Yeni Üyelik
11.
Bölüm
@rarbezrh

 

11. Bölüm: Galata Kulesi

 

Atahan'ın küçüklüğü.

 

Her şey mal mülk

Her şey para pul

Dostlukmuş, sevgiymiş

Ara bul

 

Yok deme bana

Sen de ben gibisin

İsteseler canını verirsin

 

Usul usul giden at rotasını bulmuş gibi bilindik olan o yerde durduğunda, sol ayağımı diğer tarafa atarak tahta parçasına bastım ve yere indim. Kulaklarıma çarpan müzik sesi ve ona eşlik eden bir kızın sesini duyduğumda bunun o kız olduğunu anlamak pek de zor olmadı.

 

Arkamdan arkadaşım da indiğinde şaşkın sesini işittim. "Oha! Bu kız da kim?"

 

Kaşlarım sertçe çatıldığında kızgınca ona baktım ama o bana değil kıza bakıyordu. "Kimse kim. Ne yapacaksın?"

 

"Tanışacağız." Dediğinde çoktan adımlamaya başlamıştı. Çatık kaşlarımla peşinden gittim ve kolundan tutarak onu geri çekmek istedim fakat işte o an geç kaldığımı da anladım.

 

"Siz kimsiniz?" Kız bizi görmüştü. Bakışları merakla yanımdaki kişiye bakarken burnumu sertçe sildim.

 

"Ali ben, senin adın ne?"

 

Daha ben adını bilmiyordum. Benden önce de arkadaşımın öğrenmesine izin veremezdim. Düşündüm düşündüm. Kısa bir süre içerisinde bulmam gereken o hareketi kavradığımda bir anda karnımı tutarak izlemeye başladım.

 

"Ne oldu?" diye telaşla atılan arkadaşımın yanına o da geldiğinde elleri yüzüme dokundu. Temasıyla kalbimi un ufak edecek kadar bir baskı hissettiğimde bu heyecan diğerlerinden farklıydı. Ölecek gibi hissediyordum.

 

"İyi misin?" diye sordu bana. Gözlerine bakmaktan cevap veremedim. Dalmış gibiydim. O ise ellerini yüzümde gezdirmeye başladı.

 

"Eve götürelim, iyi değil." Dediğinde ikisi de koluma girdi ve beni eve doğru götürmeye başladılar. Onlar fark etmeden dudaklarım kıvrıldı. Neden diye sorarlarsa da adını kimse öğrenmesin diyeydi.

 

... 

 

Şimdiki zaman, Mehru'nun ağzından.

 

Ona sorduğum sorunun ardından kısıkça boğazını temizlediğimde dakikaların ardından soruma cevap verebildi.

 

"Kendisini ve diğer birçok ev sahibini tanımam normal. Bu apartman gibi İstanbul'da birçok evin inşaatı bize ait. Doğal olarak da tanışmışlığımız var." Dediğinde içimin rahatladığını hissettim.

 

Başımı anladım dercesine salladığımda Fevzi abi arkasını dönerek bizden uzaklaştı. İkimiz yalnız kaldığımızda kapıyı örtme gereği duymadım çünkü zaten çıkacaktık. Ayakkabılarımızı daha giymediğimiz için onları eğilerek giydikten sonra açık olan kapıdan çıktık. Kapıyı iyice kilitlediğimde paspasın altına anahtarı koydum. Fevzi abi yerini bildiği için sıkıntı olmayacaktı. Merdivenlerden inerek arabaya ulaştığımızda ben koltuğa yerleşmiş o ise bagaja eşyaları yerleştirmeye başlamıştı.

 

Telefonuma bildirim geldi mi diye baktığımda sosyal medya haricinde bir mesajla karşılaşmadım. Beklediğim kişi annemdi ama yazmadığını göre Atahan'a güveniyordu. İlişkimizi, yani Atahan'ın beni sevdiğini bildiği için içim rahattı.

 

Kapıyı açtığını içeriye doluşan havadan anladığımda bakışlarım ön camdayken kemerimi de bu sırada bağladım. O da koca cüssesini koltuğa sermiş, kemerini bir çırpıda yuvasına takmıştı. Arabayı harekete geçirmeden önce bana doğru döndü.

 

"Gezelim ister misin?

 

"Geç kalınca anlaşılmasın?" diye utana sıkıla sorduğumda kaşları anında çatılmış ve sözlerinden önce tepkisini vermişti.

 

"Kaç yaşına geldik. Kimseye hesap vermek zorunda değiliz." Dediğinde karşısında bir çocuk varmış gibi söylemişti.

 

"Peki, gidelim o zaman." Derken uzatmama taraftarıydım. Ona katılmam hoşuna gitmiş olacak ki gülümsedi. O gülümseyince de benim keyfim yerine geldi. Nereye gittiğimizi bilmesem de akışına bırakarak yolun keyfini çıkardım. İstanbuldan kısa süre önce ayrılsam da özlemiş gibi hissediyordum. Sonuçta uzun yıllar gecirmiştim. Annemden uzak başka bir yerde nasıl yaşarım diye düşünürken eğitim bana bu zorluğu aşmamı öğretmişti.

 

Dakikalar sonra ücretli otoparkın ikinci katına arabayı park ettiğinde yanımızdaki arabaya dikkat ederek aşağıya indim. Tabi çantamı da aldığımda kapıyı örttükten sonra omzuma taktım. O çoktan indiğinde gitmek için hazırlanmıştım ki beni kendine doğru çekmesiyle bir anlığına korktum. Ne yapıyorsun dercesine başımı salladığımda telefonunu çıkararak bana doğru tuttu. O an beni çekeceğini anladığım için gülümserken, telefonun arkasından o da güldü.

 

"Neden çekiyorsun?" diye sorduğumda ise cevabı yerimizi unutmamak olmuştu. Giderken arkama baktım ve park yerinin H4 olduğunu gördüm. Ne yani fotoğrafımı bu yüzden mi çekmişti? Bazı kişilere göre belki ergenlikti ama sevgi başa gelince ergence gelen şeyler bile o an yok sayılıyordu. Şuanda deli gibi yerimde zıplamamak için zor duruyordum. Dudaklarımdaki gülümseme daha da genişlemeye devam ederse, kahkaha atacaktım.

 

Anlasanıza, onun yanında çocuk gibi seviniyordum.

 

Parmakları parmaklarımı bulduğunda el ele yürümeye devam ettik. Otoparktan çıktığımızda ise yürümeye başladığımızda yollar tanıdık olduğu için yadırgamadım. Arkadaş ortamı sayesinde çoğu yeri öğrenmiştim. Bazıları buralı olsa da bazıları da benim gibi yabancıydı. Zaten İstanbul kendi memleketindekilere bile zorken, bana mı kolay olacaktı? Olmadı.

 

"Galataya çıkacağız." Dediğinde aslında şaşırmamıştım. Yolumuz buradan birçok yere gidebilirdi fakat karşımızda kocaman kule varken başka seçeneği düşünmem mantıksızdı.

 

"Evlenmek için mi?" diye sorduğumda ise dudakları kıvrılır gibi oldu.

 

"Evet." Dediğinde dayanamadım güldüm. Hiç şaşırmamıştı.

 

"Batıl inançlara inanan birisi gibi durmuyorsun." Hakikaten de öyle görünüyordu. Zaten kelimelerim de inanmadığımdan kaynaklıydı.

 

"Sadece seninle evlenmenin her yolunu deniyorum."

 

Benimle evlenmenin her yolu?

 

"Yani kaderde varsa evleniriz." Dediğimde başını çevirerek gözlerime baktı.

 

"Evleniriz dedin, bunu evet olarak kabul ediyorum."

 

Kalabalık olmasa neredeyse sesli bir şekilde gülecektim. "Senin amacın evlenmek de, daha zamanı var."

 

Suratı asıldı. Sanki evet desem hemen en yakın evlendirme dairesine gidecek gibi duruyordu. Hatta durmuyordu öyleydi. İhtimali epey yüksekti. "Tripkolik Atahan."

 

Kaşları havalandı ve omzunun üzerinden bana baktı. "Neykolik neykolik?"

 

Gülerek "tripkolik." Dedim.

 

"Kızım garip garip kelimeler söyleme." Dediğinde şakasına kızgın role bürünmesi keyfimi daha da büyüttü.

 

"Tamam." desem de inadına söyleyeceğimi biliyordum. Keyfimiz yerinde online biletleri aldıktan sonra galata kulesinin tepesine çıktığımızda manzara karşısında gözlerim kamaştı.

 

"Çok güzel." Diye mırıldandım kendime engel olamadan. Demirliklere kollarımı dayadığımda çok geçmeden belimden uzanarak karnımda birleşen ellerinin varlığını hissettim. Sıcacık oldum. Ellerinin öyle büyük bir etkisi vardı, beni kendine çektiğinde ise kaybolup gidiyordum.

 

"Hem de ne güzellik." Dediğinde sesini tam kulağımın dibinde hissettiğim için huylandım.

 

"Atahan bir sürü kişi var, yapmasan." Dedim sızlanarak. Kalabalık olduğu zamanlar daha da utanıyor gibi hissediyordum.

 

"Sadece sarılıyorum." dese de beni ne kadar zorladığının farkında değildi. Nefesim sıklaşıyordu, bunu hissettiğini de biliyordum. Kalbim apansız bir ağrıyla boğuşuyordu.

 

"Herkes bize bakacak."

 

"Kimsenin umurunda değiliz." Dediğinde haklı olduğunu etrafa bakarak görüyordum. Burada bir sürü çift, aile vardı. Fakat herkes kendi halinde görünüyordu fakat yine de rahat edemiyordum.

 

"Peki o zaman. Şimdi evlenecek miyiz yani?" dediğimde hıhım diye mırıldandığını duydum. İçim gıdıklandı. Kollarının arasında olmasam yere yığılacaktım.

 

"Fotoğraf çekilelim mi?" diye sorum hevesli bir şekilde. Başını onaylar anlamda salladığını hissettiğimde ise aynı zamanda olur demişti. Geri çekilmesiyle de kolları arasından ayrılmadan telefonu çıkardım ve ikimizi kadraja alacak şekilde fotoğrafımızı çektim.

 

Bir fotoğrafta Atahan boynumu öpüyor, diğer fotoğrafta alnımı bense kıkır kıkır gülüyordum. Mutluydum. Nedenini sormama kalmadan kollarında olduğunu hatırlıyordum. Varlığını epey hissettiriyordu. Fotoğraf çekilmemizin ardından biraz daha manzarayı çekmiş ve daha fazla burada kalmamak için merdivenlerden inerek dışarıya ulaşmıştık. Karnımız acıktığı için deniz kenarında bir balık restoranına girdiğimizde aynı şekilde deniz kenarındaki o masaya oturduk. Balkonda oturduğumuz için denizin kokusu burnuma doluşuyordu. Mekan orta halli bir kalabalığa sahipti.

 

Siparişlerimiz verdikten sonra yine yalnız kaldığımızda mis gibi havayı içime bolca çektim. Martı seslerine karışan çocuk sesleri huzurun habercisi gibiydi. Mekanda olan bebek arada sızlanıp ağlıyor, derdini anlatmaya çalışa da beni şahsen rahatsız etmiyordu. Sonuçta bebekti, ufacıktı. Sorumluluk almayacak kadar küçük birisine kızmak hiç de doğru bir karar olamazdı.

 

"Sen kaç yaşında evden ayrılmıştın?" diye derin bir sessizliği bozduğumda amacım geçmişi öğrenmekti. Karşımda beni çok iyi tanıyan bir adam varken benim hiçbir şey bilmemem hoş olmuyordu. Kendimi çıplak gibi bomboş hissediyordum. Bu yüzden sebebim de bir şeyler öğrenmekti. Aynı zamanda sohbet havası yaratmak istiyordum.

 

"11" Dediğinde söylediği sayı gözlerimi büyütecek derecede küçüktü. Tabi daha küçüğü de olabilirdi ama bu yaş da karşılaştırma yapılmayacak kadar küçüktü. Bir çocuğun evden uzaklaşması hiçbir zaman doğru değildi.

 

"Çok küçükmüşsün." Gülümsedi. Samimi bir gülüşten uzak, buruktu. Acaba bu kıvrılan dudaklarda ne kadar çok acı ve başarı gizliydi. Bilmek istiyordum, bana anlatsın.

 

"Emin ol yaşıtlarıma nazaran hep olgundum." Ama ben küçüksün demiştim, biliyordum ki küçük bir çocuk bile yeterince büyümüş bir insandan daha olgun olabiliyordu. Geç olgunlaşmak, ya da erken olgunlaşmak zorunda kalmak da hayatın bir parçasıydı. Belki de bize verdiği görev, bundan sonra bize biçtiği navigasyondu.

 

"Onu anlayabiliyorum. Peki neden? Neden eğlenmen gerekirken, zorlu bir hayat seçimi?"

 

Yutkundu. Arkasına yaslandığı için omuzları iyice genişlemiş ve gözüme çarpmaya başlamıştı. Şuanda aklıma böyle bir görüntü geldiği için utanırken aklımdaki düşünceyi def ederek konuya geri döndüm. Onu dikkatli dinlemem için parmaklarım masanın üzerinde birleşmiş tepkilerini ölçmek için de masaya doğru hafifçe eğilmiştim.

 

"Hayatımda zorluk kadar eğlence de oldu." Dediğinde o sessizliği bozdu. Eğlendiğini söylemesi içimi rahatlatsa da hep bir yerlerde o sıkıntı içimden gitmiyordu. Sanırım bir süre de gidecek gibi durmuyordu.

 

"Lise ve üniversite yılların nasıl geçti?" diye sorduğumda gözlerim merakla kısıldı.

 

"Sen ne öğrenmek istiyorsun?" diye sorarken dudağının kıvrımı hafifçe yükseldi.

 

"Öğrenmem gereken anormal bir şey mi var?" dediğimde sesim kızgın çıkmaya başlamıştı. Onunsa ben bu hâle büründüğümde keyfi artıyordu.

 

"Kızlar gibi mi?"

 

Önceden servis edilen çatalın yanındaki bıçağı alarak ona doğru tuttum. "Bana bak! Ne kızı? Sen hayırdır!"

 

Güldü. Evet, dişleri görünce kadar gülmüştü. Fakat ben gülünecek bir şey söylediğimi düşünmüyordum. Hatta yüz ifadem ciddiydi, oradan öyle görünmüyor muydu?

 

Daha sonra gülen yüzü garsonun gelmesiyle ciddileştiğinde önümüze konulan balıklar ve yanında birkaç şeyle garson yanımızdan uzaklaştı. Yemeğin kokusu burnuma doluşmaya başlarken acıktığım hissettim. Fakat bakışlarım yemekten çekilerek onu bulduğunda zaten bana bakmakta olduğunu gördüm. Bir şeyler söyleyecek gibi duruyordu. Hatta öyle de olmuştu.

 

"Bir kadını sevda adı altında sevdiysek, evelAllah başka kadında gözümüz olmaz, olmadı da." Dediğinde sesinin bütün zerresi eminlik ve ciddiyet içeriyordu. Sanki bunun aksi yoktu. Aksi dahi olmazdı. Söylediği bütün kelimeler ayrı ayrı zihnimin içerisine yerleşti ve anlam kazanmaya başladı.

 

Bir kadını sevda adı altında sevdiysek.

 

Beni kaç yaşından beri seviyordu? Ben onsuz yaşarken, o beni seçerken nasıl karşılık alamadan yaşamıştı? Zor değil miydi? Zordu elbet. Karşılık beklemeden yıllardır sevmek hangi yiğidin harcı olabilirdi ki. Belki de bu bağlılığı sayesinde ona güveniyordum. Beni sevmese göğsüne kazır mıydı hiç.

 

"Ben senin sevgin karşısında aşağı çöküyormuş gibi hissediyorum."

 

Kaşları çatıldı. "Neden?" diye sorduğunda gözlerinden geçen ifade kötü bir şeyler duymaktan korktuğunu gösteriyor gibiydi.

 

"Yani sevgininin karşılığını verememekten korkuyorum. Bir şeylerin yanlış gitmesi, kötü şeyler olsun istemiyorum."

 

Sesim tedirginlikten kaynıyordu. Korku hayatım boyunca hep var olmuştu. Bedenimde korku kadar cesaretlik de vardı fakat bazen birisi olduğunda diğeri de olsun istiyordum ama öyle olmuyordu.

 

"Bana şans vermen zaten bu sevginin bir karşılığı olduğunu gösteriyor." Daha sonra diğer söylediklerime geldi. "Hep olumsuz düşünürsen bize haksızlık etmiş olursun. Hep iyi şeyler olacak diye bir kaide yok ama önemli olan olayların ardından yan yana kalabilmek, bir olabilmek."

 

Bir olmak.

 

Tane tane yaptığı açıklama kasılan bedenimi gevşederken, dudaklarım usulca kıvrıldı. Bizim için bir şeyler yaparak çaba gösteriyordu. Ve ben bu çabanın karşılığını ona yansıtmak istiyordum. Bu yüzden kötü anıların sohbetini açmayı daha sonraya sakladım. Elbet birbirimizin bilmediği bir geçmiş vardı. Yeri geldigi zaman ortaya çıkacaktı.

 

"Dikkat edeceğim, olumsuz düşünmemek için." Daha sonra gülümsedim. "Hem yemeklerinizi soğuyacak."

 

"Başlayalım yavrum." Dediğinde önümüzde duran enfes balıkları mideme bir güzel gönderdim.

 

O, ben ve deniz eşliğinde yemeğimizi yediğimizde kendimi proton dolu bir tanecik gibi hissetmeye başlamıştım. Enerji dolu halim onun da dikkatinden kalmadığında, İstanbul sokaklarında biraz daha dolaşmış neredeyse akşamı etmiştik. Hatta onun yanındayken zamanın nasıl geçtiğini bile fark etmemiştim. Akışına bıraktığım için daha rahat hissediyordum. Bu yüzden o da doğal olarak rahat olmuş oluyordu. Adamı da onca yıl sonra biri ben mutlu edeyim diye düşünüyordum.

 

"Abla kuru mendil ister misin?"

 

Atahan dondurma yiyeceğimiz için sahil kenarındaki o dondurmacıdan dondurma alırken ben de denize karşı olan banklardan birisine oturmuştum. Akşam vakti olduğu için sahil kenarı daha da kalablıktı. O kadar sesin içerisinde yanımda bir çocuk sesi duyduğumda başımı o yöne çevirdim.

 

"Olur isterim. Hatta elindekilerin hepsini alabilirim, biraz duygusalım. Onlar bana anca yeter." Dediğimde son kelimelerime kadar dikkatle dinlemiş ve gözlerini kocaman açmıştı.

 

"Hepsini mi?" diye sordu tatlı sesiyle. Karşımda bir kız çocuğu vardı. Ama öyle güzeldi ki gözlerimi bir süre alamadım.

 

"Hepsini." Dediğimde gülümsedim, o da çok geçmeden güldü. Elindeki peçeteleri bana vermeye başladığında çantamdan cüzdanımı çıkardım ve ederinden daha fazla parayı eline uzattım.

 

"Teşekkür ederim abla." Dediğinde içinde oluşan kelebeklerin varlığını hissedebiliyordum. Sanki o kelebekler bana da bulaşmıştı. Belki de içimdeki kelebekleri ona ben vermiştim.

 

"Güzelce değerlendirmeye çalış tamam mı?" diye sorduğumda hemen başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. Tebessüm ederek yanımdan ayrıldığında Atahan'ın sesini duydum.

 

"Yavrum? O kimdi?"

 

"Bugün eve erken gidecek olan bir çocuk." Dediğimde mırın kırın konuşmadan dolayı anlamamış olacak ki efendim? diye sordu.

 

"Mendil aldım da."

 

Elimdekileri fazla gördü ama ses etmedi. Hepsini çantama yerleştirirken alnıma değen dudaklarla şaşırdım. "Güzel kalbinden öperim."

 

Neden dediğini anlasam da daha fazla bu konudan bahsetmek istemedim. Böyle yardımlar yapıldığında gizli olması daha hoş oluyordu, bu yüzden sustum ve bana uzatılan dondurmayı elime aldım.

 

"Teşekkür ederim."

 

"Rica ederim." Dediğinde çoktan yanıma oturmuş, dondurmamızı yemeye başlamıştık. Hava çok sıcak olmasa da dondurma iyi gelmişti.

 

"Muğlada mesleğini ne zaman elini alacaksın?" diye sorduğunda peçete yardımıyla ağzımı temizledim.

 

"Konuşmaya gideceğim, bir yerimi öğrenmem gerek."

 

"Sana birisini yollarım." Dediğinde yine bu muhabbetin açılması beni şaşırtmadı.

 

"Gereği yok, ehliyetim var."

 

Tamam yıllardır kullanmaya kullanmaya unuttum sanmıştım ama öyle olmamıştı. Okula gidecek kadar iyiydim, bunu kullanmadan nasıl biliyorsun diye sorarsanız haklıydınız. Fakat başka birisini kendim için meşgul edemezdim. Sonuçta kullanabiliyordum.

 

"Yok demedim. Ayrıca neden dediğimi sen iyi biliyorsun."

 

Biliyordum. Ama onu ikna etmek çok zordu bunu da iyi biliyordum. "Senin birisini göndermen ya anlaşılırsa?" dediğimde yine kendimi tutamamış telaş yapmıştım.

 

"Yavrum lafımı ikiletmesen."

 

"Tamam." Dedim pes ederek. Suratım düşüncelerimden dolayı düşerken gözlerinden hiçbir şeyin kaçmadığı gibi bu da kaçmadı.

 

"Asma yüzünü."

 

"Asmıyorum." Dedim burun kıvırarak. Sesli bir soluk verdiğinde bakışlarımı denizden çekmedim. Ne yani şuanda nazlanıyor muydum ben?

 

"Bak bana." Dediğinde başımı çevirmeden parmakları çeneme ulaşmış ve yüzümü kendi yüzüne çevirmişti. Kaşları hafif çatık, yüzü sakin görünüyordu. Ama benim içimde hep bir sıkıntı oluyordu, bu duurmdan epey sıkılmaya başlamıştım.

 

"Düşünme artık. Yoksa sen böyle yapmaya devam edersen herkese her şeyi açıklamam zorunda kalacağım." Dediğinde son kelimeleriyle gözlerim büyüdü.

 

"Tamam düşünmüyorum."

 

Sert bir soluk verdi. "Bu kadar çok mu açıklamak istemiyorsun?" dediğinde sesindeki ufuk kırgınlık dikkatinden kaçmadı. Küçük de olsa onda bir kırgınlık yaratmak istemezdim.

 

"Ben sadece olacakları tahmin edebiliyorum." Kaşları çatık durmaya devam etti. Bu konuyu konuşmaktan zerre hoşlanmamış görünüyordu.

 

"Ne olacakmış?"

 

"Kötü şeyler."

 

İnat etti ve "öyle bir şey olmayacak." Dedi. Bense kendime inandım ve dedim ki "hislerim beni yanıltmaz."

 

Hislerim beni yanıltmaz.

 

Ama yanıltsın istiyordum. Tam tersi olsun ve iyi şeyler başımıza gelsin. Onun yanında ne kadar surat asmak istemesem de buna engel olamıyordum. Adım suratsız olarak anılacak diye korkuyordum. Tamam, biraz abartmıştım ama güler yüzlü bir kadından başka bir hâle dönüşmek istemiyordum.

 

"Kalkalım mı artık? Daha gidecek uzun bir yolumuz var."

 

"Tamam bebeğim." Dediğinde zaten çoktan yemiş olduğumuz dondurmanın peçetesini elimden aldı ve yanımızdaki çöp kovasına attı. Çantamda ıslak mendil olduğunu hatırladığımda iki parçasını çıkarıp birisini ona diğerini de kendime verdim ve yapışkan olan ellerimi silmeye başladım. Onları da çöpe attıktan sonra elleri ellerimi bulduğunda, küçücük bir kız çocuğunun yaşadığı o heyecan kalbimde baş gösterdi.

 

Temaslarına alışmakta zorlansam da seviyordum.

 

Gülümseyerek önüme bakmaya devam ederken derin derin İstanbul'un havasını içime çektim. Sokak çalgıcıları sokağa güzel bir hava katıyordu. Ondan mıdır sebep günüm daha da güzel geçiyordu. Saat epey ilerlediği için sokak lambaları etrafı aydınlatmaya başlamıştı. Birkaç dakikanın ardından katlı otoparka geldiğimizde aracımızı bulmuş ve yerleşmiştik. Artık yola çıkacağımız için anneme kısa bir mesaj çekmiş merakını gidermiştim. Atahan da yılda giderken bir şeyler atıştırırız diye bir marketin önünde durduktan sonra benim de gelmemi istediği için çantamı alarak yanında ilerlemeye başlamıştım. Kocaman bir markete girdiğimizde, o market çantalarından birisini eline almış ve çoktan birkaç aburcuburu doldurmaya başlamıştı. Benim fikrimi sorsa da ben bunların yeterli olacağını söylemiş ama ona inandıramamıştım. Ağzımdan zorla sevdiğim bir şeyin adını öğrenmiş ve onu da almıştı.

 

Marketten çıktıktan sonra yola tekrardan koyulmuş uzun bir yolun bizi beklediğini bilerek odağımızı yola vermiştik. Dakikalar geçti sessiz sakin yolumuza dudaklarımı aralayarak ben son verdim.

 

"Ne yemek istersin?" diye sorduğumda çikolata cevabıyla ayaklarımın dibindeki poşete uzandım. İçi epey doluydu. Sadece yolculuk için bu kadar şey alması garibime gitmişti.

 

Çikolatanın üç kısmını açtığımda ona doğru uzattım fakat aldığım cevapla elimi geri çekmek zorunda kaldım. "Araba kullanıyorum." Aklıma gelmemesiyle kendimi kızarken çikolatanın paketini tamamen açtım ve ortadan ikiye kırarak bir parçasını ağzına doğru uzattım.

 

Dudakları parçayı kavrayarak ağzına attığında arabanın sıcaklığıyla eriyen çikolatanın sıvısı elime de bulaştı. Diğer parçayı da dudaklarına doğru uzatırken onu da bir çırpıda yedi. Elimi çekerek silmek istemiştim ki boşta kalan eli parmaklarımı tuttu ve hiç ummadığım ve asla beklemeyeceğim o hareketi yaptı.

 

Parmaklarımı dudaklarının arasına alarak emmeye başladı.

 

Kalbim depar atmaya başladığında bu atışlar sayesinde başka ses duymaz oldum. Bana bakmıyor, yola bakmaya devam ediyordu ama dudakları şuanda o çikolatayı resmen emiyordu. Tenim karıncalanmaya başladığında arabasının ısısını bilmesem üşüyorum sanacaktım. Dilini sert darbelerle parmaklarıma, dalga misali vurmaya başladığında dudaklarım titrekçe aralandı.

 

"Atahan ne yapıyorsun?"

 

Son kez parmaklarımda ne bulduysa onu içine çekti ve ufacık bir öpücük kondurarak elimi çekti. Bana başını çevirdiğinde hiç çevirmesini diledim çünkü gözleri farklı bakıyordu. Neden böyle bakıyordu?

 

"Çikolata yiyorum." Dedi ukalaca. Tam olarak şuan ukala hakkında ilk kitabı yazan kişi kadar iyiydi. Dudağının sağ köşesi hafifçe yukarı kalkmış, varla yok arasındaydı.

 

"Bana pek öyle yapıyormuşsun gibi gelmedi." Dediğimde koltukta vurgun yemiş gibi öylece oturuyordum. Bu yaşadığım şey acayip garipken hareket etmem bile söz konusu değildi. Resmen şoka uğramıştım.

 

"Sen ne yapmamı isterdin?" diye sorduğunda dudaklarımın arasından kızgınca hah! çıktı. Bugün küstahlığın ustası olmak istiyordu.

 

"Burada bir şeyler yapmak isteyen ben değil, sen gibi duruyorsun."

 

Dudaklarını yalamasının ardından bana bakmasıyla camı açarak imdat diye bağıracak kıvama gelmiştim. Benim ayarlarımla oynamak için sıra almış gibiydi. "Hoşuma giderdi." Dedi sırıtarak.

 

"Ne?" diye sordum bıkkınca.

 

"Bir şeyler yapmak."

 

Ne gibi şeylerden bahsediyordu bilmiyorum ama zihnimin içerisine girip çıkan o düşüncelerden birisi olmamasını diledim. Gözlerimi kısarak ona baktığımda susup kalmam hoşuna gitmiş gibi sırıttı.

 

"Pis sapık." desem de beni asla kâle almadı.

 

"Hakaret kabul ederim." Derken bile gülümsüyordu. Suratından dalga geçtiğini anlamak hiç de zor değildi.

 

"Daha hakaret etmedim, oysaki."

 

"Ettiğin günler de gelir yavrum." Dediğinde sinirlenerek önüme döndüm ve çantamdan bir parça daha ıslak mendil çıkararak ellerimi temizlemeye başladım. Bakışlarının arada bana kaydığını hissetsem de ona bakmadım.

 

"Uzatsana sen ayaklarını."

 

Ona neydi ki ayaklarımdan?

 

"İyiyim ben."

 

"Benim dizlerimde daha iyi olurdu, oysaki." Dediğinde birkaç dakika önce söylediğim kelimeye gönderme yaptığını anladım ve göz devirdim. İlk başta dediğini yapmadım fakat o beni zorladıysa ben de onu zorlayabilirim diye bir karar aldım ve uzanarak ayakkabılarımın bağcığını çözdüm. Daha sonra ayaklarımı aldım ve dizlerine koymak yerine biraz daha geriye çeker yani pantolonun fermuar kısmına doğru bilerek sürterek uzattım. Bana baktığını hissetsem de hiçbir şey olmuyormuş gibi gözlerimi kapattım. Araba kullanması gereği bakışları arada bana kayıyor gibi hissediyordum.

 

Ayak topuğumu bir daha sürttüğümde küçük bir öksürük sesi beni az daha güldürecekti. Gözlerimi yumarak uyuma numarası yapmaya çalışırken becerebiliyor muydum bilmiyordum. Fakat usulca ona ders vermeye de çalışıyordum. Tabi anlarsa.

 

Yerimde iki büklüm olarak kımıldadığımda bu sefer dudaklarını kapamak yerine açtı. "Yavrum ben senin amacını biliyorum da," Parmakları bileklerimi açıkta kalan kısmındaki tenime ulaştığında okşamak yerine sıkmasıyla gözlerim aralandı. "Yolu daha da uzatmasak mı?"

 

Sanırım bu uslu dur, yoksa ben arabayı durdurmak zorunda kalacağım demek mi oluyordu? Eğer öyleyse uslu bir kadın olmam gerekiyordu.

 

"Neymiş benim amacım?" Derken sesimin cilve yapan birisi gibi çıkması utanmama neden oldu.

 

"Beni azdırmak." Dediğinde hayatım boyunca hiç bir kadar şok oldugumu hatırlamıyordum. Ne yani, senin amacın da tam olarak bu değil miydi Mehru?

 

"Yok canım, ne münasebet."

 

Başını hızla aşağı yukarı sarkan dudaklarını da dişlerine kıstırmayı unutmamıştı. "Göstereceğim ben sana canımı cicimi."

 

Gözlerim büyüdü. "Tamam sustum."

 

"Ver bir şeyler." Diyerek önümde duran poşeti işaret ettiğinde bu sefer ne isterdin diye sormak yerine kendi beğendiğimi alarak ona doğru uzattım. Bu sefer doğru düzgün yemiş, ne beni ne de kendisini zorlamıştı.

 

"Sosyal medya kullanıyor musun?"

 

Evet, merak ede ede bunu merak etmiştim. Ama ne yapayım haberin olması gerekiyordu. Ondan hayır cevabını duymayı beklerken aksi bir cevap beklemek gerçekten hiç beklenmedikti.

 

"Lise yıllarında arkadaş zoruyla açtığım Instagram hesabım var. Ayrıca gündemden haberdar olmak için de Twitter kullanıyorum."

 

Bense çoğu sosyal medya hesabını kullanıyordum. En azından bu iki tanesiyle ilgilenmesi hoşuma giderken, içimde tutamadığım o soruyu da sordum. E tabi ki kullanıcı adını.

 

"Hesabının adı ne?"

 

Hiç çekinmeden telefonunu bana doğru uzatarak "al." demesiyle tutuklu kalacağım sandım ama bana doğru uzattığı telefonu fırsat bulmuşken geri çevirmedim. İnstagram hesabına girdiğimde 350 kişiyi takip ettiği ve aynı sayıyla takipçisi olduğunu gördüm. 10 tane de fotoğrafı vardı. Çoğu fotoğrafı takım elbiseyle olmasına şaşırmamıştım. 1 tane arkadaşlarıyla olan toplu bir fotoğraf vardı. Yorumlara girdiğimde gözüme çarpan kadın ismi tabi ki bütün dikkatimi dağıttı.

 

Atahan Bey'i çekip alsam ya oradan.

 

Ne? 

 

Atahan bir cevap vermemişti. Kaşlarım çatılırken kızın hesabına girmemle gözlerim pörtledi. Yakın arkadaşıma bile atmayacağım o fotoğrafları bir sürü takipçili o hesaba atan bu kadına anlam verememiştim. Verdiği pozlar kaşlarımın daha da çatılmasına sebep olurken, sayfasından geri çıktım.

"Kristina da kim?"

 

Bu sefer kaşları çatılarak bana doğru dönen o oldu. Suratından bile dediğimi anlamadığını anlayabiliyordum. "Ne bileyim yavrum ben?"

 

"Yorum yapmış sana."

 

"Ne yapayım yorum yapmışsa yavrum?" Hep böyle tatlı tatlı cevap mı verecekti. Yoksa kalbim elden gidiyormuş gibi hazırlığa girişmişti de ondan diyordum.

 

"Hiç." Dedim uzatarak. Kızı takipten çıkıp, kendisinden de çıkardığımda içim biraz da olsa ferahlamıştı. Bir tek halimden kızlar anlardı.

 

Telefonu orta yerdeki bölmelerden birisine koydum ve başını koltuğa yaslayarak onu seyretmeye başladım. O gerçekten yakışıklı, ayrıca çekici bir adamdı. Araba kullanırken bile böyle durmayı nasıl beceriyordu bilemiyordum. Fakat bildiğim bir şey vardı ki onun bu karizmatikliğiyle çok işim vardı.

 

"Uyu istersen, gözlerin kapanmamak için direniyor."

 

Bir şeyler mırıldandım ama erken kalktığımız için gelen uykumla daha fazla dayanamadım ve göz kapaklarımı kapadım. Ne kadar süre geçmişti bilmiyorum ama naif bir ses tonuyla birisinin bana seslendiğini işittiğimde kirpiklerim kıpraştı.

 

"Geldik bebeğim."

 

"Beş dakika daha."

 

Yüzüme dokunan parmakların varlığını hissettim, sıcacık yatağımda yatıyormuş gibi sıcacık olan bu ortam neresiydi bilmiyordum.

 

"Hadi yavrum, bak yoksa kucağıma alacağım."

 

Kelimemi bulmuş gibi gözlerimi araladım. Ayılmaya çalıştığımda yüzümde dolaşan parmakları tenime dokunmaya devam ederken hâlâ yarım yamalak olan uykum beni epey zorladı.

 

"Hadi bir an önce odana git, uykun açılacak."

 

Arabadan çantaları aldık ve ben kendi odama geçerken o da kendi odasına geçti. Ne kadar aklında bir şeyler olsa da birilerine yakalanacak olmamız beni tedirgin ettiği için geri adım atmak zorunda kalmıştı. Odaya girdiğimde annem tabi ki de uyumamıştı. Anne yüreği dayanamıyordu.

 

Uykulu hâlimi gördüğü için hemen yatmam gerektiğini söylemiş ben de geceliklerimi giyerek yatağın içine girmiştim.

 

... 

 

2 gün sonra.

 

"Açsana şu telefonu ya."

 

Atahan bahsettiği iş için yurt dışına çıkmıştı. Bugün ikinci gündü ve ben neredeyse yolunu gözler olmuştum. Daha beş gün vardı oysa ki. Nasıl gecekti bilmiyorum ama ben de bu iki günde okulumu öğrenmiş yerimi yurdumu tanımıştım.

 

Saat geceye yaklaşmış o ise hâla telefonlarıma cevap vermemişti. Bense burada başına bir şey geldi korkusuyla kendimi yiyip bitiriyordum. Sıkıntıdan hava almak için bahçeye çıkmış ve epey uzaklaşmıştım.

 

"Hah sonunda." Saatlerin ardından arama yanıtlandığında derin bir nefes aldım.

 

"Neden telefonlarıma cevap vermiyorsun?" dediğimde telefondan bir süre cevap gelmedi. Daha sonra bir ses duydum. Bir kadın sesi.

 

"Atahan duşta canım, niye aramıştın?"

 

SON

 

Nasılsıızz??

 

Ben biraz bomba bir son yazmak için an kolladım. 🤭

 

Bölüm nasıl buldunuz?

 

En sevdiğiniz kısım neresi oldu?

 

Bu çiftin içinde dışarıya çıkmayan bir yangın var. Ne zaman ortaya çıkar bilmiyorum. :)

 

Sizce sonraki bölümde ne olacak? Bu kadın kim? Neden böyle bir şey söyledi?

 

Sizleri çok seven Ebrar.

 

 

Loading...
0%