Yeni Üyelik
5.
Bölüm
@rarbezrh

5. Bölüm: Telaş

 

okuduğunuz saati yorumlara alayım mı??

 

"Çabam sevilmek için değil, sevdiğim içindi."

 

Yazar'ın ağzından.

 

"Kirazım, baba seni çağırıyor bak. Bak baba da görsün, hadi göster bebeğim." Diyen sesi duyan küçük Mehru bugün ilk adımlarını atmıştı. Bir bebek için sürekli oturmaktan daha kötü ne olabirdi? Aslında bir sürü şey. Yemek istediğin yemeği bile senin için uygun olan neyse o verilirdi. Altına yaptığında ağlamaya başvurur acaba altına mı yaptın? diye sorarlardı. Çünkü o kadar ağlardın ki derdini sadece bu şekilde söylemen insanlarda tahmin yürütme işlemine yönlendiriyordu.

 

"Babam." Diyen ses Ali'ye aitti. Kızına dolu dolu seslenmesi bir nevi heyecanını belli ediyordu. Sesi bile titremişti. Bir evladı olmadan önce onların yaptığı her şey kıymetli olur diyenlerin abarttığını düşünmüştü. Fakat şimdi görüyordu ki kızının dudakları arasından çıkan her kelimenin bir değeri vardı. Kulağını açabildiği kadar açar ona kulak verirdi. Anlamayacağı şeyleri mırıldansa da dikkatini ondan çekmezdi.

 

Baba olmak buymuş.

 

Mehru sesin geldiği yöne doğru büyüttüğü gözlerle bakarken, kahveleri parıltı doluydu. İlk defa tatığı bu duygularda neyin nesi bilmezken ona cesaret veren sesleri duyduğunda adımlamaya çalıştı. İlk önce bocalasa da kimse endişelenmedi. Çünkü Mehru düşüp kalmayı tam bu zamanlarda öğredni. Babasına ulaşana kadar iki kez düştü ama ağlamadan ayağa kalktı ve yürümeye devam etti. Ona uzatılan parmaklara ulaştı.

 

Ona söylenen övgü dolu cümleler kulağına öyle hoş geldi ki kahkalarla gülmeye başladı. Babası küçük bedenini eleri arasına aldı ve sıkıca göğsüne bastırdı. Dudaklarına sıkıca saçlarına bastırdı. Kızının mis gibi kokusu burnuna doluştuğunda mutlulukla gülümsedi.

 

Kucağına oturduğu kıznın gözlerinin içine baktı ve dedi ki: "Bu hayatta o kadar düşüp kalkacaksın ki her düştüğünde bu hallerini hatırla. Düş ama tekrardan kalkmayı bil. Unutma kimse düşmeden yürüyemez."

 

...

 

Öksürmeye başladım. Boğazıma kaçan kekin parçaları nefes almamı engellerken zorlukla öksürüğümü durdurmaya çalıştım. Atahan hemen yanımda biterek eğilmişti. Elleri sırtıma ulaştığında hafifçe vuruyor ve "İyice öksür." Diye söyleniyordu. Tabi ki karşısında böyle yakalanmak yetmemiş gibi bir de yüksek sesle öksürseydim. Sonra ağzımdan çıkacak olanlar yüzüne fırlasaydı. Ay Allah'ım daha neler diye içimden geçirdim. Dehşet korkunç bir görüntüydü.

 

"İyi misin?" dediğinde öksürüğüm durulmuş derin nefesler almaya başlamıştım. Resmen iki dilim keki ağzıma atmıştım. Selin görse beni öldürürdü.

 

Yutkundum. "Ne diye bir anda geliyorsun, az daha ölüyordum."

 

Abartmıyordum canım!

 

"Kusura bakma, gelmeden önce anons geçme gerekiyordu?" dediğinde alaylı cümlelerine karşılık gözlerimi devirdim. İşi gücü dalga geçmek, eğlenmekti. Hah unuttum, bir de beni sinir etmekti.

 

"Geldim işte, ne var?" diye sorduğumda sinirle elimdeki tabağı geri komodinin üzerine koymuştum. Bakışlarımı eğildiği bedenine yani aşağıya eğdiğimde gördüklerimle kıpkırmızı kesildim.

 

Korkarak "Sizin altınızda sadece havlu mu var?" diye sorduğumda bunun böyle olduğunu bilsem de sorma gereği duymam belki hayal ürünündne ibaret olmasını dilememdi. Ben aptaldım. Adam duştan çıkmıştı, ya ne olacaktı? Bornoz dedi iç sesim. En azından o üzerini de kapatırdı.

 

"Peştemal." Dedi gülerek. "Herhalde havlu kızım başka ne olacaktı?"

 

Peştemal mı demişti o?

 

"Gidip giyinir misiniz, lütfen." Kaşları havalandı. Eğildiği yerden doğrudluğunda bir an düşecek sandığım havlu yüzünden gözlerimi başka yöne çevirdim. Üstüne bir de parmaklarımla yüzüme kapattım. O kadar aşağıda bağlamıştı ki başka bir ihtimal düşünme imkanım yoktu.

 

"Böyle de konuşabiliriz." Dediğinde başka yöne bakan başımı kendine çevirerek parmaklarımı yüzünden çekti. Yatakta oturduğum için aşağıda kalmamdan dolayı başımı kaldırarak gözlerine baktım. Derin bir nefes aldığımda bunu kalkacağı yok diyerek düşüdnüm ve ayağa kalktım. Giyinme odasına doğru ierlemeye başladığımda nereye dese de umursamadan dolaplarının kapağını araladım ve kıyafet çıkarmaya başladım.

 

"Buyur." Dediğimde ellerimdekini ona doğru uzattım. Dudağının bir kenarı yukarı doğru kalktığında bu gülüşüne bir isim buldum. İçimden pislik diyerek geçiridiğimde yanından eçip gittim. Gitmeme engel olmadığı için şaşırsam da geri odaya dönerek yatağın üzerine oturdum. Birkaç dakika sonra geldiğinde adımlayarak yanıma oturdu.

 

Üzerinde siyah bir tişört altında da gri bir eşofman vardı. Saçları ıslak olduğu için dağınık duruyordu. Onları kurutmayacak mıydı?

 

"Ne zamandan beridir böyle bir şey var?" dediğimde o kelimeyi söylemekten nedense bir anlığına utanmıştım. Aşk... Bana karşı bir şeyler ne zaman hissetmişti merak ediyordum. Beni ne ara görmüştü de beğenmişti. Kaç yaşındaydım? Ya da o kaç yaşındaydı?

 

Saçlarından akan damlalar eşofmanına damlamaya başladığında olduğu yeri ıslatmıştı. İçim böyleyken hiç rahat etmezken ayağa kalkarak banyoya adımladım, lavabonun yanındaki dolabın raflarından saç havlusuna alarak geri yanına döndüm. Önünde durduğumda saçlarına uzanarak havluyla kurulamaya başladım. Kumaşı bir sağa bir sola hareket ettirmeye başladığımda gözleri çoktan kapanmıştı. Siyah saçları hafifçe kurumaya başlarken bir anda alnını göğsüme doğru yorgumuşcasına düşürdü.

 

Kısa bir süre bocalasam da kurutmaya devam ettim. Sıcak nefesi geceliğim ince olduğu için tenime ulaşıyor, ulaştığı kısmı ısıtıyordu. Sorum hala bir cevaba ulaşamazken bayağı nemini adlığım için hareketimi kestim. Havluyu yatağın üzerine attım. Parmaklarım saçlarına uzanarak geriye taramak istese de cesaret edememiş geri yerinde durmuştu. Derin bir nefes alarak saçlarına bakmaya devam ettim. Ki benim aksime göğsümde duran başı yetmezmiş gibi, kollarını da belime doladığında iyice ona çekilmiştim.

 

Teninden burnuma doluşan duş jeli ve şampuan kokusuyla içimde bir bahar bahçesi açacağını sanmıştım. Ayriyeten onun kendine has kokusunu da soluyordum. O bütün parfümlerden ve jellerden farklıydı. Parmaklarım bu sefer cesaret etmiş ve saçlarına dokunmuştu. Ellerimle yukarıya doğru tarayarak hafif dalgalı saçlarını düzledim. İnce telliydi, ayrıca yumuşacık.

 

"Biraz daha parmakların hareketine devam ederse, uyuyacağım."

 

Gülümsedim. "Biliyor musun, ben de babam saçlarımı okşadığında hemen uyurmuşum. O yüzden beni uyutmakta hiç zorlanmamışlar." Gözlerim eskiye dalıp gittiğinde kahvelerimden geçen hüzne engel olamadım. Özlememim sürekli ağır basıyordu. Unutmak mümkün değildi. İnsan babasının yokluğunu nasıl unuturdu ki? Ki unutmak istemiyordum. Hep gözümün önüne güldüğü o hali gelsin istiyordum. Çok azdı zaten, onunla geçiridğim upuzun yıllarım olmamıştı. Genç yaşta kaybetmem, genç yaşımda yasa bürünmeme neden olmuştu.

 

Rüylarım, rüyalarım olmasa ne yapardım?

 

Başını yasladığı yerden kaldırdığında uykulu gözlerle baktı. Yorgun görünüyordu. Beni bırakmasından beridir onu hiç görmemiştim. Gün boyunca benimle olduğu için geri plana attığı işleriyle mi uğarşmışt bilmiyordum ama hali yoktu. Gülmedi. Sözlerimden sonra gözlerime bakmasıyla derin bir nefes alma ihtiyacı hissetti.

 

"Hiç okşamayı bırakmam." Dediğinde söz verir gibiydi. Yüzündeki ciddiyet gerçekten bunu yapacağının garantisni veriyordu. İnandım. Çabuk inandım, kandım ona. Eksik olan tarfımdaki boşluk beni yumuşak birisi yapıyordu. Bazı baş kaldırışlarımdan apayrı bir hale bürünüyordum. Kırılgan, dokunsalar ağlayacaktım. Peki, neden ona bakınca böyle oluyordu?

 

Ağlamamak için gözlerimi yukarı kaldırdım ve bundna başka şeyler düşünmeye çalıştım. Ağlamamak için direnirken belimdeki elleri sıkılaştı. Canımı acıtmıyordu ama yerini de belli etmeyi unutmuyordu. Zaten onun sıcaklığını unutmak mümkün değildi. Beni etkisi altına aldığında baskısnı çektikten sonra boşluğa düştüğümde anlıyordum.

 

"Benim yanımdayken direnme." Göz yaşlarımı kast etti. Anladım, sanki bunu bekliyormuş gibi yaşlarım daha fazla dayanamdı ve daha deminki saçlarından akan damlalar gibi aramıza damlamaya başladı. Elleri bedenimden aşağıya inerek ayaklarıma dokunduğunda onları iki yana ayırarak kucağına oturmamı sağladı. Sonra başımı da gösğüne yasladığındaküçük bir çocuk gibi ısrar etmeden ona sığındım. Sıkıca kollarını sırtıma koydu ve parmaklarını hareket ettirdi. Ben sakinleşene kadar bu yatıştırıcı hareketine devam etti.

 

"Seni," dedi titrek bir soluk aldı. "Seni ilk kez nerede gördüğümü merak ediyorsun değil mi?" diye sorduğunda başımı aşağı yukarı salladım. Gözlerim açıktı fakat odağı halıdaydı. Onun nefesini saçlarımın üzerinde hissedebiliyordum. Dudaklarını tekrardan araaldığını anladım. Dikkatimi ona vermeye çalıştım. "Küçük yaşlarımda yurt dışına gideceğim vakitte gördüm. Üzerinde yıllar sonra sen bu evde gördüğümdeki gibi beyaz bir elbise vardı. Saçlarında bir sürü renkli toka, bileğinde ise kiraz sembolü olan bir bileklik vardı."

 

Kiraz bilekliğim...

 

"Kaybettim onu." Dedim üzüntüyle. Babamın hediyesiydi. Benim için özel olduğu için sürekli dikkat etmiştim. Duş alacağım vakit haricinde hiç çıkarmamıştım. Bir gün onu bileğimde göremeyince hüngür hüngür ağlamıştım. Bu ağlamam günler boyunca sürmüştü. Aklıma her geldiğinde ise üzülüyordum.

 

"Unutamadım seni. Beyaz elbisenin içinde dans eden bu kızı unutamadım."

 

Unutamadım seni.

 

Seni hiç görmemiş olan bu kadına aşık olmuştun.

 

Onun dudaklarını bedenine kazıtacak kadar delirmişti.

 

Evet delirmişti. Sahi aşk başlı başına bir delilik değil miydi?

 

"Bir daha hiç görmediğin bu kadına nasıl tutulur ve bir daha unutmazsın?" diye sorduğumda söylediklerine inanmak da zorluk çekiyordum.

 

"Hiç görmediğimi kim söyledi?" Dondum kaldım. Ben İstanbul, o yurt dışındayken nasıl görebilirdi ki? Aklım almıyordu. Hiç karşıma çıkmadı desem onun nasıl birisi olduğunu bile bilmiyordum. Belki de benimle iletişime geçmişti ama ben tanımamıştım. Aklıma bin bir türlü soru dönüp dolaşıp aynı yere geri geliyordu.

 

"Ne demek istiyorsun?" diye sorduğumda parmaklarımla gözyaşlarımı temizlemiş ve başımı yasladığım yerden kaldırmıştım. Göz göze geldiğimde bir cevap vermesini bekledim ama öyle olmadı. Dudaklarını araladı ve konuşacaklarımızdan çok farklı bir şey söyledi.

 

"Uykum geldi."

 

Gerçekten, önemli bir mesele konuşacağımız vakitte uykum geldi demesi ne kadar manidardı. Kaşlarım çatıldığında kızgın bir suratla ona baktım.

 

"Ne demek uykum geldi?" dediğimde yüzünü çevirmesiyle parmaklarım çenesini buldu. Yönünü benden tarafa çevirdiğimde uykulu gözlerle baktı. Gerçekten de uykusu mu gelmişti?

 

Söylediklerime bir cevap vermedi. Sessizce geriye çekildiğinde bir anda küçük bir çocuk gibi bedenimi çekerek yatağa yatırdığında biraz daha yaslayarak göğsü sırtıma değdi. Kolları karnıma sarıldığında şaşkınca yaptığı bu hareketlere bakıyordum.

 

Başını boynumun çıkıntısından öne doğru uzattığında sakin nefes alışverişlerini hissetmeye başladım.

 

"İyice delirdiniz." sinirle homurdandım.

 

Onun aksine sık sık nefes alıp veriyordum. Beni resmen kolları arasına almış ve bırakmıyordu. Parmaklarımla ellerini tutarak çekmeye çalıştım ama o kadar sıkı tutuyordu ki, tırnaklarımı ellerini yırtmaya başlamış tınlamıyordu.

 

"Bırakır mısın?"

 

Bırakmadı. Üstüne ellerimi de ellerinin arasına alarak göğsüme sakladı.

 

"Alarm kur, gece gidersin."

 

"Saçmalama, annem uyanır ve fark ederse ne derim? Lütfen bırak."

 

"Bir şey olmaz, yerinde kal."

 

İçimdeki sabır patlayacakmış gibi hissederken korku da bedenimde yükselmeye başlamıştı. Kapı da kilitli olmadığı için İyice stres yaptım ve dudaklarımı aralamadan duramadım.

 

"Kapı kilitli değil."

 

Boğuk sesi kulaklarıma ulaştı. "Kilitledim." Dediğinde bir anlığına rahat olsam da şuan rahat bir konumda olmadığım için pek de bu söylediğim mantığa oturmadı. Sıkı kolları yüzünden kalkmayı bırak kımıldayamamıştım bile. Öylece kaldım. Dudakları boynuma değiyordu, bu yüzden tenimi sıcacık yapmıştı.

 

Üzerimizdeki yorganı resmen boynuma kadar çekmişti. Odanın sıcaklığı iyi olsa da böyle yapması da bedenimdeki ısıyı yükseltiyordu. Geceliklerim iyi ki ince diye şükrettim. Ayaklarımda çorba vardı, onun çıplak ayaklarına boyum erişemediği için dizlerine ayak parmaklarım değiyordu.

 

Yanında küçük bir kız gibi duruyordum. Küçük kalbimin şiddeti, yanındayken dışarıdan duyuluyor muydu? Bir an önce bu içimdeki sıkıntının yok olup gitmesini istiyordum. Gitmesi için anneme Atahan'ın hislerinden bahsetmek gerekti. En azından içim rahat olurdu ve bu kadar stres yapmak zorunda kalmazdım.

 

Dakikalar boyunca düşüncelerimle boğuştum. En sonunda gözlerime binen uyku kirpiklerimin kapanmasına vesile olduğunda gözlerimin odağı karanlığa büründü. Uykuya çekildim.

 

...

 

"Amca?"

 

Kulaklarıma çarpan naif bağırış sesi sürekli tekrar ettiği için yüzüm buruştu. Kirpiklerimin kımıldamasının ardından nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Dün gece aklıma geldiğinde telaşla yerimden kalkmak istedim ama başaramadım. Bakışlarımı beni engelleyen noktaya kaydığında dün geceki pozisyonu bozmadığımızı gördüm.

 

Kolları karnımdaydı. Ani hareketim yüzünden sesini duyduğumda ona dönmeye çalıştım.

 

"Ne oluyor?"

 

Ebenin körü oluyor demek istesem de ya sabır çekmekle yetindim. Bu da sabırdı canım, ha patlayacaktı. Onun yüzünden sabah sabah resmen tersimden kalkmıştım. Yemek yiyene kadar kesin sinirim devam edecekti.

 

Konuşacağım vakitte, tekrardan kız sesini duyduğumda bunun bir çocuğa ait olduğunu anladım. "Amca?"

 

"Çocuk bağırıyor."

 

"Hı?" dediğinde kollarından sıyrılmış ve ona bakmıştım. Uykulu gözleriyle ne olduğunu kavramaya çalışır gibi bir hali vardı.

 

"Atahan çocuk amca diye bağırıyor kalk." Dediğimde şaşkınca dudaklarını araladı. Söyledikleriyle la havle çektim.

 

"Sen bana adımla mı seslendin?"

 

Koyun can, kasap et derdinde.

 

Bu böyle bakmaya devam edeceğini düşündüğüm için hızla yataktan kalktım ve koşarak banyoya doğru ilerlemeye başladım. Kapıyı açmadan önce son kez ona bakarak konuştum.

 

"Banyodayım, sakın yerimi belli etme." Kapıyı örttüm. Kulağımı kapıya dayayarak bütün dikkatimi vermeye çalıştım. Odada birkaç tıkırtı duymamın ardından kapı açıldı ve kızın sesini duydum.

 

"Amca odaya girene kadar kendimi tavuk gibi hissettim." Duraksadı bir süre. "Bas bas bağırıyorum kış uykusuna mı yattın?"

 

Atahan'ın güldüğünü işittim. "Kış uykusunu falan nereden öğreniyorsun anlamıyorum."

 

"Uff amca, büyüdüm ven artık. Sen de kabullensen iyi edersin."

 

Kendimi bor andan gülümserken bulduğumda, kızın kaç yaşında olduğunu merak ettim. Sesi küçük bir çocuğa ait olduğunu belli ediyordu ama biraz da bilmişe benziyordu.

 

"Altı yaşındasın kızım sen, ne büyümesi?"

 

"Bak erkenden kalkıp buraya geldim, sense hala yatıyorsun. Sen de hiç büyümemişsin.:

 

"Yürü kız, sabah sabah dır dır ettin."

 

"Dır dır ne demek?"

 

"Aşağıya in birazdan geleceğim. Dır dır da ne demek gelince anlatırım."

 

"Peki amca geç kalma, kahvaltı hazır."

 

"Peki prensesim." Dediğinde kapının kapanma sesini duydum. Risk almamak için bir süre beklemek istemiştim ki aralanan kapıyla onun geldiğini anladım. Kapıyı araladığında göz göze geldik. Dudakalarının alayla güleceğini sanmışken ciddi suratıyla karşılaşmam beklenmedik olmuştu. Hayır yani, yine neye sinirlenmişti? Kolunu kapı pervasına yaslayarak alnını sıvazladı.

 

"Küçük bir çocuktan oyun dışında saklanmadım da demem artık."

 

Daha fazla annem fark etmeden hemen odama kaçmak istiyordum. Pijamalarımla evin üyelerine de yakalanmak fena rezillik olacağı için nasıl yapacaktım bilemiyordum? Koşar mıydım, zıplaya zıplaya mı giderdim bir fikrim yoktu. Her türlü birisine yakalanırsam çok utanırdım. O yüzden çok dikkatli davranmam gerekiyordu.

 

"Müsait mi koridor ben bakayım, ardımdan çık." Demesini beklemiyordum. İlk defa bana yardımcı olacağı bir harekeytte bulunuyordu. Bunun sebebi akrabalarının gelmesi miydi? Öylece beklemeyi bırakarak adımladım ve arkasından ilerledim. Kapıyı usulca araladığında kısaca göz gözdirerek kapının arkasında duran bedenime baktı.

 

"Soldan aşağıya inebileceğin merdivenler var, direk odanın olduğu kısma çıkarsın."

 

Rahat bir nefes aldım. Sanırım bütün şasnımı bu merdivenlerde kullanacaktım. Sözlerinden sonra başımı onaylar anlamda salladığımda "Teşekkür ederim." Diye mırıldandım.

 

"Daha sonra alırım teşekkürümü." Dediğinde göz kırptı. Şuan ne anlamda söylediğini bilmediğim, zamanım da olmadığı için son kez ona bakarak dediği yerden kapıyı aralayarak merdivenlerden inmeye başladım. Aşağı kata indiğimde etrafıma baktım ve kimsenin olmadığını gördüğüm için kaldığımız odaya geçtim. Dolabımın kabağını aralayarak mor rengindeki çiçekli elbisemi üzerime geçiridm ve aynı hızda saçlarımı taradım. Elimi yüzümü yıkadım ve stresli yüz ifademi değiştirmeye çalıştım.

 

Annem büyük ihtimalle mufakta olmalıydı. Ona yardım etmem gerekirken ben onun yatağında uyumuştum. Çok utanıyordum. Buraya çalışmak için gelmiştim, anneme yardım etmem gerekirken ben neler yapıyordum. Kime kapılıp gidiyordum. O şimdiden kafamı karıştırmayı başarmıştı.

 

Mutfağa geçtiğimde annem ellerini yıkarken buldum. Hemen yanına giderek yanağına bir buse kondurdum. "Günaydın." Dediğimde tepkisini ölçmek için yüznü izledim. Ve beklediğim gibi de oldu. "Sabah seni yatağında göremedim?" diye sorguladığında yalan söylemek hiç istemesem de söylemek zorunda kaldım. İçime yalan yüznden bir sıkıntı daha yerleşmişti.

 

"Erken kalktım, biraz dolaşmaya çıkmıştım."

 

Gülümseyerek "Anladım yavrum." Dediğinde derin bir nefes aldım. Gece kalkmamış ve yokluğumu görmemişti. Bu seferliğine şansım yaver gitmişti ama her zaman böyle şanslı olmayacağımı biliyordum. Bu yüzden aklımın bir köşesine bir daha yapmayacağım konusunda not aldım.

 

"Sanırım tabaklama yapılmadı."

 

"Şimdi başlıyoruz, birazdan Atahan Bey'de gelir. Misafirler var bu yüzden masadakilerel yardımcı olamk için bugün sen dur."

 

Başımı onaylar anlamda saladım. "Tamam annem."

 

Konuşmamızın ardından tabaklara bir sürü çeşit kahvaltılıklar yerleştirilmişti. Bir lokantada bulunacak her şey mevcuttu. Zengin masası olduğu için bir kuş sütü eksik şakası yapamıyorduk çünkü eksik değil, o da vardı. Mis gibi kokular burnuma doluşmaya başlarken acıkmamak elde değildi. Yine Selinle ben ayakta olan ve yardımcı olan olacaktık. Çay bardaklarla dolmuş olan tepsiyi ellerimin arasına aldığımda masaya doğru ilerlemeye başladım. Koyu bir sohbet içerisindelerdi. Göz teması kurmamaya çalışarak tepsiyi boş olan kısma koydum ve herkesin önünde dağıtmaya başladım.

 

Altı kişilerdi.

 

Son olarak Atahan'ın önünde çay bardağını koyduğumda aynı zamanda o da bardağa uzandı ve parmaklarım parmaklarına değdi. Elektirik akımın kapılmışım gibi titredim. Hızla ellerimi çektiğimde hala o enerjinin kanımdan akıp gittiğini hissettim. Birisi fark etti mi diye korkuyla bakışlarım masada oturanlara kaydı ama herkesin ilgidinin farklı bir yerde olduğunu gördüğümde rahatladım. Ona baktım, yine sinirlenmişti.

 

Dokunan parmaklarını çekmem gerekirken tutmalı mıydım?

 

Benden bunu istiyordu. İmkansızken.

 

Geri çekildiğimde Selin'le göz göze geldim. Kısık gözlerle bana baktığını fark ettiğimde ilk aklıma gelen şey bizi görmüş olmasıydı. Yoksa bu kadar kötü bakmasının bir nedeni olamazdı. Durduk yere insan neden sinirli bakma gereği duyardı ki? Ama aslında yaptığ hareketlerin bir açıklaması vardı. Belki de yanlış düşünüyordum ama gördüklerimin bir yalanadan ibaret olma ihtimali de çok düşüktü. Buraya geldiğimden berirdir görüyordum ki bu kız Atahan'ı seviyordu. Hoşlanıyordu. Dün daha çok emin olmuştum. Saç baş düzelterek odasına gitmesinin ne gibi bir nedeni olabilirdi. İş gereği saçının başının düzgün olması desem pek inanılır gibi durmuyordu.

 

Aklıma tekrardan bu düşüncenin gelmesiyle sinirle yerimde beklemeye devam ettim. İfademi belli etmemeye çalışsam da içim içimi kemiriyordu. Ara sıra ona baksam da hep bir kişiye bakan bakışlarıyla karşılaşıyordum. Bu da daha çok gerilmeme neden oluyordu. Çok merak ediyordum. Ben küçüklüğümden beri burada çalışıyordum, tabi üniversite yıllarım ve mesleğim hariç buradan ayrılmıştım. Bu kız da büyük ihtimalle gittiğim ara gelmişti. Fakat anlamadığım bir nokta vardı ki Atahan'ı ne ara görmmüş olmasıydı. Sanırım ailesini görmeye Muğla'ya geldiğinde karşılaşmışlardı. O da aşık olmuştu.

 

Ne yani kız onu ara sıra görecek olmasına rağmen aşkını korumuş muydu?

 

"Anne atları görmeye gidebilir miyim?" Küçük kızın sesi beni daldığım noktadan ayırdı. Yanındaki sarı saçlı kadına dönerek söyledikleri karşısında annesi olduğunu anladım. Tıpkı kızının renginde saçları vardı.

 

"Kahvaltımız daha bitmedi annecim, bitireyim öyle çıkarız."

 

Kaşları anında çatılırken, kollarını önünde bağladı. "Ama anne ben bu süre içeriisnde sıkılırım. Hem yemeğimi de bitirdim." Diye ısrarla konuştuğunda anne-kızın lafını Suzan Hanım böldü.

 

"Mehru kızım?" diye bana hitaben seslendiğinde bakışlarımı kaldırdım.

 

"Efendim hanımım?"

 

Ellerini masanın üzerinde birleştirdiğinde lafına kaldığı yerden devam etti. "Sen dışarı çıkaırır mısın?"

 

"Küçük hanım isterse tabi çıkarız." Dediğimde gülümsedim. Kız yerinden heyecanla zıplayarak kalktığında koşarak yanıma geldi. O kadar gevesliydi ki yüzünden bu yeterince belli oluyordu. Hiç çekinmeden ellerimden birisine ellerini geçirdiğinde "Gidelim mi*" diye mırıldandı. Başımı onaylar anlamda salladım. Yürümeye başladığımızda benim bir adımım onun birkaç adımına isabet ettiği için keyifle koşuşturuyordu. Bahçeye çıktığımızda bana baktı.

 

"Adın ne senin?"

 

Gülümsedim. "Mehru, peki ya senin?"

 

"Almina benim adım. Annemin kelebeği, babamın çiçeği, amcamın da prensesiyim." Dediğinde tane tane söylediklerinden sonra yorulduğu için derin bir nefes aldı. Sabah Atahan ona prenses dediğinde göre ondan bahsediyordu. Tüm bu saydıklarını hak edecek kadar tatlı ve güzel bir kızdı.

 

"Memnun oldum."

 

"Peki." Dedi i yi uzatarak. "Sana nasıl sesleniyorlar?"

 

"Annem ve babam gibi birçok akrabam bana kirazım diye sesleniyor."

 

"Yaa neden?"

 

Dudaklarımı göstererek "Kiraz renginde dudaklarım olduğu için." Dedim kısaca.

 

"Hım anladım." Dediğinde atların yanına yaklaştık. Bir tane adam bizi karşıladığında tanıdğım çalışanlardan değildi. Orta yaşlarda, uzun boylu bir adamdı.

 

"Hoş geldin bal kız." Diye seslendiğinde Almina kıkırdadı. Ben de bu gülüşüyle gülümsedşm. Çok tatlıydı, şimdiden ısırasım gelmişti.

 

"Aa unuttum. Bir de Mehmet Amca bana bal kız diye sesleniyor."dediğinde bana döoğru kısa bir süre dönmüş ve az önceki konuşmalarımızdan unuttuğunu dile getirmişti. Konuşmasının ardından adamın da adını öğrenmiş olmuştum. Büyük ihtimalle atlarla ilgilenen birisiydi.

 

"Gel bakalım seninki epeydir seni görmüyor, özlemiş."

 

Yerinde zıpladığında ellerini ellerimden çektim. Rahatça haraket edebilsin diye böyle yapmaya uygun gördüm. "Hadi gidelim o zaman."

 

Onlar önde ilerlerken ben de peşlerinden ilerledim. Şahsen hayvanları çok seviyordum. Tabi böcek gibi türler hoşuma gitmiyordu. Bazen onları gördüğümde büyük tepkiler verebiliyordum. Gözüme korkunç geliyorlardı. Ama ne yapayım her türlü hayvanı da sevecek halim yoktu. Birazını da sevmesem olurdu. Almina mutlu mutlu küçük boydaki atı sevmeye başlamıştı. Yeni doğalı çok olmasa gerekti. Kahverengi tüyleri tertemizdi.

 

"Kızım beş dakika işim var, sen yanındasın zaten." Diye durm bildiren yapan adama dönerek tebessüm ettim. "Tabi abi ben buradayım." Dediğinde bir baş hareketi yapmış ve yanımızdan ayrılmıştı. Bense uzaklaşan adamın yerine geçerek eğildim ve kızla aynı boya denk düştüm. Başına götürdüğüm ellerimle tüylerini okşamaya başladım. Yumuşacıktı. O kadar uysaldı ki onu sevmemize izin veriyordu.

 

"Adını biliyor musun?"

 

Saçlarında renk renk bir sürü toka vardı. Takıştırmayı seven birisi gibiduruyordu, tıpkı benim gibi. Ben de küçükken takılar ve tokaları çok severdim. Hususi annemden rica ederm saçlarımı ördürürdüm. Büyümeye başladığımda ise çok fazla beceremesem de kendim yapardım. Siyah dışında renklerde giyinmeyi severdim hala da bu huyum hiç değişmemişti. Abiyeler dışında pek tercih ettiğim bir renk olmamıştı. Elbiselerdi de tabi ki es geçemeyecektim.

 

"Gece koydum adını, sence güzel mi?" Bana dönerek sorduğu soruya karşılık başımı onaylar anlamda salladım.

 

"Çok güzel."

 

"Selam hanımlar." Diyen bir ses duyduğumda bu sesim hiç yabancı gelmediğini fark ettim. Lafımızın ardından hiç ses belli etmeden geldiği için ikimiz de irkildik. Benim iç sesime karşılık Almina dıştan konuşmayı tercih etti.

 

"Korkuttun bizi amca, niye sessiz sessiz geliyorsun?"

 

Atahan bizim gibi eğildiğinde parmaklarını kızınn saçına atarak karışıtrdı. "Sana mı soracaktım bücürük." Dediğinde çocğun kaşları çatıldı. Ne kadar sinirli olmaya çalışsa da tatlılığı hiç sönmüyordu.

 

"Doğru konuş istersen amca." Dedi tatlı tatlı.

 

"Kızım senin dilin iyice açıldı he." Dedi gülerek. Almina az önce Atahan2ın karıştırdığı saçlarını bulmuş ve onları düzeltmeye başlamıştı. Hiç hoşuna gitmediği buruşturduğu suratından belli oluyordu.

 

"Uf amca ben halimden memnunum."

 

Çenesini dikleştirerek at sevmeye devam etti. Özgüveni karşısında kaşlarım havalanarak Atahan'a döndüm. Bana bakan gözleriyle karşılaştığımda bu kadar yakında olduğunu daha yeni fark etmişim gibi nefesim bocaladı. Dikkatli ve yoğun bakışları etkisinde zorlukla bakışlarımı çekerek başka bir yere odaklamaya çalıştım. O kadar zordu ki...

 

"Mehru!" diye birisinin bana bağırmasıyla bakışlarımı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Uzaktan sesleniyor olmalı ki kimse yoktu. İçimi aniden kaplayan telaşla yerimden kalktığımda Almina telaşla amcasına bir şeyler mırıldandı. Koşmaya başladığımda yarı yolda Fazilet teyzeyle karşılaştım. Yüzüzündeki beyazlık beni öyle korkuttu ki ilk aklıma geleni kişiyi sordum.

 

"Anneme bir şey mi oldu?"

 

Derin bir nefes aldı. "Babaanen aradı, ne dediyse dedi kadın bayıldı." Dediğinde hemcecik gözlerim yerleşen dolulukla bakışlarım Atahan'la çarpıştı. Gözlerimdeki telaşın aynısını onda da gördüm. İçime yerleşen korku ve telaşla eve doğru koşmaya başladım.

 

SON

 

oyyyy 

 

Atahan az rahat insan değil he .d

 

Mehru bir gün stresten ölüp gidecek, yazık haujahajaa.

 

Bölüm nasıldı?

 

Almina'yı sevdiniz mi?

 

Peki ya son hakkında ne düşünüyorsunuz, sizce babaanne telefonda ne söyledi?

 

Bol yorum yapsak olur muuu, beni çok mutlu edersiniz.

 

Sizi çok seven Ebrar.

 

 

Loading...
0%