Yeni Üyelik
1.
Bölüm
@rarbezrh

Başlama tarihi lütfen, bakıp bakıp hatırlayalım.

 

DİKKAT! Bu kitapta karakterlerimizin olduğu konak Türkiye'de bir konak olmasına rağmen bölüm sonuna koyduğum fotoğrafın ülkemizle bir alakası yoktur. Yani kurgu Türkiye'de geçiyor fakat fotoğraf yabancı bir ülkeye aittir. Türkiye'mizde böyle bir yer olmadığını bilmeniz ve ona göre yorum yapmanızı rica ediyordum.

 

1. Bölüm: Kiraz Dudaklı

 

"Bir çiçeği büyüten sevgi, insanı değiştiremez mi sanıyorsun?"

 

Ellerimdeki karneyi son öğrenciye de verdiğimde, diğer çocuklar gibi karşımdaki çocuğa gülümsedim ve küçük bedenin sarılmasına karşılık verdim. Küçücük kolları olmasına rağmen sıkıydı. Kulağıma sizi özleyeceğim diyerek fısıldadığında tebessümüm bir çiçek gibi açmıştı. Uzaklaşarak sırasına oturduğunda bütün çocukların gözü benim üzerimdeydi. Veliler de derken sınıf epeyce dolmuştu. Anaokulu olunca, doğal olarak onlara göz kulak olmak için aileler de geliyordu. Onlar çocuklardan daha heyecanlıydı. Çocuklarının ilk eğitim bugün itibariyle sona ermişti. Uzunca bir tatil onları bekliyordu.

 

"Evet, benim sevgili öğrencilerim. Bugün birbirimize veda etme vakti. Birlikte geçirdiğimiz bir sürü anıyı hiç unutmayacağım. Ve sizi de. Sizleri tanımak çok güzeldi, sizlere bu süreçte anlattıklarımı sakın unutmayın tamam mı? Umarım bahtınız açık, istediğiniz hayatı yaşarsınız. Tatilde bol bol eğlenin, kitap okumayı da unutmayın. Ne demiştim: 'Kitaplar bizim arkadaşımız, onlarla vakit geçirin' Son olarak bu bir ayrılma değil, beni unutmayın olur mu?"

 

Çocuklarla aramdaki bağ hiç kimseyle olmadığı kadar sıkıydı. İnsanlara çok çabuk ısınan ve alışan birisiydim. Bu yüzden uzaklaşmak hep zor gelirdi. Şimdi olduğu gibi onlara veda edeceğim için üzgündüm. Fakat anılar mutsuzluğuma mutluluk katacaktı bunu da biliyordum.

 

"Evet, tek tek çekildik. Toplu fotoğraf da alalım mı?" dediğimde çocukları geniş duvarın önünde toplamış düzenli bir şekilde dizilmiştik. Veliler fotoğraf çekmek için can atarken hangi kameraya bakacağımı şaşırmıştım. Fotoğrafın ardından okulumuz ilkokulla yan yana olduğu için istiklal marşına katılacaktık. Bazıları şehir dışına çıkması gerektiğini söyleyerek ayrılsa da kalanlarla istiklal marşımızı okumuştuk. Herkes dağılmaya başladığında geri okula çıktığımda birkaç eşyamı alarak, okuldaki meslek arkadaşlarımla vedalaşmıştım.

 

Eve geçmek için taksiyi aramış ve geldiğinde binerek evime doğru yol almıştık. Bugün geri kalan eşyalarımı alarak annemin yanına dönüyordum. Annem uzun yıllardır koca bir konakta aşçıydı. Ergenlik yaşlarım hep o evde geçmişti. Küçük yaşlarımda farklı bir evde durmuştuk. Annem yemek yaparken babam da dışarıdaki işlere bakardı. Küçük yaşlarımda babımın vefat etmesi bütün düzenimizi bozmuş ve şimdiki o konağa geçmiştik. Ailemden birisini kaybetmek küçük yaşta üzerime büyük bir yük bindirse de anneme destek olmak için büyümek zorunda kalmıştım. Bu yüzden çok fazla çocukluğumu yaşamış birisi değildim.

 

Şimdi yaşıyordum. Öğrencilerimle.

 

Anahtarımı yuvaya sokarak kapımı araladığımda, spor ayakkabılarımı dolaba kaldırdım. Direkt olarak eşyalarımı valize yerleştirmek için odama geçtim. Otobüsün kalkması için bir saatim vardı, dün bazı işlerim olduğu için valizi ayarlayamamıştım. Şimdi ise vaktim olduğu için rahat rahat yerleştirmiştim. Koca bir bavulum vardı, onun içine giyeceklerimi ekstrada sırt çantasına şarj aleti gibi gerekli olan birkaç parçayı sıkıştırmıştım. Üzerimde bugün için giydiğim kıyafetler vardı. Karne özel bir gün olduğu için ekstra bir özen göstermiştim. Açık pembe çiçeklerden oluşan beyaz renkteki ifil ifil elbisem tam yazlıktı. V yaka kısmı ince işlenmiş dantellerden oluşuyordu. Dizlerimin hemen üzerinde biten elbise terlememem için yapılmış gibiydi.

 

Vakit yaklaşmaya başladığı için evdeki suyu ve elektriği kapattım. Fişleri de birkaç kez kontrol ettikten sonra içim rahatladığında ayakkabılarımı tekrardan giyerek evimin kapısını birkaç kez çevirerek kilitledim. Yine beni alması için bir taksiyi aradığımda, merdivenlerden inmeye başladım. Dört katlı samimi bir apartmanda yaşıyordum. Güvenilirdi. Buradaki insanlarla evime yerleşmeye başladığımdan beridir hep konuşurduk. Hatta yaşlı bir teyze vardı, ona sık sık yemek yapar götürürdüm. Kendimi övmek gibi olmasın yemek yapma konusunda anneme çekmiştim. Böyle bir apartmanda oturmam annemin içini de bir nevi rahatlatıyordu. Anne yüreği tabi hep aklı bende oluyordu. Kulakları çınlamış olacak ki telefonuma düşen aramayla hemencecik yanıtladım.

 

"Annecim. Ne yaptın? Yola çıktın mı?"

 

Sesli soluklarını duyabiliyordum. Kesin yine koşuşturuyordu.

 

"Birazdan otogara geçeceğim, üç saatten önce oraya varmam annem." Derin bir nefes aldım. "Hem sen niye sesli sesli nefes alıp veriyorsun? Bir sorun yok ya?" Sona doğru sesim endişeli çıksa da kelimeleri içimi rahatlatmak için dökülmüştü.

 

"Yok be kızım. Sabahtan beridir koşuşturuyoruz. Evin sahibinin oğlu geliyormuş yurt dışından, hanımım emretti hazırlıklara giriştik. Oğlu geleceği için bir heyecanlı bir heyecanlı yerinde duramıyor. E biz de malum işimiz bu, ayaktayız. Akşama kadar yetiştirmemiz gereken işler var, seni arayamayabilirim yavrum. Sen de zaten otobüste olacaksın." Arkadan gelen seslerle işinin başından aşkın olduğu belli oluyordu.

 

"Otogara yaklaştığında beni ara senin için birisini yollayacağım."

 

O görmese de başımı olumsuz anlamda salladım. "Gerek yok anne ben bir şekilde gelirim."

 

Kızgın sesi kulaklarıma ulaştı. "Kirazım kızdırma beni istersen, hadi kapatıyorum. Kendine dikkat et."

 

Gülümsedim. "Olur dikkat ederim." Diyerek kapattığımda bir tane taksinin apartmana yaklaştığını gördüm. Orta yaşlardaki abi bavullarımı bagaja yerleştirdiğinde teşekkür ederek arka koltuklardan birisine kuruldum. Gideceğimiz yeri söylediğimde başımı cama yasladım. İçimde belli belirsiz mutluluk vardı. Annemi uzun bir zamanın ardından göreceğim için mutluydum. Oraların havasını da özlemiştim, bol yeşilliği...

 

Taksici abiye parasını ödedikten sonra bavullarımı bagajdan almış ve bineceğim otobüsün camlarında yazan isimlere bakarak kendi otobüsümü bulduğumda bavulumu yardımcı olan adamlara teslim etmiş ve içeriye geçmiştim. En arka koltuktan bir önceki ikiliği koltuğu da almıştım. Tanımadığım birisiyle uzun bir yolculuk geçirmek pek de isteyeceğim bir şey değildi. Bu yüzden rahatça koltuğa kuruldum. Kulaklığımı çıkararak kulağıma yerleştirdiğimde şarkımı açarak gözlerimi kapattım. Başka türlü bu yol geçmezdi. Zaten birkaç dakikanın ardından araç harekete geçmişti. Yol boyunca eski sanatçıları ve türküler dinlemiştim. Türküleri severdim. Söylemeyi de. Pek uyuyacak kadar yorgun olmadığım için sürekli etrafa göz ata ata vakit öldürdüm. Verilen ikramiyelerden yemiş biraz da olsa mide bulantımı azaltmıştım. Araba tutardı beni. Aslında bu tür mide bulantıları için ilaç vardı fakat nedense kullanmayı tercih etmiyordum.

 

Bugünü de kusmadan atlattığım için şükrederken, otogara yaklaşan otobüsle annemi aradım. Fikret abinin beni almaya geleceğini söylediğinde mutlu olmuştum. Konağın şoförüydü. Bana araba kullanmayı o öğretmişti. Bazen bir baba yarısı gibi olmuş, hayallerimi gerçekleştirmişti. Kullandığım ilk araba şahin olmuştu. Direksiyonun başına geçtiğimde bana bunu kullanırsan diğerlerini hayli hayli kullanırsın kızım demişti. Fakat bunu deneyimleyecek kadar fazla araba kullanmamıştım. Hatta şahin bir de ehliyet alırken kullandığım araba dışında hiç araba kullanmamıştım. Uzun zaman olduğu için birazcık unutmuştum. Araba süreklilik istiyordu, araba alacak durumum olmadığı için bu kurala pek de uyamıyordum.

 

Otobüs diğerleri gibi olması gereken yere park edildiğinde, insanlar eşyalarını alarak toparlanmaya başlamıştı. İneceğimiz için önceden hazırlandığım için kalabalık olmadan araçtan inerek bavulumu aldım. Annemin bahsettiği yere doğru yürümeye başlarken bakışlarım etrafta dolaşıyordu. Hava aşırı sıcaktı. Bir şey fayda etmese de ellerimle yüzümü yellerken ufak rüzgâr kırıntısına şükredecek hale gelmiştim. Otogarın hemen yanında benzinlik vardı. Fikret abi kalabalık yerde beni bulamaz diye sakin olur diye buraya geçmemi uygun gören annemin aklını tebrik ediyordum. Yıllardır görmeyen adam acaba beni tanır mıydı?

 

Arabalar geçip gitti, sonra tanıdığım beyaz şahin tam önümde durduğunda gülümsedim. Plakasını bile unutmamıştım. Fikret abi arabanın kapsını sertçe aralayarak indiğinde gözleri gözlerimi buldu. İkimiz de eski anıların hatırına gülümsedik. O hala eski Fikret abiydi. Sadece biraz saçları beyazlamıştı, o da normaldi canım.

 

"Ula kiraz." Diye seslendi. "Büyümüşün ya guzum sen, ha böyle kocaman olmuşsun." Dediğinde elleriyle işaret yaptığında kıkırdadım. Unutmamıştı. Zaten anılar unutulur muydu hiç.

 

"Büyüdüm abi büyüdüm." İmalı imalı baktım. "Sen de hâlâ karizmatiksin abi onu ne yapacağız?"

 

Kahkaha attı. Sıcacık oldum. "Hanıma güzel görünmek için güzel guzum, bakıyorum kendime."

 

Elimi sen var ya sen diyerek salladım. "Ne yapıyor tontişim? İyidir inşallah."

 

"Ula ayakta kaldık, geçem hadi. Yolda uzun uzun konuşuruk."

 

Yolcu koltuğuna geçeceğim vakitte sesini duydum. "Yerine geç bakam." Diyerek şoför koltuğunu gösterdiğinde gözlerimi kocaman açtım. Bir çocuk gibi yerimde zıplayacağım sandım. O çocuksu heyecanla "Sahi mi?" diye mırıldandım.

 

"Bakam unutmuş musun?"

 

Keyifle yerime geçtiğimde sağ olsun bavulumu arka koltuğa atıvermişti. Kemerimi bağlarken derin bir nefes aldım.

 

"Ehliyetin yanında mı?"

 

"Yanımda yanımda." Diyerek arabayı çalıştırdığımda bismillah çektim. Gaza basarak yoldan devam ettiğimde onun tarifleriyle yola devam ediyordum. Koyu sohbetimiz çoktan başlamıştı. Arada aferin kızım diyerek beni övüyor utanmama neden oluyordu. Ufak hatalarım olsa da unutmamıştım. Konak yoluna girdiğimizde sakin düz yolda ilerlemeye başladım. Konağa giden yol ağaçlarla, birkaç su birikintisiyle dolu yoldu. Camları sıcaktan dolayı tamamen açmıştık. Hem kullanıyor hem de bakışlarımı etrafa kaydırıyordum. Çayır çimende oturmayı ne özlemiştim. Konağa yaklaştığımızı etraftaki korumalardan anladığımda araba tanıdık olduğu için mi başka bir nedenden midir otomatik demir kapı aralandığında usul usul sürmeye devam ettim.

 

İşte gelmiştik. Koca konağa. Koşuşturmanın deli dolu olduğu, kocaman bahçesi ve deresi olan bu evi görmek içimdeki heyecanı gün yüzüne çıkarmaya başladı. Arabayı park edip araçtan indiğimizde, etrafı incelemeye devam ediyordum. Fikret abinin sesini duymamla bakışlarımı ona çevirdim.

 

"Gel kuzum annen içeridedir." Başımı onaylar anlamda salladığımda, peşinden ilerlemeye başlamıştım. Valizim arabada kalmıştı. Daha sonradan alırdık, acelesi yoktu. Evin sahibin girdiği giriş kısmından değil de mutfağın arka tarafına açılan kapıdan içeri girdiğimizde içerisi bir sürü yemeğin kokusunu barındırıyordu.

 

"Kolay gelsin annem." Dediğimde elindeki işi bırakarak bana döndüğünde, hemencecik gözleri dolmuştu. Onun bu haline görünce benim de gözlerim dolduğunda ağladım ağlayacaktım. Birbirimize attığımız birkaç adımda birleştiğimizde kollarını beline sıkıca sardım.

 

"Oy kirazım benim, beyaz papatyam."

 

"Hey ağlıyor musun sen?" diyerek geri çekildiğimde çaktırmadan elinin tersiyle silmek istedi ama başaramadı. Avuçlarına geçirdiği eldivenlerle çok fazla sarılmama karşılık verememişti.

 

"Özledim. Tabi ağlayacağım."

 

"Soğandandır o soğandandır." Diyen kişi tontişimdi. Fikret abinin eşi Fazilet tıpkı annem gibi dolu gözlerle bakıyordu. Ay biz kadınlar neden bu kadar duygusaldık?

 

"Kız sen de mi soğan kestin?" dediğimde gülümsemiştim.

 

"Dalga geçiyor bir de küçük diliyle, ge bakam buraya." Hafif yalandan kaşlarını çatmıştı. Ona da sarıldığımda bol bol konuşamasak da az laflamıştık. İşleri olduğu için onları oyalandırmak istememiştim. Burada daha önceden tanışmadığım kişilerle tanışmıştım. Sıcak bir ortamı vardı, eskisi gibi.

 

"Annecim hemen yardıma girişeyim, emret ne yapayım?" dediğimde çoktan ellerimi yıkamaya başlamıştım. Ne söyleyeceğini bildiğim için konuşmasına izin vermeden yeniden atıldım. "Hiç sen yol yorgunusun gibi cümleler sıralama, yardım edeceğim."

 

Sıcak tebessümünü bana bahşetti. "Sarma sarılacak, sen seversin." Hem yemeyi severdim hem de sarmayı. Parmaklarım bu konuda hızlıydı.

 

"Tamamdır aşçı, emir anlaşıldı." Diyerek içini hazırlamaya başladım. Yapraklar önceden ıslatıldığı için benim yapmama gerek kalmamıştı. Baharatını da attıktan sonra pişmesi için kapağını kapattım. Bu sırada yaprakların suyunu süzmüş kabı saracağım masanın üzerine bırakmıştım. Uçlarını kopararak açmaya başladığımda bir yandan da ocaktaki pirinci kontrol ediyordum. Akşam yemeği listesinde pirinçli sarma yazıyormuş. Bu yüzden pirinçten yapmıştım. Bence sarmanın en güzeli de buydu. Ben pek etliyi sevmiyordum.

 

Soğuyan tencereyi tahtanın üzerine koyarak masaya geçtiğimde sarmaya başlamıştım. Parmaklarım seri hareketlerine devam ederken bir yandan da kısık sesle şarkı mırıldanıyordum. Normalde sesli söylemek istesem de evin sahibini rahatsız etmek istemezdim. Mutfağa girip çıkanların hesabını yapamamıştım. Tatlı bir telaş vardı, gelen kişiydi tanımıyordum. Eskiden de hiç görmemiştim sanrım, hatta evin sahibini bir oğlu olduğunu bile bilmiyordum. Neyse bana ne diyerek düşüncelerimi zihnimden def ettim. Koca tencereyi sardığımda ağrıyan belimle yüzümü buruşturdum. Yaprak sarmanın en kötü tarafı da buydu. Bel ağrısı.

 

"Pişirmeye başlayayım mı? Yoksa erken m?" diye sorduğumda cevap gecikmemişti.

 

"Başla başla."

 

Tencereyi ocağın üzerine koydum. "Salçalı mı olacak salçasız mı?"

 

"Salçalı kuzum."

 

"Tamamdır." Buzdolabından çıkarıp yıkadığım limonları yuvarlak yuvarlak keserek sarmanın üzerine yerleştirmiş arından salçayı sulandırıp tencerede gezdirmiştim. Pişmesi için kısık ateşe bırakırken, dağıttığım yeri toparlamaya başladım. Çoğu iş bitmişti zaten. Çeşit çeşit yemekler, mezeler hazırlanmıştı. Yemeklerin kokusu acıkmama sebep olurken karnımı ovaladım. Sabah kahvaltı dışında otobüste dağıtılan şeyleri yemiştim. Acıkmıştım. Fakat evin üyeleri yemden bizler yemek yiyemezdik. Bu yüzden sabır çeke çeke yiyeceğim yemeği düşünerek vakit geçirdim.

 

"Of, öldüm bittim." Diyerek içeri giren genç kız gerçekten yorgun görünüyordu. Sırtının kapının pervazını yasladı. Bakışları daha yeni fark etmiş olacak ki bana kaydığında kaşları sorgularcasına çatıldı.

 

"Sen kimsin?"

 

Annemi göstererek dudaklarımı araladım. "Kızıyım."

 

Anladım dercesine başını sallayarak bakışlarını etrafta gezdirdiğinde, onun kim olduğunu soracağım vakitte onun konuşması söyleyeceklerimi durdurmuştu. "Ocakta ne var?"

 

"Sarma." Diye yanıtladı Fazilet teyze. Kızın dudaklarının arasından koca bir nida çıktığında şaşırdım. Kaşları hiç olmadığı kadar çatılmıştı. Bir anda değişen ifadesi tuhaf görünüyordu. Hiç anlamdığım bir şekilde "Ben saracaktım onu, neden yaptınız?" diye sordu.

 

Nasıl yani?

 

"Sağ olsun kızım halletti." Diyen ses anneme aitti. Benim bilmediğim ne dönüyordu bilmiyorum ama kızın beni daha tanımadan suratını böyle yapmasına anlam verememiştim. Kız burun kıvırarak mutfaktaki sandalyelerden birisine oturduğunda gözlerini kısarak bana bakmaya başladı. İçimden ya sabır çekerek anneme döndüm. Yardım edilecek bir şey var mı? diye sorduğumda kulağıma yaklaştı.

 

"Yeni alınmış eşyalar odaya yerleştirilecek annecim, en üst kata çık zaten orada tek oda var. Eşyaları yerleştirmeye başla." Fısıldar halde söylediklerine karşılık başımı onaylar anlamda sallayarak dediğini yapmak için mutfaktan ayrıldım. Dolmaya arada bakacak bir sürü insan olduğu için kafama takma gereği duymadan üçüncü yani sonuncu kata çıktığımda sızlayan ayaklarıma kıssa bir bakış attım. Annemin dediği gibi bu katta sadece tek oda vardı. Çatı katıydı sanırım. Adımlayarak koyu kahve rengindeki kapıyı araladım.

 

Gözlerim kocaman açılarak dudaklarımın arasından çüş diye mırıldandığımda olduğum yerde kalakaldım. Kahve tonlarında oluşan odanın tavanında iki büyük cam vardır ve gökyüzünü gösteriyordu. Hava kararmaya başladığı için daha hoş görünüyordu. Gece kim bilir nasıl güzel oluyordur burası. Camlı kısmın altında uzunlamasına oturma alanı mevcuttu. Onun hemen karşısında ise büyük bir yatak vardı. Işıklandırmalarla tamamlanan oda çok güzel görünüyordu. İçimden ne şanslı insanlar var diyerek odada giyinme odasını aradım. Yatağın olduğu kısmın duvarının hemen arkasında giyinme odası vardı. Yere koyulmuş kıyafetleri gördüğümde kaşlarım çatıldı. Bir sürü kıyafet vardı. Yere dümdüz konulsa da bunlar böyle kırışırdı. Neyse ki kenara konulmuş buharlı ütüyü gördüğümde gülümsedim. Normal ütü bulmayı beklemiyordum herhalde!

 

Kılıflardan çıkardığım takımları ütüleyerek camlı dolaplara yerleştirmeye başladım. Epey kıyafet olduğu için uzun olan dolaba yerleştirmekte zorlansam da halletmiştim. Boy kısa olunca bazı şeylerde sinir olabiliyordum. Takımlar bittikten sonra rahat edeceğim çekmeceli dolaplara geçtiğimde, kulpsuz çekmeceleri dokunarak açtım. Geniş bir poşeti açarak içine göz attığımda iç çamaşırları olduğunu gördüm. Yanaklarımın kızarmasına neden olurken, usulca paketlerinden açmaya başladım. Hepsi yeni alınmış ve temizdi. Tek tek paketlenmiş marka yazısından kaliteli olduğunu anlamıştım. Siyah ve lacivert renginin dışında bir renk yoktu. Hartel yaka atletleri de güzelce katlayarak koyduğumda onun dışında çorapları da yerleştirmeye başlarken arkamdan gelen sesle yerimde zıpladım.

 

"Kızım?"

 

Sesin geldiği yöne doğru bedenimi çevirdiğimde karşımda gördüğüm kadınla oturduğum yerden kalkarak dikleştim. Parmaklarım önde birleştiğinde derin bir nefes aldım. "Hanımım?"

 

Suzan Kıralı tam karşımda duruyordu. Bu koskoca evin sahibi, hanımıydı. İhtişamıyla bu şehre nam salmış güzel bir kadındı. Sapsarı saçları, kahverengi gözlere sahipti. Giyimine kuşamına dikkat eder hep dik bedenle yürürdü. Dışarıdan ne hissettiğini çoğunlukla anlamazdı insan. Çatık kaşlı olsa da iyi niyetli birisiydi. Yoksullara yardım eder, aç bırakmazdı.

 

Zengin ama yardımseverlerdendi.

 

"Büyümüşsün, güzel bir kadın olmuşsun." Daha önceden çirkin miydim? Diye saçma bir düşünceye kapılmadım çünkü bu anlamda söylediğini düşünmüyordum.

 

"Büyüdüm. Artık buralarda koşuşturan genç kız değilim. Aksine artık çocukların peşinden koşuşturuyorum."

 

Gülümsedi. "Öğretmen olmuşsun duydum. Çok gurur duydum, ayaklarının yere basması ne güzel."

 

Öyleydi. İstediğim mesleğe sahip olmak bir genç kız için en güzel şey olmalıydı. Kendi kazandığın para sayesinde başkasının avucuna bakmamak özgür hissettiriyordu. Ailem de böyle olması için bana destek vermişti, ayrıca bu konuda da şanslıydım. Her aile evladını düşünmüyordu, aksine bir erkekle evlendirip eşinin eline bakmasını istiyordu. Çok korkunç bir hayattı. Bu tarz konular açıldığında aksi bir dille ben asla böyle birisi olmam dediğimde bana büyük konuşma derlerdi. Ne yapayım konuşuyordum, konuşacaktım.

 

"Sağ olun hanımım, siz nasılsınız? Her zamanki gibi sizi iyi gördüm."

 

Kısıkça boğazını temizledi. "İyiyim çok şükür. Eskiden nasılsam şimdi de öyle geçinip gidiyoruz." Elimdeki eşyalara bakarak dudaklarını araladı. "Sana mı verdiler bu işi?" dediğinde başımı onaylar anlamda salladım.

 

"Elime yapışmadı hanımım, hem bitmek üzere zaten."

 

"Ütüledin mi?" diye sordu asılı kıyafetleri işaret ederek.

 

"Evet hanımım, hepsi ütülendi ve dikkatlice asıldı. Paketli kıyafetleri çıkararak yerine yerleştirdim, sadece çorapları kaldı."

 

"Pek bir hızlısın, o zaman senden bir şey istesem yapar mısın?"

 

"Başım gözüm üstüne."

 

Hoşuna gitmiş gibi başını salladı. "Kol düğmeleri, saatleri gibi diğer eşyaları var onları da halleder misin? Kısaca bu odayla sen ilgilen, zaten birçok işi kendi başına halletmişsin." Sanırım evren bu odadan ayrılmamı istemiyordu. Ne çok eşyası varmış bu adamın.

 

"Merak etmeyin, her şeyi eksiksiz hallederim." Başını onaylar anlamda sallayarak ayaklarındaki topuklularla uzaklaştı. Üzerine beyaz bir ceket ve pantolon vardı. Kıyafetten anladığını üzerindekilerden anlamak pek de zor değildi.

 

Çorapları hallettikten sonra saatlerini, kravatlarını ve kol düğmelerini küçük bölmelere yerleştirmiştim. O kadar fazlalardı ki hepsini inceleyerek yerleştirmiştim. Hepsi birbirinden güzeldi. Odayı bir kat havalandırıp banyoya geçtim. Duş jelleri, losyonlar gibi gerekli olan diğer eşyaları dolaplara yerleştirmiştim. Banyo da oda kadar ihtişamlıydı. Yoksa asi mi demeliydim?

 

Tamamen lacivert mermerlerle döşenmişti. Orta boyutta jakuzi, büyük cam bir duşa kabin vardı. Banyo da işim bittiğinde her şey hazır görünüyordu. Odadaki camı kapatarak son bir kez göz gezdirdim ve kapıyı kapatarak aşağıya inmeye başladım. Evde asansör olsa da merdivenlerden inmem daha doğru olur diye oradan inmiştim. Yukarıda epeyce vakit geçirmiş olacağım ki hava bayağı kararmıştı. Mutfağa geçtiğimde tabaklanmanın yapıldığını gördüm. Mis gibi yemekler güzel tabaklara yerleşmeye başladığında, mutfağı dolduran telaşlı ses o kızdan gelmişti. Adını hala öğrenemdiğim o kız.

 

"Geldi." Diyerek heyecanlı heycanlı yerinde kımıldadığında sanırım oğlu diye bahsettikleri adam gelmişti. Kendisini tanımıyordum. Kendisi Suzan Hanım'ın oğluydu fakat onu hiç görmemiş, bilmiyordum. Ya da koca konakta hiç denk gelmemiştik. Bu ihtimal çok düşük olsa da sonuçta bir ihtimaldi.

 

Fazilet Teyze kızın bu tavrına karşılık göz devirdiğinde gözümden bu hareketi kaçmamıştı. Sinir olduğu buradan belli olyordu ama neden? Kızın bu adam hakkında senli şeklinde bahsetmesi tuhaftı. Sonuçta o evin sahibinin oğluydu ve böyle konuşulmazdı. Sonuçta burada çalışandık. Onlar istediğinde samimi bir şekilde hitap edebilirdik. Bir nevi yazısız kural gibiydi. Kız odadan koşarcasına çıktığında birkaç kişi de onun ardından çıkmış birkaç kişi de mutafkta kalmıştı. Anneme yardım ederek tabaklamalara yardım ettim. Birazdan yemek yeneceği için masayı kurmaya yardım için ablaların peşinden ilerledim. Sofra düzenine dikkat ederek kurduğumuzda, Suzan hanım mutfağa gelmişti.

 

"Atahan ve Selçuk masaya geçtiler. Servise başlayalım." Selçuk Bey Suzan Hanım'ın eşi olduğunda göre, Atahan diye bahsettiği kişi oğlu olmalıydı.

 

"Tamam hanımım." Diyerek tabaklara akşam yemeğini doldurmaya başladık. Meze, salata, içecekler gibi şeyler çoktan masaya yerleştiği için geriye sadece bu kalmıştı. Annem ve ben tabaklamaları yaparken diğerleri de yemekleri konulan tabakları masaya doğru götürmeye başladılar. Zaten tahmin ettiğime göre üç kişilerdi. O yüzden hızlıca yapmıştık.

 

"Hi! Sarmayı koymayı unuttuk." Dediğinde kalp krizi geçirmiş gibi tepki vermesi beni korkutmuştu.

 

"Tamam annecim sakin ol, hemen koyar götürürüm." Dediğimde vakit kaybetmeden uzun ve geniş iki tabağa sarmaları düzenlice sırlalamış üzerine de süs olarak limonları yerleştimiştim. Tabaklarına almaları için servis kaşığını da yanına koymuştum. Salça olan ellerimi yıkayıp kuruladıktan sonra tabakları alarak salona doğru ilerlemeye başladım. Adımlarım biraz tempoluydu. Bakışlarımı masadakilere çeirdiğimde bir anda hepsinin bakışları bana değmesiyle utanmıştım. Umarım yanaklarım kızarmamıştır diye içinde geçirirken iki tabağı da boş olan kısımlara yerleştirmek için Atahan Bey'in yanına geçmek zorunda kalmıştım. Eğiler koyduğum tabakların ardından geri çekildiğimde kısaca masaya göz gezdirmiştim. Her şey tamam görünüyordu.

 

"Başka isteğiniz var mı hanımım?"

 

"Yok kızım." Dediğinde birkaç adım uzakta ismini tanımadığım kızla beklemeye başladık. Onlar yemeklerini yerken biz çalışanlardan iki kişi burada beklerdi. Boş olan tabak ya da bardak gördüğümüzde doldururduk. Böyle durmak gerici hissettirse de daha önceden yaptığım için pek utanmıyordum. Fakat daha demin gerçekten utanmıştım. Onlar sohbetini ve yemeğini aynı anda yapmaya başladıklarında kulaklarımız söylenenlere kaysa da buradan duyduklarımız burada kalırdı. Başka birisine anlatamazdık. Mantıklıydı, arkadan konuşmak yakışı olmazdı.

 

"Suyumu doldurur musun?" diye bir ses yükseldiğinde bakışlarım sesin geldiği yöne kaydı. Kalın ses ona aitti. Bana bakarak söylediği sözlerin ardından harekete geçip su koyacağım vakitte, yanımdaki harekete geçerek masaya doğru ilerlediğinde yerinde durmasını sağlayacak çıkan sert ses yine onun dudaklarından çıkmıştı.

 

"Senden istemedim."

 

Evet, benden istemişti. Kız bir şeyler mırıldanarak geri yerine geçtiğinde tosartmaya başlamıştı bile. Sessizce yanına yaklaşarak yanındaki bardağı aldım ve suyu doldurmaya başladım. Sadece onun bardağı boş olduğu için onu doldurmuş ve geriye doğru çekilmiştim.

 

"Yemeklerin bu kadar güzel olduğunu düşünmemiştim. Sen anlatınca abartıyorsun sanmıştım." Onun konuşmasıyla bakışlarım masadaki oturanlara kaymamıştı fakat başımı eğerek gülümsedim. Annem yapıyordu bu yemekleri, iltifat duymak gururlandırmıştı.

 

"Daha çok sarmayı beğenmişsin gibi duruyor." Dediğinde Suzan Hanım gülümsemişti. Gerçekten de öyle mi diye masadaki sarma tabaklarına baktığımda onun önündeki tabağın boş olduğunu gördüm. Yemek yenmeye başlayalı kaç dakika olmuştu bilmiyordum ama bittiğini görmeyi beklemiyordum.

 

"İsterseniz getirebilirim." Dediğimde bakışları bana kaydı.

 

"Gerek yok." Diyen sert ses ondan çıkmıştı. Bakışları da sesi gibiydi. Üzerindeki siyah takım elbiseyle daha ciddi duruyordu. Bir şey söylemeden önüme döndüğümde, Suzan Hanım'ın aklına takılmış olacak ki dudaklarını araladı. "Sarma bugün gözüme daha farklı geldi, gizli tarif mi?"

 

İyi mi kötü mü anlamda söylemişti anlamamıştı. Umarım iyi olmuştur diyerek derin bir nefes alıp dudaklarımı araladım. "Yok hanımım. Herkes nasıl yapıyorsa öyle yaptım, salçalı sosunu fazla kattım, o kadar."

 

"Geldiğin gün bir de sarma mı yaptın kızım?" dedi şaşkınca.

 

"Herkes yoğundu ben de müsait olduğum için yapıverdim." Gözlerim bir anlığına Atahan Bey'e kaydığında gözlerimiz kesişti. Çok tuhaf bakıyordu, surat ifadesi ciddiydi. Bu adamın suratı hep böyle miydi? Sanki bir hata yapmışım gibi bakıyordu fakat yapmamıştım.

 

"Aferin kızım. Atahan geliyor diye salçalı yapın demiştim, tam istediği olmuş olacak ki bitirdi." Salçalı sarma o istediği için listeye eklenmişti ve ne tesadüf ki bunu yapmak bana nasip olmuştu. Demek beğenmişti. Zaten tabağı bitirmesinin başka bir açıklaması olmazdı.

 

"Afiyet olsun." Diyerek bakışlarımı onlardan çektim. Yemek boyunca bakışlarını arada üzerimde hissetmiştim fakat doğru muydu hislerim bilmiyordum. Bu yüzden kendimi diken üzerindeymişim gibi rahatsız etmişti. Onlar aralarında konuşurken, aklım bir an önce yatağa girmenin hayalini kuruyordu. Sabahtan beridir yorgundum, bir de üzerine yol ve burada çalışmak yüklenmişti.

 

Suzan Hanım kaldırabilirsiniz dediğinde bir anda girişmiş etrafı toparlamıştık. Aşırı yorgun hissediyordum. Çok bir şey kalmamıştı aslında. Suzan Hanım ve Selçuk Bey kavelerini salonda içerken, Atahan Bey de odaya çıkmıştı. Bizler de artık iş olmadığı için yemek yemeye koyulmuştuk. Ağrıyan başım yemek yememle biraz da olsa azaldığında yine de tamamen bitmemişti. Kesinlikle dinlenmem gerekiyordu.

 

Annemle birlikte odaya geçmek için bekledim. İşler tamamen bittiğinde saat kaça gelmişti bilmiyordum bile. Fikret abi sağ olsun bavulumu odaya koyduğunu söylemişti. Hemen üzerimdekileri değiştirerek şortlu takımımı üzerime geçirdim. Buralar çok sıcak olduğu için normal uzun gecelikle yatmak ölüm gibiydi.

 

"İyi geceler annecim."

 

"Tatlı rüyalar annem." Dediğimde gözlerimi yorgunlukla kapatmıştım. Kısa sürede uykuya daldığımda ne kadar süre geçmişti bilmeden gece vücudumdaki su oranı bir anda sıfıra inmiş gibi beni uykumdan uyandırmıştı. Başucumuzdaki komodinin üzerindeki sürahiye uzanacakken boş olduğunu gördüm. Bakışlarımı odada gezdirdim fakat olumlu bir sonuçla karşılaşmadım. Bu susuzlukla uyuyamayacağım için çıplak ayaklarımla odadan ayrıldım. Sessiz adımlarla etrafıma baka baka mutfağa girdiğimde karanlıktan masanın üzerindeki surahiye ulaşarak suyu dolduracağım vakitte duyduğum nefes sesiyle kaşlarım çatılarak sesin olduğu yöne kaydı.

 

Uzun boylu birisi tezgahın üzerindeki, tencereden bir şeyler yiyiyordu. Bismillah diyerek yanına yaklaşmadan seslendim.

 

"Kimsiniz?" diye mırıldandım. Sesim birileri duymasın diye kısık çıkmıştı. Hiç irkilmeden bedenini bana doğru çevirdiğinde onu gördüm. Bahçedeki ışıklar yüzüne vurduğunda ilk gördüğüm şey sert çenesi oldu. Daha sonra bakışlarım gözlerine çıktığında içimden kendimi küfür ettim.

 

Karşıma çıka çıka evin oğlu çıkmıştı.

 

Titrek bir soluk aldığımda hareket ettiğini gördüm. Bir anda loş ışık mutfakta hakim olduğunda ne olduğunu anlayamadığım için gözlerim kamaştı. Keskin gözleri aşağılara kaymaya başladığında aklıma şortlu olduğum gelmesiyle yerime mıhlandım. Hay aksi!

 

"Şey ben, susamıştım." Titrek çıkan soluğumu kulaklarıma çarptığında daha da utandım. "Hemen içip çıkarım." Bardağa hızlıca suyu doldurarak dudaklarıma yasladığımda hızlı içtiğim için birkaç damla göğüs kısmıma damlamıştı. Bardağı bulaşık makinesine koymak için ayaklarımı harekete geçirdim ve yanındaki bulaşık makinesini açarak bardağı yerleştirdim. Kısıkça boğazını temizlediğini duydum. Eğildiğim yerden doğrulduğumda birden onu yanımda bulmayı beklediğim için bocaladığımda dengemi kaybetmiştim. Kalın parmaklarını açık tenimde hissettiğimde bedenimi saran duyguyla ne yapacağımı bilemedim. Sıcak nefesi yüzüme çarpıyor, daha fazla yakmak için çabalıyordu. Korku ve tedirginlik dolu hislerimle kocaman gözlerime ona baktım. Yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı. Derin bir nefes içine çekerken onuna aksine nefesimi tuttum.

 

"İsmini bağışla bana kiraz dudaklı."

 

SON

 

Seelaamm yeni kurgumun okurları.

 

25.03.2024 tarihinde kurgumu ilk bölümünü yayımlıyorum. Aklımda epeydir böyle bir kurgu yazmak vardı, o yüzden aklımda kalacağına yazıya geçirmek istedim.

 

Kitabımız koca bir konakta geçiyor. Gözünüzde canlanması için aşağıya bırakıyorum.

 

 

 

Loading...
0%