Yeni Üyelik
7.
Bölüm
@rarbezrh

7. Bölüm: Abi

 

 

Yazarın ağzından, Mehru'nun küçüklüğü.

 

"Yaklaştık, hazır mısın kirazım?"

 

Ailesinin deyimiyle Kiraz, aslında adı Mehruydu. Ali'nin, Gül Hanım'ı bir düğün akşamı görmesiyle, ta o zamandan akıllarına adımı koymak gelmişti. İnsan meğerse bir göz göze gelişti bile geleceğini görebiliyormuş, hissedebiliyormuş.

 

Gül Hanım koca yürekli, zarif bir adamın kalbine esir düşmüştü. Yılların aşkı gün geçtikçe sıkı bir bağa, sevdaya dönüştü. İşte o zaman nefesinin akışının bile ezbere bilindiği döneme ulaşmış olunurdu. Onlara bakıldığında böyle aşklar kaldı mı denirdi?

 

Onlar gibi birbirine sevdalı, sadık bir ilişki kalmış mıydı?

 

Ali, küçük kızına bakmasıyla anlamasa da sorma gereği duydu. Mehru babasının ona seslenmesini anladı fakat ne dediğini anlayamadı. Komik bir şeymiş gibi güldüğünde Ali için o gülüş dünyalara bedel oldu.

 

"Kurban olurum sana."

 

Bugün Mehru ilk defa babaannesini ve dedesini görecekti. Evet evet ilk defa. Ali'nin ailesinden gelenler olmuştu fakat annesi ve babası kızının doğumuna bile gelmemişti. O gün Ali'nin gözleri hep kapıda, kulağı hep telefonda olmuştu ama ne gelen ne de arayan olmuştu.

 

O gün ikinci bir yangını yüreğinde hissetti. Aile herkesten farklıydı. Yaralar aile olunca daha ağır ve daha yaralayıcı oluyordu. En mutlu günü olsa da bir yandan da en kötü günü olmuştu. Karısına belli etmemeye akşam da anlıyordu. Zaten anladığında ise gülümsemiş ve demişti ki kızım ve ben sana yeteriz.

 

"İnelim gülüm." Dediğinde kadın başını onaylar anlamda sallamış derin bir nefes alarak araçtan inmişti. Kızını almak için kapıyı aralarken dikkatlice puseti eline aldığında kızının ayakları heyecanla hareket etmeye başladı. Zorlukla da olsa gülümsedi. Şuan gülmek o kadar zor geliyordu ki gülümsemesi ancak burukça oluyordu.

 

Karısının elini tutmasıyla kocaman eve doğru ilerlediler. Ali kapıyı tıklattığında kocaman insanlar stresten yere yıkılmak üzereymiş gibi ayakta durmaya çalıştılar. Saniyeler saatler gibi gelirken o kapı sonunda açıldı. Ali'nin babası kapıyı açmıştı.

 

Şaşırdı. Kim gelecek diye sorsa en son oğlunun ismini söylerdi. Yaşadıkları şeyi biliyordu, gelmesini bu yüzden beklemiyordu. Şaşkın yüzü mutluluğa dönüştüğünde dudaklarının arasından oğlum lafı çıktı.

 

Sıkıca sarıldı oğluna. Hiç bırakmak istemedi sanki. Ali ağlamamak için kendini zor tuttu. Kendisi duygusal bir adamdı. Fakat ağladığını görmek zordu. Bir tek karısı görmüştü. O da zaten onu yargılamayacak tek kişiydi.

 

Geri çekildiğinde bu sefer bakışları gelinini buldu. Gül Hanım kocaman gülümsedi. Seviyordu, ilk yıllarında onu bir babası gibi görmek istemişti. İyi birisiydi ama bir baba gibi görmek için hiç yakın olamamışlardı.

 

"Kızım sen de hoş geldin." demesinin ardından Gül Hanım sarılmasını karşılık verdi.

 

"Oy yavrum, torunumu da mı getirdiniz bana?" dediğinde sesindeki özlemi görmek iki çifti de mutlu etti. Gül puseti aşağı indirerek adamın ulaşmasını sağlarken yaşlı adam içi gidermiş gibi parmağını bebeğin yüzüne sürttü.

 

Sonra o ses duyuldu. "Sizin ne işiniz var burada?"

 

... 

 

Diken üzerinde hissetmek deyimini aslen yaşıyordum. Bir anda yüzüme çarpan gerginlikle kızarmaya başlarken tek odağımı dedeme çevirdim. Masmavi gözleriyle bana bakarken onu ne kadar özlediğimi fark ettim. Beyaz saçları daha da çoğalmış, tontiş bir dedeye dönmüştü. Şaşkınca yerinden doğrulmaya çalışırken telaşla onun yanına hızla adımladım.

 

"Sakin ol dedem." Dediğimde yüzündeki gülümseme eksilmemişti. Yatağın yanındaki düğmeye bastığımda yukarı doğu kalkan başlıkla derin bir nefesi vererek yanına oturdum.

 

Yatağın üzerindeki eline ellerimi yasladığımda gülümseyerek dudaklarımı araladım. "Nasılsın dedem? İyi misin?"

 

O kadar konuşacak konu vardı ki hepsini geriye doğru attım. Onun sağlığı daha önemliydi. Zaten konuşacağım kişi de o değildi, kendisi arkamda bir yerlerde gözlerini bizden ayırmıyordur.

 

"Yavrum benim, bir anda bayılıvermişim, yaşlılık işte. Ama iyiyim şükür. Hep bana bir şey olacağını mı sandın, koskoca muhtarım kızım ben." Dediğinde tek kaşını havaya doğru kaldırmıştı.

 

Kıkırdadım. Doğru, dedem yıllardır muhtardı. Babadan oğula geçen meslek gibiydi. Babasının babası dahi bunu yapmıştı. Yaşı geçmiş olsa da seveni çoktu. Dedem hem güler yüzlü hem de işini iyi yapan birisiydi. Doğal olarak yıllardır bu meslekte kalmayı başarmıştı.

 

"Tabi daha neler neler yapacaksın köye, hem bayılmak da neyin nesi. Turp gibisin turp." Dediğinde şen kahkahasını kulaklarım işitti. Böyle şeyler duymayı pek severdi.

 

"He ya, bana bunlarla gelin." Dediğinde dayanamadım serum bağlı elinin üzerine dudaklarımı değdirdim.

 

Sonra bakışları benden çekilerek arkama baktığında, yüzündeki tebessüm ayrılmadı. Omzumun üzerinden arkama baktığında kapının ağzında duran annemle karşılaştım. Çekingen bakışlarıyla bizim olduğumuz tarafa bakıyordu.

 

Annem çok yufka yüreklidir benim, bu kadına bu hayatı uygun gören babaannemden nefret ediyordum.

 

"Kızım ayakta kaldın, gel otur." Dediğinde iğnesiz koluyla çaprazımdaki koltuğu işaret etti. Annem her şeye rağmen zorlukla gülümsedi. Açık pembe rengindeki koltuğa oturduğunda, kendimizi bir kabın içerisine almış ve yalnızmış gibi hissediyordum. Keşke böyle bir şey mümkün olsaydı.

 

"Nasılsın baba?"

 

Dedem, annemin önünde birleştirdiği parmaklarını tutarak üçümüz elini birbirine bastırdı. Sıcacık oldum.

 

"İyiyim yavrum gördüğün gibi, sen nasılsın asıl. İşler güçler nasıl, keyfin yerinde mi?"

 

"İyi baba iyi, her şey yolunda. Keyfimiz de yerinde." Dediğinde sesindeki yorgunluk canımı acıttı.

 

"Yenge?" Sonunda üçümüzden farklı bir ses duyulduğunda babamın kardeşinin eşi gülümseyerek yazımıza gelmişti. Babamlar üç erkek kardeşti. Yani annemin üç eltisi vardı. Ne güzeldi ama!

 

İkisi güzeldi ama birisi tam eltiydi. Annemin şansına en azından birisi kötüydü. Çoğu kadın kaynanasından çekmesi yetmiyormuş gibi bir de görümce ve eltisinden sorun çekiyordu.

 

Birbirine sarıldıklarında koyu bir sohbetin başladığı andı. Bizim gelmemizle sanki odayı samimiyet sarmıştı. Dedem de ara ara konuşmamıza katılmış, gülüşmüştük. Artık gitme vaktimiz gelip çattığında herkesle teker teker vedalaştık. Dedemi görmüş, iyi olduğuna emin olmuştum. Şimdi ise geriye yapacak bir şey kalmıştı.

 

Babam mezarını ziyaret etmek.

 

Kapıdan çıkmamızla, uzun dakikalar sonra babaannemle göz göze geldik. Bize doğru bir adım atarak dudaklarını aralamıştı ki ondan önce davrandım.

 

"Bahçede konuşalım." Sesimle sustuğunda dedeme el sallayarak odadan çıktık. Annemin ellerinden tuttuğumda, üç kişi asansöre bindik. Zihnimizde büyük bir kavga olsa da vaktinde o kelimeleri çıkaracağımız için susuyorduk. Rahatsız edici bir sessizlikten sonra asansör giriş katına indiğinde hızlı adımlarla bahçeye çıktık.

 

İşte şimdi içimdeki kelimeleri sunmanın zamanıydı.

 

"Bana bakın. Ben ne annemin yufka yüreğini ne de babamın anlayışlı kalbine benzemem. Yıllardır susuyorum. Babamın hatrı dedim, yıllarca sustum ama yeter. Bu iş annemin sağlığına kadar ilerledi, bu son artık."

 

Suspus olduğunda daha fazla konuşmak için fırsat buldum. "Eğer annemi sizin yüzünüzden kaybedersem çok fena olur. Benim size olan saygımı tamamen taşa çevirmeyin, torununuzu bu şekilde görmek istemezsiniz. Birazcık oğlunuzda hakkınız varsa, mezarında bari rahat bırakın."

 

Ağırdı. Cümlelerimin anlamı yaralıyordu. Eğer karşımdaki insanın kalbi varsa canı yanardı. Ama babaannemin bir kalbi olduğunu bile düşünmüyordum, yaptığı şeyler alttan alınacak şeyler değildi. Ama herkesin bir sabır sınırı oluyordu, kendimden çok bence annemin sınırı aşılmış gibi hissediyordum. Yıllardır alttan alması, nazik kalbini paramparça etmişti.

 

Babam üzüldü, annem de artık üzülsün istemiyordum.

 

"Lütfen dedemi de kötü oyunlarınıza alet etmeyin."

 

Sustu kaldı diye düşündüm. Arkamızı dönüp gideceğimiz vakitte adımlarımı mıhlayan o kelimeleri duydum. Hani kalbindeki nefretin dağılışını hissedersin ya tam olarak böyleydi. Ağır konuştuğun kadar, karşılığını da alırdın.

 

"Ne de olsa oğlumu siz mezara soktunuz. Karşıma geçmiş rahat rahat konuşması basit."

 

Babamı can parçaları öldürmüş.

 

Ona göre mezara sokan, içten gözyaşı döken ailesiyiz.

 

Sesimi soluğumu kestim ama çok gururuma gitti. Kendim kadar annemin de üzüntüsünü hissedebiliyordum. Aslında o kadar ağrımıza gitti ki kelimelerimiz boğazımızda dizildi ve susmaktan başka bir şey yapmadık. Böyle bir kadına artık cevap vermek bile hata iken, nefesimizi yormanın gereği yoktu.

 

Yüzümüzü ona geri dönmeden annemin koluna dokundum ve yüzüne baktım. Benim aksime dik duruyordu. Bu sefer gözyaşlarımı tutmakta zorlanan bendim. Geri arabadan indiğimiz yere geldiğimizde tekrardan araca bindik. Ağlamamak için farklı düşünceler düşünmeye çalışsam da beceremiyordum.

 

Atahan ses etmeden aracı çalıştırdığında nereye gittiğimizi bilmesek de konuşmadım, sorgulamadım. O yanımdayken nedenini sormasın diye de gözyaşlarımı akıtmamaya çalıştım. Göz temasında kaçıyordum, bizim sessizliğimiz onu işkillendirmiş olmalı ki arada bana bakan gözlerini hissedebiliyordum.

 

Dakikaların ardından araba yavaşladığında bakışlarım etrafa çok da meraklı olmayan gözlerle kaydı. Bir yerde kalacağımızdan bahsetmişti. Tahminime göre oraya gelmiştik. O indiğinde biz de beklemeden indik.

 

Bagaja ilerlerken uzun süren sessizlik onun sayesinde bozuldu. "Bir işiniz yoksa iki gün burada kalalım, gezeriz. Tabi sizin için de uygunsa."

 

Ne diyeceğimizi biliyormuş gibi konuşmamıza izin vermeden lafına adını yerden devam etti. "Annem sorun etmez."

 

Atahan yol yorgunuydu. Bu yüzden bir yerde konaklamamız şarttı. Fakat gezme konusunda hem fikir miydik pek bilemiyordum. Annemin içi hiç rahat etmezdi, o ise bu güveni ona verecekmiş gibi duruyordu. Şahsen babamın memleketi olan Ordu hakkında bir yer bilmiyordum. Gezip görülecek yerleri var mıydı bir fikrim yoktu.

 

Babam ve annemin çok parası olmayınca başka şehre gitme ihtimali de olmamıştı. Babam hep hâyâl etse de gerçekleşmemişti. Ama ahtım da yoktu zaten, onun düşüncesi bile bana yetmişti. Zaten paramız olsa da izin almak önceden zor oluyordu. Sindi öyle değdi ama alışkanlıktan dolayı annem tedirgin oluyordu.

 

"Seni zor durumda bırakacak bir şey olmasın da oğlum, gerisi önemli değil."

 

Yine oğlum demişti.

 

Belki basit, öylesine söylenmiş bir kelimeydi ama benim kalbimi neden titretiyordu bilmiyordum. Tuhaf hissediyordum. Annemin bu yufka yüreği sayesinde belki de Atahan da hoşnuttu. Anneme karşı saygılıyken aksini beklemem zaten saçma olurdu.

 

"Benim için sıkıntı yok. O zaman kabul ediyorsanız dediğimi yapalım. Eve geçelim, yol yorgunusunuz dinlenelim."

 

"Tamam oğlum."

 

Bagajdan çantaları çıkardığımızda hiçbirini almamıza izin vermeden kendi taşımaya başlayınca içimden ofladım. Tamam kolları yeterince ağırlık taşıyabilecek kadar güçlü duruyordu ama biz de bir şeyler yapabilirdik.

 

Kapıya geldiğimizde duraksayarak bana baktı. "Pantolonumun sol cebinde anahtar olacak." Söylediklerinin ardından elim pantolonun cebine kayarken hızla bulduğum soğuklukla anahtarı yuvaya yerleştirdim. Birkaç çevirmemle açılan kapının ardından ilk biz geçerken Atahan da geçmiş ve çantaları yere bırakmıştı. Kapıyı ardından kapatırken bakışlarım etrafa kaydı.

 

İki katlı ahşaptan olan evin içerisi de dışarıdaki gibiydi. Karşımızda şömine ve oturma alanı mevcutken manzarası da boydan boya camdı. Ormam manzarasını buradan görebiliyordum. Ev çok büyük olmasa da yeterince şıklığı yakalamış görünüyordu.

 

Acaba kimin eviydi? Kiralamış mı? Yoksa kendi evleri miydi bilmiyordum.

 

"Üst kata çıkınca soldan ilk odaya geçebilirsiniz, nevresim gibi şeyler de dolapta olmalı."

 

Başımı onaylar anlamda salladım. "Teşekkür ederiz, biz çıkalım. Siz de dinlenin."

 

Hiçbir şey söylemezken biz annemle yukarı çıktık ve dediği odaya geçtik. Geniş bir yatak bulunuyordu, iki tekli koltuk, dolap gibi birkaç parça mobilya yerleştirilmişti. Oda daha yeni gelmemize rağmen sıcaktı. Peteklere doğru ilerlediğimde ısındığını gördüm.

 

Burası Orduydu. Muğla'ya benzemezdi.

 

Annem yatağın üzerine oturduğunda yorgunca alnını ovuşturdu. Yanına adımlayarak oturduğumda ellerimi ellerinin üzerine koydum. Her zamanki gibi sıcacıktı.

 

"Anne yine saçma sapan konuşuyor işte, biliyorsun değil mi?" Gülümsedi. Gerçek gülümsemeden uzak, samimi olmayan bir gülüşten ibaretti.

 

"Biliyorum yavrum. O ne derse desin ben yıllardır tanıdığım eşime karşı olan kalbimi bilirim. Onun sözlerinin bir hükmü yok. Senin için de olmasın."

 

Ne kadar yorgun olsa da güçlü dururdu. Boşuna ona hayran bir kız değildim. Annem tek başına bir evlat büyütmüş ve okutmuştu. Bu ona hayranlıktan başka bir şey duyumsamama neden oluyordu.

 

"Olmaz annecim olmaz."

 

Annem biraz dinlenmek istediğini söylediğinde ağlamamak için uyumak istediğini biliyordum. Atahan'ın söylediği dolapta dediği gibi nevresimleri çıkardığımda bir çırpıda serdik ve annem rahatça yastığa başını yaslayarak uzandı. Biraz hava alacağımı söylediğimde beni onaylamış ve göz kapaklarını kapatmıştı.

 

Odadan çıktığımda onun yanına gitmek için bakışlarımı etrafta gezdirdim ve duyduğum tıkırtılarla bu kattaki sesin geldiği yöne doğru adımlamaya başladım. Aralık olan kapıdan içeriye girdiğimde eşyaları çantadan çıkarmakta olduğunu gördüm.

 

Odaların genişliği aynı boyutta, tahtadan oluşan duvarlar ise güzel bir hava katmıştı. Yatağın üzerine çıkardığı kıyafetleri yerleştirirken adım seslerini duymuş olacak ki bakışları bana kaydı. Sessizce yanına ulaşırken dudaklarımı araladım.

 

"Ben kıyafetleri yerleştireyim sen de uyu istersen." Dediğimde kaşları çatılarak bana baktı.

 

"Asıl isteğim beraber uyumak da," dediğinde lafının devamında vereceğim tepkiyi biliyormuş gibi sözlerine devam etmedi. Kıyafetlerini yerleştirmeye devam ederken yatağa oturarak derin nefes aldım ve onu izlemeye başladım. Elleri işlevik bir şekilde kıyafetlerini askılığa ve katlayarak raflara yerleştirdiğinde işi bittiği için bana doğru döndü. Yatağın üzerindeki çantayı yere indirdiğinde yanıma oturdu. Yatak onun oturmasıyla hafifçe çökerken ona doğru yaklaştım.

 

"Anlat yavrum, ne oldu hastanede?"

 

O ne oldu? diye sorunca bitmek bilmeyen o duygusal çöküntü tekrardan içimde baş gösterdi. Başını bana doğru çevirerek elleriyle yüzümü iki yandan kavrarken bakmak zorunda kaldım.

 

"Dedemin durumu çok şükür ki iyiymiş. Özlem giderdik, keyfi yerindeydi."

 

Bu anlattıklarım olumlu olsa, anlaşırken ki surat ifadem bunun aksini söylüyormuşum gibiydi. Moralim bozuktu, belli etmemeye çalışsam da bir haltlar döndüğünü anlayabiliyordu. Zaten saklamak da istemiyordum. Çünkü karşımda beni anlayan bir insan olduğunda nedense derdimi anlatmak istiyordum. Yoksa içimde sıkışıp kalması daha kötüydü.

 

"Bir sorun oldu değil mi?"

 

Sıcak nefesi yüzüme çarpıyordu ama nedense içimdeki ağlama isteğine bulaşamıyordu. Gözlerim dolu dolu olurken yumuşak bakışları karşısında daha fazla dayanamadım. O doluluk boşalmak için kucağımıza düşmeye başladı.

 

"Babamı mezara biz sokmuşuz." Dedim yüreğimdeki ağırlıkla. Babamın mavi gözleri gözlerimin önüne geldiğinde özlemimle birlikte duyduğum sözler bir anda üzerime geldiler.

 

Gözlerine bakmakta zorluk çeksem de yine de çekmedim. Kaşları çatıldı, usulca yutkunduğunda parmağı göz yaşımı yavaşça temizledi. "Kim söyledi bunları sana?"

 

Babamın kanından canından olan annesi...

 

"Babaannem."

 

Yutkundu tekrar, sertçe. Nefesini dışarıya verdiğinde bir anda kendimi göğsünde buldum. Alnım, hızla atan kalbinin üzerine değdiğinde sessiz hıçkırıklarımla ağlamaya devam ettim. Elleri sıkıca belime sarmalınırken ellerim bedenimizin arasında sıkışıp kalmıştı. Kokusu burnuma doluşurken saçlarımın üzerinde dudaklarının baskısını hissettim.

 

"Kalbinin kapılarını seni yaralayacak insanlara sıkıca kapat. Yoksa gözlerinden akan yaşları bir daha gördüğümde bu kadar sakin kalamam."

 

Kalbimi yaralayan insanlara sıkıca kapatmak...

 

"Öyle yara almaz mıyım?"

 

Küçük bir kız gibi çıkan ses tonum karşısında göğsünün titremesi dikkatimden kaçmadı. Nefes alış verişlerimiz çok hızlıydı. Gözlerim hiç açılmak istemezmiş kapanmıştı. Hiç açmasam ve uyusam olmaz mıydı. Çünkü insanoğlu gözlerini açtığı an dertlerin ve sıkıntıların başladığı an oluyordu.

 

Çocukken bile acı çekiyorduk. Tıpkı benim gibi. Bu yere düşmeye, bir yere çarpmaya benzemiyordu. Fiziksel acı ruhsal acı kadar dokunmuyordu. Tenin morarır belki dikiş atılırdı fakat kalp... Kalp söz konusu olduğunda geçer diyerek yolunuza devam edebilir miydik?

 

"Canının yanmasına bundan sonra izin vermem."

 

Sahi vermez miydi?

 

Öyle olmasa bile ona inanmak istedim.

 

Sustum. Sonra dudaklarımdan çıkanlarla bencillik yapıyormuşum gibi hissettim. "Verme."

 

Sarıldık. Annem bu evde değilmiş gibi, dünyadan soyutlanmışız gibi sadece sarıldık. Dakikalar geçti, biz saniyeler geçti gibi zannederken. Sonrası zifiri bir karanlık olurken, derin bir uykunun kollarına çekildim. Göğsünde.

 

Kısık sesli bir kelimenin sürekli tekrar edilmesiyle kirpiklerim kıpraştığında silik görüntü netliği kavuştu ve onu gördüm. En son onun kollarında olduğumu hatırladığımda aklıma annemin gelmesiyle hızla yerimden doğruldum ve telaşla bir şekilde konuşmaya başladım.

 

"Ben ne kadar süredir uyuyorum?"

 

Bu telaşıma karşılık benim aksime gülümsedi. "Bir saat oldu." Dediğinde ise gözlerim kocaman açıldı.

 

"Sen uyumadın mı?"

 

Kaşlarını hayır anlamında yukarı kaldırdığında kendime içimden kızdım. Aslında onun uyuması gerekirken ben sızıp kalmıştım. Bana da helal olsundu.

 

"Özür dilerim. Yorgun olan sendin."

 

Dudaklarını ıslatarak yüzünü yüzüme yaklaştırdığında kalbimin amansızca çarpmaya başladığını hissettim. Dudaklarının baskısı yanağımı buldu. "Dinlendim ben."

 

Uyumadan insan nasıl dinlenirdi?

 

"Acıktın mı peki?"

 

Hiç geri durmadan "Acıktım." Dediğinde gülümseyerek yerimden iyice doğruldum. Yataktan kalktığımda o da tıpkı benim gibi doğrulmuştu. Banyoya ilerleyerek elimi yüzümü yıkadığımda havluyla ıslaklıkları kurularken kapının pervazında beklediğini gördüm.

 

"Annemin sesi çıkmıyor, uyumaya devam ediyor sanırım."

 

Atahan başını öylesine salladı. "Rahatsız etme boşver uyusun, yorgundur o. Çokta izin almıyor herhalde?"

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Ben olmayınca çok vakit geçireceği kişi bir teyzem var, başka da gitmiyordur."

 

Anladım dercesine beni onayladı. "Senin okul durumu nasıl olacak?"

 

Merdivenlerden inerek mutfağa geçtiğimizde kaşlarım çatılarak duraksadım. "Ne durumu?"

 

"İstanbul'dasın. Muğla'ya gelmeyi düşünmüyor musun?"

 

Güldüm. "Böyle şeyler istemekle olmuyor."

 

"Başvuru yaptın mı?"

 

Buzdolabının kapağını açtığımda gördüğüm tavukla fırında bir şeyler yapabileceğimi düşündüm. Aynı zamanda Atahan'ın söylediklerine de cevap veriyordum.

 

"Yaptım. Birkaç gün sonra açıklanacak."

 

Ambalajı açarken arkamda bedenini hissettim. Annemin görecek olması ihtimaliyle telaşlandım ve hızla arkamı döndüm. Bu gevşek hareketlerine bir son vermiyordu. Anlatıyordum, o da anlıyordu zaten. Fakat işleme geçirmiyordu. Yani yakındır birileri onun bu hareketleri yüzünden yanlış anlayacaktı.

 

"Ne yapıyorsun Atahan ya?" dediğimde gülümseyerek bir adım daha attı ve pantolonun kemeri tam karnıma denk geldi. Belim tezgahın soğuk mermerine yaslanırken bir gözüm kapıda bir gözüm ondaydı.

 

"Bir daha adımla seslensene."

 

Bu adamın derdi de başkaydı.

 

"Ya sabır gerçekten, şu hareketlerine son ver."

 

Omuz silkti. Sanırsınız çocuk vardı karşımda. Yoksa kocaman adam hiç omuz silkecek gibi bir görüntü vermiyordu. Atahan dışarıdan bakıldığında gerçekten de ciddi ve kaba bir görüntü veriyordu. Ama içten bakıldığında tıpkı çocuk gibi. Erkekler böyle miydi?

 

"Ne hazırlayacağız bebeğim?"

 

Bebeğim falan sen hayırdır diyecek olsam da sustum. Gözlerimi kısarak baktım ve "Tavuk kullanacağım ama ne yapayım? Ne istersin?" diye sordum.

 

"Güveçte yapalım, buralarda bir yerde vardır."

 

Dediği gibi güveçleri bulmuş ve üç tane çıkarmıştı. Ben soteyi yapmaya başladığımda o kaşar peynirini rendelemişti. Patates haşlanması için çoktan ocağa konmuş sadece beklemek kalmıştı. Bu sırada masayı kurmaya başlarken annem gelmişti. Ne kadar beni kaldırmıyorsunuz diye kızgın olsa da bir şekilde için rahatlatmayı başarmıştık. Daha doğrusu Atahan yardımcı olmuştu.

Yemeğimizi yediğimizde Atahan bizi gezdirmek için hazırlanmamız gerektiğini söylediğinde annemle tıpış tıpış yukarı çıkmış ve havadan dolayı sıkı şeyler gitmiştik. Çok fazla oyalanmadan aşağı indiğimizde Atahan çoktan hazırlanmıştı.

 

Arabaya geçtiğimizde kemerlerimizi bağlamıştık. Atahan arabaların yoğunlukta olduğu o yola girdiğinde kısa bir süre bakışları bana kaydı. "Sahile gidelim diye düşündüm, akşam gezmesi güzel olur."

 

Doğru söylüyordu. Sahil ya da denizin yanından yürümek akşam daha güzel oluyordu. Kalabalık yerlerde bazen anlamasak da hoşumuza giderdi. Mesela ben İstanbuldayken kalabalık yüzünden hep sakin yerlere kaçmayı çalışırdım. İstanbul'da biraz zor oluyordu ama mümkündü.

 

"Olur." Dedim ikimizin de yerine. Annemin bakışları camdan dışarıya çevrilmişti. Yıllar önce geldiği bu memlekete bu gözlerle bakması normaldi. Dedemin böyle bir durumu olmasa yine buraya sadece babam için gelirdik. Yılda birkaç kez gelmeye çalışıyorduk. Mesafe o kadar uzun olunca gitmesi de zorlaşıyordu.

 

Kendi yaşadığımız yerde olsa sık sık gelirdik. Ama değildi. Kendi babamın mezarını bile gitmeme izin vermeyecek kadar insanlar gaddarlaşmış, kalpsizleşmişti.

 

Araba durduğunda paralı açık otoparka park etmişti. Zaten sahile yakın olduğu için çok fazla bir mesafe yaratmamıştı. Araçtan inerek annemin koluna girdiğimde hep beraber sahil kenarına doğru yürümeye başladık. Hava biraz esse de çok fazla donacak kadar bir soğuk yoktu.

 

"Yavrum benim şurada bir fotoğrafımı çekebilir misin?" diyen anneme bakışlarım kaydı, söyledikleri karşısında tebessüm ettim.

 

"Tabi annem."

 

Cebimden telefonumu çıkararak kamerayı açtığımda denizin önünde verdiği pozla kıkırdadım. Kafaya bir şeyleri takmak yerine hayatı yaşamaya bakmasını istiyordum. Aslında annemle o kadar çok yapmak istediğim şey vardı ki şartlar gereği yapamamıştık. Bir de para kazanıyordum ama hayat gereği harcama da fazla oluyordu.

 

"Sen de geç ikinizi çekeyim."

 

"Aa olur olur, anı kalsın." Diyerek atılan annemin yanına geçtiğimde telefonu da Atahan'a vermeyi unutmadım.

 

"Sizi de çekeyim." Annem bize bakarak konuştuğunda şaşırdığımı hissettim. Ne yani Atahan ile beni mi çekecekti.

 

"Olur Gül teyze anı kalır." diyen Atahan çoktan götüne kına yakmış gibi duruyordu. Denizin önüne geçtiğinde annem ona uzatılan telefonu eline aldığında annemin söyledikleriyle donup kaldım.

 

"Hadi Mehru, Atahan abinin yanına geç."

 

Atahan abi?

 

Atahan'ın kaşları derince çatılırken bense şaşkınlık içerisinde gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Asla annemin böyle bir şey demesini beklemiyordum. Söyledikleri şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaratmıştı. Acaba Atahan ne hisediyordu? Suratından anladığım kadarıyla sinirliydi. Hem de aşırı. Belki de sorguluyordu. Annem niye böyle dedi? diye kafayı yiyiyordu.

 

Dudaklarını aralayacağı vakitte hızla atılarak onun yanına geçtim. Annem ikimizin fotoğrafını çekerken aklımdan ilk fotoğrafımız olması düşüncesi geçti. Aramızda mesafe duracak şekilde durduğumda onun surat ifadesini görmek için başımı yukarı kaldırdım ve gülümseyen suratıyla karşılaştım. Az önce sinirli iken şimdi neden gülüyordu onu bile bilmiyordum.

 

"Çektim." Dedi annem son harfi uzatarak. Elindeki telefonu uzattığında çekilen fotoğrafları incelemeye başladım. Toplamda 7 yeni fotoğraf çekilmişti. 3 tanesi annemin 2 tanesi annemle ikimizin, 2 tanesi de onunla benim olandı. İlkinde kameraya bakıp gülüyorduk. İkincisinde ise ona bakıyordum. Yalan söylememek gerekirse güzel çıkmıştık.

 

Bir süre daha buraları gezdikten sonra çay bahçesi bulmuş ve oturmuştuk. Konuşmalarımız derslerden, işlerden kısacası havadan sudan olmuştu. Annem bir laf açıyor Atahan severek devam ettiriyordu. Bir şey daha fark etmiştim ki muhabbeti sarıyordu. Konuşma tarzından diksiyonun iyi olduğu da belli oluyordu. O gerçekten çok dikkatli bir adamdı. Nerede nasıl davranacağını biliyor gibi görünse de konu ben olunca neden böyle rahat oluyordu bilmiyordum.

 

Muhabbetin ardından arabaya geçmiş ve eve geri gelmiştik. Kısa süre yürüsek de üzerimize yorgunluk geçmişti. Annem odaya çıkacağını söylediğinde ben de susuzluğumu gidermek için mutfağa geçtim. Masanın üzerinde duran sürahiden bardağa su doldurmaya başladığımda arkamda hissettiğim bedenle gözlerimi sinirle yumdum. Yok, benim dilimde tüğ bitmişti.

 

Işık kapalı olduğu için bir anlığına korksam da onun olduğunu bilecek kadar alışmıştım.

 

"Bebeğim fotoğrafları bana da atar mısın?" dediğinde elimdeki bardaktan suyu içtim ve arkamı döndüm.

 

"Atarım da dibime girdin yine," aklıma gelenlerle haince gülümserken dudaklarımı da aralamayı başardım. "Atahan abi."

 

Onun kırmızı noktasını bulmuştum. O beni sinir etmeyi beceriyordu. Bense bu kelimeyle artık onu deli etmekten hoşnut olacaktım. Şimdi ise an be an sinirlendiğine şahit olurken gülmeye devam ettim. Sinirle bir adım daha atacak oldu, halbuki atacak kadar aramızda mesafe yoktu. Hatta hiç mesafe yoktu. Üzerime abanmasıyla geriye doğru gitmek istemiştim ki hayatımda hiç şok olmadığım kadar şok oldum.

 

Kalın parmakları boynumu bulduğunda derin bir nefes alacak oldum ki dudaklarıma yerleşen dudaklarıyla bütün soluğum kesildi.

 

SON

 

Bu bölüm Ali'nin ve Gül'ün yaşadığı geçmişe biraz değindik, hâlâ da bu geçmişin sıkıntısını çekeceğiz.

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Sahil kısmını... Abi meselesi :)

 

Atahan bayağı bozuldu, Mehru'nun annesi de kızının eline büyük bir koz verdi.

 

Son kısım çok güzel bir bitiş oldu. 🙃🤭😉

 

Bu arada kurban bayramınız mübarek olsun. 💝💗💖

 

Bol yorum ve beğeni lütfennn.

 

Sizleri seven Ebrar.

 

 

Loading...
0%