Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@rachelaery

“Sarayında oturmaktan sıkılan Sora

Bir gün çıkmış biraz nefes almaya

Yeryüzü yeterli gelmeyince ona

Girmeye çalışmış evrenin sonsuzluğuna

Gökyüzünün koruyucusu ve sahibi yıldızlar,

Bir yeryüzü kralının göklere ulaşamayacağını söylemişler

Kötülükler kralı Sora bile

Usanmış yeryüzü karanlığından

Gitmek istemiş hüküm sürdüğü bu diyardan

Bu yüzden çalmış kızlarını yıldızlardan

Ay ışığını takip ederek ulaşmış kıza

İlk defa görmüş bir nehrin kenarında

Gözyaşı dokuyormuş, üzülüyormuş insanlara

Yukarıdan izlediğinde anlam verememiş yaptıklarına

Gün geçtikçe mutsuzluk hakim oluyormuş etrafa

Biraz ışık getirmek için gelmiş buraya

Ama anlamış kutsal bir güç bile artık işe yaramazmış

Döktüğü bu gözyaşları ondanmış.”

(Gökyüzü ve Yeryüzü Tarihi, Elora ve Sora'nın İlk Buluşması, Bilinen Mit.)

Tüm gece uyuyamadım. Athan'ın söyledikleri dolaylı olarak doğru şeyi düşündüğümü onaylıyordu. Son ana kadar tamamen emin olmak istememiştim, babamın bu kadar çılgın olmamasını umuyordum ama durum ortadaydı.

Ertesi sabah gün doğumuyla birlikte uykusuz bir şekilde yataktan kalktım. Hareketlerim hızlıydı, bir şeyler yapmak istiyordum. Kendim ya da birisi için. İşe yaramazlık hissinden kurtulmalıydım.

Odamda küçük bir çocuk gibi ağladığım zamandan sadece birkaç gün geçmişti. O zaman nasıl hissettiğimi hatırladım, üzgün, yıkılmış, dağılmak isteyen. Şimdi de ayağa kalkmak istiyordum. Bu duygu geçişleri sağlıklı mıydı?

Hazırlanarak evden çıktım. Leo buradaysa bile onunla konuşmak istemiyordum. Belki mantıksızdı ama şu an onunla konuşamazdım. Biraz sakinleşerek düşüncelerimin yatışmasına izin vermeliydim.

Koca krallıkta dolaştığım yerlerin sayısı çok sınırlıydı. Pazar, meydan ve kütüphane. Kütüphane artık bu listeden elendiğine göre geriye sadece iki yer kalıyordu.

Pazar'a gitmeye karar verdim. İnsanlar her yerdeydi. Alışveriş yapıyor, ürün satmaya çalışıyor ya da sadece etrafta dolaşıyorlardı. Çok gürültülüydü ama kafamın içindeki düşüncelerimi yatıştırmak için yeterli değildi.

Bende ne elçi olduğumu vurgulayan bir parıltı ve alım ne de soylulara özgü kıyafetler vardı. Sessizce aralarında yürüdüm. Çocuğunu kucağında tutarak alışveriş yapan bir kadın, yavaşça yürüyen yaşlı bir adam, ürünlerinin alınması için çabalayan çok genç olmayan başka bir kadın...

Bu insanların hepsinin bir şekilde elçi için umut beslediğine emindim. Onları ışığıyla kutsuyacaktı. Ya da tanrıları... onlara elbet bir gün merhamet gösterilecekti.

Babam hiçbirinin umudunu hak etmiyordu, bencildi. Belki de Elza'yı getirmek için gücünün bir kısmını kulanıyordu. Buradaki herkes o güç için çaresizdi, açlardı, ölüyorlardı... köylerine kurdukları tapınıklar dışında onlara sahip çıkan yoktu. Sevgili elçileri bir kadın için onları terk etmişti.

Benden çok da büyük olmayan bir kız yanımdan koşar adımlarla ilerlerken neredeyse bana çarptığı için tüm dikatimi üzerine çekti. Siyah saçları ince teller halinde belinden aşağı kadar dökülüyordu, üzerinde kölelerin kıyafetlerine benzer yıpranmış bir elbise vardı. Perişan gözüküyordu ama yine de durarak benden özür diledi. Tavırları çok çekingendi, hayatı boyunca aşağılanan insanları tanımak zor değildi.

Geçmesi için kıpırdamadığımda korku dolu geniş gözlerle bana baktı. Yanılmıştım, benden biriki yıl daha genç olmalıydı. Sadece yıpranmış gözüküyordu. Titreyen haline bakarken kaşlarımı çatmak istedim, kim onu bu hale getirmişti? Ama bu onu daha da korkutabileceği için ifadesizliğimi korudum.

"İyi misin?" Sorumu duyar duymaz hızlıca başını salladı. İyi değildi ama başka bir tepki de beklemiyordum zaten. Onu ürkütmemeye dikkat ederek uzanıp kolunu tuttum. "Bir yere gitmek için acelen mi var?"

Bakışlarını suçlu bir şekilde aşağı indirdi, konuşmaya devam ettim. "Pek iyi gözükmüyorsun, bir şeye ihtiyacın var mı?" Ona zarar verip vermeyeceğimi anlamak için bakışlarını yeniden üzerimde gezdirdi. Tıpkı sıradan bir kız gibi gözüküyordum, eh zaten pek farklı sayılmazdım.

"Bana kızmasını istemiyorum." Kaşlarımı kaldıp sesimi olabildiğince kısık tuttarak fısıldadım. "Kimin?" Onu korkutup kaçırmak istemiyordum. Ürkek bir ceylana benziyordu.

Sanki barizmiş gibi "Onun." dedi. Başka bir soru sormama gerek kalmadan kimden bahsettiğini anladım. İnsan kalabalığını yararak bize doğru yaklaşan adamı gördüm, öfkeli gözüküyordu ve uzun mesafe koşmuş kadar nefesliydi.

Kız da benim gördüğümü görerek korkuyla arkama geçti. Adam yaşlı gözüküyordu, sevgilisi olabilme ihtimalini eledim. "Kim o, baban mı?" dediğimde sessizce başını salladı.

Adam önümde durduğunda beni görmezden gelerek kıza uzanmaya çalıştı. Konuşmasında ağır bir güney aksanı vardı. İkisinin de teni güneylilere özgü bir esmerlikle parlıyordu. "Nereye gittiğini sanıyorsun?!" Kızın kolunu yakalamadan araya girdim.

"Ne yaptığını sanıyorsun? Onu korkutuyorsun." Adamın dikatini çektiğimde bana döndü, buz gibi ses tonum ve çatık kaşlarım onu daha çok sinirlendirmişe benziyordu. İstediğimde korkunç olabiliyordum, bu aklıma neredeyse geçmişin tozuyla silinecek bir anıyı getirdi.

Annem çayını içerken yüzünde anlamanını çıkaramadığım bir gülümseme vardı, beş yaşından büyük değildim. Çayını içmeyi bırakıp fincanı bir kenara koydu ve elime uzandı. Dokunuşu sımsıcaktı.

Andra'yla nedenini hatırlamadığım bir şey yüzünden kavga etmemden sonraydı, bana kızacağını düşünmüştüm ama her zamam yemekten hoşlandığım kurabiyelerden yememe izin vermişti.

"Sen hükmetmek için doğdun, Fedora." Söylediği kelimelere anlam yüklemeden gülümsemeye devam ettiğimi hatırlıyorum. Tatlı sesi her şeye rağmen anılarımda hala canlı.

"Önündeki tek engel kendinsin, seni onların kalıplarına sığdırmalarına izin vermemelisin." Hala gülümseyen suratıma bakarak bir kahkaha atıyor ve ağzımın köşesinde kalan kurabiye kırıntılarına bakıyordu. "Biraz daha kurabiye ister misin, canım?" İşte şimdi yine annem gibi davranıyor diye düşünüyorum...

Beş yaşındayken de şimdiki halimden biraz fazla bile gücüme hakim olamıyordum ve annem bunu biliyordu. Merak ediyordum da o cümleleri duymaya ihtiyacım olduğunu düşünüp mü söylemişti, yoksa kızının güçsüzlüğünü kabullenmeyerek kendini kandırmaya mı çalışıyordu?

Dikkatimi dağıtan anı yüzünden adamın bana söylediği çirkin kelimeleri neredeyse duyamamıştım. Tutuğum bileğini sıkarak büktüm, kız korkuyla nefes alırken bizden birkaç adım uzaklaştı. Adam yaşlı olduğu için hantal; öfkeli olduğu için düşünmeden hareket ediyordu. Fiziksel olarak çok güçlü olduğumu iddia edemesem de aldığım tüm eğitimler sayesinde onu kolaylıkla alt edebilirdim.

"Bırak beni, seni kalta-" cümlesini tamamlamasına izin vermeyerek kolunu bıraktım, yeterince canını acıtmıştım. "O benim kızım, ona istediğimi yaparım!"

Hala titrediğini görebildiğim kıza yaklaşarak hafifçe kolunu tuttum. İnsanlar heyecanlı bir film izliyorlarmış gibi gözlerini buraya dikmişlerdi.

"Bana ne olduğunu anlatacak mısın?" Kız başını iki yana salladığında kaşlarımı çatmama engel olmadım, tabii ki ondan çekiniyordu. Yeniden ağzını açtığında sabrımı kaybetmemek için derin bir nefes aldım.

"Buraya gel, Milena." etrafa bakınarak dişlerinin arasından tısladı. "Bizi rezil ediyorsun..." Milena ona engel olamadan kulağıma doğru teşekkür ederim diye mırıldandıktan sonra babasının yanına geçti.

"Korkmana gerek yok, istemiyorsan onunla gitmek zorunda değilsin." Şu an ne yaptığımdan emin değildim ama buna kayıtsız kalamazdım, muhtemelen bunu yaşayan sayısız insan vardı. Birine bile yardım etmeden nasıl elçi kanına sahip olduğumla övünebilirdim ki?

Milena yeniden başını salladıktan sonra babasının öfkeli tutuşuna ses çıkartmadan yürümeye başladı. Gözümün önünde bir kızın taciz edilmesine izin vermeyecektim. Benden uzaklaşmalarına izin verirken tamamen gözden kaybolmamaları için yavaşça arkalarından yürüdüm.

Milena başını yere eğerek babasını takip ediyordu, bulunduğum mesafeden adamın ne dediğini duyamıyordum ama tahmin edilebilirdi.

Yürüyüşleri küçük bir eve vardığında son buldu. Doğrusu burası bir evden çok kulübeydi. Şehirde soyluların yaşadığı semtler dışında bu tür yapılar çok yaygındı. Kraliyet ailesi işini yapmazsa böyle olurdu tabii.

Buraya neden gelmiştim?.. O kızın daha fazla istismar edilmesine izin vermek istemiyordum ama içimden bir parça insanların gerçekten ne şartlarda yaşadığını görmek istemişti. İçeri girdiklerinde bir süre daha kapının önünde bekledim. Bir plana ihtiyacım vardı. Leo'ya haber göndererek gelmesini isteyebilir, sonra da Milena'yı, içeride daha fazla kadın veya çocuk varsa onları da, tapınaklardan birine götürebilirdik. En azından orada şiddet görmeden yaşayabilirdi.

Artık işleri kendi başıma halletmem gerekecekti, muhtemelen Leo yardım etmek isterdi ama her zaman böyle mi olacaktı? İşe yaramaz küçük kız kardeş olmak istemiyordum.

Kulübenin kapısı yeniden açılıp aynı adam dışarı çıktığında saklanmak için acele ettim, neyse ki beni sarmak için hazır bekleyen çalılar uzağımda değildi. Adam yeteri kadar uzaklaştığında temkinli adımlarla en ufak bir rüzgarda savrulup un ufak olacakmış gibi gözüken binaya yaklaştım.

Girmek için kapıyı fazla zorlamama gerek kalmadı. İçerisi tam tahmin ettiğim gibiydi. Adımlarımın fazla gürültülü olmamasına dikkat ederek ilerledim. Belki de düşüncesizce içeri dalmak hataydı. Yanımda kendimi savunabileceğim herhangi bir silahım yoktu ve ailede başka sorun çıkarmak isteyen erkek olabilirdi, bir abi mesela.

Ama etraf sessizdi. Kulubeyi iki odacığa ayıran duvarı geçtiğimde Milena'yı gördüm. Sırtı dönük bir şekilde önündeki yatağa doğru eğilmişti. Durumun garipliğini daha da arttırmamak ve onu korkutmamaya çalışarak yavaşça fısıldadım.

"Hey..."

Beni duyduğunda irkilerek tetikte bir şekilde arkasını döndü. Şaşkınlıkla genişleyen gözleri kim olduğumu fark ettiğinde yumuşadı. "Tanrılar aşkına, burada ne arıyorsun?" Sesi benim fısıltımdan yüksek değildi, eğer yatakta birisi uzanıyorsa önüme geçtiği için bunu göremiyordum.

"Sana yardım etmek için geldim, burada yaşamak zorunda değilsin. Bağlantılarım var seni şehirde ya da istediğin başka bir yerde bir tapınağa götürebilirim. Orada kızlara iyi davran-" Devam etmem izin vermeyerek araya girdi.

"Dur, neyden bahsediyorsun sen? Hiçbir yere gitmek istemiyorum."

"Ama-"

"Biliyorum biliyorum... muhtemelen bana acıdın, fakat gidemem." Hafifçe kenara çekilerek yatakta yatanı görmemi sağladı. Milena'dan daha küçük gözüküyordu. Ama belki de daha büyüktü. Solgun yüzündeki ifade söylemeyi zorlaştırıyordu.

"O benim kız kardeşim... uzun zamandır zatürreden muzdarip. Bugün onun için biraz ıhlamur aldım, öksürüğüne iyi geliyor. Bu yüzden babam öfkeliydi, fazladan para harcamaktan nefret ediyor. Ölmesinin daha iyi olacağını söyleyip duruyor ama ben pes etmeye hazır değilim."

Birkaç adım atarak yatağa yaklaştım. Kızın yüzündeki cansız ifade bana Elza'yı hatırlatmıştı. Milena'nın aksine Elza gibi sarı saçları vardı. Ölüm her yerdeydi. Attığımız her adımda, soluduğumuz her havada gizlenmiş zamanının gelmesini bekliyordu.

"Ama onun o bitkiye ihtiyacı var değil mi?" Kardeşini düşündüğü için birisinin böyle bir tavıra maruz kalması içimi öfkeyle doldurdu.

"Babamın da paraya ihtiyacı var."

İnsanların hayatıma karışmasından hoşlanmazdım ve şimdi aynısını ben yapıyordum. Ne ummuştum?.. Kahraman olacağımı mı? Kendimi aptal gibi hissediyordum, onun seçimine saygı duyuyordum. Anlıyordum da. Leo'yu geride bırakmak anlamına gelse ben de gitmek istemezdim. Ama hayal kırıklığına mı uğramıştım? Biraz.

Bazen fedakarlıklar yapılması gerekirdi.

"Daha iyi bir yaşam şansını geri tepmemelisin."

"Onsuz daha iyi bir yaşam istemezdim." İkisine birlikte yardım etmeyi teklif edecektim ama kız yatağından biraz bile ayrılırsa son nefesini verecekmiş gibi gözüküyordu. Ben sustuğumda devam etti. "Teşekkür ederim. En azından adını söyleyecek misin?"

İsimler burada sadece etiketten ibaret değildi, herkes için farklı değerler taşırlardı. Benimkinin anlamı Tanrı'nın hediyesiydi. Kendimi bir hediyeden çok bir lanet olarak görürdüm ama taşıdığı anlam buydu. Babam annemin karına dokunmuş ve ismimin Fedora olacağı öğrenilmişti.

Annem tanıdığım en bilgili kadındı, her şey hakkında bir fikri olduğu için çocukken ona adımın neden Fedora olduğunu sorar dururdum. Ama hiç bilmece gibi cevaplardan başka bir şey alamamıştım.

Ayrıca halk elçilerinin çocuklarından birisinin tamamıyla beceriksiz olduğundan haberdar değildi, sadece kızının büyü gücüne fazla hakim olamadığını sanıyorlardı. Babam bilinmesine izin vermemişti. Milena'ya ismimi söylersem beni tanıma ihtimali vardı.

"Önemli değil, yardıma ihtiyacın olursa... ya da fikrini değiştirirsen pazar meydanına sık giderim, beni orada bulabilirsin."

Gitmek için hamle yapmak üzereyken bileğimi tuttu, zayıf tutuşu neredeyse hissedilmiyordu fakat beni durdurmaya yetti. Doğal olarak pazardaki halinden çok daha cesurdu. "Gitmeden önce sana bir şey göstermeme izin ver," dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. "Bana acımayı keseceksin çünkü altı kıtayı dolaşsan da bir benzerini bulamayacağın bir şeye sahibim."

Meraklanarak onu takip ettim. Dışarı çıktığımızda güneşin çoktan batımış, hava tamamen kararmıştı. Bu kadar zamanın geçtiğini fark etmemiştim. Akşam yemeğini kaçırmıştım ve muhtemelen çoktan yokluğum bir sorun haline gelmişti.

Yürüyerek uzaklaşmaya başladığımızda sadece sessizce ona eşlik ettim. Bu kadar güzel olan şeyin ne olduğunu görmek istiyordum. "Neredeyse geldik... gözlerini kapa."

Etrafın karanlıktı ve tenha bir yerde olduğumuzdan neredeyse önümü seçemiyordum ama dediğini yaparak gözlerimi kapattım. Kolumu tutarak bana eşlik etti. Görmesem de bir açıklıktan geçtiğimizi anladım. "Seni cennete getirdim."

Göz kapaklarımın arkasından bir ışık kaynağı seçilebiliyordu. Önümdeki manzarayı arzulayarak hızla gözlerimi açtım.

Bu kesinlikle görmeye değerdi. Karanlık gökyüzündeki parlayan yıldızlar önümdeki nehire yansıyışı nefes keseceydi. Nehirin kenarını zambaklar çevrelemişti. Gördüğüm en güzel yerdi. Büyülenmiş şekilde bakakaldığımda Milena'nın konuştuğunu zar zor fark edebildim.

"Büyük annem buranın Elora'nın yeryüzüne geldiğinde uğradığı ilk yer olduğunu söylerdi." Beyaz zambakları işaret etti. "Çiçekler de o insanlar için ağladığında açmış."

Tarih kitaplarında okuduğum Elora ve Sora'nın ilk karşılaşmasının burada gerçekleştiğine inanamadım. Hayretle bakışlarımı nehirden ona çevirdim. Milena'yla duygularımı bastırma ihtiyacı hissetmemiştim.

Yüzümdeki ifadeyi gördüğünde hafifçe güldü. "Buranın pek bilinmediğini düşünürsek muhtemelen doğru değil. Fakat öyle olduğunu düşünmeyi seviyorum."

Elbisesinin eteklerini tutarak nehrin kenarına oturdu. "Burada oturup tıpkı Elora'nın yaptığı gibi dua edersen gerçekleştiğini söylerler."

"Ama onun duaları gerçekleşmedi."

"Gerçekleşti. Onun asıl dileği mutluluğu bulmaktı." Elora yeryüzüne insanlar için üzüldüğü için gelse de sanırım Milena haklıydı. Sora ona uzun zamandır istediği mutluluğu vermişti.

Düşünceli bir şekilde yanına otururken elimi uzatarak suya dokundum.

Farklı hissettirmesini ummuştum, hayal kırıklığıyla iç çektim. Sıradan sudan farkı yoktu. "Doğru yerde olmadığımıza eminim." Ne yaptığından emin şekilde yüzündeki gülümsemeyi silmeden parmağını suya daldırdı ve ağzına götürdü.

Çenesiyle suyu işaret etti. "Sadece dene." Az önceki hareketlerini tekrarlayarak suyun tadına baktım. Tuzluydu. Farkındalıkla kaşlarımı çattım.

"Gözyaşları..."

 

 

Loading...
0%