Yeni Üyelik
6.
Bölüm
@rarbezrh

6. Bölüm: Yolculuk

 

Çekilip kabuğuna inci ol. Varsın derinden seni, nefesi yeten çıkarsın.

 

Yazar'ın ağzından, Atahan'ın küçüklüğü.

 

Hayâller, her çocuğun istediği fakat her çocuğun başına gelmeyecek olan hayaller vardır. Küçük bir bebek dünyaya geldiğinde ilk ne isterdi? Belki bir bez, kıyafet ya da yemek... Aslında hayatın fasa fisosu da bundan ibaretti. Bebeğin neyi istediği değil, neye ihtiyacı olduğu önemliydi. Sıcak bir yuvada hissetmeyen bir çocuk ağlamadan nasıl durabilirdi, bunun cevabını bilemiyordum. Zaten bir cevabı da yoktu, bence... Aile önemliydi, sana sağlayabileceği imkânlar dışında en çok mutluğu ihtiyacın vardı. Para önemli değil miydi? Önemliydi. Peki ya mutluluk parayla sağlandığında, yine kalpte yarım kalmışlık olmaz mıydı?

 

"Üniformanın ütüsüne dikkat ediyorsun, koşup koşuşturma."

 

Suzan Hanım'ın oğluna karşı söyledikleri karşısında Atahan başını onaylar anlamda salladığında onun için açılan arabanın kapısından arka koltuklardan birisine dikkatlice oturdu. Kapısı özel şoförü yardımıyla kapandığında derin bir nefes aldı. Elindeki masal kitabını açtığında okula gelene kadar onu okudu. Okuma ve çizimi diğer çocuklara göre daha gelişmişti. Bunun sebebi ise teneffüslerde sürekli masal kitabı okumasından, evde çizim yapmasından kaynaklıydı.

 

"Geldik beyim." Diyen ses ne çok genç ne de yaşlı bir bedene aitti. Ama bundan daha önemli bir konu vardı ki, küçük bir çocuğa beyim diye hitap edilmesiydi. Atahan'ın ailesi unvanlara önem verirdi, bu kendi çocuğu da dâhildi. Denilmediği takdirde sert bakışlara maruz kalınırdı. Ya da öğrenmezsen kovulurdun.

 

Sorunu çözmek basitti onlar için, çözdüklerini zannettiklerini öğrenmek ise daha basitti.

 

Arabanın içinde bir şoför, bir de koruma olduğu için koruma olan adam kapıyı aralamasıyla, belinde çantayla Atahan indi. Okulun güvenliğinden geçtiğinde merdivenlere doğru ilerleyerek sınıfına geçti, dersi dikkatle dinlemiş, notlarını öğretmenin isteği üzerine düzenle yazmıştı. Teneffüs gelip çattığında diğer öğrencilerin sevinç çığlığıyla sınıfı terk etmesinin ardından koskoca sınıfta iki kişi kaldı. Bakışlarını önündekilere çevirmiş ve notlarını tekrar etmeye başlamıştı. İçinden tekrar ettiği cümleleri bölen ses ve omzuna dokunan bir elle daldığı yerden bakışlarını o yöne çevirdi.

 

"Yine burada mı oturacaksın? Hadi ama bu sefer gel, hem hep bir kişi eksik oynuyoruz. Sen gelirsen tamamlanırız." Aslında eksik kişi yoktu fakat Mert, karşısındakini ikna etmek için bu yalana başvurmuştu. Atahan cevap vermezken tekrardan dudakları aralandı.

 

"Hadi ne olur?" diyerek son harfi uzattığında ilk defa Atahan kuralların dışında çıktı ve ona gülümsedi.

 

"Tamam." Dedi kısaca. İkisi peş peşe bahçeye çıktığında Atahan'ı ilk kez dışarıda oyun oynarken görecek olan çocuklar çığlık çığlığa heyecanla onu karşıladı. Böylece Atahan daha da mutlu oldu ve ayaklarına gelen topu keyifle ileriye gönderdi. Güldüler, eğlendiler yeri geldi ders işlediler ve günü tamamladılar. Eve dönüş yolu geldiğinde içindeki mutluluk hiç eksilmemişti. Arabadan inerek eve geçtiğinde hızlıca odaya geçmek istemişti ki olmadı.

 

Annesinin o kızgın sesini duydu.

 

İşte o an kıyametin koptuğu andı.

 

"Nasıl oldu bu?" diye sorduğunda çoktan oğlunun yanına gelmiş ve kıyafetinin kumaşını tutmuştu. Çocuk başını korkuyla kaldırdı ve yalan söyleme gereği duydu. "Yere düştüm."

 

"İki hata yaptın. Birincisi kurallara uymadın. İkincisi yalan söyledin."

 

Kurallara uymamanın ve yalan söylemenin affı yoktu.

 

Korkulu gözlerle annesine bakan çocuğun gözlerinde hızla yaşlar boşalmaya başladı. Ne olacağını bilmiyordu, ta ki annesinin ağzından dökülenleri duymadan önce.

 

"Git yukarı çık, birazdan yola çıkacaksın."

 

Ne yolu demedi. Sorgulamaya hakkı yoktu. Sonra öğrendi ki hata yapmak onu ailesinden ve hayâllerinden çalabiliyormuş. Hiç bilmediğin bir yer de olsa gidebiliyormuşsun. Elveda Atahan'ın çocukluğu, elveda.

 

Şimdiki zaman, Mehru'nun ağzından.

 

Sızı dinmek bilmez miydi? Yaraların izi silinip gittiğinde bile o yara hiç olmamış gibi olur muydu? Bu sızı hiç dinmez, bir yara aslında hiç kapanmazdı.

 

Duyduklarımın ardından hava ılık olsa da koşmaktan rüzgârın sertçe yüzüme çarptığını hissettim. Koşuyordum fakat kalbim çok ağrıyordu. Dokunup acısını dindirmek istiyordum, böyle olmayacağını bilerek. Ellerim çoktan korkudan dolayı terlemeye başlamıştı. Büyük bir telaşla mutfağa girdiğimde gözlerim aynı hızda annemi aradı. Onu sandalyede gözleri kapalı bir şekilde otururken gördüğümde, çoktan ayıldığını anladım. Yanında kolonya duruyordu. Onu görünce nefesimi versem de hâlâ rahatlamamıştım. Hızlı adımlarla yanına ulaştığımda karşısındaki sandalyeye oturarak ellerimle yüzünü iki yandan tuttum.

 

"Annecim." Dedim karşımda küçük bir çocuk varmış gibiydi naif sesim. "Meleğim ben geldim, iyisin değil mi? Bak bana."

 

Sesimi duymasıyla gözleri kırpıştığında orada yatan ıslaklığı fark ettim. Ağlamıştı. Onu ağlatacak kadar ne demişti bilmiyordum ama gerçeği öğrenmeden durmayacaktım. Öğrenince de durmayacaktım.

 

Kısıkça boğazını temizledi. "İyiyim." En çok söylenen yalanlardan birisiyken inanmamı beklemesi hataydı.

 

"Anne buna inanmamı bekleme, anlatır mısın lütfen. Yoksa ben ararım ve hiç iyi şeyler konuşmam biliyorsun."

 

"Aramana gerek yok, Ordu'ya gideceğim."

 

Ordu babamın memleketiydi. Yıllar önce buraya Muğla'ya gelmişlerdi. Büyüdüğümde artık annemle dertleşecek genç bir kıza dönüşmüştüm. O zamanlar babaannemin nasıl birisi olduğunu öğrenmiştim. Birkaç kez görsem de anneme yaptıklarını öğrendiğim vakit konuşmayı kesmiştim. Şimdi ise tekrardan yüz göz olmak için oraya gideceğimizi söylüyordu. Sahi annemin buna yüreği dayanır mıydı?

 

"Mehmet deden kalp krizi geçirmiş." Dediğinde gözlerim korkuyla büyüdü. "Bir şey olmuş mu?" diye hızla dudaklarım aralandı. Babaannemin aksine dedem iyi kalpliydi. Onu seviyordum.

 

"Bilmiyorum bir şey söylemedi." Dedi bıkkınlıkla.

 

"Tamam, ben hemen bilet bakıyorum, sen de sakinleşmeye çalış anne lütfen." Dediğimde ellerimle yüzünü iki yanından tekrar tuttum. Yüzü solmuştu. Yavaş yavaş nefesi toparlanmaya başlamıştı. Yüzündeki parmaklarımı tutarak "İyiyim, git bak hadi." Dediğinde son kez yüzüne bakarak mutfaktan çıktığımda odadan telefonumu almak için merdivenlerden inmeye başladım. Kapıyı araladığımda bıraktığım yerden telefonumu elime almak istemiştim ki başka birisi tarafından sertçe çekildi.

 

Arkamı döndüğümde onu gördüm. Telefonu ellerimin arasına sıkıştırdığında, kaşlarım çatık ve gözlerim sinirli bir şekilde baktım. "Ne yapıyorsun?" dediğimde sorgulayıcı bakışlarıyla bana baktı.

 

"Ben götüreceğim sizi." Demesini asla beklemiyordum. Çatık kaşlarım daha da ortada birleştiğinde bu dediklerine bir anlam vermekte zorlandım.

 

"Ne münasebet. Telefonumu verir misin?"

 

Dik dik baktı. "Bak annen pek iyi görünmüyor, bırak da sizi sağ salim ben götüreyim." Dediğinde sert bakışlarına nazaran sesindeki yumuşaklık dikkatimden kaçmadı. Elindeki telefonu yatağımın üzerine doğru attığında bakışlarımı yine de gözlerinden çekmedim.

 

"Gerek yok." Dedim karalı sesimle.

 

Telefonuma uzanmak için kollarının kıskacından kurtulmak istedim ama izin vermedi. Sertçe kolumdan tuttuğunda biraz daha çekildim ona. "Git annene haber ver, hazırlanmaya başlayın. Anneme haber vereceğim."

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Olmaz diyorum, kime diyorum. Ailenin ve buradaki çalışanların yanlış anlamasını istemiyorum."

 

Sert soluğu yüzüme çarptı. "Tek bir laf etmelerine izin verir miyim sanıyorsun?"

 

"Senin anlattığın kadar basit olmuyor." Dediğimde yüzündeki sinir bir an olsun azalmıyordu. Hatta ben inatlaştıkça daha da kızgın hale bürünüyordu. Konuşma tarzından yapacağı şeyleri o kadar kolay anlatıyordu ki aslında gerçek hayatın bu kadar da rahat olduğunu bilmediğini falan düşünüyordum. Ya da karakter gereği ben kafama takan birisiydim. Aileme değer veriyor, laf getirmek istemiyordum. Şimdi ise bırakmak istemesi hakkında annesi ne düşünürdü? Hadi benim annem çocuk düşünmüş etmiş diye anlayabilirdi ama Suzan Hanım, nasıl anlardı?

 

"Hazırlanıyor musun, yoksa ben bildiğimi mi okuyayım." Dediğinde çenesindeki kas seğirmişti. O çıkıntıyı gördüğümde bir sürü sessiz kalarak düşüncelere boğuldum. Kısa anda ne mantıklı geliyorsa onu düşünmeye çalışırken, sert soluklarını duymamla alnımı sıvazladım.

 

"Annemin izin alması gerekiyor." Başını geriye doğru attı. Boynundaki o çukur ön plana çıktığında yorgunca gözlerine baktım. Bir iş yapmamama rağmen zihnimdekiler beni meşgul etmeyi becermişti.

 

"Halledilir, annenle birlikte eşyaları hazırlayın."

 

Kaşlarım geri çatıldı. "Ne eşyası?"

 

"Muğla - Ordu arası uzak. Dinlenecek bir yer buluruz." Yok, daha neler. Bu iki şehir arasındaki mesafenin uzak olduğunu biliyordum. Ne güzel otobüsle gidecektik. Annem uçağa binemediği için geriye sadece araba ve otobüs kalmışken bir seçeneği elemiş, diğerini de kendi ayarlamıştı. O kadar saat arabayı kendisi mi kullanacaktı? Olmazdı öyle şey.

 

Dudaklarımı aralayarak itiraz edeceğim vakitte bunu anlamış gibi benden önce davrandı. "O evde kalmazsınız biliyorum, bırak da yardımcı olayım." Dediğinde babaannemin evini kast ettiğini anladım. İkna edici ses tonu karşısında artık başka bir çaremin kalmadığını hissettim.

 

Kısaca "Peki." Demekle yetinirken başını sallayarak odadan çıkışını izledim. Birkaç saniye sonra ben de odadan çıktığımda annemin yanına çıktım. Bir açıklama yapmadan odaya geri geldiğimizde gerginlikle dudaklarımı araladım.

 

"Bizi Ordu'ya Atahan Bey bırakacakmış." Diye pat diye söylediğimde şaşkın gözleri gözlerimi buldu. Bir anda kalbime yerleşen gerginlikle iyi kelimeler duymayı bekledim.

 

"Neden?" E tabi doğal olarak sebebini merak ediyordu. Kadın haklıydı. Hangi sebep inandırıcı gelirdi ki?

 

"Seni o halde görünce, yardım etmek istediğini söyledi. Ben hemen reddettim ama gık yok iknâ edemedim. Sağ salim o götürmek isteyecekmiş. Hanımımla da o konuşacakmış."

 

Burukça gülümsedi. "Sağ olsun ama ayıp olmaz mı böyle?"

 

"Ben de ona tam olarak böyle söyledim ama onu yine ikna edemedim."

 

Söylediklerim doğruydu aslında.

 

"Ne diyeceğimi bilemedim." Çok haklısın anne, ben de Atahan'ın söylediklerine karşı bir cevap vermekte zorlanıyorum. Zaten söylesem de beni tınladığı yoktu. Kendi bildiğini yapmakta ustaydı. İkna kabiliyeti yüksekti. Ve ben onun bu hareketleriyle nasıl başa çıkacaktım bilemiyordum. Bugünü bir an önce atlatmak istiyordum. Mümkün müydü?

 

"Hadi hazırlanalım." Dediğimde ikimizin eşyaları sığacak kadar bir çantaya koymaya başladığımızda işimiz kısa sürede bitmişti. Ben odadan çıktığımda annem telefonla konuşacağını söylemiş bunu fırsat bilerek bakışlarım evde Atahan'ı aramıştı. Alt kata üstün körü bakıp göremeyince odasına çıkmaya başladığımda etrafta kimseleri görememiştim. Sanırım ailecek dışarı çıkmışlardı. Onun olduğu kata geldiğimde kapıyı tıklatarak vereceği komutu bekledim. Sesini duymamla içeriye girdiğimde çantasının fermuarını kapatırken gördüm. Eşyaları bir çalışan olarak yerleştirmek için gelmiştim ki o zaten çoktan ayarlamıştı.

 

"Akrabaların gelmişti, böyle hemen yanlarından gitmek bir sorun yaratmaz mı?"

 

Komodinden telefonunu alarak ceketinin cebine sıkıştırdı. Önemsizce başını salladı. "Bir hafta buradalar." Dedi kısaca açıklama yaparak. Bakışları bana çevrilirken birkaç adımda yanıma ulaştı. Gözleri yüzümde dolaşarak sonunda alnımda durduğunda sıcak nefesinin ardından dudaklarını alnıma değdirdi. "Kafana takma artık."

 

Bu kadar basit değildi. Ama oldurmaya çalışacaktım.

 

"Çıkıyor muyuz?" diye kısık sesle mırıldandım.

 

"Hazırsanız evet." Dediğinde başımı onaylar anlamda salladım. Çantasını eline aldığında bir elini belime koyarak hafifçe beni ittirdi. Odadan çıktığımızda anneme haber vermem gerektiğini söylediğinde o dışarı çıkmış ben de odaya dönmüştüm. Tam üstüne annem çantaları eline almış, kapıdan çıkacakken ben gelmiştim.

 

"Hah ben de tam çıkıyordum."

 

"Bizi bekliyor anne çıkabiliriz." Elinden çantaları alarak beraber odadan çıktık. Bahçeye ulaştığımızda onu siyah arabanın önünde beklerken gördüm. Olduğu yere adımlamaya başladığımızda bizi fark etti ve yaslandığı yerden doğruldu. Ben ona ulaşamadan ellerini uzattığında çantayı almak istediğini anladım. Bu sefer ikiletmeden ona doğru uzattım.

 

"Arkaya geçiyorum yavrum ben, sen öne geç."

 

Arka kapıyı aralayarak koltuğa kurulduğunda kapıyı da ardından kapattı. Atahan da bagajı örterek kendi tarafına yönelirken ikimiz aynı anda koltuklarımıza oturduk. Arabayı çalıştırdığında güvenlikten geçerek evden uzaklaşmaya başladık.

 

"Sana da zahmet verdik oğlum, hakkını helal et."

 

Atahan'ın bakışları iç dikiz aynadan annemi bulduğunda tebessüm etti. "Ne zahmeti Gül Hanım, hakkım her zaman helaldir."

 

Otoriter sesi karşısında bakışlarım ona kaydığında bir anda bana dönmesiyle telaş yaptım ve bakışlarımı kaçırdım. Derince yutkunurken annemin sesini tekrardan duydum. İçi rahat etmezdi biliyordum. Atahan ne kadar bizi isteyerek götürse de evin çalışanıydık. Doğal olarak içi rahat etmiyordu.

 

"Senin için bir sıkıntı olmamıştır umarım." Dediğinde sesi biraz da olsa telaş içeriyordu. Suzan Hanım'ın bir şey demesinden korkuyordu. Atahan direksiyonu avuçları arasında çevirerek sola döndürdüğünde farklı bir ara yola saptık.

 

"Yok. Annem de sıkıntı yapmadı, içiniz rahat olsun." Dediğinde tam noktaya basmış gibi annem derin bir soluğu içine çekti. Rahatlamıştı. Atahan'ın neyi kafaya takacağımızı bilmesi bile düşünceli olduğunu gösteriyordu. Anneme karşı anlayışlı ve nazik olması da hoşuma gitmişti. Kendisi dışarıdan sert bir çehreye sahip olduğu için aksi tavırlar görmek şaşırmama neden oluyordu. Herkese karşı böyle miydi? Aslında onun hakkında birçok şeyi –yok denecek kadar az- bilmiyordum. Tanımak için uzun bir ömrüm olacak mıydı? Ya da ben onun yanında olacak mıydım?

 

Uzun bir sessizlik arabada hâkim olurken dakikalar sonra arabanın yavaşlamasıyla ne için olduğunu sormak için dudaklarım aralandı. "Neden yavaşladık?" diye sorduğumda kısa bir süre bakışları bana kayarken geri yola çevrilmişti.

 

"Markete uğrayalım, yolumuz uzun." Dediğinde ona hak vermiştim. Onun için de bir şeyler yiyip içmesi önemliydi. Yol uzundu, uykusu gelmemesi için onunla konuşmam gerekti. Çünkü kısa bir dikkat dağınıklığı kazaya neden olabilirdi. Annem de uzun yollarda çok dayanmayacağı için uyurdu. Geniş park alanına arabayı park ettiğinde kemerini çıkardı. Ben de beklemeden onunla gelmek için kemerimi çıkararak araçtan ineceğim vakitte anneme dönerek "birazdan geliriz, sen başını yasla gözünü kapat annecim." Dediğimde beni başını sallayarak onayladı. Kapıyı kapattığımda Atahan arabayı kilitlemişti. Beraber markete doğru ilerlerken telefonumun çalmasıyla bakışlarım yazan isme kaydı.

 

Semih arıyordu.

 

Onunla yıllar sonra karşılaşmamızın ardından hiç konuşmamıştık. Zaten vaktim de olmamıştı. Aramasıyla sevinirken hemen aramayı yanıtladım. Bu sırada markete girmiştik. Sepeti eline aldığında peşinden ilerlemeye başladım.

 

"Alo? Semih?" dediğimde Atahan'ın bir anda durmasıyla az daha ona çarpacaktım. Bocaladığım için kendimi toparlarken bakışlarımı ona çevirdim. Çatık kaşlarla gülümseyen dudaklarıma bakıyordu. Bir anda ne olduğunu anlamadığım için şaşkınca ona baktım ama dikkatim telefondaydı.

 

"Naber Mehru?"

 

"İyi senden?" diye kısaca konuştuğumda bakışlarımı Atahan'dan çektim. Abur cuburların olduğu kısma ilerlerken birkaç şeyi elime aldım. Sepete koymak için arkamı dönmüştüm ki onu aynı yerinde öylece dikili durmaya devam ederken gördüm.

 

Ne yapıyordu?

 

"İyilik benden de, ben haftaya Kıbrıs'a geri dönüyorum. Gitmeden bir görüşsek diyorum."

 

"Ya iyi düşünmüşün. Ben birkaç gün müsait değilim. O yüzden hafta sonu buluşsak senin için uygun olur mu?"

 

Atahan'a doğru el kol hareketi yaptığımda çatık kaşlarla bana doğru ilerlemeye başladı. Yaklaşmasıyla elimdekileri sepete bıraktım.

 

"Olur olur, yeri mesaj olarak atarım."

 

"Tamamdır, görüşürüz."

 

"Görüşürüz." Dediğimde telefonu kapatarak elimde tutmaya devam ettim. Bana bakan bakışlarıyla hayırdır dercesine başımı salladım.

 

"Neye takıldın yine?"

 

"Şu Semih bizim bahçeye gelen dallama değil mi?"

 

Pörtlemiş gözlerimle gözlerine baktım. "Atahan senin ağzın iyice bozuldu."

 

Tabi kesin daha ağır küfürleri de vardır ama tanımadığı insana karşı da argo kelime kullanmazdı canım. Tabi karşımda Atahan Kıralı vardı. O pek medeniyetten anlamazdı. En azından mağaradan çıkmamıştı. Buna da şükür.

 

"Hem," dedim lafıma devam etmek ister gibi. "Dallama dedin ama kendisi bu söze pek uymayan birisi."

 

Kaşları iyice çatıldı. Ne zaman düzelecekti? "Ne demek şimdi bu?"

 

Güldüm. "Kendisi zeki bir beyefendi."

 

Yüzü epey bir bozuldu. Şimdi yavaş yavaş neden böyle davranmaya başladığını anladığım için inadına onu sinir etmek için Semih'i övdüm. Ama bu zaten gerçek olan bir şeydi fakat ona söylememi gerektirecek bir şey değildi. Kendisi de zaten bunları duymak isteyeceğini sanmıyordum.

 

"Sus!" dediğinde gülmeye devam ettim ama o sinirli bir şekilde birkaç bir şey alarak sepeti doldurmaya başladı. Alışveriş boyunca neyi isteyip istemediğini sorması dışında hiç muhatap olmamıştı. Gerçekten de sinir olmuştu. Arada ters bakışlar atıyor, sanki bana gönderme yapıyor gibiydi. Ben de aksine kıkırdıyordum. Kasaya ulaştığımızda bir sürü şey aldığımız için ödenmesini beklemiştik. Poşetlememizin ardından arka kapıyı açarak poşetleri yere koyarken bakışlarım annemle kesişti. Elindeki telefonda olan bakışları bize çevrildiğinde hiçbir şey söylemedi.

 

"Al annecim, senin için aldık." Dediğimde poşetin içerisindeki küçük yastığı alarak anneme uzattım. Şaşkınca bana baktığında tebessüm etmekle yetindim.

 

"Gerek yoktu yavrum." Dediğinde sesindeki mahcubiyet karşısında "Gerek olmaz olur mu?" diyerek diğer yastığı da ben aldım ve kapıyı kapatarak kendi tarafıma geçtim. Atahan telefonla konuşuyordu. Birkaç dakikanın ardından o da bindiğinde çok geçmeden yolumuza kaldığımız yerden devam ettik. Otobana geçtiğimizde hızla arabayı kullanmaya başladı, araç hızlıydı fakat içerisinde pek bir şey anlamıyorduk.

 

"Sen ne okumuştun oğlum?" Dediğinde bir an güleceğim sandım. Anneme karşı kullandığı ses tonu şimdiden hoşuma gideceği için beni gülümsetmişti.

 

"İşletme mezunuyum."

 

"Anladım oğlum." Dediğinde lafı noktaladı sandım ama öyle olmadı. Ben de bu sayede onun hakkında bir şeyler öğreniyordum.

 

"Aile şirketlerinden birisindesin sanırım?"

 

Aile şirketleri? Birkaç tane miydi? E tabi neden şaşırıyorsam. Zenginlerdi. Kaldıkları evden, arabalardan bunu anlamak pek de zor değildi. Fakat birkaç şirket deme ayrı bir mevzuya giriyordu. Çok fazla sorudan oluşan zihnim bir cevap bekler nitelikteydi. Hayatı hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Zamanın buna faydası olur muydu bilmiyorum ama öğrenmek istediğim bir gerçekti.

 

"Evet, efendim ilk kurulan şirketin başındayım."

 

Annem bir şeyler mırıldandı. "Demek ki çok çalışmışsın." Dediğinde neden böyle söylediğini anlayamadım. Zaten şirketleri çok olduğu için birisine geçer çalışırdı. Fakat onu neden yurt dışına göndermişlerdi bilmiyordum. Tabi ki yurt dışında okumak güzeldi, yeni bir dil öğrenmek ve şehre ayak uydurmak...

 

"Çok çalıştım." Dediğinde sesindeki tonda farklı duygular sezdim. Tekrar bir sessizlik hâkim olduğunda bilmediğim bir sürü şeyin olduğunu bu gizemli konuşmadan anlayabildim. Annem bu ailenin geçmişine daha çok hâkimdi. Sorsam anlatırdı ama meraklı gibi de olmak istemiyordum. Arkamda bir hareketlilik sezdiğimde arkamı dönüp baktım. Annem yastığı koymuş boylu boyunca arkası dönük uzanmıştı. Ayakkabılarını çıkarmış rahat bir konuma gelmişti. Hemen uykuya dalan birisi olduğu için derin nefeslerini işitmem çok sürmedi.

 

"Uyudu." Diye mırıldandım. Sesimle benim gibi arkaya baktığında gözüyle görmüş oldu. Üzerinde ceket vardı. Böyle terlememiş miydi? Arabanın sıcaklığı gayet iyiydi. Ben arabada rahat edebilmek için eşofman üzerine de kazak giymiştim. Fakat o şirkete gider gibi giyinmişti. Alışkanlıktı sanırım.

 

"Böyle rahat mısın sen?" dediğimde üzerindekileri işaret ettim. Bakışları bana dönerken yutkundu. Hızla o yumruya kayan bakışlarımla gözlerimi çekmekte zorlandım. "Araba kullanıyorum." Diye yanıtladı beni.

 

"Ben çıkarmana yardımcı olurum." Dediğimde mırın kırın sesimle dudağının bir kenarı kıvrıldı.

 

"Ol bakalım." Dediğinde bakışlarımı yolda kısaca gezdirdim. Çok yoğun değildi. Ters bir hareket olsun istemiyordum. Hafif öne doğru bedenini kaldırdığında uzanarak ilk önce sağ kolundan kumaşı sıyırdım. Diğer kolunu da sıyırmak için hafifçe yükseldiğimde sıcak nefesim tenine çarptı. Omuzlarının kasıldığını hissederken zor da olsa diğer tarafı da çıkardım ve o an derin bir nefesi içine çektiğini işittim. Sonra yerime geri yaslandım.

 

Başımı ön camdan dışarıya çevirdiğimde akıp giden yolu seyrettim. Arabanın içerisinde parfüm kokusu epey burnuma doluşurken beni rahatsız etmek yerine gözlerimi kapatarak daha da içime çekmeme neden olmuştu. Erkek parfüm kokusu daha başka oluyordu. Yoldan geçerken burnuma kokusu gelirdi. Fakat hiç bu kadar bu kokuyu yakından alabildiğimi hatırlamıyordum. Çünkü hiçbir erkekle yakınlaşmamıştım. Kafama takacağım bir geçmişim ya da pişmanlığım yoktu. Kimseye kalbimi açmamıştım. Açanlar olmuştu ama hep reddetmiştim. Herkesin kendine göre kriteri ve tercih edeceği karakter farklıydı. Bana uyan birisini bulamamıştım, belki de hayat onu önüme çıkarmak için zamanımın olduğunu belli etmişti ama ben anlayamamıştım.

 

Peki, şimdi kaderimin yasası bana ne yapacağımı açıklayacak mıydı?

 

"Yıllar sonra neden Muğla? Seni buraya getiren ne?"

 

Koca sessizliği bozdum. Konuşmadan duramazdım. Merak ettiğim o kadar şey vardı ki bununla başlamayı doğru bulmuştum. Sol şeritten hızla giderken arabalar da yanımızdan geçip gidiyordu. Arabada çok sessiz bir şarkı çalmaya devam ediyordu ama şuan ilgi konum o olmadığı için pek dikkate almadım.

 

"Hasret." Dedi tek kelimeyle.

 

"Aile özlemi mi?" diye sordum ona dönerek. Başımı cama yaslayarak ona daha rahat bakmaya başladım. Tek eliyle direksiyonun hâkimiyetini sağlarken uzandığı kolu sayesinde beyaz gömleği kasılmış iyice tenine yapışmıştı. O kadar bedenini sarmıştı ki patlasa şaşırmayacaktım. Çok iri bir bedene sahipti. Nasıl bedenini bu kadar büyütebilmişti. Uf, Mehru. Aklın nerelere kayıyordu senin.

 

"Sen özlemi."

 

Sen özlemi.

 

Kirpiklerime kadar titredim. Kalbimin kapılarını zorlayan kelebeklerin varlığını hissettiğimde bu zamana kadar duymadığım o çarpıcı kelime yüreğimi büyük bir telaşa sürükledi. Tatlı bir telaştı. Bir an da işittiğim bu kelimeler donup kalmama neden olacak sandım ama kalbimin atışları nefes aldığımı hissettirdi. Çığlık çığlığa mutluluğumu haykırmak istedim. Gerçekler suratıma sert bir kaya misali çarptı. Onun benim için gelmesi, asla unutmayacağım ve geceleri beni uyutmayacak bir şeydi. Onu tanımamış olan bu kadına aşık olmuştu. Yıllardır içinde yatan bu hasreti söndürmemişti. Şimdi ben bu adama nasıl yüzümü çevirecektim ki, çeviremezdim.

 

"Atahan." Diye fısıldadım. Cevap vermedi ama bana baktığını hissettim. Usulca yutkunurken, yüzünü izledim. Bir süre ne diyeceğimi bilemediğimden. Çok uzun olmasa da çıkan sakalları ve gür saçları vardı. Tıpkı benim gibi dolgun dudaklara sahipti. O dudaklardan kalbimi amansız bir uçurma sürükleyen kelimeleri çıkıyordu. Ona kapılacağım bir uçurum. Düşeceğim, kollarına düşeceğim. "Neden bana anlatmadın?" Sonunda konuşabilmemle rahat bir nefes aldım.

 

Benim gibi susacak sandım ama düşündüğüm gibi olmadı. "Hedeflerinin önüne geçmek istemedim."

 

Kaşlarım çatıldı. "Kendi isteklerinin önüne benimkini koymuşsun." Dediğimde gözlerimdeki doluluk bir anda gözlerime yerleşirken burnumu çektim.

 

Atahan Kıralı.

 

Kendi hayatıyla ilgili yazılan mürekkebin boyasının üzerini siyah bir kalemle karalamış yerine beni yazmıştı.

 

Ben Mehru, varlığını yıllardır tanımadığım bu adama çoktan kapılmıştım ama farkında değildim.

 

"Pişman değilim."

 

Ama ben hüzün doluydum. Onu böyle bir hayata sürüklemek istemezdim. Keşke bana içini dökseydi. Belki o zaman kalbinde bu sıkıntıyı çekmek zorunda kalmazdı. Anlatmadığı için ona kızacaktım ama kıyamıyordum. Onu zaten yeterince üzmüş gibi hissediyordum. Aşktı bu, hafife alırsan yıkılırdın. Önemsersen üzülürdün. Öyle garip bir ikileme sürüklüyordu. Sorularla doluydu, cevapları bulacak sabır gerekti.

 

"Seni bilmeden üzmüşüm." Dedim ha ağladı ha ağlayacak sesimle. Şaşkınca bana döndüğünde gördüğü suratımla kaşları çatıldı. Derince yutkunduğunda, boşta kalan eli usulca yanağıma ulaşmasıyla aynı zamanda gözlerimden bir damla yaş akıp parmağına ulaştı. Gözlerinden geçen o hüzne şahit oldum. Yüz ifadem hiç hoşuna gitmedi. Yüzünü buruşturduğunda bir yola bir bana bakmaya devam etti.

 

"Şimdi karşımdasın." Dedi uzun zamandır dileği gerçekleşmiş gibi. Ses tonundaki mutluluğu sezebiliyordum. Vicdanımla baş başayken aslında böyle üzgün olup onu daha fazla üzmek istemiyordum ama elimde değildi. Yüz ifademi düzeltemiyordum.

 

Parmakları parmaklarımı tuttu. Soğuk ellerim sanki bir anda ısındı. Sıcacıktı elleri, içimi de ısıtır mıydı? Saniyeler zamanın altında akarken mırıldandı. "İstersen elim elinde olur."

 

İstersen elin elimde olur.

 

Gözleri gözlerime değdi. "Sevdam sana da karışır."

 

Aşk, tat aramaktır. Oysa sevgi, sığınak aramaktır. Aşk, aç bir düşkünün yemek yiyişidir. Oysa sevgi, yabancı bir ülkede dildaş bulmaktır.*

 

Ben dildâdemi bulmuş muydum? Karşımdaki adam benim kaderim miydi? İçimdeki kıpırtının sebebi buysa eğer zihnimde yerleşen o kararı ona göstermek istiyordum. Derin bir nefes aldığımda onun da sık nefeslerini duyabiliyordum.

 

Ve yaptım.

 

Ellerimin üzerindeki eline dokunarak avucuma değmesini sağladığımda parmaklarımız birbirine geçti. Anında bana döndü. Utanmaya başlıyordum ama yine de bakışlarımı çekmedim. Kahve gözlerinde ecen o mutluluğu parıltıdan anlayabildim. Gözlerindeki mutluluk dudaklarına da sıçradığında gülümsedi. Kendimi tutamadım, ben de güldüm.

 

Belki de şimdi yılların hasretini ellerimin arasındaki elleriyle biraz da olsa azalttım.

 

"Şimdi siksen, seni kimse benim elimden alamaz."

 

Göz bebeklerim kocaman olurken, o rahatça arkasına yaslandı.

 

...

 

"Geldik."

 

Ordu'ya gelmiştik. Yıllar sonra babamın memleketine ayak basacaktım. Bakışlarım özel hastaneyi bulduğunda hiç şaşırmamıştım. Babaannem ölse devlet hastanesine gitmezdi. Doğal olarak dedemi de başka yere yatırtmamıştı. Şimdiden kalbime yerleşen sıkıntıyla derin bir nefes aldığımda annem elindeki çantayı alarak kapıyı araladı.

 

Atahan'a doğru döndüm. "Sen bekle, biz annemle gidelim dedemin durumunu bir öğrenelim."

 

Başını onaylar anlamda salladı. "Bir şey olursa buradayım." Dediğinde onu onaylayarak araçtan indim. Annemin koluma girmesine yardımcı olduğumda hastaneye doğru yürümeye başladık. Devlet hastanesi kadar olmasa da burası da kalabalıktı. İçeriye girdiğimizde dedemin ismini ve soy ismini söyleyerek normal odaya alındığını öğrendiğimizde içim rahatlamıştı. Ameliyatı atlatmıştı. Çok şükür diye içimden geçirdim ama onu görmeden tamamen içim rahatlamazdı onu da biliyordum.

 

Asansör yardımıyla 86 numaralı odaya ulaşmak için üçüncü kata çıktığımızda asansörden inmeden önce annemin içi rahatlasın diye birkaç şey söyledim. Babaanneme inat güçlü olmak zorundaydı. Babam da böyle isterdi.

 

84, 85, 86.

 

Beyaz renkteki kapının önünde geldiğimizde içimdeki sıkıntıdan kalbimin duracağını sandım. İçeriden kalabalığın olduğunu kanıtlayan konuşma sesleri geliyordu. Boğazımı temizleyerek kapıyı tıklattım ve kapıyı araladım. Tamamen aralanan kapının ardından saniyeler sonra az önce duyulan uğultu kesildi. Sessizlik hâkim oldu.

 

Sonra o sesi duydum. Dedemin...

 

"Torunum?"

 

SON

 

*Söz pinteresten alıntı.

 

Ben geldimn, çiftimin bol özlemiyle. Onları özlediniz mi?

 

Aslında yakında sıkıntılı birisiyle tanışmaya başlayacağımızın mesajını verdim.

 

Ayrıca Atahan'ın yıllardır içinde sakladığı duygulara karşılık Mehru yumuşadı gibi, sizce gerçekten de öyle mi?

 

Sonraki bölümde neler olacak??

 

Yorumlar beğeniler kadar önemli benim için. Faydası çok oluyor, komik de olsa okumak beni mutlu ediyor. Ne olur yorum yapınnn.

 

Sizleri çok seven Ebrar.

 

 

Loading...
0%