Yeni Üyelik
10.
Bölüm
@rarbezrh

10. Bölüm: İstanbul

 

|Yorum sınırı 60|

 

Atahan'ın küçüklüğü.

 

Yüzüme çarptığım soğuk suyla elimi yüzümü yıkamaya başladım. Çok sürmeyen banyo faslından sonra kurulanmış ve kıyafet dolabının önüne doğru ilerlemiştim. Üzerime beyaz tişört, altıma da siyah bir pantolon giydiğimde geceliklerimi de yerine yerleştirmiştim.

 

Saçlarımı da suyla ıslatarak düzleştirdiğimde artık hazırdım. Kahvaltı için dakikalar önce hazır olduğu belirtilmiş ben de şimdi hazırlanarak hazırlanan o masanın etrafına dizilmiş sandalyelerden birisine oturmuştum. Annem ve babam çoktan oturmuştu. Benim gelmemle servis başladığında, aile konuşmalarından uzaklaşmak için sınavlarımı düşünmeye başladım.

 

Bugün yani cuma günü girdiğim son sınavım da güzel geçmişti. Hepsinin çok iyi geleceğini biliyordum. Zaten ona göre çalışmış, bütün gayretimi vermiştim.

 

"Kahvaltın bittiyse atları sevmeye gidebilirsin."

 

Annemin sesini duymamla başını o tarafa çevirdim ve bana gülümseyerek bakan suratıyla karşılaştım. Ben de gülümsedim ve başımı onaylayarak sandalyeden dikkatlice indim. Sandalyenin boyu büyük olsa da bu yaşta olmama rağmen boyum büyüktü. Sınıfın en büyüğü bendim. Anne ve babamın genlerini almayı unutmamıştım.

 

Dışarıya çıktığımda evin çalışanları günaydın demiş ben de karşılık vermiştim. İçlerinden birisi yardım edebileceğini söylese de reddetmiştim. Atların olduğu yer eve çok uzakta değildi. Bu yüzden yalnız yürümeyi de tercih ettim denebilirdi.

 

Atların sesini duymamla epey yaklaştığımı anladığımda haraya girdim ve hayvanların haricinde bir kız sesi daha duydum. Küçük bir kız sesiydi. Bizim evin çalışanlarının bir kızı vardı da haberim mi yoktu?

 

Sesin geldiği tarafta doğru ilerlerken, yeni doğmuş olan atın yanında olduğunu gördüm. Kahverengi saçlar upuzundu. Beline kadar uzanan saçları karşısında şaşkınlığa uğrarken sesini tekrardan duydum.

 

"Ama benim artık gitmem lazım, beni burada daha fazla görürlerse kızarlar."

 

"Kim kızacakmış?"

 

Titreyerek bana doğru döndüğünde gözleri kocaman oldu. "Buranın sahipleri."

 

Omuzlarımı gerdim. "Ben kızmam."

 

Göz devirdi. "Sen buranın sahibi misin ki?"

 

İnanmıyordu bana. Dik bedenimle durmaya devam ettim. O ise çömeldiği yerden kalkmış, karşıma geçmişti. Aşağıdan aşağıdan bana bakmaya başladı.

 

"Evet."

 

Aslında annem ve babam bu evin sahibiydi. Fakat oğulları gereği ben de öyle sayılmaz mıydım?

 

"Neden inanayım sana?"

 

"Nasıl inanırsın bana?" diye karşılık verdim. Fakat o ilk önce konuşmak yerine omuz silkti sonra da dudaklarını araladı.

 

"Büyüyünce inanırım sana." Dediğinde öylece kalakaldım. Bir cevap bekliyordum ama böyle de bir cevap beklemiyordum. Kaşlarım şaşkınlıktan havaya kalkarken bilmişliği karşısında derin bir nefes alma gereği duydum.

 

"Büyünce bu evin beyi olduğumda, ilk sana kanıtlayacağım."

 

Bu bir sözdü. Ben sözümü tutardım. Peki kahve saçlı kız, sen sözümü unutacak mısın?

 

...

 

Şimdiki Zaman

 

Mehru'nun ağzından.

 

Onu görmemle benim de kaşlarım çatıldığında derin bir nefesi zorulukla da olsa alabildim. Semih'in söylediklerine bile cevap veremezken o yanımıza ulaşmıştı.

 

Atahan'ın çatık kaşlarından ötürü kötü bir şeyler olacağını hissettim ve dudaklarımı hızla araladım. "Gelsene sevgilim, seni arkadaşımla tanıştırayım."

 

Ben haricinde iki kişinin daha benim ardımdan şaşkınlığını işittim. Tepkisini ilk gösteren ise Semih olmuştu.

 

"Siz sevgili misiniz?"

 

Bu sırada Atahan sertçe sandalyeyi çekerek yanıma oturdu. Birkaç kişinin bu ses desibeli yüzünden buraya baktığını hissetsem de bakışlarımı ondan çekmedim. Ben arkadaşıma cevap vermek için sıramı almıştım ki kocaman bir kaya onun önüne kondu.

 

"Sevgilim." Dedi sahiplenir gibi. Gözlerinin odağı benim aksime başkasında olmasının sebebi, ona haber vermemem miydi? Eğer böyleyse her hareketimi ona mı bildirecektim?

 

"Hadi be! Neden söylemiyorsun kızım? Tebrik ederdim."

 

Atahan kabaca boğazını temizledi. "Sen kimsin kardeşim?"

 

Semih samimi bir şekilde gülümsedi ama karşısında hiç de gülecek gibi duran bir adam yoktu. Atahan'ın bu tavrının sebebi neydi bilmiyordum. Fakat hemen öğrenmek istiyordum bunu da biliyordum.

 

"Mehru'nun ilkokuldan arkadaşı Semih, sizin adınız neydi?" Semih nazik tavrıyla elini masanın üzerinden ona doğru uzattı. Atahan ise sert bakıyordu ki elini uzatıp karşılık vermeyecek sandım ama öyle olmadı. Kaşları hafifçe indi ve bakışları yumuşadı.

 

Uzatılan ele karşılık verdi. "Atahan."

 

"E o zaman yeni haberi sevgiline özel bir şekilde vermek istersin, ben kalkayım. Hem bayağı da konuştuk."

 

Dakikalardır susuyordum. Transa girmiş gibi hissederken böyle kalakalmam normaldi. Fakat sonunda gözlerimi sesin geldiği yöne doğru çevirdim.

 

"Biraz daha otursaydın?"

 

"Yok kardeşim siz takılın, hatta vedalaşalım. Haftaya gidiyorum biliyorsun."

 

Gerçekten içinden geldiği için kalktığını anladığımda gülümsedim. Oturduğu yerden doğrularak ayağa kalktığında bekletmeden ben de kalktım. Vedalaşmak için sarılırken "Annene selam söyle, ellerini öperim." Dediğinde geri çekildik.

 

"Sen de ailene selamımı ilet."

 

"Olur iletirim."

 

Gözlerini bu sefer Atahan'a çevirdi. "Tanıştığıma memnun oldum, tekrardan mutluluklar." Göz kırparak sözüne kaldığı yerden devam etti. "Düğün falan olursa davetiye göndermeyi unutmayın."

 

Semih biraz patavatsız demiş miydim?

 

"Gitme vaktin geldi Semih." Dedim şakasına. Yaptığım imaya karşılık gülerken birbirimize görüşürüz dememizin ardından uzaklaştı. Onun ikimiz yalnız kaldığımızda oturmak yerine ayakta kaldım.

 

"Gidelim mi?"

 

Hiçbir şey söylemeden ayağa kalktığında suratsız yüzü karşısında kaşlarım çatıldı. Hesabı ödemem için kasaya doğru ilerleyerek masa numarasını söylemiştim ki Semih'in ödediğini öğrendim. Burada işimiz olmadığı için kafeden çıktık. Bunlar gerçekleşirken Atahan'ın hâlâ sessiz olmasıyla daha fazla dayanamadım.

 

"Neden sessizsin?" Yanında adımlıyordum ama nereye gideceğimiz hakkında bir fikrim yoktu. Arabayla geldiyse oraya doğru mu yürüyorduk?

 

"Neden aramalarıma cevap vermiyorsun?"

 

Kaşlarım çatıldı. Beni aradığından bile haberim yokken, bu sözleri duymam şaşkınlığa uğramama neden oldu. Gerçekten de öyle mi diye kontrol etmek için cebimden çıkardığım telefonu ellerimin arasına alırken cevapsız çağrıları görmemle nasıl gözümden kaçtığını düşünmeye başladım.

 

"Görmemişim." Diye mırıldandığımda sesimin içime kaçtığın sandım.

 

Hiçbir şey söylemedi. Bu sessizliğinin sebebi meğerse buymuş da haberim yokmuş.

 

Dayanamadım ve "Atahan sorun ne?" diye sordum. Bu tepkilerine anlam vermekte zorlanıyordum. Yanlış bir şey mi yapmıştım? Evet, aradığını görmemiş ve duymamıştım ama bu bir sorun muydu? Çünkü elimde olan bir şey yoktu. Farkında olmadan yaptığım bir şey için suçluluk duymam gerekiyorsa duymayacaktım.

 

"Sorun aramalarımı yanıtlamayıp, seni karşımda hiç beklemediğim bir şekilde görmem."

 

Beni ne şekilde görmüştü ki?

 

"Bilerek açmadığımı falan mı düşünüyorsun acaba? Yoksa bu tavrına başka bir anlam veremedim."

 

"Neden bana haber vermedin?"

 

"Dışarı çıktığımda da mı sana haber vereceğim." Dediğimde sesim yeterince şaşkın görünüyordu. Aslında söylediklerim soru sormak için değildi. Böyle bir konuyu tartışır hale getirmek bile saçma iken uzatmak istemiyordum. Kısa süreceğe de benzemiyordu.

 

"Evet haber vereceksin."

 

Sinirle kendimi tutamayacağım için çenemi kapadım. Sinirle peşinden ilerlemeye devam ettim ve sonunda arabaya ulaştığımızda kapıyı açarak kendi tarafıma bindim. Kemerimi bağladığımda bakışlarımı ön camdan ileriye diktim. Bozuk olan moralimle birlikte araba çalışır hale geldiğinde gaza bastı.

 

Muğla'da mesleğimi yapacağımı öğrendiğimde ne kadar mutluyken şimdi moralim epey bozulmuştu. Aldığım haberi Atahan'a duyurmak için heyecanlanmış ayrıca heves etmiştim. Ne çabuk sönmüştü. Eve gidip anneme bu haberi söyledikten sonra yatıp uyumak istiyordum.

 

Orman yoluna girene kadar hiç konuşmadık. Ta ki arabayı sertçe frene basarak durdurduğunda öne doğru hafifçe sallandım. Bu hareketi yüzünden kalbim hızla atmıştı, korkudan. Ona sen ne yapıyorsun manasında bir bakış attığımda başını benden tarafa çevirdi. Suratındaki sert ifade hiç yabancı gelmedi. O sert mizaçlı bir adamdı. Bugün bir kez daha anlamıştım.

 

"Seni üzmemeye çalıştıkça yine moralini sikip atan ben oluyorum."

 

Koskocaman elleri yüzüme ulaştığında varla yok arasında olan lekelerimi okşadı. Nefesi sertçe yüzüme çarparken yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırdı. Kokusu bu arabanın içinde uyuyup kalmak isteyeceğim kadar fazlaydı. Sanki oturduğum bu koltuklar bile kokusunu sahiplenmişti.

 

Konuşmak istemediğim için susmaya devam ettim. Çünkü konuşursam ağlardım, bunu biliyordum. Ve ben şuanda ağlamamak için efor sarf ediyordum. Zordu ama. Gözlerine bakarken sanki nefes almak bile çetrefilliydi. Öyleydi işte. Pek belli etmese de göz bebeklerinde geçen manayı okumak bile ağlatabiliyordu.

 

"Sen konuşmayınca da benim yüreğim sızlıyor. Böyle ağlayacak gibi kırgın kırgın bakıyorsun, yükselen sesimi ve sinirli bakışlarım yüzünden ölmek stiyorum."

 

Ölüm. Bu kadar kolay mıydı?

 

"Ne söylersen söyle ama ölmek istiyorum deme." Gözlerine bakarken boşluğa bakar gibiydim. Belki de hayatımda duymaktan korktuğum o kelimeyi dilinden duyduğum içindi bu boşluk. Ne zaman duysam içimi bir telaş kaplıyordu. Biricik babam, yuvam aklıma geliyordu. Saçları gibi beyazlamış yüzü gözlerimin önünden gitmiyordu.

 

Derince yutkundu. O yumru bendim ve akıp gittim sanki. Ne tuhaftı.

 

"Özür dilerim."

 

Erdemlik ne kadar basit gibi görünse de insanlık için zor bir eylemdi. Fakat o bu erdemi becermişti. Özür dilemişti. Peki hangisi için? İkisi için mi?

 

Gözleri gözlerimdeyken kendimi tutma çabam sona erdi ve duygusallığım bütün bedenimi sardı. Gözlerime yerleşen dolulukla neden böyle bir duyguya giriş yaptığımı anlayamadım. Bu aralar bir gariptim zaten. Eğer ki hem ağlıyor hem gülüyorsam regl günüm yaklaşmıştır anlamına geliyordu.

 

"Yavrum neden ağlıyorsun?"

 

Ağlayana neden diye sorulur muydu? Sorulmazdı. Neden mi? Daha çok ağlardık. O soru o an acılı bir söz gibi olurdu. Dayanamaz ve damlalarımızı dökerdik. İşte şimdi tam okatak bahsettiğim olmuştu. Gözleri gözlerimi doldurmaya yetebilmişti.

 

"Bilmiyorum." Dedim hıçkırarak ağlamaya başlayarak. Tutabilene aşkolsundu. Ben böyle olunca da şaşırdığını hissettim. Bulanıklaşan gözlerimden önümü bile tam net göremezken doğal olatak tepkisini de anlayamadım. Sadece hissettim. Ki aralanan dudaklarından hislerimi de doğrulamış oldum.

 

"Nasıl durdurabilirim ağlamanı?" Saat değildi ki pili bitsin. Ben de bilmiyordum be adam! Hâl böyle olunca bir süre sustum ve ağlamaya devam ettim. O da tıpkı benim gibi sessizliği korudu. Bu sessizlik düşünüyor anlamına mı geliyordu bir fikrim yoktu ama derince yutkunduğunu gördüm. Karşımızdan akıp giden arabanın farları aracı aydınlatırken gözlerinin saliselik parıldadığına şahit oldum.

 

Elleri çenemin hemen altını kavradığında yaslar boynumdan akmaya devam ediyordu. Yüzü yüzüme denk düşerken ne yapacağını ya da ne düşüneceğimi aklımdan sürmeye başlamıştım ki beklemediğim o hareketi yaptı. Dudaklarını dudaklarıma bastırdı. İkinci kez.

 

Dudaklarımız yıllardır bu anı bekler gibi birbirine kavuştuğunu susgunluğumun da son bulduğu an olmuştu. Aracın sıcaklığı artmış ve kavurucu bir ateşin içerisine düşmüş gibiydim. Yüzümü yellemek istedim ama şuan bambaşka bir olayın içerisinde olduğum için yapamadım. İkimiz de dudakları dudaklarımdayken hareket etmemeye devam etmiştik. Benim sebebim bocalamamdandı, peki onun gibi hangi sebepten ötürüydü.

 

Ama daha fazla hareketsiz kalamadım. O dürtü beni ona doğur ittiginde derin nefes eşliğinde harekete geçtim. Bunu bu sefer bekliyormuş gibi o da atağa geçtiğinde asıl kavurucu sıcaklığı bizzat biz yarattık. Küle döndüren de bizzat biz olacaktık.

 

Çok narin karşılık vermesine rağmen nefesimin yine de yetmediğine şahit oldum. O beni böyle etkisi altına alan bir adamdı. Ben onunla nasil başa çıkabilecektim bilmiyordum. Bünyem onun etkisinden yeri geldiğinde kurtulmayı başarabilecek miydi?

 

İstiyor muydum?

 

Dakikalar süren öpüşmemiz benim geri çekilmemle son buldu. Gözlerimi açtığımda bana bakan bakışlarıyla karşılaştım. Yoğun bebekleri derince yutkunmama neden oldu. Nefesini yüzüme çarpmasına dudaklarını aralaması eş değerde oldu.

 

"Durdurdum." Gülümsedi, sonra sözüne devam etti. "Ağlamanı."

 

"Her ağladığımda bu yöntemi mi kullanacaksın?" diye sorarken dudaklarım kıvrılmıştı. Gülüyordum ama bir sarhoş misali. Hiç sarhoş da olmamıştım aslında ama tahmin edebiliyordum. Ve onun dudakları sarhoş edecek kadar güzeldi. Beni ilk öpüşünde bunu anlasam da bu farklıydı.

 

"İşe yaradığına göre." Diye mırıldandığında tebessümüm usul usul söndü ve gözlerine bakmaya devam ettim. Zordu bu kadar yakınken bakabilmek ama işin içine sevgi girince kolay oluyordu.

 

"Saçmalama." Diye ciddiyetle mırıldandığımda keyfi yerine gelmiş gibi daha da güldü. Başımı sen akıllanmazsın anlamında olumsuz anlamda salladım Elleri hâlâ boynumun çevresinde geziniyordu. Bu sayede varlığı tenimden eksilmiyordu.

 

Yine kısa bir sessizlik devam ettiğinde bunu uzamaması için konuşmak istedim. Çünkü bu geceye böyle sonlandırmak istemiyordum. Eminim ki o da istemiyordu.

 

"Tavrının sebebi gerçekten telefonu açmamam mı?" Bunun böyle olduğunu söylese de tamamen bu sepeten ötürü olduğunu düşünmüyordum. Yalan söylemek yerine doğruları söylesin, içini boşaltsın istiyordum.

 

"O çocuk sizi bahçede gördüğüm o günden beridir hoşuma gitmedi. Ta ki bugün sevgili olduğumuzu senin söylemenle mutluluklar dileyene kadar."

 

Ondan hoşlanmadığını fark edebilmiştim ama bu kadar da tavır alacağını düşünmemiştim. Ayrıca bana yanlış bir hareketi olmamıştı. Hiçbir zaman. Ama Atahan karakteri gereği belki de erkeklerin düşüncelerini bildiği için koruma iç güdüsüne girmişti.

 

"O benim ilkokul arkadaşım." Diye açıklamaya başlamamla dinleyen taraf o oldu. "Yıllardır görüşmüyorduk ve sohbet etmek istedik. Zaten farklı yerlerde mesleğimizi yaptığımız için görüşme imkanımız olmayacak. Kırk yılda bir yani. Ayrıca bana ters bir hareketini görsem onunla yüz yüze bile gelmem."

 

"Beni aramana gelecek olursam da duymadım. Şans eseri telefonumun ekranına bakışlarım kaydığında bir arkadaşımın aradığını gördüm. Sonuçların açıkladığını söylediğinde hemen siteye girdim, cevapsız çağrıları göremedim."

 

Sesli bir soluk verdi. Görgü aldığı nefeste inip kalktı. "Benim yerime kendini koy."

 

Sözlerinden sonra kelimeleri zihnime yerleşti ve mantığa oturmaya çalıştığında gözlerim kısıldı. Gözlerimin önüne gelen görüntülerle bedenime yerleşen sinir beni şaşırttı. Empati yapmam öyle ağır geldi ki dudaklarım belli belirsiz aralandı.

 

"Niye koyuyorum şimdi ben ya Allah Allah." Dediğimde bakışlarımı gözlerinden çektim ve başka bir yere çevirdim. Camın yansımasıdır güler gibi olduğunu gördüm ama istifini bozmadı.

 

"Açık açık konuşayım. Bir kızla buluşmam senin de hoşuna gitmez. Bu arkadaşım olsa da."

 

Suratım daha da bozuldu. Kız deyince aklıma otomatikman Selin geliyordu. Kafayı yemiştim. Atahan kimdir şirkette nasıl kızlarla aynı ortamda çalışıyordu. Sen kendine gaz mı veriyorsun Mehru!

 

"Tamam Atahan uzatma." Diye bir anda yükseldim. Peki o ne yaptı? Gülmeye başladı. Yok canım, bu adamın benimle zoru vardı. Yoksa gülüşünün beni bu kadar etkilediğini biliyor muydu? Eğer bikiyorsa var halimize. Dilinden kurtulamazdık.

 

"Tamam yavrum uzatmam." diyince hemencecik yumuşadı. Ama belli etmedim.

 

Arabayı tekrardan çalıştırdığında eve doğru gideceğimiz için akıp giden yolu seyretmeye başladım fakat dakikaların ardından araç farklı yoldan ilerlemiş ve merakı zihnime yerleştirmişti. Caddeye geldiğimizde yolun kenarında boş olan iki arabanın arasına aracı park ettiğinde bana bor şey soylemden indi ve hızlı adımlarla uzaklaştı. Öylece bakakaldım. Bir işi vardır diye düşündüm ve beklemeye koyuldum.

 

Bu sırada caddede dolaşan insanları izlemiştim. Fakat aklım nereye gitmiş olacağıydı. Fazla merak iyi değildir ama ben de ediyordum. Ki zaten çok sürmeden uzun boyu ileriden göründüğünde elinde poşetle buraya doğru geldiğini gördüm. Arkaya poşeti bırakıp geri yerine geçtiğinde tekrardan yola koydukuk ve o açıklayana kadar susma kararı aldım.

 

Camlarımız tamamen açıktı ve denize yakın yoldan ilerlediğimiz için dalga seslerini duyabiliyordum. Yukarı doğru bayır olan yolları çıktık ve en sonunda geniş duraklamak için olan bir yer bulduğunda arabayı durdurdu. Burası kelebekler vadisine giden yoldu, o yüzden durduğumuz yerde mükemmel bir manzara vardı.

 

"Neden buraya geldik?" Derken bakışlarım gözlerine çevrilmişti.

 

Cevaplamak yerine, "Gel." Diye mırıldandığında yola dikkat ederek araçtan indim. O zaten çoktan inmiş ve bagaja doğru ilerlemişti. Usul usul adımlayarak bariyere dizlerimi dayadığımda ışıklardan dolayı oluşan güzel manzarayı seyretmeye başladım. Arkamdan hareketlerini işitiyordum ama dalmış gibiydim.

 

Daha sonra belimde hissettiğim parmaklarla kendime gelebildiğimde ona doğru döndüm. Baktığımda arkamda iki tane sandalye kurduğunu gördüm. Ne wra kurmuştu anlamamıştım bile. Boş olan kısma otururken, telefonumu da sandalyenin boş bir kenara koydum. O da yanıma oturduğunda sonunda göz göze geleceğim sandım ama gözlerinden önce bakışlarım ellerinin arasındaki pastaya kaydı.

 

Şaşırdım.

 

"Öğretmen Hanım'a."

 

Öğretmen Hanım'a.

 

"Ya Atahan." Dediğimde sesim tonum az daha duygusallıktan ağlayacak gibi çıkmıştı. Bütün üzüntüm yok olmuş yerini mutluluğa bırakmıştı. Muğla'yı kazandığım için bana pasta almıştı. Üzerine yerleştirdiği küçük mumların yandığını gördüğümde daha da mutlu oldum.

 

"Küçükken pastaları çok seven küçük bir kız çocuğu vardı."

 

"Çilekli?" diye atıldım hevesle.

 

"Çilekli." Diye onayladı beni.

 

Çilekli pastayı çok severdim. Uzun yıllardan beridir bu sevgim hiç son bulmamıştı. Doğum günü pastalarının üzerine konan mumlari gördüğümde çok sevinirdim. Onları söndürmeden önce dilenen dilekleri, üflememin ardından alkışlanan eller hoşuma giderdi. Severdim işte. Çocukluk değil mi, küçük şeylerden büyük anlamlar çıkarırdık.

 

"Üfle hadi."

 

Hadi üfle kirazım mumları.

 

Küçük pastanın üzerinde üç tane mum vardı. Gözlerimi kapadım ve yıllardır hiç değişmeyen dileğimi bu üfleyişimde değiştirdim. Onu diledim. Bana hayırlı ise gelsin istedim. Hayırlı değilse tam şuan benden uzakta kalsın istedim.

 

Ve üfledim.

 

Ellerimi çırptığımda kıkırdadım. Daha sonra yaptığım hareketi çocukça algılar diye ellerimi indirirken gülümsemem hafifçe soldu. Ama o inen ellerimi tuttu ve dudaklarına doğru götürdü. Öptü.

 

"Yadırgamam." Dedi. "Ben seni her halinle, her yaşınla severim."

 

İçim gitti. Bir bakışına, bir öpüşüne. Yumuşacık oldum. Kedi gibi kucağına kıvrılasım geldi. Dayanamadım, onun bu tatlı hediyesi karşılığında teşekkür etmem amacıyla dudaklarımı yanağına değdirdim. Küçük bir kız gibi naifçe öpmüştüm. Gözleri bir süreliğine kapandı.

 

"Teşekkür ederim. Beni çok mutlu ettin."

 

Bir şey söylemedi, bu söylediklerim hakkında. Gülümsemekle yetinirken derin bir iç çeker gibi oldu emin olamadım. Ona bazen öyle dalıyordum ki hareketlerimin farkında olmuyordum. O da bu durumu yaşıyor muydu?

 

Daha sonra oturduğu yerden kalktığında arabanın kapısını açtığını duydum ama bakışlarımı pastadan çekmedim. O da çok geçmeden yanıma oturdu. Bardakları kendi kendine koyarken vakit kaybetmeden kendiminkini aldım ve açtığı masanın üzerine koydum. Çatal bile akıl edebilmişti. Fakat tabak yoktu. Zaten gerek de yoktu, bence.

 

O şişenin kapağını kapatırken ben de çatalımı pastaya batırdım. Ağzıma götürdüğüm pastanın tadı damağımda öyle güzel bir hâle dönüşünce gülümsedim. Ben de böyleydim, küçük bir pastaya delice mutluluk sergileyebiliyordum.

 

"Beğendin mi?"

 

"Çok güzelmiş."

 

Birkaç çatal batırarak yarıya geldiğimizde birkaç muhabbet dönüp gitmişti. Arabalar arkamızdan geçip gidiyor, ışıkları bazen gölge misali önümüze düşmüştü. İçeceğimden bir yudum alacağım vakit hapşıracak gibi oldum ve hapşırdım da.

 

"İyi yaşa."

 

"Hep beraber."

 

Burnum bir hoş olurken dayanamadım kaşıdım. O ara "eşyalarını ne zaman alacaksın?" diye sordu. Onun söylemesiyle aklıma bu durum daha yeni gelmişti.

 

"Bilmiyorum. Bir an önce gidip alsam iyi olur."

 

"Alırız." Diye mırıldandığında ondan aksi bir cevap beklemediğim için şaşırmadım.

 

"Evin sahibi sıkıntı yaratacak birisi değil ama yine de onunla ilk önce bir konuşmam gerek. Hatta arayıp, yarın gitsem iyi olur."

 

"Gideriz yavrum."

 

Gideriz. Alırız. Yaparız.

 

Yapalım bakalım.

 

"Sen böyle söylüyorsun da, işin gücün yok mu senin?" Sorduğum soru tam da ayak basılacak bir noktaydı. Merak ediyordum. Tamam işinin patronuydu ama öyle kolay mıydı bu işler?

 

"İşi düzene koymak da, bozmak da bana ait."

 

Adam da haklıydı.

 

"Şirket senin üzerine mi?"

 

"Şuan çalıştığım yer, evet. Diğer yerler babama ait."

 

"Anladım." Diye mırıldandım. Pasta bittiği için içeceğimi yudumlamaya devam ettim.

 

"Muğla'da bir köy okuluna çıkmışım. Ne kadar uzaklıkta bilmiyorum."

 

"Hangi köy?" diye sordu kaşlarını çatarak.

 

"Eldirek İsmail Sarıkaya okulu. Hangi köy onu bilmiyorum."

 

"Eve bayağı uzak bir köy." Dediğinde yine de bu duruma üzülmedim. Neresi olursa olsun gitmeye razı bir öğretmendim. Hatta uzak, eğitime muhtaç olmuş öğrencilere gitmek beni daha çok mutlu ederdi. O yolu çekmek keyif verirdi. Önemli olan öğrencilerimin bana alışmasıydı. Yeni kişilerle tanışmak onlar kadar beni de geriyordu.

 

"Olsun. Muğla oldu ya gerisi önemli değil."

 

"Ben birisini ayarlarım, alıp götürür seni."

 

Kaşlarım çatıldı. "Öyle şey olmaz."

 

"Aksi mümkün değil. Aklımın kalmasını istemiyorum."

 

Ciddi ses tonu geri adım atmayacağını belli ediyordu. Ben aslında kendisinin bile bırakmak isteyeceğini düşünmüştüm. Çünkü o bu kadar rahat birisiydi. Benim için başka birisinin alıp bırakması bile gericiydi. Atahan'ın ailesinin bu durumu eğer öğrenirse yürüteceği tahminler gözümü korkutuyordu. Belki de kendi kafamda kuruyordum ama yasayarak öğrenmeden de bilemeyeceğimi biliyordum.

 

"Ben ne dersem diyeyim sen bildiğini okuyacaksın."

 

"Ha şöyle yavrum." dedi keyifle. "Çözdün beni."

 

Keşke sen de beni çözseydin.

 

"Saat geç oldu artık, kalkalım mı? Çünkü yarın ilk iş ev sahibini aramak olacak. Eğer tamam derse eşyalarımı toparlamam gerek."

 

Çok işim vardı. Hepsini halledip bunu da atlatmak istiyordum. Zaten kendi eşyalarımı dışında gelecek olan pek bir şey yoktu. O yüzden çok uzun sürmezdi. Fakat yol uzun sürer gibi duruyordu. Tam mesafesini bilmiyordum ama mantık olarak bakıldığında öyle görünüyordu.

 

"Birlikte gideriz."

"Tamam." Dedim uzatmadan. Yine onunla çıkacağım uzundur yolculuk vardı. Tabi adamla konuşabilirsem. Hatta şimdi konusam olurdu. Saat de çok geç değildi.

 

"Ben bir abiyle konuşayım. Yarına kalmasın." Fikrim ne çabucak değişmişti. Beni onayladığında çoktan aramayı başlatmıştım. Çok geçmeden telefona baktı ve hal hatır sorduktan sonra mevzuya giriş yaptım. Uzun soluklu bir konuşmanın ardından işi tatlıya bağlamıştık. Atahan da bu sırada konuşmalara şahit olduğu için tekrardan anlatma gereği duymamıştım.

 

"Sabah erkenden yola çıkarız."

 

"Olur."

 

Bu meseleyi de hallettiğim için içim rahat ederken, artık kalkma vakti geldiği için eşyaları toparlamaya başlamıştık. Ben de çöpleri bir poşete koyarken o da sandalyeleri bagaja yerleştirmişti. Arabaya yerleşerek yola koyulduğumuzda üzerime çöken yorgunlukla başımı koltuğa yasladım ve onun yüzünü seyretmeye başladım. Sert çevresi normalde kötü gözükmesi gerekirken onda neden güzel görünüyordu? Kahve gözlerine yansıyan her ışık açık kahveye dönüşürken bakışlarımı bu görüntüden çekmek pek de kolay olmuyordu.

 

Kalın parmaklarını direksiyona sarmış hakimiyetini sağlarken diğer eli boştaydı. İçimdeki dürtü tut hadi diye tuttururken bu kelimeleri görmemezlikten gelemedim. Hafif titreyen ellerimi eline götürerek tuttuğumda ırkçılık gibi oldu. Bakışları bana kayarken parmaklarımı parmaklarına geçirdim.

 

Bakışları kısa süre ellerimize kaydı. Dudağının kenarı yukarı doğru kalktı. "Ellerimin arasında kayboldu ellerin."

 

"Kaybolan sadece ellerim değil." Dediğimde o da biliyormuş gibi gülümsedi.

 

"Haklısın. Kaybolan fikrim zikrim, artık sende olan aklım fikrim "

 

Artık sende olan aklım fikrim...

 

Araçtan usulca şarkı çalmaya devam etmiş, bense ona bakmaya. Ara sıra bakışları bana kaymış, tekrardan yola çevrilse de zihni bende kalmış gibi bir hâlde olmuştu. Her gece ban olduğu gibi. Bir adam vardı ki bütün uykularımı değiştirmişti.

 

Okyanusa kapılmış gidiyordum. O, cankurtaranım mı? Yoksa içine çeken kum mu olacaktı?

 

... 

 

"Annecim erkenden çıkalım demişti, dün sana demiştim. Hazırım ben, çıkıyorum."

 

Sabah epey erkendi. Annem mutfağa geçmek için erken kalkmıştı fakat ev ahalisi daha bu saatte kalmazdı. Suzan Hanımın eşi ise gideceği için belli bir kalkış saatti oluyordu. Bu yüzden bu düzen gereği olmadığı sürece bozulmazdı.

 

"Tamam yavrum dikkat edin. Varınca bana kısa bir mesaj atsan da yeter." Aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı. "Ha bu arada dikkatli kullansın, söyle ona."

 

Gülümsedim. "Söylerim."

 

Annemle vedalaştıktan sonra evden ayrılmış ve dış kapıdan çıkarak orman yolundan ilerlemeye başlamıştım. Atahan ne kadar evin önünden gitmek istese de ben istememiş ve kimse görmemesi için orman yolunda beklemesini rica etmiştim. Ailesinin bir ihtimal görmesi şuanda pek de hoşumuza gidecek an bir olay değildi.

 

Adımlarım siyah renkteki arabayı gördüğünde daha da hızlanırken benim ona ulaşmama izin vermeden geriye doğru gelerek tam bir adım solumda durdu. Kapıyı açarak koltuğa kurulduğumda vakit kaybetmeden kemerimi taktım.

 

"Günaydın."

"Günaydın bebeğim." Derken bir anda dudaklarını açıkta kalan boynuma değdirmesiyle gerçekten de ayıldığımı hissettim. Dudakları sanki soğuk hava gibi tenimi nokta nokta yapmıştı. Kafam şimdiden uçacak diye ödüm koptu.

 

"Sizinkiler kalkmamıştı değil mi?"

 

Meraklı sesime karşılık kaşları çatılır gibi oldu. Konu ne zaman buraya gelse hoşuna gitmiyordu. "Kalkmadı." İçinden birçok şey demek gelse de bunları dile getirmiş gibi duruyordu.

 

"Annem dikkatli kullansın dedi, haberin olsun." Derken kıkırdadım. Atahan çoktan yola koyulmuştu. Gece baktığıma göre uzun bir süre bu arabanın içinde olacaktık.

 

O da güldüğünde, gülüş sesini duymak tuhafıma gitti. "Kayınvalidem ne diyorsa o." Dediğinde gülüşüm gittikçe arttı.

 

"Of Atahan."

 

Annemi bu kadar sahiplenmesi hoşuma gitse de komiğime de gidiyordu. Ne yapayım engel olamıyordum kendime. Zaten istemiyordum orası da ayrıydı.

 

"Uzatsana rahatça ayaklarını yavrum, rahat ol artık yanımda."

 

Söylemesi basitti.

 

"Rahatım zaten."

 

"Bir süre sonra ayakların kasılacak."

 

"Kasıldığı zaman uzatırım." Ben de inatçıyım, onun kadar olmasa da.

 

"Bari elini ver." Dedi.

 

Elimi dün akşamki gibi eline doğru uzatırken "Senin olsun." demeyi de unutmadım.

 

"Benim zaten." Dedi ciddi sesiyle. Bütün yolu böyle mi gidecektik bilmiyorum ama ona kalsa öyle olacaktı. Benlik de bir sıkıntı yoktu fakat eldi bu, terlerdi. Ay ben ner düşünüyordum. Bu adam IQ seviyemi de alıp götürmüştü.

 

"Yol kenarında bir yerde durur kahvaltı yaparız. Kahvaltı yapmamışsındır diye düşünüyorum."

 

"Yapmadım."

 

Bir saat civarı da yol almış ardından yol kenarındaki tesislerden birisinde mola vermiştik. Bildiği bir yer olmalı ki hiç yabancılık çekmemiş yemem için birkaç şey tavsiye etmişti. Güzelce kahvaltımızı yaptıktan sonra tekrardan arabaya geçmiştik. Kahvaltı mekanının yanında market de olduğu için araçta atıştırmak için birkaç yiyecek almıştık.

 

Sabah erken kalktığım için bayağı uykun gelirken gözlerim kapandı kapanacaktı. Bayık gözlerle ona bakmaya devam ederken bana baktığını gördüm ama bir yetki veremedim. Bedeni harekete ettiğinde gelen esnemeyle ağzım açıldı.

 

Bir yere uzanmasıyla bedeni bana doğru yaklaşmıştı. Başımı yasladığım koltuğun geriye doğru yattığını fark ettim. Sonra başımın altına yumuşak bir şey koydu. Uykum tüm bunları yapmasıyla daha fazla dayanamadı ve karanlığa yenik düştü.

 

Ara sıra saçlarımın arasında parmakların varlığına şahit oldum. Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama gözlerimi bir ara araladım. Araba hâlâ hareket halindeydi.

 

Boğuk sesimle "Ben kullanabilirim artık." Dediğimde sesim mırın kırın çıkıyordu. Dudakları kıvrılarak "Uyu yavrum." demesiyle bir şey dememiştim. Sonra tekrar gözlerim kapandı. Uzun zamanının ardından bu sefer ses çıkaran o olmuştu.

 

"Mehru'm geldik."

 

"Hı?"

 

"Geldik güzelim." diyen Atahan'ın sesini tekrardan işitmemle kirpiklerim aralandığında bakışlarım etrafta gezindi. Boynumu ovuşturarak yerimden doğrulurken başımı camdan dışarıya çevirdim. Gördüğüm manzara evimin apartmanına aitti.

 

"Ne ara geldik ya?" Derken kendimi toparlamaya çalıştım. Tipim nasıldı acaba?

 

"On dakika oldu."

 

"Kaldırsaydın keşke."

 

"Kıyamadım." Kapıyı çekerek dışarıya çıktığında ben de derin bir nefes alarak çantamı aldım ve araçtan indim. Apartmandan içeriye girdiğimizde kendi olduğum kata gelmiş ve anahtarla kapıyı aralamıştım.

 

"Ayakkabıları çıkarıyoruz." Dediğimde güldüğünü işittim.

 

"Anladım."

 

Kendi odama doğru ilerlediğimde peşimden onun da geldiğini biliyordum. Odama kısaca göz atarken her şeyin yerli yerinde olduğunu gördüm Zaten buradan ayrılalı çok bir zaman geçmemişti. Her şey bıraktığım gibiydi. Yaşadığım mahalle de güvenilir olduğu için hırsızlık olayları olmuyordu. Şansıma apartmandaki sakinler de iyiydi.

 

"Ben ne yapayım?"

 

Ayakta öylece dururken yatağa geçip oturmasını söyledim. Çok da fazla bir iş yoktu zaten. Kendim halledebilirdim.

 

"Bavulumu hazırlamak dışında bir işim yok. O yüzden çok oyalanmayacağız."

 

"Peki, ben de seni izlerim."

 

Ben de seni izlerim.

 

Diken üzerinde bavul hazırlamak. Sever miyiz?

 

Dolabın üzerinden bavuku çekerek açtım ve eşyalarımı dikkatlice katlayarak yerleştirmeye başladım. Elbislerim, tişortlerimdi derken Atahan'ın telefonu çalmış odadan çıkmıştı. Bense bunu fırsat bilerek iç çamaşırlarımı koymuştum. Dolap içleri bittiği için makyaj malzemelerimi almış, ayakkabılarımı da ayrı bir poşete en son koyacaktım. Bir şey unuttum mu ki diye göz gezdirirken eksik olmadığı için çıkacakken Atahan karşıma çıktı.

 

"Bitti mi?"

 

"Bitti. Seni kim aramıştı?" Yanından geçerek dış kapının yanındaki dolabın kapağını araladım.

 

"İş yerinden. Yarın yurt dışına çıkıyorum."

 

Şaşkınca ona doğru başımı çevirdiğimde kaşlarım da çatılmayı unutmamıştı. "Ne kadar süreliğine gidiyorsun?"

 

"Bir haftalık, o da bir aksilik daha çıkmazsa."

 

Bir hafta mı?

 

"Çokmuş." Diye mırıldandım.

 

"Biraz sıkıntılı bir hafta olacak." Bu durumdan hiç memnun değilmiş gibi duruyordu. Ne yalan söyleyeyim ben de değildim. Ama adamın işi gücü vardı. Yeterince bana vakit ayırıyordu.

 

Dudaklarımı aralayacağım vakitte kapının zili çaldı ve bütün dikkatim oraya yöneldi. Eğildiğim yerden doğrularak kapıyı araladığımda karşımda ev sahibim olan o adamı gördüm.

 

"Fevzi Amca? Tam zamanında geldin."

 

"Bilirsin beni kızım. Ee işini hallettin mi?" dediğinde yine dudağında samimi bir gülüş vardı.

 

"Hallettim hallettim. Anahtarı sana teslim edeyim."

 

"Var mı benlik başka bir şey?"

 

"Yok abi, her şey için teşekkür ederim. Tanıştığıma memnun oldum. Zaten apartmandakilerle vedalaşacağım."

 

"Tamam kızım. Kendine iyi bak. Bir şey olursa her zaman buradayız, unutma."

 

"Olur unutmam." Dedim bütün samimiyetimle.

 

Yerden poşetleri aldığımda Fevzi abinin sesini işittim ve söyledikleriyle yerimde kalakaldım.

 

"Atahan evladım, sen de kendini iyi bak. Bu süreçte seninle epey konuştuk."

 

Bu süreçte seninle epey konuştuk.

 

Atahan benim ev sahibini nereden tanıyordu?

 

SON

 

Yorum sınırı koyduğum için özür dilerim ama yorumlar kurgunun gelişimi için daha iyi olacak.

 

Nasılsınız?

 

Wattpad'e getirilen erişim engeli hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Tek isteğim bu platformun kapanmaması. Yazarlardan çok okurları çok üzen bir durum. Umarım bu saçmalık son bulur. Hatta son

bulacağına da inanıyorum.

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Semih, Atahan'ın beklediği birisi değilmiş aslında.

 

Atahan'ın kiracıyı tanıması hakkında fikirleriniz neler? Bomba bir yerde son buldu. Sonraki bölüm ne olacak acaba?

 

Sizleri seviyorum, kendinize bu süreçte ve diğer zamanlarda iyi bakın.

 

Sizleri çok seven, Ebrar.

Loading...
0%