aklıma annem geldi, Elza bir gülse annem dikendi. Aşkını tutkuyla ve sonuçlarını düşünmeden yaşamıştı. Ve babam sonunda ondan korkmuştu, aşkının yıkıcılığından. "Bundan korkuyorum..." Kimse için bu kadar büyük bir işe kalkışılmamalıydı, altında ezilecekti. "Sana ne teklif etti bilmiyorum ama ona yardım etme." Daha çok eğilerek aramızdaki az mesafeyi de kapattı. O an herkesin onun gözlerine bakamayacağı geçti aklımdan. Yanıyorlardı, bakan kişiyi yakmak için hazırlardı. Bana büyü yapıyor olabilir miydi? Çünkü gözbebeklerinin içinde ateşin yoğunluğunu gördüğümü sandım. Bakışlarımı yukarı kaldırarak saçlarına baktım, o kadar koyulardı ki neredeyse gece mavisine çalıyorlardı. Bu adam tamamen ateşten mi meydana geliyordu? Belki de ateşin kendisiydi. "Ama bana teklif ettiği şeyi istiyorum." Böylece tüm şüphelerimi doğrulamış oluyordu, babam düşünmekten korktuğum şeyi yapacaktı. Engel olmanın bir yolu var mıydı? Varsa bile o yolu tek başıma bulabilir miydim? Tek başıma olmama gerek yoktu diye düşündüğümde aklıma Leo'nun ismi düştü. Tabii ya, o da bu işin içindeydi. Hayal kırıklığı içinde yüzümü buruşturdum, bu derece önemli bir durumu benden saklıyorsa artık güvenimi hak eder miydi? "Kendin almayı dene." Meydan okumama gülümserken elini umursamaz bir tavırla hafifçe salladı. Elleri büyük ihtimalle açıkta kalan teni gibi bembeyazdı ama taktığı eldivenler yüzünden göremiyordum. "Alacağım."
|
0% |