Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@rarbezrh

2. Bölüm: Seni Düşünmek

 

 

"Geceleri uyuyamamaya başladım, sebepsiz. Belki de gözüme girmeyen uykumun bir nedeni vardı ama gözümün önündekini göremiyorumdur."

 

Ankastrenin sarı ışığı onun kahve gözlerine çarparken, gölgesi bir süzgeç gibi bedenimi yakalamıştı. Sık sık aldığım nefesler olsa bile sanki nefes alamıyormuşum gibi hissediyordum. Parfüm kokusunun kalıcılığı onun bedenine sinmesi yetmemiş bir de bana sinmek ister gibi burnuma doluşmuştu. Gözlerinin rengi siyaha yakın kahveydi. Kısa sakalları vardı, belirgin çenesi sayesinde ona yakışmıştı. Hafif alnına dökülen saçları, masadaki gibi düzgün değildi.

 

"Beyim?" dedim titrek sesimle. Sesimi duyar duymaz gözlerinin odağı bir şahin gibi dudaklarımı buldu. Bu ânın gerçekliğine inanamıyordum. Karşımdaki bu adamın şuanda bana bu kadar yakın olması bu ânın gerçekliğini sürekli sorgulamama neden oluyordu.

 

"Korkma hatun." Dediğinde sert sesi pek de yardımcı olmuyordu. Yanaklarım kasılmaya başlarken kırmızılığın yayılmaya başladığını anlayabiliyordum. Göğsüm ona yapışmış gibiydi. Titreyen ellerim öylece iki yanımda durmaya devam ederken onun kalın elleri ise kollarımdaydı. Derin bir nefes alarak dudaklarımı araladım. "Ben gideyim." Diyerek kollarından sıyrılıp geçip gitmek isterken daha da kollarına çekildim. Saten geceliğim ince olduğu için sırtımın soğuk bir yere yaslandığını fark edebildim. Tezgâhâ yasladığı sırtımla üzerime abandığında havasızlıktan öleceğim sandım. Oysa içeride nefes alabileceğim alan gayet genişti.

 

Kaşları çatıktı. "Soruma bir cevap alamadım."

 

Ellerimi göğsüne koyarak itmek istedim ama çıplak karnına değen parmaklarım bir alev misali parmaklarımı yaktı. Onu itmem cüssesi yüzünden bir işe yaramamıştı. Bakışları önce göğsündeki ellerime sonra gözlerime kaydı. Daha fazla bu etkiye dayanamayacağımı anladığımda "Mehru." Diye mırıldandım.

 

Yutkunarak aklına kazımak ister gibi adımı tekar etti. Kısık sesi huylanmama neden olurken belimdeki elleri sıklaştı. İnlememek için zor durdum. "Çekilir misiniz? Odama gitmek istiyorum."

 

Dudaklarının arasından olumsuz bir şeyler mırıldandı. "Birazdan." Dediğinde kaşlarım iyice çatılmıştı. Sinirim bedenimde volkan misali yükselmeye başlamıştı. Karşımdakinin bu evin sahibi olduğunu umursamadan avucumu sertçe yanağına geçirdim. Başı yana yatmamıştı bile. Birkaç saniyenin ardından yaptığım hareketi iyice kafama dank ettiğinde gözlerim korkuyla büyüdü. Evin beyine tokat atmıştım. Zihnimde onlarca olumsuz yaşanacaklar belirdiğinde korkum daha da artmaya başlamıştı.

 

Bana kızıp beni kovduğunu söyleyeceğini düşünürken, başını boynuma gömmesiyle şaşırmıştım. Tokadım onu akıllandırmışa benzemiyordu. Sıcak nefesi gerdanımda kaybolurken, sesini duydum. "Bunu başka birisi yapsaydı ne olurdu biliyorsun değil mi?" Diye sorduğunda nefesimin içime kaçıp beni boğacağını sandım. Bedenim kasılmaktan ağrımaya başlamıştı. Sustum, konuşamadım. Fakat sorusunun cevabını o tokadı vurduktan sonra zaten kendime vermiştim. Peki, neden bana sinirlenmemişti? Neden benden uzaklaşmak yerine daha da yakınlaşıyordu?

 

"Şuan bedenimde siniri hissetmem gerekirken ben bambaşka bir duygu hissediyorum."

 

Dudaklarını gerdanım boyunca sürttü. Kaç dakikadır böyleydik bilmiyordum ama artık birinin odadaki ışığı açıp bizi görecek olma düşüncesi kalbimi sıkıştırıyordu. "Ne hissettiklerinizle ilgilenmiyorum, bırakır mısınız artık. Yoksa amacınızın bambaşka bir yere gittiğini düşüneceğim." Sözlerimden sonra parmaklarının baskısı bedenimde kaybolduğunda, bakışlarındaki sertlik hala yerli yerindeydi. Bakışlarını üzerimden çekerek bedenini benden uzaklaştırdı. Son kez bedenimi baştan aşağıya süzerek bakışlarını benden uzaklaştırdı. Arkasını dönüp odadan çıktığında aniden yaptığı hareketlere bir anlam verememiştim. Onun gitmesiyle derin bir nefes vererek sakinleşmeye çalıştım. Nedir bu kalbimdeki çarpıntı, bilmiyordum. İlk defa baş başa kaldığım hislerle ne yapacağımı bilememiştim.

 

'Bu bir rüya, evet bu bir rüya. Unut gitsin.' Diyerek içimden kendimi avutmaya başladığımda bakışlarımı tezgâhâ çevirdim. Sarma tenceresiydi bu. İçi boş sadece sapları duruyordu. Neredeyse gözlerimi sonuna kadar açtım. Biz yemeğimizi yedikten sonra bile sarmalar hâlâ tencerede yeterince vardı. Ne yani, gece gece sarma yemek için mi kalmıştı? Kafam karmakarışıktı. Bu adamın aklından geçip uyguladığı hareketleri daha fazla düşünmek istemediğim için tencereyi yıkayıp kaldırdım. Susuzluğumu giderdiğim boğazım tekardan kuruduğunu hissederek tekrardan su içtim. Işığı söndürerek aşağıya indiğimde sessizce odaya geçerek yatağa girdim. Bir sağa bir sola döndüm fakat uyuyamadım. Çok fazla uykum olmasına rağmen onun yüzünden bölünmüştü. Telefonumu elime alarak bir süre sosyal medyada dolandım. Velilerimin hikâyelerini kendimden tekrardan paylaşmış, gördüğüm fotoğraflarla ve tebrik mesajlarıyla dudaklarımdaki kıvrım yükselmişti. Gecemim kötü biteceğini düşünsem de telefona bakmak iyi gelmişti. Bir süre –gözlerim ağrıyana kadar- telefona baktım. Sabah erken kalkılacaktı, bu konuda alışkın olduğum için sıkıntı çekmeyecek olsam da yine de çok geç yatmadım. Başımı yastığa koyup gözlerimi kapattığımda, aklımda sadece bir şey vardı.

 

Onun sıcak nefesi...

 

...

 

"Sigara börekleri tabaklara konuldu mu?"

 

"Konuldu."

 

Sabah erkenden kalkılmış, kahvaltı için yemeklere girişilmişti. Sabah dinç bir şekilde uyanmıştım. Yine tatlı elbiselerimden birisini giymiş, saçlarımı yukarıdan at kuyruğu yapmıştım. Açıkta kalan boynumu çiçekli bir kolyeyle süslediğimde hazır olmuştum. Elbise, etek gibi şeyler giymeyi seviyordum. Buradan aslında yazı sevdiğimi anlamak pek de zor değildi. Denizi, çiçekleri kısaca cıvıl cıvıl havayı kim sevmezdi ki.

 

"Herkes masaya geçti, çayları dolduruyorum." Esra abla dediğini yapmak için mutfaktan ayrıldığında bu sefer masaya yardımcı olacaklarda ben yoktum. Bile isteye istememiştim, kaçabildiğim kadar ondan kaçmayı düşünüyordum. Dün geceden sonra zaten bu isteyeceğim son şeydi. Bu yüzden Fikret abiyle pazara gidecektik. Pazarı severdim, gezip dolaşmayı esnaflarla sohbet etmeyi. Aslında insanlarla kaynaşmayı seviyordum.

 

"Listeyi alayım annecim, Fikret Abi beni bekliyor."

 

"Oy benim kirazım her şeye koşuyorsun." dediğinde dudaklarını saçlarımın üzerine bastırmıştı. Gülümsedim. Konu anneme yardım etmekse tabi ki de her işte bir tuzum ya da elim bulunacaktı. Hem bu durumdan rahatsız değildim aksine keyifliydim. Bir cevap vermezken gözlerini kocaman açarak dudaklarını araladı. "Ay az kalsın unutuyordum." Dediğinde elini pantalonunun cebine sokarak karanfili çıkardı.

 

"Bunu elbisenin içine koyalım annecim, şimdi onca insanın içine çıkacaksın nazar falan değer." Dediğinde onun bu huyuna hiç şaşırmamıştım. İtiraz etmeme izin vermeyeceği için dediğini yaparak karanfili ceplerime koydum.

 

"Bu da listen, her şey harfi harfine yazıyor. Sen zaten nasıl yapacağını bilirisin. Aklına takılan bir şey olursa beni ararsın."

 

"Tamam Gül'üm." Yanaklarına bir öpücük kondurarak mutfaktan çıktığımda sıcak hava hemen yüzüme çarpmıştı. Arabaların olduğu yere ilerlemeye başladığımda onu gördüm. Atahan Bey'i. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı, kaşları onu gördüğüm ilk zamanki gibi çatıktı. Güldüğü var mıydı ki? Gözündeki gözlüklerden dolayı gözlerim gözlerini göremezken o sonunda beni fark etti. Bana baktığını başını bana çevirmesinden anlayabiliyordum, ki arkamda birisi yoksa odağında ben vardım. Adımımı attım, attım, attım ve tam yanından geçip gitmek istemiştim ki parmakları kolumu sardı.

 

"Nereye böyle?" Dedi kırk yıl konuşmuşluğumuz var gibi. Ailemmiş gibi hesap sorması tuhafıma gitmişti. Ona ne oluyorsa.

 

"Sizi ilgilendirmez, bırakın kolumu."

 

"Nereye böyle?" dedi söylediklerimi umursamayarak. Kötü sözler söylemek istesem de saygımı korudum. Başımı yukarı kaldırarak gözlüklerine baktım. "Pazara." Dedim dişlerimin arasından. Kolumu sertçe kolundan çekerek arabaların olduğu kısma geldim ve arabanın içinde beni bekleyen Fikret abinin yanındaki koltuğa yerleştim. Arabayı çalıştırdığında onun yanından geçip gitmiştik. Yan aynalardan arabaya baktığını görebiliyordum. Bedeni küçülene kadar bakışlarımı aynadan çekmedim. Abimle sohbet ede ede pazara gelmiştik. Arabayı kalabalıkta bulduğumuz müsait bir yere çektiğimizde listeyi ve cüzdanı elime alarak arabadan indik. Kalabalığa doğru ilerlemeye başladığımızda esnafların yüksek sesi kulaklarıma ulaşmaya başlamıştı bile.

 

"Abicim oradan bana 4 kilo domates verir misin?" Dediğimde hemen birkaç poşeteti çıkararak doldurmaya başladı. Dolduruduğu poşetleri tarttıktan sonra önüme bırakırken "Erik de vereyim mi abla?" diye sordu.

 

"İki kilo da ondan ver bakalım." Dediğimde izin vermesiyle eriklerden birini Fikret abiye diğerini de kendime aldım. Eriği seviyordum, diğer birçok meyveyi sevdiğim gibi. Ağzıma bulaşan tadla keyfim yerine gelirken alacaklarımızı bu tezgahtan almış diğerlerini almak için dolaşmaya devam etmiştik. Sivri biber, kabak, patlıcan gibi bir sürü şey almıştık. Ellerimizdeki poşetlerle artık alışverişin tamamlandığını anladığımda arabaya geçmiştik. Poşetleri arkaya koymuştuk, gerçekten bir sürü şey almıştık. Konak evinin masrafı işte bu kadar fazla oluyordu.

 

Pazarda gezerken kıyafetlerin de olduğu kısma kısa bir an gözüm çarpmıştı. Güzel elbiseler olduğunu gördüğümde kesinlikle buraya bir daha gelme planını aklıma kazımıştım. Annemin müsait olduğu bir zamanda onunla gelecektim. Pazardan çıkmadan önce listeyi son bir kez daha tekrar etmiştim, eksik bir şey olmadığına kanaat verdiğimde içim rahatlamıştı. Yola koyulduğumuzda telefonumun çalmasıyla bakışlarım ekrandaki isme kaydı.

 

Tizee.

 

Teyzem arıyordu. Ona bebekken ilk nasıl seslendiysem öyle kaydetmiştim. Anıları yaşatmayı seviyorudm. Aramayı yanıtladığımda heyecanlı sesi kulaklarıma ulaştı.

 

"Kız gelmişsin bana niye haber vermiyorsun? Annenle konuştum az önce geldiğini söyledi, insan bir arar çok ayıp. Çok ayıpladım seni çok." Diye sitem ettiğinde gülümsedim, ciddi olmadığını biliyordum.

 

"Teyze bir motorun soğusun, arayacaktım ben seni ama müsait olamadım."

 

"İyi telafi et o zaman, annenle bir gün ayarlayın çaya bekliyorum sizi." Akşam yemeğine gitmemiz pek uygun olmazdı zaten. İş yerinde akşam yemeği her daim hazır olmalıydı, eğer aile üyeleri evde olmazsa rahat ederdik.

 

"Tamam teyze muhakkak annem gelemeyecek olsa da ben geleceğim."

 

"Vallahi çocuklar seni çok özledi."

 

Sırıttım. "Onlar mı yoksa sen mi özledin?" diye sordum imayla.

 

"Gelince görürüsün kim daha çok özlemiş."

 

"Görelim bakalım."

 

"Hadi kapatıyorum." Dediğinde arkadan çocuk sesleru gelmeye başlamıştı.

 

"Tamam teyzem görüşürüz." Diyerek telefonu kapattım. Bakışlarımı Fikret abiye çevirerek lafı açmaya başladım.

 

"Senin oğlan ne durumda abi?"

 

"Liseye başlayacak tatilden sonra, biraz gergin. Farklı bir ortama gireceği için çok tedirgin."

 

Kaşlarım havalandı."Büyümüş, demek liseye gidecek."

 

"Öyle." Dedi kısaca.

 

"Burada okuyor değil mi?"

 

Başını onaylar anlamda salladı. "He kızım burada okuyor, odadan çıktığı yok. Görmemişsindir."

 

"İsterseniz onunla konuşurum, belki stresini azaltabilecek tavsiyeler verebilirim." Dediğimde gözlerindeki ışıltıyla bana baktı. "Vallaha mı gı?"

 

"Vallaha." Dedim onun gibi.

 

"İyi olur kızım sen geçtin o yollardan bilirsin ne yapacağını." Öyleydi. O masaların başına büyük bir zorlukla geçip büyük bir zorlukla geri kalkıyorduk. Hayatta belli bir amaca ulaşmak için gerekirse yediğin yemekten bile ödün vermek zorunda kalıyorduk. Meslek edinmek de meşakkatli bir yoldu. Önemli olan o amaca ulaştığında memnun bir şekilde devam etmek vardı. Eğer olduğun mesleği severek yapmıyorsan, ömür geçmek bilmezdi. Zaten pek de geçtiği söylenemezdi.

 

Konağa geldiğimizde arabayı park etmişti. Araçtan indiğimde evdeki diğer abilerde yardıma gelerek poşetleri el birliğiyle almıştık. Bahçedeki çimenler biçilmeye başlandığı için makinenin sesi etrafı donatmıştı. Temiz havayı içime çekerek mutfağa doğru adımladım. Pazarda epey vakit geçirmiştik. İçeri girdiğimde annem fırından çıkardığı tepsiye tahtanın üzerine koymuştu.

 

"Pazar alışverişi tamam." Diye mırıldandım.

 

"Epeyce vakit geçirildiğine göre dayılarla teyzelerle sohbet edilmiş." Dedi. Annemdi sonuçta, ciğerimi biliyordu.

 

"Birazcık etmiş olabilirim, buranın insanlarını özlemişim." Aklıma gelenlerle ona doğru döndüm. Şuan pek iş olmadığı için sandalyeye geçtik. "Güzel kıyafetler gördüm, bir göz atmak lazım."

 

"Evet sana birkaç tane zaten almıştım." Dediğinde gülümsedim. Hediyenin her türlüsüne kabuldüm. Birinin bana bir şey alması mutlu ediyordu. Öğretmenlik görevimde bu çok başıma gelen bir şeydi. Öğrtemenler günü dışında da çocukların bahçeden çiçek toplayıp getirmesi bile özel bir şeydi. Hepsinin benim için bir değeri olduğu için kutuda saklıyordum. Kuru çiçekler haline dönüşseler de benim gözümde rengarenklerdi.

 

Annem bu tarz şeylerde zevkli kadındı. O da benim gibi çiçekli elbiseler giymekten hoşlanıyordu. Anneme çekmiştim ne yapayım. Saç rengimiz, boyumuz... Tam aynıydık.

 

"Süpersin sultanım."

 

"Her zaman." Diyerek konuyu noktaladı. Annem birkaç bir şeyle uğraşmaya başladığında, onun sohbetine katılıyordum. İçeriye, hala ismini öğrenemediğim kız girdiğinde mutfağa kısa bir göz atarak gözlerini benimle çakıştırdı.

 

"Hanımım seni çağırıyor." Dedi burun kıvırarak. Anlam veremiyordum bu kızın tavırlarına, eve yeni gelmiş birisi olarak bana karşı gösterdiği harektlerin bir amacı var mıydı düşünüyordum fakat cevabını bulamıyordum. Neyse dedim kendi kendime. Suzan Hanım'ın beni çağırma amacını düşüne düşüne odasının olduğu kata çıktım. Derin bir nefes alarak kapıyı tıklattığımda gel sesiyle kapıyı araladım. Burası da geniş bir odaya sahipti. Oğlunun odasına nazaran açık tonlar hakimdi. Yatağın üzerindeki dantelli nevresim gelenekleri unutmadığını gösteriyordu. Evin birçok yerinde bu nevresimde olduğu gibi danteller vardı.

 

"Hanımım beni çağırmışsınız." Dediğimde kendisini dolabın karşısında kıyafet ararken gördüm. Sesimi duymasıyla bakışlarını bana çevirdiğinde yüzündeki ciddiyet değişmemişti. Önemli bir mevuz olacak ki beni görünce gülmemişti. Halbuki gülecek diye de bir zorunluluk yoktu.

 

"Gel Mehru, kıyafet konusunda yarıdmına ihtiyacım var." rDediğinde şaşırmıştım. Önemli davetlerde çalışanlar etrafında dört dönerdi, sanırım bu çok da önemli değildi.

 

"Sence bu mu bu mu?" diye sordu elbiselerden ikisini de göstererek. Daha etiketleri üzerinde duran elbisenin ikisi de hoş görünüyordu.

 

"Ne için olacaktı hanımım?"

 

"Benim köyümden birisinin oğlunun sünneti var, davet etti kıramadım. Ayıp olur şimdi gitmek lazım."

 

"Anladım hanımım, ne çok abartılı ne da az olsun istiyorsunuz diye düşündüm. Eğer öyleyse soldaki siyah renkteki elbise zarif ve asi duruyor. Hem sünnet ortamına da uyar." Diyerek lafımı tamamladım. Sözlerimden sonra elbiseye şöyle bir uzunca baktı. İnceledi inceledi dediklerime aklı yatmış gibi dudaklarını araladı.

 

"Bunu giyeyim o zaman."

 

"Tabii yardımcı olmamı ister misiniz?" Diye sordum. Aslında ulaşabileceği bir yerde kısa bir fermuar vardı. Bunun böyle olduğunu gördüğünde gerek yok manasında başını salladı.

 

"Sen şu dolapta, soldan ikinci takı setini çıkar." Dediğinde dediği yere adımlamış istediği takıları çıkararak odanın ortasındaki camlı tezgâhâ koymuştum. Kutusunu açtığımda elbiseyi takıların olduğu yere doğru tutarak uyuyor mu diye baktı. Şahsen uyuyordu, onun gözüne de hoş gelmiş olacak ki memnuniyetle gülümsedi. Suzan Hanım elbiseyi üzerine geçirirken ben de bu sırada çıkardığı diğer elbiseleri yerine yerleştirmekle meşgul oldum. Saçını ve makyajını da ricası üzerine ben yapacaktım. Bunun için kuaförü çağırmaya gerek olmadığını söylemişti. Ben seve seve kabul etmiştim. Ben de yapacak bir işim olmadığı için saatleri doldurmuş olurdum.

 

Suzan Hanım zengin olmasına rağmen birçok şeyi kısmayı da bilirdi. Parayı çar çur etmek istemezdi, kullanmayı bilirdi. Sanırım kuaför çağırmaması da sırf bu yüzdendi. Çünkü buraya gelecek olan kuaför durumlarını bildiği için olan miktarın üzerinde bir fiyat biçerdi. Klasik çoğu kişi bunu yapmıyor muydu?

 

"Anladığım kadarıyla akşam yemekte olmaycaksınız."

 

"Evet, evde sadece Atahan olacak. Annene bugünkü listeyi verdim, haberi var zaten. Ekstra bir şey istediğinde yardımcı olurusnuz." Dedi. Başımı hemen onaylar anlamda salladım. Demek sadece evde Atahan Bey olacaktı. Akşam ailesiyle gitmeyeceğine göre böyle ortamlardan hoşlanmıyor demek mi oluyordu? Ya da aklıma ilk geleni mi düşünüyordum? Bense düğünleri, kınaları kısacası eğlenceli her şeyi seviyordum. Oynamak, dans etmek ve kıvırtmak... Hoşlandığım şeyler fazlaydı, bu hayattan zevk almak sevdiğin şeyleri özgürce yaparak geçiyordu. Ben de bu ölümlü dünyadan zevk almak istiyordum.

 

"Siz oturabilirsiniz."

 

Bu modele hafif dalgalı saç yakışacağı için bukle maşasını alarak ısıttığımda makyaj masasının koltuğuna oturmuş beni bekliyordu. Makyajını saçtan önce yaptığım için kolay olan sona kalmıştı. Üzerindeki kıyafet sırtından uzun bir fermuarı olmadığı için kolay giyilebilir bir şey değildi. Bu yüzden yapacaklarımdan önce üzerine geçirmişti

 

Isınan makineyle saçlarının tutamlarını ne büyük ne de küçük bir şekilde alarak sararak kıvırmaya başladım. Kapının çalınmasıyla bakışlarım kısa süreli kapıya kaydı.

 

"Gel."

 

Kapının aralamasıyla içeri giren genç kız elindeki fincanı Suzan Hanımın önüne bırakarak geri çekildi.

 

"Kahveniz hanımım."

 

"Sağ ol Selin. Başka bir isteğim yok çıkabilirsin."

 

Sonunda kızın adını ögrenebilmiştim. Selindi demek. Sarı saçlara sahipti, kahve gözleri ve benim gibi bir boya sahipti. Gözlerini üzerimizden çekerken odadan çıktığında işime kaldığım yerden devam ettim. Saçları makineyi kolay tuttuğu için işim hemen bitmişti. Makineyi fişten çıkararak bakışlarımı aynadan Suzan Hanım'ın yüzüne çevirdim.

 

"Bitti." Diye mırıldandım kısaca.

 

Bakışlarını yaptığım saçlara çevirmiş "Ellerine sağlık kızım, güzel görünüyor." demişti. Gülümsedim.

 

"Selçuk gelmiş mi bir baksana, gelmişse yukarı çıksın giyinmesi gerekiyor."

 

"Tamam hanımım." Diyerek yanından ayrıldım. Aşağıya indiğimde kapıdan yeni giren Selçuk Bey'i görmemle dudaklarımı araladım.

 

"Suzan Hanım sizi yukarıda bekliyor." Dediğimde başını onaylar anlamda salladı. Suzan Hanım'ı daha çok seviyordum. Selçuk Bey bana karşı biraz soğuktu. Belki de huyundan kaynaklıydı. Tabi ki hep güler yüzlü olacak diye bir şey yoktu, herkesin yapısı aynı olmuyordu. Yanımdan geçip gidince ben de mutfağa geçtim.

 

Akşam yemekte tek bir kişi olacağı için, şimdiden yemeği hazırlamaya başlamamışlardı. Fakat iş olmasa da yapılacak bir şey elbet çıkıyordu. Mesela şuanda annem tatlıyı buzdolabından çıkarıyordu.

 

"Heh tam denk geldin. Bir tabak da sana koyuyorum."

 

"Olur yerim vallahi." Dedim hevesle. Yeter ki tatlı ve yemek olsun uzatılan tabağı geri çevirmezdim. Annem buradakilere tatlıyı koyduğunda en son ikimizi de koyarak masaya yerleştik. Çatalı kalburabastı tatlısına bastırarak parçayı ağzıma attığımda zevkle gözlerimi kapadım.

 

"Yaptığın yemekleri ve tatlıları özlemişim." Dedim anneme hitaben.

 

"Ben de seni özledim." Dediğinde dayanamayıp yanağını öptüm. Sohbet edecek zamanımız olduğu için buradakilerle koyu bir sohbet açılmıştı. Buradaki çalışanların hem sohbeti sarıyor hem de sıcak kanlılardı. Annem bensiz bu şehirde nelerin olup bittiğini anlatmıştı, ben de büyük şehirde yaşadığım küçük ama değerli anılarımı anlatmıştım. Sürekli bana kendine iyi baktın mı? Ne pişirdin? Çok hasta oldun mu? Diye bir sürü soru sormuştu.

 

Yemek yapmayı biliyordum bu yüzden açlık konusunda pek sıkıntım olmamıştı. Sadece kaldığım evdeki kirayı ödemek benim için zor olmuştu. Evet, maaşım iyiydi fakat büyük yerde yalnız yaşamak o kadar da basit bir şey değildi. Çoğu param fatura, kiralar ve ev için birkaç ihtiyaç derken gidiyordu. Annem kazandığı paranın bir çoğunu yollamak istese de izin vermemiştim. Zaten bütün hayatını beni okutmak için çabalayan bir anneye fedakarlık yapma sırası bana gelmişti. Yeterince çaba göstermişti hâlâ da göstermeye devam ediyordu.

 

Fakat ona bir sözüm vardı. Babamın mezarına götürme sözü.

 

"Yemek hazırlığına başlayayım." Diyen ses anneme aitti. Sandalyeden kalktığında malzemeleri çıkarmaya başladı. Menüde Bal Kabaklı Penne ve Ricotta Peynirli Renki Biber dolmas vardı. Makarnanın yapılışını biliyordum fakat diğeri hakkında bir fikrim yoktu. Zaten annem de tarife göre yapıyordu, önünde tarif olduğunda tat konusu dışında pek de zor olan bir şey olmuyordu. Genç yaşlarımdan beridir böyle bir annenin yanında yaşamak beni bol bilgi sahibi yapmıştı. Yaptığım yemeklerden dolayı annem aşçılık okumamı tavsiye etse de hâyâl ettiğim meslek bu olmadığı için zorlamamıştı.

 

Hava kararmaya başladığında annem birçok işini bitirmişti, masa kurulmuş geriye sadece Atahan Bey'in gelmesini beklemek olmuştu. Bugün masanın ihtiyacını karşılamqk için bekleyecek olan kişi Selindi. Benim için fark etmezdi. O sevinerek yerine geçtiğinde seslerden Atahan Bey'in geldiğini duydum. Üzerini değiştireceği söylendiğinde beklemiş masaya geçtiğinde ise tabaklanma yapılmıştı. İşimiz bittiği için ayakları ağrıyan annem sandalyelerden birisini çekip oturmuştu. Sızlayan başını ovalayarak gözlerini kapattığında kaşlarım çatıldı. Benim gibiydi o da, baş ağrısı arqda yoklardı.

 

"Ağrı kesici varsa vereyim mi?" diye mırıldandım yanına doğru adımlayarak.

 

Başını olumsuz anlamda salladı. "Birazdan geçer." Dedi geçmeyeceğini bilerek. Ya dinlenmek ya da ağrı kesici almak gerekiyordu. Böyle geçmezdi ki.

 

"Sen git yat dinlen istersen, biz hallederiz." Dedi fakat hiç iyi görünmüyordu. İnkâr edeceğini bile bile söylediklerime tabi ki de düşündüğüm şekilde cevap vermişti.

 

"Yok olmaz öyle şey, bir şeye ihtiyaç olur."

 

"Olmaz annecim git sen, olursa ben yaparım zaten." Dedim ikna etmeye çalışarak. Kıyamıyordum ne yapayım, bir şey olursa ben buradaydım.

 

Emin olamamış gibi gözlerime baktı, ben de hadi dercesine baktım ve dudaklarını aralayarak söyledikleriyle kazandığımı anladım. "Tamam o zaman gidiyorum."

 

"İyi geceler bir tanem." Diyerek saçlarının arasına dudaklarımı değdirdim.

 

"İyi geceler bebeğim." Dediğinde yanımızdan başını tutarak uzaklaşmıştı. Telefonumu alarak onunla ilgilenmeye başladım. İhtiyaç olursa Selin buraya gelir bildirirdi. Ne kadar süre geçmişti bilmiyordum ama masanın toplanacağı söylendiğinde birkaç abla oraya gitmiş bende gelen bulaşıkları makineye yerleştirmeye başlamıştım. Suzan Hanım ve Selçuk Bey daha gelmezdi. Bu yüzden yine pek iş yok gibi görünüyordu. Son tabağı da yerleştirdiğimde pişen yemeklerin tencerelerini yıkamıştım. Son kez elimi yıkadığımda, mendille kuruladım. Bu sırada Atahan Bey'in kahve istediği söylenmişti, Selin onu yaparak yukarı götürmeye çıkmıştı. Ben de yıkanan çamaşırları asmak için çamaşır odasına çıktım. Makineden çıkardığım eşyaları çamaşır makinesinden çıkarıp asacağım vakitte gördüğüm kurutma makinesiyle kaşlarım havalandı. Akşam akşam o kadar kafa kalmamışt ki gözümün önündeki koca makineyi görememiştim.

 

Makinenin kapağını kapatarak kuruyan diğer eşyaları katlayarak dürdüm. Atahan Bey'in kıyafetleri gibi duruyordu. Renk renk ayırarak hepsini üst üste koyduğumda göğsüme yaslayarak ellerim yardımıyla tuttum. Elim dolu olduğu için alnımla ışığı söndürerek odadan ayrıldığımda birkaç adım mesafedeki odaya ulaştım. Kapıyı ayağımla tıklattığımda bir cevap alamazken odada olmadığını düşünerek kapıyı dirseğimle araladım. Etrafa kısaca göz attığımda loş ışık yüzünden pek bir şey göremedim. Ama odada yok görünüyordu. Daha fazla oyalanmadan giyinme odasına geçerek kıyafetleri yerlerine yerleştirmeye başladım. İşim bittiğinde dolapları kapattığımda bir anda odadaki ışığın sönmesiyle dudaklaırmın arasından korkulu bir nida döküldü.

 

Etrafa göz attım ama karanlık olduğundan dolayı pek de işe yaramadı. Telaşla adım attığımda koca bir şeye çarmamla durdum. Çarptığım bir bedene aitti. Kalbim korkuyla atmaya başladığında, belimde hissettiğim parmaklarla öleceğimi sandım.

 

"Kimsiniz?"

 

Yüzümde hissetiğim sıcaklığın ardından hemen çenenmin altını kavrayan parmaklar kalındı. Canımı acıtmıyordu fakat sıkıydı. Hissetiğim ağır kokuyla boğulacığımı sanarken onun sesini duydum.

 

"Gün boyunca seni düşünmekten işine kendini vermeyen o adamım."

 

Atahandı.

 

Bu ses Atahan Bey'e aitti.

 

Yine ve yeniden onunla dip dibeydik. İki zıt kutbun birbirini çektiğini biliyordum fakat iki yanlış kişi birbirini bu kadar çeker miydi? Bir nefes kadar uzağımdaki adamın cüssesi yüzünden başımı yukarı doğru kaldırdım fakat yüzünü göremedim. Ne kadar süre böyle kaldık bilmiyordum ama aralanan dudaklarından çıkan nefes tekrardan yüzümü yaktı.

 

"İlk önce eve geldiğimden beridir yüzünü göremememin sebebini açıkla daha sonra sıklaşan nefesininin nedenine geleceğim."

 

 

Loading...
0%