Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@rarbezrh

4. Bölüm: Odama Gel.

 

"Keşke sen ben olsan; Seni sevmenin ne kadar zor olduğunu anlasan. Keşke ben sen olsam; Bu kadar sevilmenin tadını çıkarsam."

 

Hissettiğim tedirginlik bir urgan gibi boynuma dolanmış canımı yakmaya başlamıştı. Gözlerimdeki korkuyla ona doğru döndüğümde bana bakmıyor, yola bakıyordu. Trafiğin çok yoğun olmadığı bir yoldan ilerliyorduk, yolun sakinliği ayrı bir tuhafken ondan daha önemli olan meseleye döndüm. Seni kaçırıyorum demişti. Anlayamıyordum. Tam şuanda ne yapıp ne yapmak istemediğini anlayamıyordum. Sinir etmek buysa eğer bunu çok iyi başarıyordu.

 

"Şakaysa hiç komik değil. Bugün size yeterince katlandığımı düşünüyorum."

 

Sinirle mırıldandı. "Şaka mı değil mi göreceğiz." Dediğinde arkasına rahatça yerleşmesi sinirimi bozdu. Tek elle sağladığı direksiyonun hâkimiyetini ustalıkla yapmasına şaşırmamıştım. Sözleri gibi kendisi de rahat bir insandı. Bu rahatlık bolluk içinde büyümesinden dolayı mıydı bilmiyordum ama dışarıdan sinir bozucu bir adam gibi göründüğünü biliyordum.

 

"Bakın Atahan Bey." Diyerek ona doğru döndüğümde gözlerinin sinirden dönmekte olduğuna şahit oldum. Elini sertçe direksiyona geçirmesiyle yerimde zıpladım. "Sikeyim beyini de, benim asabımı bozma kızım. Bu kadar yakınındaki adama bey mi diyorsun sen?" dediğinde bana haklıymış gibi çıkışması beni dellendirdi.

 

"Sen ne hakla bana bağırıyor, emir veriyorsun? Sen kimsin ya. Sanırım etrafınızdaki kızların peşinizden koşmasına alışmışınız, ben böyle yapınca mı suç oldu? Kusura bakmayın ama ben bir hata yaptığımı düşünmüyorum. Üstelik evinizdeki aşçının kızına yakınlaşan sizsiniz."

 

Uzunca söylediğim kelimelerin ardından derin bir nefes verdim. Yönüm koltukla hala ona dönüktü. O ara sıra kızgın bakışlarını üzerime çeviriyor sonra yola tekrardan dönüyordu. Arabada yüksek sesimiz haricinde hiçbir ses yoktu.

 

"Ne olmuş lan çalışanımızın kızına yakınlaşmışsam, ne bok yemişim amına koyayım ben böyle ya."

 

Çok haklısın. İyi bok yemiştin.

 

"Ne olmuş lan mı? Şaka mısınız? Benim tarafımdan baktığınızda olayın nerelere geleceğini bilmiyorsunuz tabi. Sizin için her şey bir sözle, bir adımla bu kadar basit hale geliyor."

 

"İyi gizli saklı olmaktan mı kokuyorsun, iyi o zaman söylerim anneme babama, söylerim annene rahat rahat görüşürüz."

 

"Uygun olmaz." Diyerek kestirip atmak istedim fakat öyle olmadı. Onun bu meseleyi kolay kolay geçeceğini sanmıyordum ama bir ümit şansımı denemek istemiştim.

 

"Sabır. Allah'ım sen şu kuluna sabır ver."

 

"Aynen aynen." Dedim sinirle.

 

Bütün damarları ortaya çıkmış yüzü kızarmıştı. Bu adamla iki laf bile konuşulmazdı ya. Şimdi ne kadar süre bunun yanında kalacaktım? Daha doğrusu katlanacaktım. Sık sık aldığı nefeslerle sakinleşmeye çalıştığını anladığımda bakışlarımı ondan çekerek cama çevirdim. Kollarımı karnımda birleştirdiğimde bütün yolun bitmesini bekledim. Bir an önce konuşup eve dönmek istiyordum. Nereye gittiğimizi de bilmiyordum. Ki sormak da istemiyordum. Soramadığım için gelene kadar içim içimi kemirmişti. Arabanın yavaşlamasıyla bakışlarım merakla etrafa kaydı.

 

Dışı siyah renkten oluşan ev orta boyutta bir evdi. Etrafındaki ağaçlarla çevrili olmasından dolayı huzurlu bir yer olduğunu düşünürken kapımın açılmasıyla daldığım noktadan bakışlarımı çektim. Kendisi çoktan oturduğu koltuktan kalmış benim kapıma kadar gelmişti ve ben dalgınlığımdan dolayı fark edememiştim.

 

"İn hadi." Dediğinde birkaç dakika önceki sert sesi kaybolup gitmişti. Onun gibiydim ben de, sinirim şuanda yoktu ama her an gelebilirmiş gibi hissediyordum. Atahan'ın bazı kelimeleri bile beni sinirlendirmeye yetiyordu. Belki bu durum onun için de geçerliydi fakat haklı olan bendim.

 

Kemerimi yuvasından ayırarak aşağıya indiğimde ardımdan kapımı kapattı. Sessizdim bu yüzden adımlarını yavaşlıkla takip ettim ve evin kapısına yerleştirdiği anahtarla bu sessizliği bozdum. "Kimin evi burası?" Dediğimde ayakkabılarımızla geniş hole ayak bastık. Bakışlarım ilk defa geldiğim bir ortamı tanımak maksadıyla etrafı incelemeye başladım. Daha net görmem ister gibi ışıklar yardımıyla içeriyi aydınlattığında sarı ışık ortamı güzelleştirmişti. Camlı kapıdan baktığımda bahçeye açıldığını gördüm. Çok büyük bir ev olmamasına rağmen ayrıntısı çoktu.

 

"Benim." Diye yanıtladı dakikalar önce sorduğum soruya cevap vererek. Sözlerine karşılık anladım diye mırıldandım. Ayakta kaldığımızı daha yeni fark etmiş olmalı ki, salondaki çift kişilik koltuğu işaret etti. Bir çift kişilik, iki tek kişilik koltuklar kahverengi deridendi. Bir şey söylemeden gösterdiği koltuğa geçerek oturdum. İçimdeki sorularla rahatsız bir şekilde ona baktım.

 

"Bir şey içer misin?"

 

"Hayır, buraya konuşmak için geldik." Dedim amacımı belli ederek. Daha fazla vakit kaybederek dikkat çekmek istemiyordum ama o çok yavaş davranıyordu. Amacı kesinlikle beni delirtmekti.

 

Keskin gözleri gözlerimi etkisi altına almak istediğinde bunu anlamama rağmen çekilmedim. Yanıma adımlayarak yaklaştı ve tam yanımdaki boşluğa oturdu. Dizleri dizlerime değerken kısacık titremeyle silkelendim. Kısaca yutkunmak istedim, bir anlığına boğazıma kaçan tükürük öksürtecek sandım ama öyle olmadı. Yönünü bana çevirerek sesli bir soluk aldı. Boynundan dağılan koku burnuma doluştuğunda artık bu kokuya yabancı olmadığımı fark ettim. Muğla'ya geleli ne kadar olmuştu ki kokusuna alışmıştım anlamıyordum. Zaten ben bu eve geldiğimden beridir olup bitene anlam veremiyordum.

 

Hayatım boyunca yanlış yapmaktan çekinen birisi olaraktan bu yaşadığım şeyler gericiydi. Şaka gibi ama bu böyleydi. Atahan, bana bu hisleri yaşatan tek adamdı. Çelişkiler içerisinde kalmış, çıkmaz yolda gibi hissediyordum. Ona içimi açma gerekir miydi? Belki o zaman aklımdaki karmaşıklığa bir çözüm bulabilirdim.

 

"Yavrum." Dedi düşüncelerime bir taş misali engel olarak. Bu kelimeyle seslenirken takındığı ses tonu kalbimdeki katılığı yumuşak bir dokuya çeviriyordu. Neden kelimesi gözlerimin dolmasına sebebiyet verecek kadar geçmiş doluydu. Özlememi hatırlatmak istiyor gibi duruyordu fakat gerçekleri bilmediğine emindim. Gerçekler... Geçen gece ona az daha belli edeceğim o gerçek. Aslında saklamak istediğim bir kutu içerisinde değildi. Sanırım tekrardan anlatmaya gücüm yoktu.

 

"Bu kadar güçlü olmak zorunda değilsin." Dediğinde bir anlığına içimi okumuşçasına korktum. Telaşla gözlerini gözlerinden kaçırmak isterken izin vermedi. Kulağım ve çenem arasına yerleşen büyük elleri bu engelin sahibiydi. Sıcak teni, gerginlikten üşüyen tenime dokunduğunda dokunduğu noktanın alev aldığını hissettim.

 

"Kafamı karıştırmaya hakkınız yok." Dediğimde kendimi bir patlama noktasında buldum. Bu patlama bir anda hıçkırarak ağlamama neden oldu. Gözlerimden akan damlalar dizlerimize düşmeye başladığında birkaç damlası da eline bulaşmıştı. Şaşırdı bu halime, ya da telaşlandı kavrayamadım. Gözleri akıp giden damlaları bulduğunda harelerinden geçip giden anlamlar neydi bilemedim. Parmakları hızla onları yok etmek ister gibi gözaltlarımı buldu. Canımı acıtmak istemiyor gibi usul usul dokundu.

 

"Ağladığında işler daha da karmaşıklaşıyor gibi hissediyorum. Gözlerinden akan damlalar zihnimdekileri cevapsız bırakıyor." İçi gider gibi baktı. Sessiz kalmam onu daha da gerdi sanki.

 

"Ağlama." Ellerimin içindeki nemi eteğimin kumaşına sürttüm. Karşısında ağlamak istemiyordum fakat ikinci kez karşısında gözyaşı döküyordum. "Ağlama yoksa dayanamam."

 

Yapamadım. Bu kadar duygusal olmama lanet ederek aynı şekilde kalmaya devam ettim. Sanırım regl günüm yaklaşıyordu yoksa bu kadar da olmazdım. Olmazdım değil mi?

 

Karşısında bu kadar güçsüz olmam hoşuna gitmemiş gibi kaşları çatıldığında koltuğa sırtını yaslayarak beni kucağına çekti. Bedenimi basit bir şekilde kaldırması donup kalmama neden olurken ağlamam kesilmişti. Kollarını belime sararak göğsüne iyice yerleştirdi. Kokusunun odağı tamamen benim olurken gözlerim kendiliğinden kapandı.

 

"İşe yaradı." Dedi gözyaşlarımı kast ederek. Bir şey söylemedim. Bütün gücüm çekilmiş gibiydi. Hiç istemedim böyle olmak ama kendimi de değiştiremedim. Dakikaların ardından iç çekişlerim de sonlanmıştı. Günün yorgunluğa bedenimde kendini belli etmeye başladığında dayanamadım ve kendimi onun kolları arasında karanlığa çekildim. En son hissettiğim şeyse saçlarımın arasına değen dudakları olmuştu.

 

...

 

Boynumda hissettiğim aşırı derecedeki sıcaklıkla gözlerim kıpraştığında rahatsızca yerimde kımıldamak istedim ama işler istediğim gibi gitmedi. Arkamda hissettiğim şey öyle dibimdeydi ki zerre hareket edemiyordum. Kaşlarım çatıldı. Kısık gözlerle baktığımda kahve bir dolap ve duvarla karşılaştım. En son hatırladığım şey onun kucağında olduğumdu, peki şimdi neredeydim? Çok da zor olmasa gerek yatak odasında olduğumu anlayabilmiştim. Bedenimdeki sıkı kollar da ona aitti. Yanağıma yerleşen kızarıklığın varlığına an be an şahit olurken, yüzümü buruşturdum.

 

Farkında mısın Mehru, ondan her uzaklaşmak istediğinde yanında bitiyor.

 

"Kendinle hesaplaşman bittiyse bana dön."

 

Sesini duymamla korktum. Ne ara uyanmıştı? Ve ben kaç dakikadır uyuyordum. Kolları arasında yönümü ona çevirdiğimde benim gibi yeni kalkmış olmalı ki gözlerindeki uyku belli oluyordu. Acaba şuanda benim suratım ne durumdaydı, kötü değildir umarım diye içimden geçirdim. Yeterince yatağında pardon kollarında uyuyakalmamışım gibi bir de bunun utancını yaşayamazdım. Ellerim bedenlerimizin arasında sıkışıp kalırken başını eğerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

 

"Ölürüm, kokuna." Diye tamamladı aldığı büyük nefesi. Gözlerinde büyük bir yangın başlayıp, dudaklarından çıkan kelimelerle o yangın harlanıyordu. Yüreğime soktuğu o alev içimi yakıyor, beni ona yakınlaştırıyordu. Düşüncelerim bu yakınlaşmanın doğru olduğunu söylese de neden hissettirmiyordu. Niye içimde bir yerlerde o korku yatıyordu. İstemiyordum, artık bir şeyleri düşünerek yaşamak istemiyordum ama kendime de engel olamıyordum.

 

"Kendimle hesaplaşmam hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor, kendimden vakit bulup da sana nasıl geçeceğim bilmiyorum." Dedim. Kuruyan boğazım konuşmama öksürerek engel olurken geri çekildi. Boğazımı temizleyerek düzeltmek isterken pek de işe yaramadı. Geri çekilme sebebi komodinin üzerindeki sürahiden su doldurmak olduğunda bu ince düşüncesi karşısında içim yumuşadı. Doldurduğu bardağı uzatırken aynı zamanda doğrulduğum için eli sırtımı buldu. Sanki elim kolum tutmuyormuş gibi suyu içmeme yardımcı oldu. Kana kana içtiğim sudan akan damlar boğazımdan akıp giderken diğer boşta kalan elimle silmek istedim ama benden önce davranarak silecek sandım. Elleriyle... Dudakları, ellerini beklerken dudakları boynumu bulduğunda gözlerim kapandı.

 

Yakardı.

 

Yanardık.

 

Gözü gözüme değerse, teni tenime değerse kavrulurduk. Dudakları tenime değince kavrulduk, hissetmiş miydi? Yoksa benim yangınım ona da mı sıçramıştı? Gözleri bu yangına yaklaşırken kapanmıştı, sahi doğrusu hissetmek için hareler karanlığa bürünmez miydi?

 

"Atahan." Dedim durması ve uzaklaşması için. Neyse ki uzatmadan derin bir nefes alarak geri çekildiğinde kastığım bedeni gevşetmeye çalıştım. Utancım hala yerli yerindeydi fakat o çok rahattı. Bundan bir kez daha emin olmuştum. Çok merak ettiğim şey vardı, hepsini sormak istiyordum.

 

"Adımı sadece senin dilinden duymak istiyorum." Daha sonra vurgu yapmak ister gibi tekrardan dudaklarını araladı. "Sadece adım."

 

"Kaç kıza böyle yaklaştınız?" diye sorduğumda kaşlarım çatılmıştı. Bu söylediklerim kendim söylememe rağmen beni sinir ediyordu.

 

"Yaklaşmadım." Bu kadar rahat davranmasını başka bir sebebe bağlayamıyordum. Ama haklı değil miydim? Bu düşünceleri zihnimin çevresinden geçirmem gayet normaldi. Asıl geçirmemen tuhaf olurdu. Aynen aynen gibisinden başımı sallayarak geri çekildim ve yataktan kalkmak istemiştim ki sertçe sırtım yatağa bastırıldı. Kalbim bir kuşun kalbi gibi hızla atmaya başladığında nefes nefese kalmıştım.

 

"Yemin ederim yaklaşmadım, hep işimde gücümde oldum." Şaşırdım. Böyle uslu sulu kendini açıklaması tuhafıma gitmişti. Sesi ikna ediciydi, ayriyeten komik. Tutamadım kendimi dudaklarımın arasından çıkan kıkırtıyla gülmeye başladım. Gözlerindeki mahzunluk yok olarak yerini parıltılar aldığında koskoca adamın neye sevindiğini anlayamadım. Acaba dişimde bir şey mi vardı? Of, aklım niye saçma sapan sorulara gidiyordu?

 

"Böyle güzel gülünmez hatun." Dedi içi gider gibi. Bakışları dudaklarımı bulmuş gülüşümü izlemişti bir süre. Ben de aklıma gelen komik görüntüler ve düşüncelerle bir süre gülmüştüm. Koca adamı zihnimde ne hale sokmuştum. Hatun kelimesini duymuştum fakat hiç anlamına bakarak araştırmak aklıma gelmemişti. Merak ettiğim için sordum. "Hatun ne demek?"

 

"Eski Türkçeden kraliçe anlamına gelen birkaç kelimeden evirilmiş. Eskiler bu unvanı çok kullanırmış, hakanların eşlerine böyle seslenilirmiş."

 

Demek hakanların eşine böyle sesleniyorlarmış.

 

"Peki, bana böyle hitap etmendeki sebep?" Asıl merak ettiğim kısım burasıydı ama ilk önce bunu sormak istememiştim. Ne uyanıktım ama.

 

Üzerime abanarak sıcak nefesini yüzüme bıraktı. Bugün o kadar yakınlaşmıştık ki bünyeme fazla gelmeye başlamıştı. "Sana yakışan bir sürü kelime var ama sana baktığımda en çok bu kelimenin anlamını görüyorum."

 

Sana yakışan bir sürü kelime var ama...

 

"Peki, adımı bildiğin halde neden o gece bilmemiş gibi yaptın?"

 

Saatlerdir uyuyamadığım o gece bütün düzenimi alt üst etmiş gibi hissetmiştim. Kısa süreceğine dair olan inancım günden güne azalıyordu. Nereye baksam yüzünü görme durumu artık bıktıracak duruma gelmişti. Beni etkisi altına almasını istemezken çoktan onun elektriğine kapılmıştım. Öldürecek olan da kurtaracak olan da oydu.

 

"Gerçek olduğuna inanmak için."

 

Atahan'ın sıcak elleri yüzümü bulduğunda küçük bir zarar dahi vermek istemiyormuş gibi usul usul okşadı. Başparmağı tenimde bir rüzgâr gibi salınırken, gözlerine bakmak çoğu zamanki gibi zor geldi. Kahve gözlerinin koyuluğu nedendir bilinmez gözlerime bakarken hep böyleydi. İkimizin de gözleri kahverengiydi fakat onunki bir başkaydı. Yoksa böyle etkilemesi renginden değil de akıp giden hislerinden miydi?

 

"İnandın mı peki?" diye sordum kuru dudaklarımı aralayarak. Karşısındayken su içmek de fayda değildi. Bakışları kısaca dudaklarıma kaydı. O kısacık zaman bile kalbimin kasılmasına yetti.

 

"Kokunu solumam inanmama yetti, yine de adını duymak istedim."

 

Kokunu solumam inanmama yetti.

 

Hisleri ne zamandan beri onunlaydı bilmiyordum. Onu hiç görmemiştim ki, bundan emindim. Bu ailenin içinde yaşarken bile sadece bir oğulları olduğunu duymuştum. Adını sormak da hiç aklıma gelmemişti. Tek bildiğim yurt dışında okumuş olmasıydı. Ailesi onu iyi bir eğitim görmesi için bu yöntemi bulmuşlar ve onu Muğla'dan yollamışlardı. Sahi bir çocuğu küçük yaşlarda eğitim görmesi için yurdundan göndermek ne kadar doğru bir karar tartışılırdı. Tabi bunu sorgulamak benim haddim değildi, buna ailesi çoktan karar vermiş ve uygulamıştı.

 

"Ben ne düşüneceğimi bilemez oldum." Karmakarışık düşünceler artık bir eziyet haline gelmeden açıklığa ulaşsın istiyordum. Âmâ bir yandan da sözlerinden sonra ona kapılıp gitmekten korkuyordum. Bazı kötü ihtimaller kalbimi sıkıntıya düşürüyor, geceleri beni uyutmamaya başlayacaktı biliyordum. İnsan ne zaman stresteyse o zaman uykular ona haram olurdu.

 

"Ne merak ediyorsan sor, kafanda kendini yiyip bitirmeni istemiyorum."

 

Soracağım sorulardan başka bir şey aklıma takıldığında telaşla yerimden kalktım. "Saat kaç?" diye sorduğumda telaşıma karşılık kötü bir şey olmuş gibi o da doğruldu. Bu telaşına karşılık dudaklarımı aralayarak sebebimi açıkladım.

 

"Annem beni merak etmiştir."

 

Çatık kaşları düzeldiğinde derin bir nefes aldı. "Ben de bir şey oldu sandım."

 

"E oldu zaten, kadın meraktan ölmüştür."

 

Yataktan doğrulduğunda bakışlarımı etrafta telefonu bulmak için dolaştı fakat bulamadı. Galiba salondaydı. Ben de doğrularak ayağa kalktığımda o çoktan bir şey söylemeden odadan çıkmıştı. Kapıyı aralayarak salona geçtiğimde orta sehpanın üzerinde duran bir telefon gördüğümde benimkidir diye adımlarken o da eş zamanlı oraya ulaşarak telefonu eline aldı. Fakat elindeki benimdi.

 

"Geleceğimin haberini vermem gerekiyor."

 

Telefonu havaya kaldırarak alamayacağım bir yüksekliğe çıkardı. Kaşlarım anında çatılırken rahatça nefesini verdi. "Bir şartla bu telefonu vereceğim."

 

"O benim zaten telefonum, onu almak için bir şarta ihtiyacım olmamalı." Diye uzunca bir açıklama yaptım fakat inat bir beyefendi olduğu için kendi dediğini yapmaya devam edecekti. Onunla konuşmam için ya da dediğini yapması için şart mı koşması gerekiyordu.

 

Beni hiç duymamış gibi "Daha sonra konuşacağız, benden kaçmayacaksın." Dediğinde hemen kabul ediyormuş gibi yapıp başımı onaylar anlamda salladım ama yemedi.

 

"Sözünde durmazsan olacaklardan ben sorumlu değilim." Dediğinde gözlerimi kısarak içimden pislik diye geçirdim. Yapacaklarının bir sınırı olmadığını düşünüyordum yani ona güvenmiyordum. Bir deliliği tutar hoşlanmayacağım bir şey yapardı o zaman işler karışırdı.

 

"Tamam, ver." Alt tarafı daha sonra konuşacaktık, zaten isteğim de bu yöndeydi. O kadar cevapsız soruya bir cevap bulmak istiyordum. Gözlerime bakarak emin olmak istiyormuş gibi durduğunda ona bu güveni verdim. Telefonu uzattığında yanından uzaklaşarak annemi aramaya başladım.

 

"Annecim ne yapıyorsun?"

 

"Kahve yapıyorum güzelim, sen? Dediğinde şaşırdım. Ne yani, neredesin kızım sen gibi telaşlı cümlelerini sıralamayacak mıydı?

 

"Nerede olduğumu merak etmiyor musun?" diye düşüncelerini tartmaya çalıştım.

 

"Atahan oğlum söyledi."

 

Ha?

 

"Anladım anne, birazdan geleceğiz haber vermek istedim."

 

"Tamam, yavrum dikkatli gelin." Dediğinde vedalaşarak telefonu kapatmıştım. Beni kandırmıştı. Sırf başka bir zamanın sözünü almak için yalan söylemişti. İnanamıyordum. Kaçmayacaktım. Yani daha konuşmadan önce kaçmayacaktım. Fakat elinden kaçıp gitmemden korkuyormuş gibi davranmasına bir anlam veremiyordum. Arkamı dönerek onun yanına dönmek istemiştim ki sırtımın bir bedene çarpmasıyla kımıldamaya son verdim. Tam arkamdaydı, sırtım göğsüne değerken ne ara geldiğini kavramaya çalışıyordum.

 

"Ne diyor kayınvalidem?"

 

"Sen anca dalga geç." Diyerek yanından sinirle sıyrılıp gitmek istedim fakat izin vermedi. Bileğime sarılan parmaklarıyla ona çekildim. Dudağının kenarı belli belirsiz hava kalkmıştı ama yine de tamamen gülmüyordu. Benim suratım ise resmen sirke satıyordu. Ona ters ters bakmaya başladığımda gözleri gözlerimi buldu.

 

"Yavrum gerçekleri söylüyorum ben niye kızıyorsun?"

 

"Bak hala." Kızgın suratım daha da artmaya başladı. Bunu görünce el mecbur "Tamam tamam." diyerek yatıştırmaya çalıştı. Kısa bir sessizlik aramızda vuku bulurken elini omzuma atarak beni kendine çekti. Başımı yana yatarak göğsünde yer edindiğinde kulaklarıma çarpan kalp atışlarının sesi beni dinginleştirmişti. Beni böyle sakinleştirmesini ne kadar istemesem de kapılıp gitmiştim.

 

"Artık gidelim." Dedim durgunlaşan sesimle. İstemeyerek kendini geri çekti ve gözlerimde ne gördüyse hiç hoşuna gitmedi. "Gidelim." Söylemek isteyip de söyleyemediklerinden başka bir şey söylemiş gibi duruyordu. Yutkunarak geri çekildim ve elimdeki telefonu avuçlarımın arasına sıkıştırarak geri odaya geri döndüm. Ayakkabılarımı ayağıma geçirdikten sonra hole geri döndüğümde kapının ağzında beni beklediğini gördüm. Kapıyı aralayarak çıkmam için müsaade etti. Dışarıya çıktığımda o da elektrikleri kapatıp, kapıyı da ardından kilitleyerek geri çekildi.

 

Arabayı açtığını işaret eden kısık sesle kapıyı aralayarak koltuğa kuruldum. Kemerimi bağladığımda o da aynı zamanda koltuğuna yerleşmiş ve arabayı çalıştırmıştı. Kararan yolu aydınlatan araba yolu sayesinde taşlı yoldan ilerlemeye başladığımızda usul usul gitse de araç hafif sallanıyordu. Arabada dakikalardır süren bir sessizlik vardı ve bu benim nedense daha da gerilmeme neden oluyormuş gibi hissediyordum. Sürekli lafa atlamaya çalışıp cesaret edemeyip geri çekiliyordum. Sanki zor bir konuşma sınavında gibi stres yapmıştım.

 

Bu adam benim ayarlarımla oynuyordu.

 

"Çocukları sever misiniz?" diye sorduğumda iç sesim gerçekten bu soru mu Mehru? Diye sordu. Çok fazla hak verdiğimde artık iş işten geçtiği için susmak ve kabullenmek zorunda kaldım. Aslında kafama kafama vurup sen ne yaptın diye kendime hesap sormak istiyordum. Ucu açık bir soruydu. Belki benim anladığım taraftan anlamazdı. Aynen anlamazdı.

 

"Severim." Dediğinde beklediğim cevabı almıştım. Bugün onların gözlerinin içine bakarken kendi kahve hareleri adeta parlamıştı. Saf sevgiyle yaklaşmış, gönüllerini kazanmıştı. Bugün bir sürü çocuğun gönlünü kazandığımız için çok sevaba girmiştik. Onları mutluyken görmek huzur vericiydi. Çocukları çok seviyordum, zaten sevmesem bu mesleği yapmazdım. Ama meslekten daha önce de çocuk bakıcılığı ya da özel öğretmenlik yapmıştım. Baktığım çocuklar konuşabilen yaşa gelmiş çocuklar olmuştu. Bebeklere hiç bakmamıştım, nedense onları kucağıma almaktan korkuyordum. O kadar ufak ve canı yanacak gibi duruyorlardı ki insan çekinmeden yapamıyordu.

 

Sen? Diye sorma gereği duymamıştı. Zaten gereği de yoktu. Ama lafımı devam ettirmeyecek miydi? Açtığım sohbet burada noktalanmış mıydı?

 

"Çocukları kendine âşık etmek gibi bir huyun var." Dediğinde "Nasıl yani?" diye yanıtladım. Sinyal vererek sağa döndüğünde bakışlarını ön camdan ayırmadı. Bense başımı cama yaslamış onu izlemekle meşguldüm. Rahatım yerindeydi.

 

"Yaklaşım tarzın ve yüz ifaden onları sana çeken en önemli şey." Derin bir iç çektiğinde başını döndürerek gözerini bana çevirdi. Zaten onda olan gözlerimi gördüğünde şaşırmadı. Zaten izlendiğini biliyormuş gibiydi. Parmakları ikimizin arasında kalan bölmeden bir paket aldığında bunun sigara paketi olduğunu gördüm. İçerisinde bir dal aldığında fırlatarak geri yerine girmesini sağladı. Yine aynı yerden bir çakmak çıkardığında ucunu ateşledi.

 

Camı üsten hafifçe açık bıraktığında içine çektiği dumanı tekrardan dışarı bıraktı. Beyaz duman açık aralıktan sızıp gittiğinde sigaranın kokusu az da olsa burnuma doluştu. Sigara kokusu kötü bir kokuydu ama beni çok fazla etkilemiyordu. O yüzden pek sıkıntı yaratmadı.

 

"Ne zamandır bu mesleği yapıyorsun?"

 

"Bilmiyor musun?" diye onu tartmaya çalıştım fakat o yalan söyleme gereği duymadan "Biliyorum." Dediğinde dudaklarımın arasından alayla hah! Çıktı. Acaba bu bilgiyi nereden öğrenmişti? Ya da daha ne kadar benim hakkımda bilgi birikimine sahipti? Bense onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Bu da çok garip geliyordu.

 

"O zaman bildiğin şeyleri sorma." Çok gergindim. Onun karşısında neden böyleydim bilmiyordum. Hiç böyle ani çıkışlar yapan birisi değilken kendimi tanıyamıyordum. Cıvıl cıvıl kadını ne hale getirmişti. Aslında getiren o muydu yoksa tamamen sebebi ben miydim anlayamamıştım.

 

Direksiyonu sertçe sağa kırarak arabayı durdurduğunda emniyet kemerim bağlı olsa bile öne doğru savruldum. Ellerimle torpidoya tutunduğumda yaşadığım adrenalinle kalbim korkuyla atmaya başladı. Ellerim göğsüme doğru giderken ona baktım. Sinirli ifadesi yüzünden çenesi kasılmış, o yumruyu görebilmiştim. Parmakları sertçe çenemi kavrarken bana doğru yanaştı.

 

"Benim tepemin tası atıyor, ters ters cevap verme."

 

"Vermem." Dedim. Sustum. Kollarımı göğsümde bağlarken bakışlarımı ondan çekerek kendi tarafımdaki cama çevirdim. İçimden sayıp döksem de ona ağzımı açıp tek kelime etmedim. Bana baktığını görebiliyordum. Fakat ne bakıyor, ne konuşuyordum.

 

"Sikeyim böyle işi." Dediğinde sigarasını camdan atmış, birkaç dakika sonra da camı kapatmıştı. Geri yola koyulduğunda yol boyunca bir şeyler mırıldandığını duydum ama kulak vermedim. Saniyeler dakikalara devrildiğinde güvenlikten geçerek evin önünde arabayı durdurdu. Kemerimi çıkararak kapı kolunu tutmuştum ki bileğimi tutan parmaklar gitmeme engel oldu.

 

"Gece herkes uyuyunca odama gel."

 

Oldu paşam.

 

"Gelmeyeceğim, beklemeyin."

 

"Sen bilirsin ben seve seve gelirim." Yapardı. Vallahi yapardı.

 

Dişlerimin arasından "Tamam, buna da tamam." Dediğimde elimi sertçe çekerek araçtan indim. Sinirli adımlarla mutfağa doğru adımlamaya başladığımda içeri girmeden derin bir nefes aldım. Annemin yanlış bir şey anlamasından koktuğum için yüz ifademi değiştirdim. İçeride birkaç çalışanla çay içiyorlardı. Tek oturmayan Selindi. Kalıptan çıkardığı keki tabaklara koyuyordu

 

"Aa kek mi yaptın? Neli?" diye sorduğumda bakmadan cevap verdi.

 

"Limonlu. Atahan Bey'im çok sever."

 

Demek Atahan Bey'in çok sever.

 

Sevdireceğim ben şimdi bir şey de münasip olmayacaktı.

 

"Kendisi geldi, götür istersen."

 

Dudaklarımın arasından çıkan kelimelerin ardından göz bebekleri büyüdüğünde suratsız yüzünün bir anda canlanmasıyla şaşırdım kaldım. Dişleri görünecek kadar güldüğünde "İyi zamanlama." Diye mırıldandı ama duydum.

 

"Annecim gel otur ayakta kaldın." Diyen anneme karşılık gülümseyerek yanındaki boş sandalyeyi gösterdiğinde bir bardağa çay doldurarak oturdum. Ortaya birkaç kurabiye koymuşlardı. Canım çektiği için onlardan birisine uzandım. Ağzıma atıp çevirmeye başladığımda bakışlarım tekrardan o kızı buldu. Saçını başını düzelterek tabağı eline aldığında kurabiye kırıntılarının boğazıma kaçmasıyla öksürmeye başladım. Aynı zamanda sırtıma vurulan ellerin sahibi "Helal helal." Derken çayımdan bir yudum aldım.

 

Bu kız çok fenaydı. Alt tarafı limonlu kek götürecekti, saç baş düzeltmek de neyin nesi oluyordu. Mutfaktan çıktığında dişlerimi dudaklarıma kıstırdım. Masada bir sohbet açıldı, bir sohbet kapandı ama benim kulağım hiç sohbete dâhil olamadı. İçim içimi kemiriyordu. Dakikalar geçti, geçti. Sonra Selin eli boş bir şekilde geldiğinde beklediğimi göremeyen gözlerim nedense hüzünlendi. Ne bekliyorsam sahi?

 

Yemek istediğim o kurabiyeyi de bitirememiş, yarım kalanını annem yemişti. Duygu değişimimi gördüğü için sorgulasa da yorgun diye geçiştirmiştim. Sonra zaten etraf toparlanmış herkes odalarına çekilmişti. En son annemle biz de odaya geçtiğimizde geceliklerimi giymek zorunda kaldım. Onun yanına gideceğim için üzerimi değiştirmeyecektim ama annem işkillenmesin diye el mecbur geceliklerimi giydim.

 

Yatağıma oturduğumda annem de dolabın kapağını kapatarak bana döndü.

 

"Nasıl geçti bugün annem?"

 

Hevesle atıldım. "Ayy anne bir görsen nasıl mutlu oldular, hala kulaklarımda sevinç çığlıkları yankılanıyor. Hepsi çok tatlı, bol bol konuştuk. Ayrılması zor geldi."

 

"Oyy guzularım, fotoğraf var mı? Göster bakalım."

 

Yatağın üzerinden telefonumu alarak galeriye girdim. "Öğretmenler çekmişti." Dediğimde açtığım fotoğrafı gösterdim.

 

"Amanin üvücük bunlar." Dediğinde kıkırdadım.

 

"Sorma sorma, tam ısırmalık."

 

Dudaklarından küçük bir iç çekiş duydum. "Gururu duyuyorum guzum seninle."

 

"Ben de seninle annem." Dedim dolu dolu. Dayanamadım, bir de sıkıca kollarımı boynuna doladım. Öpücüklerimi yüzüne sıralamaya başladığımda kahkahaları moralimi yeterince yerine getirmişti. O yorgun olduğu için biraz daha sohbet etmiş sonra o yatmıştı. Bekledim, bekledim ve hafif horlamasını duyduğumda derin bir nefes alarak yerimden doğruldum. Telefonumu ellerimin arasına sıkıştırarak sessizce odadan çıktım ve ardımdan kapıyı aralık bırakarak uzaklaştım.

 

Ayak parmak uçlarımın üzerine basa basa merdivenlerden üst kata hızlı hızlı çıktım. Etrafı kontrol etmekten bekçiye dönmüş stresten ölüp ölüp dirilmiştim. Sonunda kapsının önünde geldiğimde karanlık odayla karşılaştım. Yine ışıkları kapalıydı. Kapıyı usulca kapattığımda parmaklarım ışığı aradı ve sonunda bulduğunda üzerine bastım. Aydınlanan ışığın ardından gözlerim etrafta onu aradı ama bulamadı.

 

Hem bana gel diyordu hem de kendisi ortalıkta görünmüyordu.

 

Bakışlarım etrafı taramaya başladığında kulaklarıma su sesi çarptı. Duş adlığını anladığımda gözlerim odayı tararken takıldığı kısma ilerledim. Yatağa oturarak komedinin üzerinde duran tabağı dizlerimin üzerine aldım ve üzerindeki keki yemeye başladım. Ona kaptırmayacaktım bu keki, hepsini ağzıma tıktığında bir an boğulacağımı sandım usul usul çiğneme devam ederken duyduğum sesle bütün uzuvlarımın donduğunu hissettim.

 

"Civcivli pijamanla benim kekimi mi yiyorsun sen?"

 

Aha, yakalanmıştım.

 

 

Loading...
0%