@rachelaery
|
"Koca yeryüzü Kalabalıkmış yeterince Ama Kral Sora, kalmış bir başına Korku salıyormuş hükmettiği topraklara Sonra ihanet etmiş kalbinde kalan aşka Dolaşmış dünyada Elora'sını aramış dokunduğu her kadında Pes etmemiş bulamasa da Baktığı her yüzde onu görmek istemiş umutsuzca Sora'nın yedi kızı olmuş bu arayışta Böylece doğmuş yedi büyük günah." Denes "Prenses'e bu kadar müsamaha göstermemelisiniz. Yakında bir kadın olacak, nasıl davranması gerektiğini bilmeli." Gömleğimin düğmelerini ilklerken aynadaki yansımama baktım. Vangelis'i dinlemiyordum bile, babamın danışması olduğu için bana da akıl verebileceğini sanıyordu. Ailesi asırlardır kralların akıl hocalığını yapmıştı, daha doğmadan kaderi belli olduğu için isminin anlamı bile iyi haber vericiydi. Ama şu an başımı şişirmekten başka bir şey yaptığı yoktu. Ona katlanmamın tek nedeni hala kral olmadığımdı, tahta çıktığımda ilk iş olarak daha zeki bir adamı göreve atayacaktım. "Rena istediğini yapmakta özgürdür. Gözlerini kız kardeşimden çekip işine odaklan." Son düğmeyi de ilikledikten sonra cevap vermesine fırsat vermeden son kez saçlarımı düzelterek odadan çıktım. Şimdi göreceğim kişiye güzel görünmek gibi bir derdim yoktu ama kralın hastalığının ya da herhangi başka bir durumun beni zayıflatabilme ihtimalinin olmadığını açıkça göstermeliydim. Vangelis beni arkamdan takip ederken akıllılık ederek sessiz kaldı. İfadesiz yüzüm birazdan nişanlısını görecek bir adamınkine benzemiyordu. Hızlı adımlarla koridorları geçtim, bu saray çok yakında tamamen bana ait olacaktı. Sadece belirli kişilerin ağırlandığı misafir odasının kapılarının önünde durarak Vangelis'e burada beklemesini söyledim. Andra'yla resmi buluşmalar dışında yalnız görüşmeyi tercih ediyordum. İçeri girdiğimde ayağa kalkarak beni selamladı, bu görüşmeyi o talep etmişti bu yüzden ne söyleyeceğini merak ediyordum. "Sizi görmek harika, majesteleri." Onunla yaptığım görüşmelerden biraz bile zevk almıyordum. Asıl niyetini tatlı yüzünün arkasına saklıyordu. Güce olan arzusunu anlıyordum ama oyunlar oynaması midemi bulandırıyordu. Neredeyse birlikte büyümüş olsak da ona karşı hiçbir sıcaklık hissetmiyordum. "Görüşmek istemişsin, neden?" Bakışları yüzümü incelerken ifademi bozmadım. İnsanların bana bakarken herhangi bir duygu kırıntısı görmesini istemiyordum. Yıkılmaz bir duvara bakıyorlarmış gibi hissetmeleri en iyisiydi. Kıvrımlı pembe dudaklarını birbirine bastırdı, karşımdaki kişinin ister istemez her hareketine aşırı dikkat ettiğimi biliyordu. Bunu kullanıyordu. "Sana söylemem gerekenler var." Devam etmesi için sessiz kalsam da sustu. Sabrımı zorluyordu. "Evet?" İç çekerek odanın içinde birkaç adım attı. Saçlarıyla aynı renk olan elbisesi dalgalandı. Sarıdan nefret ediyordum, fazla parlaktı. "Senin için şimdiye kadar çok yararlı oldum, değil mi? Bana karşılığını hiçbir zaman ödemedin, Dennes." "Nişanlımsın." Bu yeterli bir açıklamaydı. Şu an parmağında bir yüzüğün olmasının nedeni yaptıkları ve taşıdığı güçtü. Yine de dudaklarını büzdü. "Ve yeterli olduğunu mu düşünüyorsun?" Gerçekten sabrımı zorluyordu. "Kraliçe olacaksın." İstediği gibi altı kıtaya hükmetmesine izin verecektim ama hiçbir zaman kraliçem olamayacaktı. Bana hükmedemezdi. Hafifçe gülerken yeniden yaklaştı. Duygular hakkında fikir belirtecek en son kişiydim belki ama gülüşler neşe barındırmalı, gözyaşlarında hüzün olmalıydı. Neşesiz kahkası beni tiksindirdi. "Gerçekten olacak mıyım? Uzun zamandır nişanlıyız, bunu daha da uzatmaya çok kararlı gibisin." Çoktan evlenmemiz gerektiğini biliyordum. Neden ertelediğimden emin değildim. Er ya da geç onunla evlenecektim. Elimde olsa evleneceğim tek bir kadın vardı, kraliçem yapacağım. Ve içimde bir yerlerde bu şansı kaybetmek istemeyen bir kısım hala yerini koruyordu. Derin bir nefes alarak aklımı Fedora'dan uzaklaştırdım, eğer yine son konuşmamızı düşünürsem sakin kalamazdım. Ben onun istediği adamdım. "Zamanımı harcamayı bırak. Neden buraya geldiğini söyle." Sert sesim gülümsemesini silerken ciddileşti. Sonunda. "Leo ve babam bir şeyin peşindeler. Dün akşam evde gezinen büyü izleri hissettim, tanıdık değildi." "Tanıdık değil miydi? Ne demek istiyorsun?" Hafifçe omuzlarını silkti. "Ne anlıyorsan onu demek istiyorum... Bize ait olmayan bir büyüdü." Elçilerin büyü gücü Tanrı Lux'a dayanırdı. Işık ve bereket doluydu. Düşünceli sessizliğimi bozarken kaşlarımı çatmama engel olmadım. "Emin misin?" "Yanıldığımı sanmıyorum." Birisinin kara büyü yaptığını idda etmek büyük bir suçlamaydı. Kendi abisi ve babasını bunla mı suçluyordu? Leo arkadaşım olsa da her zaman aile içerisinde başkalarının bilmemesi gereken şeyler olurdu ve hepsini yıllar boyunca Andra'dan öğrenmiştim. Bu kadın işe yarardı ama tehlikeliydi. "Neden kara büyü kullansınlar ki? Dahası... bunu yapmaları imkansız." "Sadece düşündüğümü söyledim. Kara büyü hakkında çok bilgim yok ama normal bir büyü olsaydı tanırdım." Kara büyü uzun zaman önce bu topraklardan silinmişti. Ama ilgimi çekmek ya da ortalığı karıştırmak için yalan söylediğini sanmıyordum. Düşünmem gerekiyordu, neden kara büyü kullansınlar ki? Elçi yeryüzünde büyüye en iyi hakim olan kişiydi... Andra'yla görüşmemi bitirip hızlı adımlarla odama doğru yürürken Vangelis yine peşime takıldı. Aklımdakileri onunla paylaşacağımı düşünüyorsa yanılıyordu. Babam fazla uzun yaşamayacak gibiydi ve benim Fedora'ya dediğim gibi güvenebileceğim insanlara ihtiyacım vardı. Onu da yanımda istiyordum ve alacaktım. Kendini kontrol edemediği bir şey için küçümsemeyi bırakırsa bana ne kadar faydalı olacağını görebilirdi. Vangelis'e dönerek konuştum. "Güvendiğin şövalyelerin bir listesini bana getir, yeni bir kişisel şövalye seçeceğim." Şu anki şövalyem birliklerin komutanı olan Demarcus'tu. Kabul etmeliydim ki güçlü, savaş meydanlarında adı korkuyla yayılan bir adamdı. Tam olarak kraliyet birliklerinin ana komutanı olmaya uygundu ama benim kişisel korumama uygun değildi. Krala bir köpek kadar sadık olduğunu biliyordum, ona arkamı yaslayamazdım. "Sör Demarcus'u görevinden alıyor musunuz, majesteleri?" Yürümeye devam ederken cevap verdim. "Hayır, komuta görevine devam edebilir ama kendim için yeni birisini seçeceğim." Vangelis bundan pek hoşlanmış gibi gözükmüyordu. Elini kaldırarak düşünceli bir şekilde sakalanı kaşıdı. "Genarelin majestelerine bir hatası mı oldu?" İnsanlar yüksek ihtimalle böyle düşüneceklerdi, itibarını sarsaracaktım ama hala komutan olmasına izin verdiğim için şükretmeliydi. "Hayır." Vangelis'i geride bırakarak odama çıktım. Veliaht Prens olmaktan hoşlanmıyordum, ben kral olmak istiyordum. Tahtı istiyordum, beklemek değil. Odam bir kralın sahip olacağı şekilde kocamandı ve zarafetle dekore edilmişti. Çoğu zaman kılıç antrenmanlarını diğerleriyle birlikte yapsam da kendime ait bir alanım da olmasını istemiştim, bu yüzden geniş bir çalışma sahası vardı. Günün başlarında büyük bir özenle iliklediğim düğmeleri sabırsızca açarak yatağıma doğru yürüdüm. Düşünecek çok şey vardı, yapacak ise daha fazla. Gömleği başımın üzerinden çıkartıp yatağa uzandım. Başım yumuşak yastığa değer değmez aklıma gelen ilk isimin Fedora olması şaşırtıcı değildi. Yine onu çok düşünmeye başlamıştım. Onu neden bu kadar saplantılı bir şekilde istediğimden emin değildim. Ama kalbini kırdığımda bunu saklamak için güzel dudaklarını birbirine bastırması, ağlamamaya çalışırken genişleyen kahverengi gözleri... içimde kimsenin açamadığı vahşi bir tarafın anahtarını elinde tutuyordu. Fedora. Bu krallıkta herkesin taşıdığı ismin bir anlamı vardır. Bebekler doğmadan önce tapınaklarda yaşayan rahiplere ya da elçilere götürülürdü. Onlar annenin karnına dokunduğunda isim dudaklarından hemen dökülürdü. Onunkinin anlamı Tanrının hediyesiydi. Bana bahşedilmişti. ꕥ |
0% |