Yeni Üyelik
11.
Bölüm

𝟷𝟷|ɢᴇʀᴄ̧ᴇᴋ

@rarbezrh

Agâh'ın ağzından.

 

Zorlamak istemeyip, zorlamadan da olmayacağını tam şuanda anlıyordum.

 

Milena Tangöz.

 

Kaburgalarımın içinde yatan kalbimin düzenini alaşağı eden kadındı Milena. Benim bebeğimdi o, ilk defa bebeğim dediğimde öyle hoşuna gitmişti ki o günden beri hep öyle seslenirdim. Nadirdir ona ismiyle seslendiğim anlar. Bazen hususi beni sinir ederdi işte o zamanlar Milena derdim.

 

Bebeğim demeyi özlemiştim.

 

Onun en uzağına sürüklenmiştim. Şimdi ise onunla görüntülü konuşacaktım. Birkaç dakika sonra aramamı yanıtlandığında ekranda siyah bir ekranla karşılaştım. Kırmızıya yakın bir renkteki ışık odayı hafifçe aydınlatırken onun bedenini göremiyordum. Benim odamdaki ışık sönmüş, masamdaki loş masa lambasını yakmıştım. Kısıkça boğazımı temizlediğim an onun bedeni ekranda göründü.

 

Turuncu saçları... İçimi yakan ateşin rengine yakındı saçları. Kahve gözleri vardı, karanlık olsa da ezberimdeydi gözleri. Hayatımda bütün zerresini ezberlediğim tek insandı. Her halini, neyi sevip sevmediğini, gözlerinden neyi hissedebildiğini anlayabiliyordum. Göz göze geldiğimizde derince yutkundum ama o boğazımdaki yumru öyle canımı acıttı ki belli edeceğim diye korktum. O da benim gibi büyük ihtimalle bilgisayardan konuşuyordu, çalışma masasıydı şuanda olduğu yer.

 

"Selam." Dedi narin sesiyle. Bakışlarım yanımdaki telefonumun ekranına kaydığında sürenin iki dakika ilerlediğini gördüm. Sesini bir daha duyamamaktan korktuğum için saklıyordum, benimki de böyle bir acizlikti işte.

 

"Selam." Dedim karşılık olarak. Sesim titrese de umursamadım, zaten dilimden dökülen kelimenin ne olduğunun farkında bile değil gibiydim. Karşımda görmek gibi olmasa da nasıl ekrandan bu kadar güzel olabiliyordu? Parmaklarım ekrandaki suratına uzandığında, diğer elim çeneme yaslanmıştı. Hiç konuşmayıp böyle kalmak istesem mümkün müydü? Aslında değildi. Benden cevap bekleyen bir kadın vardı ve daha fazla susmak istemiyordum. Susarsam, susarsam artık her şey daha kötü olacak ve dağılacaktık.

 

Biz çoktan dağılmamış mıydık zaten?

 

Saçlarını iki yanından açık bırakmış önüne doğru salmıştı. Üzerinde kalınca bir kazak vardı, benimse siyah bir tişört. Parmağımı ekrandan çekip arkama yaslandım. Derin bir nefes aldığımda zarif dudaklarını araladı.

 

"Seni bir yerden hatırlıyor gibiyim? Daha önce hiç bir araya geldik mi?"

 

Keşke hiç birbirimizden uzaklaştık mı diye sorsaydın. Ama aksini hep beklemem hataydı. Beklemek hep acı verdi ve hala da vermeye devam ediyordu.

 

"Ben seni hiç unutmadım sevgilim, sen beni nasıl da unuttun?"

 

Kalbim sıkışıyor, nefes alamayacakmış gibi hissediyordum. Ama şuan nefes almak zorundaydım çünkü yıllar sonra karşımdaydı. Fotoğrafları hariç gözlerimin önündeydi. Sözlerimden sonra gözlerine bulaşan şaşkınlığı gördüğümde bir kez daha yok oldum sanki beni hatırlamıyordu.

 

"Sevgilim mi?" diye sorduğunda burukça gülümsedim. "Evet," dedim ama devamında nereden başlasam bilemediğim için sustum. O da bu dediğimin ne alaka olduğunu çözmeye çalışır gibi yüzüme dalıp gitmişti. Daha sonra bakışlarını çektiğinde yüzünü iki elleri arasına sıkıştırıp gözlerini kapattı. Hatırlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı ama iki yıl hatırlamamış şimdi mi hatırlayacaktı?

 

"Kimsin sen?" diye sordu uzun bir sessizlikten sonra. Sesindeki soğukluk titrememe sebep olduğunda bugün her şeyin tekrardan gün yüzüne çıktığı an olacaktı. Birazdan dudaklarım arasından çıkacak olan kelimelerin ardından nasıl bir zaman bizi bekliyordu bilmiyordum fakat kötü şeylerin olmasını istemiyordum. Dudaklarımı aralamadan önce içimde bitmeyen o umuda sarıldım ve dudaklarımı araladım.

 

"Agâh ben, dalgalı kahverengi saçlarım var. İnce telli olduğu için parmaklarını saçlarımın arasında dolaştırmayı severdin. Çakır gözlüm bir yerden tanıdık geliyor mu? Açık mavi gözlerim olduğu için böyle seslenirdin. Hatta telefonunda öyle kayıtlıydım, şimdi ise ne diye kayıtlıyım bilmiyorum ama sen bende hep çilli begonya olarak kayıtlı oldun. Uzun bir bedene sahibim, senin başın tam göğsümün üzerine denk geliyor. Seni bir kazada buldum, yine seni bir kazada kaybettim. Her kaza haberi izlediğimde çektiğin acıyı, bizi düşünüyorum. Eğer böyle olmasaydı ne olur diye, biliyorum çok güzel olurduk. Ama düşünmeden de edemedim. Çalışmak dışında ne yaptım diye kendime sorarsam cevabı hep seni düşündüm demek olurdu. Flaş belleğe aktardığım videolarımızı izlemek, gece senin ses kayıtlarınla uyumak biraz olsun acımı dindirirdi. İki yıl boyunca bunlarla idare ettim, inanabiliyor musun bende kokun olan sadece bir şey vardı onun kokusu da artık yok. Kokunu içime çekip uyuyamıyorum, artık geceleri rahatça uyku çekemiyorum. Sarıp sarmaladığım, ağladığımda başımı yasladığım bir evim yok. Yoksun ve ben evsiz kaldım."

 

Sözlerim bu anda hançere bürünmüş yüreğime saplanmıştı. Her kelimemin ardından çevrilen sivri uç bütün bedenimi kanla kaplıyordu. Canım acıyor anlasanıza, yüreğim kavruluyor acı çekiyorum. Son olsun artık istiyorum, dayanmakta zorluk çekiyorum. Artık bitsin bu acı, bu hasret son bulsun istiyorum.

 

Gözlerimden akan yaşların yeri boylamasına engel olamazken, bakışlarımı onun gözlerinden çektim. Kahvelerinde benimki gibi o acıya şahit oldum ve kadrajdan çıkarak dişlerimi tenime bastırdım. Sırf sesimi duymasın diye biraz daha kendime eziyet ettim, ne de olsa alışkındım. Daha sonra onun titrek sesi kulaklarıma çarptı. Sesimiz hiç titremeseydi ya? Olmaz mıydı?

 

"Ağlama lütfen," dediğinde kendisi de ağlıyordu farkında mıydı? "Annemle babamı kaybettiğim gün o arabadan sadece ben sağlam çıktım. Tabi pek de sağlam değildim, ayağım kırılan camla arabanın devrildiği beton arasında sıkışmıştı. Bacağım ezildi, fakat ezilen sadece bacağım değil ruhumdu. Hatırladığım tek şey bembeyaz duvarlı hastane, mavi renkteki çarşafların üzerinde gözümü açtığımda hemşire başucumda bana serum takıyordu. Gözlerim açılmıştı ama farklı hissediyordum. Ona birkaç sorular sorduğumda kazayı ardından durumumu anlattı. Sonra, sonra odaya o girdi. Tıpkı gözleri sana benziyordu, odaya girer girmez yatakta yatan bedenime koştuğunda şaşkın gözlerle onu izledim. Sürekli sorular sordu, bir isim sayıkladı ve beni sarmalamaya başladığında,"

 

"Beni ittin sen kimsin? Diye."

 

Lafını bölerek söylediklerimin ardından gözlerini sıkıca kapattı ama daha sonra bir şeylerden emin olmak için tekrardan dudaklarını araladı. "Ama onun saçları uzundu. Yani senin saçların böyle değil, hatta hiç yok." Diyerek saçmaladığında başka bir ihtimali düşünememişti. Bir anda ses tonu heyecanlandı.

 

"Senden sonra kazıttım." Diyerek bütün bu düşüncesine netlik kazandırdım. Sen yoksan, dokunduğun saçların olmasın istedim. Ve senden sonra hiç saçlarımı uzatmadım, sakallarımı hep kestim. Renkli giyinmeyi bıraktım.

 

"Benim sözlerimden sonra birilerini çağırmaya başladın, gelenlere sürekli sorular sordun. Durumumu öğrendiğimde yıkıldım, doktor sürekli neler yapmam gerektiğini söylese de geçmişim gitmişti benim söylediklerine odaklanamadım. Sustum. Öylece karşımdaki duvara baktım hatırlamaya çalıştım olmadı, daha da sinirlendim. Bağırıp çağırdım seni de," diyerek başını eğdiğinde devamını getiremedi ben getirdim. "Beni istemediğini söyleyerek odadan kovdun. Ben senden iki dakika bile uzak kalamazken iki yıl uzak kaldım. Beni hep kendinden uzaklaştırdın, ittin. Bak şimdi senden çok uzağım, yeterince itebilmiş misin?"

 

Gözlerinden akan damlayı takip ettiğimde, ağlamasın istedim. Silemiyordum çünkü böyleyken, teselli edemiyordum ondan uzaktayken.

 

"Neden gittin beni bırakıp? Elbet bir gün hatırlardım niye yalnız bıraktın ki?"

 

"Koştum, hep peşinden koştum. Yanında oldum, sen varlığımı hissetmesen bile ben senin hep arkandaydım ta ki o güne kadar."

 

"Ne güne kadar?"

 

"Bir gün bana seni sevmiş olamam diyene kadar."

 

 

 

BÖLÜM SONU

 

Yaralı iki taraf var ve ben ikisini de yazarken acı çekiyorum.

 

Çok kötü şeyler yaşandı, daha açığa çıkmayan şeyler.

 

Agâh'ın da neler çektiğini biraz olsun anladık.

 

Sizce kim haklı?

 

Bu bölümde hangi laf daha çok canınızı acıttı?

 

Sonraki bölümde görüşmek üzere, yıldızlar kadar öpücük bitanelerim.

 

 

 

 

Loading...
0%