Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@rarbezrh

3. Bölüm: Kaçırıyorum

 

Yanlış düşünebilir, yanlış anlayabilir veya yanlış yapabilirsin; ama yanlış hissedemezsin.

 

Atahan.

 

Derin bir nefes aldığımda hala nefessiz hissetmeme neden olan adamdı. Dudaklarımın arasından çıkan kelimeleri titreterek heyecanımı ortaya çıkaran, kalbime peş peşe gelen duyguların sahibiydi. Birkaç kez göz göze gelişin bu kadar anlamlara neden olması tuhaftı. Ondan kaçmak istediğimde ona daha fazla yaklaşmam saçmaydı. Görünmez bir bağın bizi sürekli birbirimize doladığını hissediyordum. Uzaklaşmama sebebimiz de düğümü onun atması mıydı bilmiyordum?

 

Derin bir soluk.

 

Dudaklarım arasından kaçan sıcak buhar onun yüzüne dağıldığında, bu kadar yakınımda olması işimi epey zorlaştırıyordu. Çok kısa kalmama rağmen gözlerine bakabilmek için başımı yukarı kaldırmam, başını eğmesi gerekiyordu. Çenemdeki parmakları varlığını hatırlatmak için tenimde hareket ettiğinde rotası boynumu buldu. Gerdanımda gezintiye çıkan elleri durduğunda, cevap verebilmek için söylediklerini hatırlamaya çalışıyordum. Gözleri ve yakınlığı beni alabora etmişti. İçerisini su sızmaya başlayan bir gemi gibi batıyordum.

 

"Ne zamandır yüzümü görmek istiyorsunuz?" diye sordum aniden gelen cesaretimle. Onun yanındayken yanıp sönen tek şey cesaretim de değildi. Ona tokat atan kadındım, bu yüzden kendimi yapabileceklerim konusunda küçümseyemiyordum. Ama ben doğruyu yapmıştım, öyle değil miydi?

 

"Yıllardır desem, inanır mısın?" sesi pusluydu. Geceye kayıp giden sert sesinden eser kalmasa da gıdıklayıcı ses tonu pek gidecek gibi durmuyordu. Karnımın karıncalanmasına neden oluyordu, parmak uçlarım hareket ettiresim geliyor ve bakışlarımı ondan başka her yere çevirmek istiyordum. Yıllardır... Anlamıyordum. Onunla karşı karşıya gelmem birkaç gün öncesine aitti. Onunla daha önceden tanışmadığıma eminken yıllardan bahsetmesine bir anlam veremiyordum.

 

"İnanmam." Dedim başımı olumsuz anlamda iki yana sallayarak. Emin konuşmamın ardından alaylı bir gülüş dudaklarında yer edindi. Kalın dudaklarının yanında çıkan çizgileri ilk defa görüyordum. Zaten yeni gördüğün adam hakkında bunu bilmemen normal diyen iç sesime çokça hak verdim.

 

"Göstersem inanır mısın?" dediğinde gözlerim telaşla gözlerinde dolaştı. Ne demek göstersem? Nasıl gösterecekti? Neyi gösterecekti?

 

Bizi abluka altına alan karanlığı ufak bir hareketle hafifçe aydınlattığında, gözlerim ışığa alışarak kıpraştı. Dik durmaktan ağrıyan bedenim kasılmaya başladığında ayakta kalabilmek için yanımdaki cama tutundum. Gözleri gözlerimdeyken parmakları tişörtünü kavrayarak çıkardı. Gözlerimi göğsüne bakmamak için kaçırdığımda yanıma doğru adımladığını işittim. Kanıma karışıp kalbime ulaşan heyecan küt küt atmasına sebep oluyordu. Çeneme yerleşen parmaklarıyla göz temasımız kuruldu. Hareket ederek bir adım daha yaklaştığında sanki o değil de yangın bana sıçrıyormuş gibi hissediyordum.

 

"Bu inanman için yeterli mi?" diye sorduğunda diğer boşta kalan elleri iki yanımdan salınan ellerimi tutarak karnının biraz altına götürdü. Evet, onu ilk kez çıplak görmüyordum fakat bu kadar ayrıntılı bakmadığımı bana göstermek için götürüğü parmaklarının olduğu yerden anlayabilmiştim.

 

Parmaklarımın hizasında bir dövme duruyordu.

 

Dolgun dudakların içerisi kiraz renginde doldurulmuştu. Ve bilmediğim bir dilde yazı yazıyordu.

 

lèvres couleur cerise

 

"Burada ne yazıyor?" diye sordum korkarak. Ondan korkmuyordum, duyacaklarımdan korkuyordum. Titrek çıkan ses tonum endişeliydi.

 

"lèvres couleur cerise." dedi aksanıyla. Çok tuhaf hissederken gözlerimi o noktadan çekemiyordum. Derin bir sessizliğin ardından nefesini hissettim. "Kiraz rengi dudaklar." Dedi çevirisini yaparak. İşte duymaktan korktuğum kelimeleri sıralamıştı. Ellimin birisi teninde durmaya devam ederken sözlerine devam etti.

 

"Senin dudakların." Dediğinde kalın parmağı dudağıma dokundu. Bastırarak geri çektiğinde bıraktığındaki o çıkan ses tenimi ürpertti. Ama daha çok ürperten bir şey vardı ki o beni çok korkutuyordu. Gördüklerim gerçek olamayacak kadar yabancıydı. Görmediğim bu adamın teninde dudaklarımın çizimi olması hayal değildi de neydi?

 

"Anlamıyorum." Dedim uzun bir sessizliğin ardından. Karşımdaki adamın aklımı bu kadar karıştırmasını, cevapsız soruları istemiyordum. O da bütün bu yaptıklarının farkında mıydı? Kafamda bin bir türlü soru varken hangi soruyu soracağımı bile bilmiyordum. Kafamı kaldırarak ona baktığımda dudaklarını aralayacağını anladım. Evet dedi iç sesim, bize bir şeyler anlatacak. Fakat ondan farklı başka bir ses duydum. Tanıdığım ses onun annesine aitti.

 

Gözlerim kocaman oldu. Telaşla Atahan'a döndüğümde o benim aksime öylece durmaya devam ediyordu. Dudaklarımı hızlıca araladım. "Annen geliyor." Dedim fısıltıyla. Güldü. Şaka gibi resmen gülüyordu. Beyaz dişlerini görüyordum. Yok, bu bana yardımcı olmayacak diye içimden geçirerek yanından uzaklaşarak sığabileceğim o dolabı buldum ve girmeye çalıştım.

 

"Ne yapıyorsun?" diye mırıldandı gülmeye devam ederken. Kaşlarımı olabildiğince çatıyordum fakat beyefendi de tın yoktu, umursamıyordu.

 

"Ebeninin körünü." Diyerek dolabın kapağını suratına kapattım. Küçük delikten bakmaya başladığımda tam zamanında diye geçirdim. Saklanmasam annesine yakalanacaktım. Beni burada görse kim bilir ne düşünürdü. Belki bir sürü açıklama sıralardım fakat inanır mıydı bilemezdim. Tam dolabın içine girdiğim an annesinin topuklu ayakkabılarının sesi giyinme odasında duyuldu.

 

Allah'ım rezillik.

 

Gözümü kısarak onlara bakmaya başladığımda sesleri kulağıma çarpmaya başladı. Annesi Atahan'a kiminle konuşuyordun dediğinde diken üzerine basmışım gibi tedirgin oldum. Sonuçta bu evde çalışıyordum. Önemli olan da benim çalışmam değil annemin çalışmış olmasıydı. Ben kovulsam da önemli değildi fakat yıllardır burada çalışan annemin adını böyle bir şeyle duyurmak istemezdim. Ona bunu yapamazdım. Ki o da beni böyle bir şey yapmayacağımı iyi bilirdi, ben yanlış bir şey yapmazdım. Fakat aşk... Aşk çok garip bir duyguydu, beni çekip içine almazdı değil mi? Çünkü bu bütün hislerden apayrıydı. İnsanın duyularını kaybetmesini sağlar, farklı bir kişiliğe bürünürdük.

 

"Telefonla konuşuyordum, bir sorun mu var anne?" Diye sordu ciddi sesiyle. Biraz öncekinden farklı çıkan ses tonu beni şaşırtmıştı. Özüne dönmüştü.

 

"Yok oğlum, ben bir şey için danışacaktım." Dediğinde ben de meraklanmıştım. Meraklanmasam da elbet kulaklarım işitecekti. Of! Resmen tam karşımda hanımım varken ben dolapta saklanıyordum. Anlaşılmasın diye de sık sık almadığım nefesler beni zorluyordu. Dolap geniş olsa da havası azalmaya başlamıştı. Umarım buradan sağlam çıkabilirdim. Ya da ben burada kalsaydım ya, çıktığımda bir de onunla hesaplaşmak istemiyordum.

 

"Söyle annem." Dediğinde o da meraklı gözlerle ona bakmaya başlamıştı. Bir elini annesinin omzuna attıktan sonra kendine çekti. Suzan Hanım tebessüm ettikten sonra rujlu dudaklarını araladı. Hala geceliklerini giymemişti. Birazdan odasına çekilir diye düşündüm.

 

"Yarın çocuklar için her yıl yaptığım gibi yardım yapacağım, birkaç durumu iyi olmayan okul belirledik. O okullara gidilip araç gereçler verilmesi gerekiyor." İstekli gözleriyle oğluna bakarak sözlerine devam etti, fakat oğlu konunun nereye gideceğini anlamış gibi kaşlarını serbest bırakmıştı. "Bu sene sen ilgilenir misin diyecektim? Merak etme yanına evden birisini göndereceğim."

 

İçimden tam benlik bir şey diye geçirirken, düşüncelerimi bölen ses Atahan'a aitti. "Kimi göndereceksin?"

 

Suzan Hanım'ın kaşları çatılırken bir süre gözleri daldı ve düşündüğünü anladım. Bir süre evdekileri süzgecinden geçirdikten sonra aklında birisi yatmış gibi bakışlarını oğluna çevirdi. Hafifçe yerimden doğruldum, ses yapmadan. Ben niye heyecanlanıyorsam!

 

"Mehru." Dediğinde gülümsedim. Atahan'ın yandan gülüşünü gördüğümde gözlerim kısıldı. Kısaca olduğum dolaba göz attığında, pislik diye içimden geçirdim. Kim bilir aklından neler geçiyordu. "Hem öğretmen o, çocukları sever ve ilgilenir. İşine yarar."

 

Tabi yarardım. Fakat gittiğimde yaramak istediğim kişi o değil çocuklar olacaktı. Mesleğimden birkaç gün önce uzaklaşmış olmama rağmen bu ortamı özlemiştim. Mesleğimi seviyordum bu yüzden de içime epey işlemişti. Sıkılmıyordum, çocukların sesleri başımı ağrıtmıyordu. Ya da onlara tahammül edebiliyordum. Bence en önemlisi de buydu, tahammül edemiyorsak bu işi yapmış olamazdım. Zorla gitmek gibi bir şey oluyordu, böyle olursa yıllar nasıl sürüp giderdi.

 

"Öğretmen demek." dedi aklına kazır gibi. Bilmiyor muydu? Sonra tabi nereden bilsin diye düşündüm. Annesi Mehru'nun da mesleği bu diyecek hali yoktu. Ben söylemesem öğreneceği bir adres olmayacaktı. –şimdiki zaman hariç-

 

"Öyle, okullar tatile girince buraya geldi." Dedi açıklama gereği duyarak.

 

"Anladım." Diyerek kısa kesip konuyu noktalamasına hayret ettim. Burada olmama inat biraz daha konuşur diye düşünmüştüm. Yapar mı yapardı. Sen onu ne kadar da tanıyorsun Mehru!

 

"Kabul ediyorsun o zaman?"

 

"Sen ne zaman bir şey istedin de yapmadım ben annem?" diye soruya soruyla karşılık verse de aslında cevabı çoktan vermişti.

 

Suzan Hanım'ın kaşları çatıldı. "Ben bir tane konu biliyorum ama neyse." İmalı imalı konuşması bende epey merak uyandırdı fakat devam etmemesi içimdeki o soruyu cevapsız bıraktı. Atahan da bıkkınca gözlerini devirdi. Sanırım hoşuna gitmeyen bir konuydu.

 

"Hadi iyi geceler anne." Diyerek geçiştirdi fakat hanımım bu konuyu pek bırakacak gibi durmuyordu. Peki dercesine başını salladı. "Sana da yavrum." Diyerek yanağına bir buse kondurduğunda yüzendeki gülümsemeyle giyinme odasından yavaş adımlarla çıktı. Tamamen gittiğine inandığım anda dolabın kapağını aralayacağım vakitte onunla aynı anda parmaklarımız dolabı buldu. Eğildiği yerden doğrulduğunda yüzündeki gülümseme yerli yerinde duruyordu.

 

"Bunu yaşadığıma inanamıyorum." Diyerek dolaptan çıktım, doğrulduğumda sırtımı dolaba çarptım. Her yerim ağrımış, sızım sızım sızlıyordu. Ağrıyan belime giden parmaklarımla kaşlarım çatıldı. Dolap geniş olmasaydı halim ne olacaktı bilmiyordum. Tam ağrıyan noktayı bulmuşum gibi parmaklarımla bastırdığım yer inlememe neden oldu.

 

"İyi misin?" diye sorduğunda sinirli gözlerimle ona baktım ama o bana değil de parmaklarımın olduğu yere bakıyordu. Yüzündeki gülümseme solmuş iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu. Söylediklerine karşılık bir şey söylemeden sustum. Eğer kızgınlıkla dudağımı aralarsam pek de iyi şeyler söylemezdim. Benden bir cevap bulamayınca burnundan sert bir nefes verdi.

 

"Aç sırtını bakacağım." Dediğinde yok daha neler anlamında gözlerimi büyüttüm. Sesindeki tını aksini yapma dercesineydi.

 

"Gerek yok." Dediğimde yanından kaçıp gitmek istemiştim ki tabi ki de bu mümkün olmamıştı. Kolu sıkıca bileğimi kavrayarak bedenimi geriye doğru çekti. Üzerimde elbise vardı. Sessiz kalışından bir şeyler olacağını anladığımda sırtımdaki fermuar çekildi. Artık ona diyecek sözüm yoktu, resmen izin almadan sergilediği tavırların bir sınırı yoktu. Sırtımın üst tarafında parmaklarının baskısını hissettiğimde canım yandı.

 

"Kızarmış." Diye fısıldarken nefesi tenime çarptı. Geri çekildiğini hissettiğimde odadan çıkarak bir yere gitti. Öylece olduğum yerde kaldığımda gelmesini sessizlikle bekledim. Birkaç saniyenin ardından elindeki bir şeyle geldiğini gördüm. Kremdi. Kocaman elleriyle küçük kremin kapağını araladığında usulca parmağına sıktı. Arkama geçtiğinde ucundaki beyaz sıvıyı kızaran yere yaymaya başladı. Soğuklukla ürperdiğim için titredim. Bunu gördüğünde parmaklarının hareketi bir anlığına dursa da daha sonra hareketine devam etmişti.

 

"Acıyor mu çok?" Naif sesiyle söylediklerine karşılık yalan söylemden "Biraz." Diye mırıldandım. Gerçekten de acımıştı. Sürdüğü krem hafif sızısını azaltsa da hala acıyordu. Kesin yarın moraracaktı. Ben böyle konularda çok sakar birisiydim. Küçüklüğümden beridir sürekli bedenimi bir yerlere çarpar canımı yakardım. Bir süre sonra alışırım sandım ama öyle olmamıştı. Canım yanmaya devam ediyordu. Bu çarpmalar yüzünden tenim hiçbir zaman pürüzsüz olamamıştı. Fakat yaralarımı seviyordum, kötü görünüyor diye hiçbir zaman saklama gereği duymamıştım.

 

İnsan yaralarını sevmeliydi yoksa onlar kapanmak bilmezdi.

 

Peki, her yara kapanır mıydı?

 

Kapanmazdı.

 

Benim de hiç kapanmayan bir yaram vardı. Sızlatan, acı veren yaram. Babam... Yokluk, en çok birisinin yokluğuna alışmaya çalışmak zordu. Dışarıdan ne kadar mutlu ve neşeli birisi olarak görünsem de içim bir yerlerde hep kan ağlıyordu. Ve ben ölene kadar bu hep böyle olacaktı. Onun özlemi kalbimde baskısını sürdürecekti. Babamla çok fazla anım olmadığı için üzülüyordum. Çok genç yaşta kaybetmiştik onu, çok genç yaşta kaybetmiştim onu. Anılar olmayınca tutunacak dalımı fotoğraflarında buluyordum. Sığınacak limanım annemin anlattığı kelimelerdi. Kokusu yoktu belki ama anneme çok sarıldı diye hep koklardım. Birisine ne kadar çok sarılırsan o kadar koku sinerdi ya buna sığındım. Aslında o kokunun çoktan silinip gittiğini biliyordum.

 

"Ağlıyorsun." Dedi ne ara sesine karıştığını anlayamadığım telaşla. "Canını mı yaktım?" dediğinde aslında ağladığımın bile yeni farkına onun sözleriyle varabilmiştim. Konu hep babam olunca gözlerim doluyordu. Yapamıyordum. Ben zayıf noktamda oydu, ağlamadan duramıyordum.

 

"Canım yanıyor." Dedim aslında sırtımı kas etmezken. Başka bir mesele olduğunu anladı mı bilmiyorum ama hıçkırarak ağlamama dayanamadı ve parmakları gözyaşlarımı silmeden belime yerleşerek beni kendine çekti. Sıkıca sarıldığında kolları arasında ağlamaya başladım. Sessiz hıçkırığım birisi duymasın diyeydi. Hızla boşalan yaşlarım durmak bilmeden boynundan kayıp giderek tenine karışıyordu. Bir anda başlayan bu duygu değişimime bir anlam vermezken biz öylece sarılmaya devam ettik. Benim ağlayışım durana kadar konuşmadan sakinleşmeme izin verdi. Derin yutkunuşlarını duyabilmiştim, sıkıntılı solukları da buna eklenmişti. Parmakları bir süre yatışmam için açık sırtımda gezinmişti.

 

Geri çekilmek islediğimde pek istemese de geri çekildi. Avuçlarımın tersiyle usul usul yaşlarımı silerken onun gözlerine baktım. Farklı bakıyordu, diğer bakışlarından apayrı. Gözlerinden geçip giden duyguların ne olduğunu bilemiyordum. Şuanda ne hissediyordu?

 

"Ben gideyim." Dediğimde bakışlarını gözlerime kaldırdı.

 

"Elimde olsa bırakmam biliyorsun değil mi?" Bırakmaz mıydı? Gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama pes eden o oldu. Dudaklarını ıslatarak araladı. "Bu geceyi daha sonra konuşacağız." Dediğinde bir adım geri çekildim. Elleri bedenimden uzaklaşarak iki yanına düştü.

 

"İyi geceler size." Dediğimde yanından geçip gittim. En son duyduğum ses ise dolaba vurulan bir şeyin sesiydi. Epey yüksek çıkan sesi bu gece umursamadım. Ağrıyan gözlerim kesin kızarmıştı. Titrek bir soluk alarak merdivenlerden indim ve kimseye görünmeden odaya geçtim. Annem uyumaya devam ediyordu. Usulca dolabın kapağını aralayarak pijamalarımı çıkardım. Üzerime geçirdiğimde elbisemi de katlayarak yerine koydum. Kasılan yüzümü rahatlatmak için odadan sessizce çıktım ve elimi yüzümü yıkayıp geri döndüm. Aynaya bakmak istememiştim. Zaten birazdan yatağımda tekrardan ağlayacaktım. Düşünceler beni bırakamazdı, biliyorum.

 

Yatağıma girdiğimde dediğim gibi oldu, babamı düşünerek bir süre sessiz gözyaşı döktüm. Anneme belli etmemek için kasılan bedenim daha fazla dayanamazken uykunun kollarına çekildim. Sabah duyduğum sesle göz kapaklarım aralandığında, karşımda annemi gördüm.

 

"Günaydın kirazım." Dedi tatlı sesiyle. Onun sesiyle uyanmadın erdiği güzel hisse kollarımı açarak esnedim.

 

"Günaydın annem." Dedim dolu dolu.

 

"Hadi kalk bebeğim seni görmek isteyen birisi var." Kaşlarım sorgularcasına çatıldığında annem parmağını kaşlarımın ortasına bastırarak kıkırdadı. "Çatma şu kaşlarını, hadi kalk giyin. Dışarıda."

 

"Kim sorar ki beni?" dediğimde annem bilmem dercesine omuzlarını silkti.

 

"Ben bilmem."

 

"Anne söylesen ya." Diyerek yattığım yerden doğruldum.

 

"Kızım kalk da kendin gör, tövbe Yar rabbim." Dediğinde üzerimden yorganı bir kenara attı. Oflayarak kalkığımda oyalanma diyerek odadan çıktı. Altıma pileli eteğimi, üzerime de tişört giydikten sonra uzun tişörtü eteğin içine sıkıştırdım. Hafif bir makyaj yaptıktan sonra, saçlarımı sıkıca atkuyruğu yaptım. Odadan çıktığımda adımlarım bahçeyi buldu. Dışarı çıktığımda karşımdaki onu gördüm.

 

Semih'i.

 

İlkokul arkadaşımdı. Onu görmeyeli o kadar uzun yıllar olmuştu ki ona rağmen tanıyabilmiştim. Kocaman bir adam olmuş olsa da yüz tipi aynıydı. Her günümü onunla geçirdiğim sıra arkadaşımı tanımamak elde değildi ki. Sarı saçları yeşil gözleriyle tıpa tıp küçüklüğüydü. Üzerindeki siyah gömlekle gözlerinin rengi daha da ortaya çıkmıştı.

 

"Semih gerçekten burada mısın?" diye sorduğumda inanamadığım için doğal olarak sorguluyordum. Yüzündeki tebessüm arttığında çoktan yanına ulaşmıştım. Kollarını açtığında "Buradayım." Dedi. Kalın sesi kulaklarıma ulaştığında kıkırdadım. Aklıma küçükken yaşadığımız anılar geldiğinde şimdi kocaman insanlar olarak karşı karşıya gelmemiz tuhaftı. Kolları sıkıca belimi sardığında, aynı şekilde ona karşılık verdim.

 

"İnanamıyorum." Diyerek geri çekildim.

 

"Ben de." Dedi kısaca.

 

"Ne yapıyorsun? Nasılsın?" Diye sorularımı sıraladığımda merak ettiğim o kadar şey vardı ki biliyorum onun da vardı.

 

"Seni gördüm daha iyi oldum. Hayalimi gerçekleştirdim, haberini aldım sen de öğretmen olmuşsun."

 

Gözlerim kocaman oldu. "Pilot mu oldun?"

 

"Evet." Dedi.

 

"Çok sevindim senin adına, yakışır." Dudağının kenarı yukarı kalktığında çizgileri belli oldu. Lafa devam etmek adına dudaklarımı araladığımda bir sorumu daha sordum. "Ee hangi ildesin?"

 

"Kıbrıs'tayım."

 

"GAÜ deme." Dedim hiç düzelmeyen gözlerimle. Arkadaşımın başarısı beni de mutlu ediyordu. Ayrıca resmen duymak istediklerimi duyuyordum.

 

"Dememe gerek kalmadı." Kısaca yutkundu. "Sen?" diye sorduğunda dudaklarımı hızla aralamıştım ki duyduğum ses lafımı bölmüştü. Adımı seslenen kişiye baktığımda bakmadan önce sesinden kim olduğunu tanımıştım. Atahan Bey bana çatık kaşlarla bana bakıyordu.

 

Semih'e döndüm. "Telefon numaranı alayım mı? Yarım kaldı konuşmamız, muhakkak bir yerlere oturup bir şeyler içmeliyiz."

 

Telefonunu uzattığında numaramı yazmaya başladım. "Olur haberleşiriz." Dediğinde ismimi de kaydederek tekrardan vedalaşmak için sarıldım. Uzun boylu olduğu için uzanmak zorunda kalmıştım. Geri çekileceğim vakitte tekrardan adım seslenildi. İçimden ya sabır çekerek, kollarından sıyrıldım. Semih de sesin olduğu yere baktığında gözlerini kısmıştı.

 

"Hadi sen işine bak. Görüşürüz."

 

"Görüşürüz." El sallayarak yanından uzaklaşmadan teflonunu geri uzattım ve Atahan Bey'e doğru adımlamaya başladım. Üzerinde yine her zamanki gibi takım elbise vardı. Elinde tuttuğu gözlükle, dimdik duran bedeniyle gözlerinin odağı benim üzerimdeydi. Kahve gözleri baştan aşağıya bedenim süzdüğünde bir süre kısa pileli eteğimde dolandı. Rahatsızca yerimde kımıldadığımda gözleri gözlerime çıktı. Acele acele beni çağırmasının bir nedeni olacağını düşünmüştüm ama sanırım yoktu. Böyle sessiz kalıp bana baktığına göre başka bir anlam çıkaramıyordum.

 

"Birazdan çıkacağız." Dediğinde bakışlarım elimdeki saate kaydı. Saat 11'e on vardı. Bu sabah annem beni neden kaldırmamıştı bilmiyordum, bu saate kadar uyumuştum. Umarım beni soran olmamıştır diye içimden geçirdim.

 

"Peki efendim, çantamı alıp geliyorum."

 

"Arabada bekliyorum." Demesinin ardından hızlı adımlarla mutfağa geçtim. Annem etrafı toparlıyordu.

 

"Anne biz çıkıyoruz." Dediğimde haberi olmalı ki şaşırmamış görünüyordu.

 

"Tamam, yavrum telefonun yanında bulunsun." Dediğinde başımı onaylar anlamda salladım. Mutfaktan çıktığımda odaya geri dönerek çantamı aldım. Bahçeye çıktığımda evin önünde arka arkaya sırlanmış siyah birkaç araba duruyordu. Hangisine bineceğimi bilemezken ortada duran aracın şoförü kapıyı aralayarak indiğinde arka kapıyı araladı. Teşekkür ederek koltuğa kurulduğumda yanımda oturan kişi oydu. Kapanan kapıların ardından araba hareket geçtiğinde bu kadar güvenlik alınması tuhafıma gitmişti.

 

Sessizce akıp giden yolu seyrederken bakışlarını üzerimde hissettiğim için ona doğru başımı çevirdim. "Bir sorun mu var?" diye sorduğumda huzursuz yüzü biraz da huzursuzlaştı.

 

"Kimdi o?" Aslında bilmiyormuş gibi yapıp onu sinir etmek vardı ama hiç uğraşmak istemediğim için arkadaşım diye cevapladım.

 

"Nereden arkadaşın?" diye sordu.

 

Bakışlarımı camdan çekmeden cevapladım. "İlkokuldan." Camdan yansıyan görüntüsünden bana baktığını görebiliyordum. Gerginliğinin sebebi neydi bilmiyordum. Sanırım ruh hali çoğunlukla böyleydi. Yani onu gördüğümden beri ben de sinirliydim. Benim gibi neşeli bir insanı bu hale dönüştürmüştü. Söylediklerime bir cevap verdiğimde telefon gelmesiyle konuşmaya başladı. Bu arada bakışlarım etrafı gözlemliyor, şehrimin özlemini gidermeye çalışıyordum. Dakikalar sonra arabada sessizliğin hâkim olmasıyla aynı anda arabanın hızının yavaşlaması geldiğimizi işaret etmişti. Bakışlarım küçük okula baktı, nedense heyecanlanmıştım.

 

Aslında alıştığım ortamdı.

 

Kapımız aralanarak ayaklarımız yerle buluştu. Ne yapacağımı, nasıl olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Belki onun bir fikri ya da bildiği vardır diyerek bakışlarımı çevirdim.

 

"Ne yapacağız şimdi." Geldiğimiz okul anaokuluydu. Dışarıda kimse olmadığı için derste olduklarını tahmin etmek pek de zor değildi. Teneffüs olmadan derslere geçsek daha iyi olacaktı. Elindeki gözlükleri ceketinin cebine sokarak bana baktı. Birkaç kişi arkamızdaki arabaya gittiğine göre kolilerin orada olduğunu anladım.

 

"Kolileri alarak birkaç sınıfı dolaşacağız. Ama sen tabi ki de ağır kolileri eline almıyorsun." Diyerek parmağını üzerime doğru salladı. Ders verir gibi söyledikleri beni güldürmüştü. Yanından sıyrılarak geçip gittiğimde kolilerin yerleştirildiği bagajdan birini kollarımın arasına aldığımda çok da ağır olmadığını gördüm. İstanbul'dayken kendi evime taşınırken az mı kendim taşımamıştım, benim için de tecrübe olmuştu. Elime aldığım kutuyla okula doğru ilerlemeye başlarken Atahan Bey'in mırıldandığını duydum.

 

"İnadını severim."

 

Okula girdiğimde o da kısa sürede yanımda bitmişti. Elinde üs üste konmuş üç koliyi gördüğümde gözlerimi kocaman açtım. Vur dedik öldürmüştü. Müdür ve yardımcısı yanımıza geldiğinde onlarla sohbet ede ede bir tane sınıfın önünde geldik. Sınıf öğretmeninin adı yazıyordu. Çocuk sesleri kulaklarıma çarptığında içimin huzurla dolduğunu hissettim. Kapıyı aralayarak içeri girdiğimizde çocukların meraklı bakışları bizi buldu. Bazı kutularda oyuncak bazılarında ise okul araç gereçleri vardı. Sadece oyuncakların olduğu kolileri sınıfın içerisinde açacaktık, diğerlerini ise müdürle konuşup onlara teslim edecektik. Büyük ihtimalle diğer adamlar da bahsettiğim o kutuları yerleştirmekle meşguldü.

 

Tam ortaya doğru geçerek çömeldiğimde birkaç kişi meraktan yanıma gelmişti bile. Çekinenler için dudaklarımı aralayarak "Hadi gelin bakalım, kutunun içinden neler çıkacak beraber bakalım." Dediğimde utana sıkıla gelerek yanıma oturdular. Tırnaklarımla bantı söktüğümde kapakları iki yana açtım. İçerisinden oyuncakları çıkararak gülümsedim.

 

"Oyuncak çıktı." Diye mırıldandım. Birkaç heyecanlı çığlık dudaklarımdaki gülümsemeyi arttırdığında içim huzurla doldu. "Hadi hadi yardım edin hepsine bakalım. Ayrıca beğendiklerinizi alabilirsiniz, hepinize yetecek kadar var."

 

Ayrı ayrı oyuncak tipleri vardı. Kimin neden hoşlandığı belli olmadığı için bir sürü çeşit alınmıştı. Çocukların bazıları hemen istediğini eline alırken bazıları ise hemencecik karar vermişti. O kadar mutlu görünüyorlardı ki resmen gözleri parıldıyordu. Onları böyle mutlu görmek bir ömre bedel gibiydi.

 

"Teşekkür ederim abla." Diyen tatlı selse bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdim. Mavi gözleri olan erkek çocuğu yüzündeki mutlulukla bana bakıyordu. Dayanamayıp kollarım arasına aldığımda rica ederim diye mırıldandım. Diğerleri de hep birlikte daha demin çocuğun söylediği şeyi söylediklerinde hepsi bir anda kucağıma atlayarak sarıldılar.

 

"Ayy hepinizi tek tek öpmem gerek, izin var mı?" dediğimde başlarını olumlu anlamda salladılar. Çoğunlukla yüzlerinden rahatsız olmasınlar diye saçlarından koklayarak öpmüştüm. Mis gibi kokuyorlardı. "Oh mis." Derken gözlerim bir anlığına onunla çarpıştı. Kucağında sarı saçları olan bir kız duruyordu. Onun kucağındayken o kadar minnacıktı ki bu görüntüye farkında olmadan gülümsedim. Aralarında konuşuyorlardı. Onlara öyle dalmıştım ki çocuklardan gelen soruyla bocaladım.

 

"Sizin de çocuğunuz var mı abla?" diye usulca kelimeleri toparlayarak konuştuğunda bakışları bir bana bir de Atahan'a kaymıştı. Genzime kaçan tükürükle öksürmeye başladığımda Atahan'ın sırıttığını gördüm. Zorlukla gözlerimi ondan çekerek çocuğa çevirdim.

 

"Yok, bir tanem neden sordun?"

 

"Olsaydı çok şanlı diyecektim de." Dediğinde sık sık nefeslerle konuşmuştu. Bazı kelimeleri tam anlaşılmayacak gibi olsa da daha sonra netliğe kavuşuyordu. Söyledikleri nedense kalbimde büyük bir burukluğa sebebiyet verdi. Dudaklarımdaki mutluluk sönerken bir şey diyemedim. Sonra zaten bu sınıftan çıktıktan sonra diğer sınıfları da dolaşmış ardından okuldan ayrılarak araca geri dönmüştük. Bundan sonra bir okula daha gittiğimizde işimiz bitmişti. Yorgunlukla sırtımı koltuğa yaslayarak gözlerimi kapattım. Ki çok sürmedi. Guruldayan karnım sessizliğin içerisinde büyük bir yankı yaptığında telaşla gözlerimi araladım.

 

Herkes kesin duymuştu. Rezil olmuştum. Of!

 

Yer yarılsaydı da içine girseydim diye düşünürken delici bakışları üzerimde hissettim. Nefesimi tuttuğumda utancımdan ona bakamadım. Ön koltuktan birisine hafifçe vurduğunu işittim. "Geçen gittiğim lokantaya gidelim Levent." Dediğinde şoföre söylediğini anladım. İçimden itiraz etmek gelse de daha da rezil olmamak için sustum. Birkaç dakika sonra araç durduğunda Atahan indiği için ben de indim. Önde o olmak üzere peşinden ilerlemeye başladığımda açık olan balkon kısmına geçtik. Karşılıkla oturulacak yerler dolu olduğu için yana yana oturacağımız olan o masaya yerleşmek zorunda kaldık.

 

Garsonlardan birisi hemen yanımıza geldiğinde iki tane menüyü önümüze bırakarak yanımızdan uzaklaştı. Boş boş bakmayı bırakarak menüyü elime aldım ve bakınmaya başladım. Gözüme çarpan yemeklerle acıktığımı hissederken canımın makarna çektiğine kanaat verdim.

 

"Ne yiyiyorsun?" diye sorduğunda "Makarna." Diye cevap verdim.

 

Kaşları çatıldı. "Kızım aç karna makarna mı yenir?"

 

"Tok karna mı yenir?" diye dalgaya vurdum. Ağzının içinden cıklayarak bana aldırmadı. Garson geldiğinde siparişimizi vermiştik. Beyefendi et yiyecekti. Peçetelikten peçete almak için uzandığımda sert nefesini işittim. Çatalların olduğu kısma peçetemi koyarak geri oturdum. Duvar kenarında bir yere geçmiştik, ben duvar kısmında o da cam kısmına bakan tarafta oturuyordu.

 

Açık olan bacaklarımda kalın ellerini hissettiğimde donup kaldığımı hissettim. Bedenim donuyordu fakat yüzüm kızarmaya başlıyordu bundan adım kadar emindim. Eli tenim boyunca gezindikten sonra eteğimi çekiştirdi.

 

"Ne yapıyorsunuz?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

 

Tekrar çekiştirdi. "Sikeceğim bu eteği de." dediğinde şaşkınlık içerisinde bakakaldım. Bu adamın benimle ya da kıyafetlerimle derdi neydi?

 

"Bir bunu yapmadığınız kalmıştı." Dedim kendime engel olamayarak.

 

"Te Allah'ım." Diyerek başını salladı. Gülesim geldi. Bir süre konuşmadan beklerken bu sırada da yemeklerimiz gelmişti. Çok aç olduğum için hemen çatalıma sarılarak makarnamı yemeye başladım. Yanındayken dudağımın kenarına sosunu bulaştıracağım ve ona yakalanacağım diye sürekli peçeteyle silmiştim. Aynı zamanda içeceğimden yudumlar almaya devam etmiştim. Yemek boyunca birkaç kez soru sormuş ve onları cevaplamıştım. Böyle böyle derken küçük bir sohbet açmıştık. Yemeklerimiz bittiğinde hesabı ödeyerek mekândan ayrıldık. Dışarıya çıktığımızda Atahan'ın şoförle konuştuğunu duydum. Adam başını onaylar anlamda sallayarak yanımızdan ayrıldığında sanırım işi vardı diye içimden geçirdim. Araca geçtiğimizde kemerimizi bağladık. Aracın içerisinde yalnızdık. Yola koyulmamızın ardından dakikalar sonra eve giden yoldan gideceğimiz vakitte farklı bir yola sapmasıyla başımı ona çevirdim.

 

"Nereye gidiyoruz."

 

Yoldaki bakışlarını bana çevirdi. "Seni kaçırıyorum."

 

 

Loading...
0%