Yeni Üyelik
9.
Bölüm
@rarbezrh

9. Bölüm: Stres

 

Beğeni ve okuma konusunda gösterdiğiniz ilgi için teşekkürler. Fakat yorum da yapmayı unutmayın olur mu? Beni çok mutlu edersiniz. Eğer ki yazı yazmaktan hoşlanmıyorsanız, emojilerle de tepkinizi belli edebilirisiniz. Çünkü ilgi ve alaka olunca ben de hızlı yazmak için çabalıyorum.

 

Herkes az buçuk sarhoş

 

Herkes bir şeyler söylüyor

Ama yalnız ikimizin sözcükleri sarmaşdolaş.

 

Ona ne zaman kapıldım?

 

Gözleri gözlerime değdiğinde mi? Nefesi nefesime karıştığında mı? Yoksa dudaklarımı göğsüne kazıdığında mı?

 

Peki, bu görüntüyü gördüğüm anda kanıma karışan bu his yüzünden mi, ona olan sevgimin farkına varmıştım? İçimde nükseden bu adı kadar uzun sürecek olan kelime tam olarak kıskançlıktı. Atahan'ı kıskanıyordum.

 

Ne olarak?

 

Kapının aralık kalan ağzından gördüklerim karşısında donup kalmışken, Atahan'ın geriye doğru çekilmesiyle içimden sonunda diye geçirdim. Ben gelmeden önce ne kadar süredir sarılıyorlardı bilmiyordum ama bu kısacık süre olsa bile sinirimi bozmaya epey yetmişti.

 

Belki sıradan bir arkadaşken sarılmak normal gelebilirdi fakat hislerim kızın ona aşık olduğunu söylemesiyle birlikte pek de bu durumu normal karşılayacak durumda değildim. Peki hangi sebep bunu doğrulardı? Neden? Gibi benzeri sorular zihnimin içerisinde plak misali hareket etmeye başladığında nasıl durduracağımı bilmiyordum.

 

"Git yat artık Selin."

 

Atahan'ın söylediklerinin ardından kaşlarım biraz daha çatıldı. Bu gece hiç düzelmeyeceği belliydi. Kızın ismini biliyordu. Yıllardır buralarda olmayan bir adama göre bu kadar bilgi sahibi olmasına gerek yoktu. Mesela anlamıyor muydu? Kızın bakışlarından bile belli olurken nasıl olur da onun konuşmaya devam ederdi? Geçen gecelerden birinde bu kız, ta onun odasına kadar kek götürmemiş miydi? Götürmüştü. Aklıma geldikçe deliriyordum. Tabi bir de o keki yediğim ânı da unutmamak lazımdı. Rezil olmuştum.

 

"Teşekkür ederim Atahan, bu sarılma iyi geldi?"

 

Atahan?

 

İyi gelen sarılma?

 

Sabır törpüsü. Evet, tam olarak dönüştüğüm şey buydu. Kız burada olduğumu biliyormuş da inadına konuşuyormuş gibi kelimesini seçiyordu. Fakat beni görmesi imkansızdı. Atahan yüzü bana dönük şekildeydi fakat ikisi de beni göremezdi.

 

"Atahan Bey." Dedi uyarırcasına Selin'e karşı, Atahan beyimiz. Kaşları tıpkı benim gibi çatılmış, yine ciddi ifadesine bürünmüştü. Dik omuzları sayesinde ne kadar güçlü durduğunu fark ettiğimde bunu görenin tek ben olmadığımın düşüncesi aklıma geldi. La havle çektim. Bol bol hem de. "Ayrıca bir daha karşındaki insana da bunu yapacak olduğunda isteyip istemediğini göz önünde bulundur."

 

Selin'in yüz ifadesini maalesef ki göremiyordum. Atahan'ın söyledikleri karşısında şaşkınlığım yüzünden bir tur daha dondum. Kızla arasına saygı çevresinde bir mesafe koymaya çalışıyordu ama kız geri atacak birisine benzemiyordu. Tuttuğunu koparırdı.

 

"Ne yani istemiyor musunuz?" diye sorduğunda az daha cilveli çıkacak ses tonu ve yanında söyledikleri karşısında kapıyı şak diye açıp yanlarına gidesim geldi. Ama tabi ki de haddim olmadığı için geri planda kaldım ve öylece izlemeye devam ettim. Istırap gibi gelen bu dakikalar artık bitsin istiyordum. Hem bu kız neden bu saate buraya geliyordu? Birisine yakalanmaktan korkmuyor muydu?

 

"Ne diyorsun kızım sen? İstememi gerektirecek bir şey oldu da ben mi bilmiyorum. Gece gece benim asabımı bozmadan yürü git odana."

 

Derin bir nefes verdiğimde, sıkıntıdan patlayacak olan içime sakin ol mesajları vermeye başladım. Kızın elleri yumruk olurken sinirlendiği gayet de belli olmaya başlamıştı. Ne gibi bir cümle bekliyordu bilmiyorum ama istediğini alamadığı bir gerçekti.

 

"Ama Atahan," dediğinde cinler tepeme geldi. Yok, bu kadın anlamıyordu. Zaten hiçbir zaman da anlayacağını düşünmüyordum. Daha lafına devam edemeden Atahan cümlesini yarıda kesti. "Bir kere daha adımla seslenecek olursan, kendini kapının dışında bulursun."

 

Evet, bu ağır olmuştu.

 

Tabi anlayana.

 

Kız hızla başını olumsuz anlamda sallamaya başladı. "Hayır hayır, ben yatayım Atahan Bey." Dediğinde usul usul adımlarla benim tarafındaki merdivenlerden değil de diğer taraftan inmeye başladı. Kızın bir anda ortadan kaybolmasıyla daldığım yerden bakışlarımı çektim. Atahan başını yukarı kaldırarak bir şeyler mırıldandı, ardından odasının kapısında doğru adımlamaya başladı

 

Aralık olan kapıyı açtım ve peşinden hızla atıldım. Genişçe kendi odasının kapısını araladığında sessizce ona fark ettirmeden ardından girdim. Bedenimi kapıya yasladığımda ses etmeden ona bakmaya başladım. Çok sürmeden sesini işittim.

 

"Kokun seni ele veriyor."

 

Yakalanmıştım.

 

Zaten gizlenmek isteyen de yoktu.

 

"Az önce ele verilecek olan gayet belli oluyordu." İmâlı şekilde söylediklerimi takacak mıydı bilmezken ardını bana döndü ve sonunda yüz yüze gelebildik. Hiç ciddi ifademden ödün vermedim.

 

"Gördün." Dedi emin olmak ister gibi.

 

Sahte bir gülümse ile tebessüm ettim. " Gördüm." Ben de böylece doğruladım.

 

Sırtım kapıya yaslıydı. Bana doğru adımlamaya başladığında parmaklarım kapının anahtarını kavradı ve sola doğru çevirerek kilitledi. Başımı geriye doğru atarak dikleştiğimde kısık gözlerle gözlerine baktım. Adımları tam karşımda sonlanırken, parmakları ise havaya doğru kalkmış ve yüzümü iki yandan kavramıştı. Sıcak nefesi yüzüme çarptı, alışkındım. Ondan aldığım bir soğukluk şu zamana kadar olmamıştı. Bunun içerisinde hem kalp hem de ten sıcaklığı vardı.

 

En çok da kalp.

 

Kalp bir insana bu kadar ısınır mıydı?

 

"Babasıyla ilgili bir sorun varmış, geldi bana anlattı. Sonra ağlayarak bir anda sarıldı."

 

Açıklama yapmasını elbette bekliyordum ama bu kadar hızlı beklemiyordum. Hatta bu durum tuhafıma bile gitmişti. Bu yakınlık yüzünden kendimi meseleden uzaklaştırmaktan korksam da yine de zor durdum.

 

"Senden hoşlanıyor." Dediğimde kaşları havalandı. Şaşırdığını hissettim. Bilmiyor muydu? Ya da daha farkına varamamış mıydı? Fakat ben geldigim bu kısacık sürede bunu anlayabilmiştim.

 

"Nereden çıktı bu?"

 

Yüzümü kavrayan parmaklarına dokunarak geriye çektiğimde parmaklarımız birbirinden ayrılmak yerine daha da sıkı tutundu. Beni hızla kendine doğru çektiğinde beklemediğim için bocaladım. Göğsüm göğsüne değdiğinde birleşen parmaklarımızı sırtına doğru çekmişti.

 

"Geldiğimden beridir seni görmek için yerinde zıplıyor, bakışları desen erişmek için can kolluyor."

 

Ama öyleydi.

 

Gülümsedi. Derim bir soluk verdiğinde, o nefeste boğulacağım sandım. "Benim yüreğim yillar önce küçük bir kıza kapıldı, başkasında gözüm yok."

 

O küçük kız bendim. Yılardır sürüp giden aşkının ardından zaten ondan başka bir tepki beklemezdim. Onu çok tanımasam da kalbim ona inanmak istiyordu. Hislerine güvenen birisi olarak bunun da doğru çıkmasını umut ediyordum. Beni pişman etmezdi. Etmezdi değil mi?

 

"Yıllardır sadıksan, bana hislerini söyledikten sonra da sadık ol."

 

Sadık olmadan ilişki ilerler miydi? İlerlemezdi. Bir yerde muhakkak patlak verirdi. Birisi alttan almazsa o da olmuyordu. Bazen anlayışlı olmak ve karşısındakine karşı empati yapmak gerekiyordu.

 

"Yavrum." Dedi dolu dolu. Ses tonuna kapılıp gideceğim sandım. Böyle bir ses nasıl mümkün oluyordu. Sadece bu bile beni etkiliyor ve bu kadar çabuk etkilemesi sinir bozucuydu. Bir de böyle olduğumu anlarsa artık daha da isim zorlaşırdı. Belli etmesem olmuyor muydu?

 

"Kafanı saçma sapan düşüncelerle doldurma, bize odaklan."

 

Biz...

 

Kelimelerin ruhu vardır ve karşılıklı konuşmamızda o kelimelerin aslında bizim ruhumuza da dokunduğunu fark ediyordum. O ve ben. Artık bir biz olacak kadar yakın olmuş muyduk? Bu yaşadıklarımız benim içim çok hızlı geçerken belki de onun için hızla ilerlemek istiyordu. O da haklıydı. Benim onu tanımamla, onun beni tanımadı aynı süreç içerisinde gerçekleşmemişti.

 

Yıllardır süren bir aşkı içinde taşımak, yeterince de fazla değil miydi? Öyleydi.

 

"Ayrıca sen neden bu saatte buraya geliyordun?"

 

İşte asıl meseleye gelebilmiştik. O böyle sorunca da annemle yaşadıklarım aklıma geldiğinde kaçan keyfim yerine geldi. İçimdeki heyecan tekrardan baş gösterdiğinde daha rahat yüz yüze gelebilmek için hafif geriye çekildim. Tabi ondan pek mümkün olmasa da becerebilmiştim. Derince yutkunarak lafa girmek için hazırlandım.

 

"Anneme anlattım." Derin bir nefes eşliğinde nefesimi vermemle rahatlamış sayıldım. Sözlerimin ardından harelerinde değişen ifadeyi anlık olarak yakaladım.

 

"Ne tepki verdi?"

 

"Beklediğimin aksine bir tepki vermedi."

 

Kaşları çatıldı. "Nasıl yani?"

 

Çok açıklayıcı olmuştum. Ama ne yapayım bir anda sorunca ben de hemen açıklayamamıştım. Sıkıntıyla alnımı ovmak istesem de ellerim hâlâ onun elleri arasında hapisti. Yakında terlemeye başlayacaktı çünkü o kadar bırakmak istemezmiş gibi tutuyordu ki sıcaklaması gayet normaldi.

 

"Yanisi annem ilişkimize olumlu bakıyor."

 

Söyledim gitmişti. Tıpkı anneme söylerken de böyle gerilmiştim. Tabi annemde daha farklı bir gergin bir ortam oluşmuştu. Aslında bu ortamı yaratan bizzat bendim. Annem sıcacık, anlayışlı kadındı. Ters ve tepki yaratmasını bekleyen bende hata vardı. Bu zamana kadar yanlış ve sert bir tepkisiyle karşılaşmamıştım.

 

"Ben hemen ailemle konuşayım." Demesini asla ama asla beklemiyordum. Hareket ettiğinde gerçekten de gideceğini anladım ve hızla dudaklarımı araladım.

 

"Şimdi mi? Yok artık, saçmalama istersen."

 

Üzerimde bir ağırlık varmış ve onun birazını üstümden atmış gibi hissediyordum. Kendi annem kısmı tamamdı ama onun ailesi kısmı tamam değildi. Hatta nedense tamam olacağını da düşünmüyordum. Bu düşüncem zihnimin içerisine yerleştiğinde umarım doğru değildir diye düşünmek istiyordum. Çünkü böyle bir ihtimal eminimdir ki ikimizi de üzerdi.

 

"Yakında konuşacağım ama biliyorsun değil mi?" dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım.

 

"Asıl aileye söylemeden önce benim seni tanımam gerekiyor, sen de bunu biliyorsun değil mi?" diye sorduğumda hiç biliyormuş gibi durmuyordu. Biraz ben ne dersem kafası vardı ve ben bu durumu bozacaktım. Ama haklıydım ben. O beni tanıyordu ama ben onun hakkında ne biliyordum? Adı dışında hiçbir şey. Adı ve soy adı. Zahmet olmuştu. Onu da bilmesem olurdu. Görücü usulü mantığı evlenir giderdik.

 

"Haklısın. Hadi sor bana merak ettiklerini cevaplayayım."

 

Bu ne aceleydi?

 

"Acele ise şeytan karışır Atahancım." Diyerek gülümsediğimde onun da dudaklarında titrek bir gülümseme hâkim oldu. Yandan gülüşü -bir nevi karizmatik gülüşü- içimi bir hoş etmişti. Hep böyle mi olacaktı?

 

"Neycim neycim?"

 

Utandım. Yanaklarıma çöreklenen kırmızılık yüzünden çekinirken o ise yandan yandan gülmeye devam etti. Utana sıkıla "şeyden dedim ya ben onu." Dediğimde, utana sıkıla söylemem epey keyfine gitti.

 

"Neysine dedin?"

 

Sinirlendim. "Neyse ne, hadi ben gidiyorum." Kollarından çıkmam için harekete geçmek istemiştim ki belime dokunan elleriyle çok bir yere gidemedim.

 

"Hayırdır nereye?"

 

"Odama." Diye kısaca mırıldandım.

 

Yönümü tekrardan kendine doğru çevirdiğinde kızarık suratımla bakmaya devam ettim. "Odama kadar gelmişsin, bırak da özlem gidereyim."

 

Kelimeleri anlık kalp ritmimi değiştirdi. Heyecanlandığımı hissettim. Kollarının arasına doğru çekmesiyle göğsüm göğsüne değdi. İstemeden de olsa kendimi gülerken buldum. "Ne yapıyorsun?" Derken başım boynuna denk geldi ve dudaklarım boynuna değdi.

 

"Sevdiğim kadını biraz daha kendime çekiyorum." Sevdiğim kadın... Bir adamın sevdiği kadın olmak. Yüreğimize bizzat kelebekleri yerleştiren bu sevgi karşısında boyun eğmemek mümkün değildi.

 

"Çok fazla kalamam. Anneme su içmeye gideceğimi söyledim."

 

Güldüğünü işittim. "Annene benim için yalan mı söyledin?"

 

"Mecbur, sana anlatmak için sabahı bekleyemezdim."

 

Sıcak nefesi saçlarımın arasına akıyordu. Kollarını beni yanından hiç ayırmak istemezmişçesine sıkıydı. Benimse keyfim yerindeydi. Güçlü kolları arasında her şeyden soyutlanıyormuş gibi hissediyordum. Ellerim onun büyük sırtına tutunmuştu. Kalp atışlarını rahatça duyabiliyordum. Resmen bana uyku alanı yaratıyormuş gibiydi.

 

"İyi ki geldin, kısa sürede ne kadar çok kokuna muhtaç kalmışım."

 

Kokuma muhtaç kalmıştı. Bense onun bu kollarına muhtaç kalmıştım. Yuva. Evet, yuva gibi hissettiren bir bedeni vardı. Her şeyiyle sıcak hissediyordum. Böyle bir evde üşütmek ve yaralanmak mümkün değildi. Korurdu. Onu büyük elleri beni çevreleyerek sarardı.

 

Derin bir nefes çekti. Çektiğim nefes titredi. Yüreğim titredi. Bor dokunuşu vu kadar ifade ediyor muydu? Ediyordu işte. Fazlasıyla iyi hissettiriyordu.

 

"Yarın kısa bir süreliğine teyzeme gideceğiz. Haberin olsun istedim." Dedim mırın kırın bir sesle. Uykum gelmişti. Saat de gece yarısına geçmiş, kaç olmuştu tam bilemiyordum.

 

"Gün boyunca evde olmayacağım. İşler bu ara yoğun. Sizin için araç yollarım."

 

Geriye çekildim. O pek istemse de. Yüz yüze geldiğimizde başımı gerek yok manasında olumsuzca salladım. "Fikret abinin arabayı alırım."

 

"Zorlamıyorum." Dediğinde uzatmadığı için gülümsedim.

 

"O zaman ben gideyim."

 

Huysuzca baktı. "Nasıl git derim?"

 

Gülümsedim. Ona kalsa burada kalmamı isterdi ama tabi ki de bu imkansızdı. Her şeyin yeri ve zamanı vardı. Biz de beklemekten başka bir şey yapmayacaktık.

 

"Yarın konuşacak zaman elbet buluruz."

 

"Ararım. Yoksa sesini duymadan bütün gün ne yaparım."

 

Karşımdaki bu adam gerçekten miydi? Yoksa bir hayâl ürünü müydü? Dışarıdan ciddi ifadesi olan birisi olarak sözleri karşısında şaşırıyordum. Şuanda kalbim eriyormuş gibi hissediyordum. Bütün hislerim kalkışa geçiyormuş ve onları tutmayacakmış gibi oluyordum.

 

"Biraz özle beni." Dedim omzumu silkerek. Gülen suratı ifadesiyle bana bakmaya devam ettiğinde, iç çekmeyi de unutmadı.

 

"Bunu bir de sen yıllardır özlemiyle kavrulan yüreğime sor."

 

Adam da haklıydı.

 

Derin bir nefes verdiğimde yüzünü yüzüme doğru yanaştırdı ve açıkta kalan boynuma dudaklarını değdirdi. Huylandığım için kımıldarken dudaklarımın arasından kaçan kıkırtıya engel olamamıştım.

 

"Şu kokun," Derken bile o nefesi içine derince soludu. "Sabrımı sınıyor."

 

Sen başlı başına sabırsın. Yüzün, ellerin ve en çok da kalbin. Sanki bir imtihan misali zorluyordu. Üstesinden gelmek ya da gelememek elimizdeydi. Ve ben bu sınavı hiç geçmeyecekmiş gibi hissediyordum.

 

"Atahan bırakır mısın lütfen."

 

"Hayır, bırakmak istemiyorum." İtiraz edercesine çıkan ses tonu karşısında, nefesimi seslice verdim. Dudaklarımdan çıkanlarla gitmek ister gibi çıkıyordu ama yüreğim için aynı şeyi söyleyemeyecektim.

 

"Erken uyu ve sabah dinç bir iş adamı olarak kalk." Dediğimde bir şeyler mırıldandı ama tam olarak anlayamadım. Nefesi hâlâ boynuma çarpıyor, ses tonu ise sırf bu yüzden boğuk çıkıyordu.

 

"Yavrum çocuk mu kandırıyorsun?"

 

Gülümsedim. "Karşımda bir çocuk varken aksini beklemen hata."

 

Sonunda başını boynumdan çekti ve çatık kaşlarım bana baktı. "Çocuk diyorsun?" Derken geriye çekildi ve kendini gösterdi. Bana göstermek istediği sporla kocamanlaştırdığı bedeniydi. O gerçekten büyüktü. Ben de çok kısa değildim ama onun belli bir spor geçmişi olduğu belli oluyordu.

 

"Evet." Dedim inatlaşarak. Ne yapayım, onu sinir etmek hoşuma gidiyordu.

 

"Sen böyle inatlaştıkça var ya," dediğinde cümlesini yarıda bıraktı. Geriye çektiği bedenini bir adımda yanıma getirdiğinde, başımı yukarı kaldırmak zorunda kaldım.

 

"Ee?" dedim geriye çekilmeden.

 

Parmakları yüzümü buldu ve sertçe tuttu. Yüzü yüzüme yaklaştığında, gözlerinin odağı dudaklarıma kaydı. Külleri sönmeyen o yangının tekrardan alevlendiğini hissettim. Zaten o alev hep harlanıyor, sönmüyordu.

 

"Öpesim geliyor."

 

Hı? 

 

"La havle. Ne öpmesi ya." Dedim utana sıkıla. Ben ne diyordum o ne diyordu. Tabi Atahan'ın hâli başka oluyordu. Dudaklarını aralamıştı ki onun konuşmasına izin vermeden ben atıldım.

 

"Hadi iyi geceler, artık."

 

Odan uzaklaştığımda rahat bir nefes alan kalbim huzura ermişti. "Sabah seni göreyim."

Başımı onaylar anlamda salladım. Sabah kahvaltıyı bahsettiğini anlamak pek de zor değildi. Diğer türlü onu uğurlayacak değildim. Eş gibi.

 

Son kez ardıma bakarak kilidi çevirdim ve odadan çıktım. Etrafa göz atarak dikkatli bir şekilde merdivenlerden inmeye başladığımda ortalıkta kimsenin olmaması beni mutlu etti. Odaya girdiğimde annemin uyuduğunu gördüm. Acaba gelmemi beklemiş miydi? Umarım beklememiştir diye içimden geçirdim.

 

Dolabın kapağını aralayarak pijamalarımı çıkardım ve rahatça üzerime geçirdim. Telefonuma kısa bir göz atmamın ardından huzurlu ve rahat bir uyku için gözlerimi kapadım.

 

Sabah kalktığımda annem bugün öğleden sonra izinli olduğu için yerine başkası bakacaktı. Sabah kahvaltısı için hâlâ Atahan'ın akrabaları olduğu için kalabalık bir sofra olacaktı. Bu yüzden yine mutfakta bir yoğunluk olmuş ardından herkesin masaya yerleşmesiyle o yoğunluk azalmıştı.

 

Sabah birkaç yardımda bulunmamdan dolayı Atahan ile göz göze gelebilmiştim. Masayı tatlı bir sohbet ile şenlendiren küçük kız neredeyse beni de güldürecekti. Herkes de böyle olunca keyifli oluyordu. Sohbetin ardından yemekler yenmeye devam etmişti. Bugün yapacağım işleri aklımda düşünürken adımın seslenilmesiyle baskılarını daldığım düşüncelerimden çektim.

 

"Mehru kızım, yemekten sonra seninle konuşmama gereken bir konu var. Odama beklerim."

 

Seninle konuşmam gereken bir konu var, dediğinde içime bir anlık korku yayılmıştı. Bakışlarım kısa bir süre Atahan'ı bulurken onun bakışları çatık kaşlarıyla annesini bakmıştı. O da meraklı bir şekilde bakıyordu, tıpkı benim gibi. Sebebini sorguluyordu ve umarım benim tahmin ettiğim nedenden dolayı değildir diye de içimden geçirmiştim.

 

"Tabi odanızda olurum." Derken gülümsemeyi unutmadım. Başını sallayarak yemeğine kaldığı yerden devam etti. Benimse aklım tek bir yere takılmıştı. Yani Suzan Hanımın benimle ne konuşacağını bilememek gerilmeme neden olmuştu.

 

Masanın kaldırılmasından sonra Suzan Hanımın odasının önüne geldiğimde gergin ellerim kapıya ulaşarak tıklattı. Gel komutuyla araladığım kapıdan içeri girdiğimde ikili koltuğun ikisinin de dolu olduğunu gördüm. Suzan Hanım ve Atahan bu koltukların sahibiydi.

 

"Gel bakalım Mehru."

 

Kapıyı ardımdan kapattığımda birkaç adım ilerledim ve durdum. "Sizi dinliyorum. Nedir benimle konuşacağınız konu?"

 

Gerim gerim gerilmiştim. Atahan'ın da burada olmasıyla daha da işkillenmiştim. Zaman inadıma yapmak ister gibi yavaş ilerliyordu. O ciddi ifadesiyle bana bakarken, ayvayı yediğimizi düşündüm.

 

"Tanıdığım durumu olmayan bir aile var. Çocuklarından ikisi özel bir çocuk, diğer çocuklara göre öğrenimi biraz yavaş ilerliyormuş. Ailesi durumu olmadığı için çocuklarının geride kalmış eğitimini telafi edemiyor. Sen yardımcı olmak ister misin diye fikrini almak istedim."

 

İçimden çok şükür çektim. Konu tahmin ettiğimden apayrı bir konuymuş. İçim epey rahat etmişti. Söylediklerine zihnimin içerisinde düzene sokarken, Suzan Hanım sözlerine devam etti.

 

"Eğer parayı sıkıntı edersen de ders ücretlerini ben karşılarım."

 

Hızla başımı olumsuz anlamda salladım. "Yok, hayır tabi ki. Ben çocuklara ders vermek çok isterim. Günleri ayarlayalım, gerisi hiç önemli değil."

 

Ben mesleğimi parası için yapan öğretmenlerden değildim. Eğer mi paraya ihtiyacım olsaydı bambaşka bir meslek bularak rahatıma bakabilirdim. Fakat ben o çocukların sesini çekmeyi, eğitimlerini üstlenmeyi tercih etmiştim. En önemlisi de sevgiyle mesleğime başlamıştım.

 

"Aksi bir cevap da beklemiyordum zaten. Ben o zaman sana kadının numarasını atayım, sen bizzat kendileriyle iletişime geçersin."

 

"Olur, öyle yapalım." Derken yanına ilerlemiş ve söylediği telefon numarasını kendi telefonuma kaydetmiştim. Atahan bu süreçte sessiz kalmış, bakışlarını üzerimde hissetmiştim. Odadan ayrılırken, onun da anne ben çıkıyorum dediğini işitmiştim. Merdivenlerden inmeye başlarken bileğimde çok geçmeden varlığını hissettim.

 

"Gel buraya öğretmen hanım." Diye seslenmesi hoşuma giderken göz göze geldik. Yüzünde keyifli bir ifade olduğu için ben de doğal olarak keyiflenmiştim.

 

"Efendim?" diye sordum kısık sesle.

 

"İyi işler öpücüğü yok mu?"

 

Bıkkınlıkla nefesimi üfledim. "Beş kardeş var, ister misin?"

 

Sözlerimi kâle almamış gibi güldü. Hatta dişleri görünecek kadar. "Senden gelecekse, onu da isteriz."

 

"He Atahan he." Dedim alayla.

 

"Hayırdır kızım, isteyemez miyim?"

 

Gözlerimi kıstım. "Elimin tersi pistir, benden demesi."

 

"Görmek nasip olsun inşallah."

 

Kafayı sıyırmış diyorum anlamıyorsunuz.

 

"Hadi Atahan, işe geç kalmadın mı sen?"

 

Başını öylesine salladı. "Gidiyorum ben, rövanşını elbet bir gün alacağım." Ses etmedim. Birlikte merdivenlerden indiğimizde, ben mutfağa o ise dış kapıdan çıkıp gitmişti. Annem mutfaktaki birkaç işini hallettikten sonra teyzeme gitmek için Fikret abinin arabasını almıştım. Sağ olsun işi olmadığı için kullanmama müsaade etmişti. İşi olsa da yardımcı olacağını biliyordum.

 

Teyzeme uğramadan önce market girmiş ve birkaç parça yiyecek almıştık. Hem çocukları da mutlu etmek gerekiyordu. E malum teyzemi de bayağıdır görmüyordum, eli boş gitmek olmazdı. Dakikalar sonra iki katlı evin önünde aracı durdurduğumda, poşetleri alarak bahçeden evin kapısına ulaştık.

 

"Oyyy kirazım ve anası gelmiş." Diyerek kapıyı açan teyzeme karşılık gülümsedim.

 

"Ablan geldi kızım, ne anası?" diye atılan annem teyzeme gönderme yapma derdindeydi. Tabi şakasına. Aralarında hiç çekememezlik olmamıştı. Kavga ettiklerini bile görmemiştim.

 

"Çalışmaktan unuttuğun kardeşin."

 

"Sus kız ablaya laf söylenir mi?"

 

"Hanımlar atışma hassınız bittiyse içeri girelim mi? Teyzem çocuklar nerede?"

 

Kapıdan içeriye girerek ayakkabılarımızı çıkardık. Teyzem de bu sırada elimizdeki poşetleri almıştı. "Yukarıda odalarını topluyorlar."

 

"Ben bir onlara bakayım. Siz sohbete başlayın."

 

Teyzemin iki çocuğu vardı. İki kızı. Bu cinsiyette olmaları en çok eniştemi mutlu etmişti. Teyzem eskileri anlattığında tanışma hikayelerinden beridir hep kız çocuğundan bahsettiğini anlatırdı. Bir erkeğin kız çocuğu istemesi bana garip geliyordu. Neden diye sorarsanız, belli bir kesim erkek çocuğun kızdan daha değerli olduğunu söylerdi. Ha bu yüzden de zaten erkek anneleri gelinlerine erkek çocuk diye daraltırdı. Çok eskilerden geliyordu bu durum. Hâl böyle olunca da aksini düşünmek zorlaşıyordu. Aslına bakılırsa evlat evlattır. Cinsiyeti fark etmez, aynı değer verilmeliydi. Aynı şekilde eğitimi verilmeliydi.

 

"Kızlar, bana merhaba demek yok mu?"

 

"Mehru abla!"

 

Çığlıkları kulağımda çınlarken gülmeye başladım. İkisi de sıkıca kollarını boynuma dolamıştı. Epeydir görmediğim için özlememi gidermek maksadıyla sıkıca sarıldık. Yılların boşluğunu doldurmak ister gibi konuşmaya başlamış, aşağıya inerek kadar yaptıkları şeyin çocuğunu öğrenmiştim. Üçüncü sınıf öğrencisi oldukları için kendi sorumluluklarını öğrenebilmişlerdi.

 

"Teyze sen neler hazırlamışsın böyle?" Dop dolu olan yemek masasına baktığımda aslında şaşırmamam gerektiğini biliyordum. Hep böyle yapardı, misafiri iyi ağırlardı. Masadan doymadan da kalmamıza asla izin vermezdi.

 

"Ne hazırlamışım ayol, sende konuşma başla hemen. Sen usul usul yersin."

 

Evet, öyleydi. Hızlı yiyemeyen o gruptandım. Sindirerek yemek hoşuma gidiyordu, bu yüzden de kilo almam zorlaşıyordu.

 

"Eniştem ne yapıyor?"

 

Çayından bir yudum alarak "Ne yapsın o da çalışmaya devam ediyor, şehir dışına gitti iki gün önce. Yarın gelecek bir aksilik çıkmazsa." Dedi.

 

"Anladım."

 

Koyu bir sohbete başladığımızda uzun süren zamanın ardından a dan girip z den çıkmıştık. Anlamadığımız konu, bahsetmediğimiz dedikodu kalmamıştı. Sadece bir şeyi söylememiştim o da Atahan mevzusuydu. Bazı şeyler ciddiye binmeden bu mevzu üç kişinin dışında bir kişiye bahsedilmeyecekti. Aksi bir durum olursa daha kötü olurdu, bu yüzden zamanı beklemek en iyisiydi.

 

"Ben bir telefonla görüşüp geliyorum."

 

Semih'i arayacaktım. Bu akşam eğer müsaitse, buluşma planını bugüne çekmek istiyordum. Adını yazılı olduğu numaraya basarak açmasını beklemeye koyulurken çok geçmeden sesini duydum.

 

"Alo, Mehru?"

 

"Ne yapıyorsun Semih?" diye direkt konuya girdiğimde güldüğünü işittim.

 

"Arkadaşlarla dışarıdayım, neden aramıştın?"

 

"Akşam müsait misin diyecektim?" Bahçeye açılan camdan dışarıya çıktım.

 

"Müsaidim, akşam buluşuyoruz sanırım?"

 

O görmese de başımı onaylar anlamda salladım. "Evet tam olarak onu söyleyecektim, tabi sen uygunsan."

 

"Uygunum uygunum." Dedi hemen.

 

Gülümsedim. "Tamam o zaman, Fatih amcayı hatırlıyor musun?"

 

"Orada olacağım, saat kaçta?"

 

Fatih Amcayı da unutmamıştı. Yıllar önce yani çocukken gittiğimiz bir mekandı. Bahçesinde ağaç tarafından çevrilmiş oturulacak yeri olduğu kadar Fatih amca için de giderdik. Kendisi çok sempatik bir adamdı. Ekmeğini yemiş, sohbetini dinlemiştik.

 

"Sekiz sana uyar mı?"

 

Hiç oyalanmadan "Uyar." Dedi.

 

"O zaman akşam o saate görüşürüz."

 

"Görüşürüz Mehru."

 

Bu işte tamamdı. Sırada Suzan Hanımın bahsettiğini öğrencilerin vesileyle konuşmak olduğu için kadını aramış ve uzunca bir süre konuşmuştuk. Çocukların durumunu, kendimden bahsetmiş ayrıca ders için günleri de ayarlamıştık. Haftaya derse başlıyordum. Ders için alışveriş yapmam gerekiyordu. Hafta sonu da onu halledecektim.

 

... 

 

Kafenin önüne geldiğimde bahçeye kadar ilerledim. Bakışlarım etrafı Semih'i görme umuduyla tararken, yaşlı ağacının altındaki o masada oturduğunu gördüm. Seneler önceki gibi yerimizi kapmıştı. Seri adımlarla masaya doğru adımlarken sonunda beni fark etti ve yerinden kalktı.

 

"Hoş geldin."

 

"Hoş bulduk." Derken açılan kollarına sarılarak karşılık verdim.

 

"Ne içersin? Ben sen gelmeden sipariş vermek istemedim."

 

Bekletmeden "Çay olur." Diye mırıldandım. Karşılıklı olarak oturduğumuzda siparişimizi vermiş, tekrardan yalnız kalmıştık.

 

"Ee görüşmeyeli neler yapıyorsun?" diye sohbeti başlatan o olmuştu.

 

"Aynı liseden mezun olduktan sonra, İstanbul Üniversitesinde sınıf öğretmenliği kazandım. Kendi memleketim olan Muğla'dan, ailemden uzaklaştım ve İstanbul'a kadar gittim. Üç yıldır orada yaşadım, mesleğimi yaptım. Kısacası küçükken bebeklerle oynayan kız çocuğu şimdi çocuklarla oynamaya devam ediyor."

 

Gülümsedi. Pür dikkatle söylediklerimi dinledi. Karşımda beni dinleyen olursa anlatır da anlatırdım ben. Kimse susturamazdı.

 

"Senin adına çok sevindim. Hayalleri gerçekleştirmek güzel bir duygu. Üç yıl da olsa bu mesleğe alışmışsın artık, Muğla için başvuru yapacak mısın? Böyle bir düşüncen var mı?"

 

Başımı olumlu anlamda salladım. "Başvuru yaptım, açıklandı açıklanacak. Bakalım hayırlısı. Olursa çok iyi olur, olmazsa da artık İstanbul'da devam."

 

"Umarım burası çıkar, senin için daha iyi olur. Annen de burada zaten." Aklına gelmiş olacak ki duraksadı. "Bu arada annen nasıl?"

 

"İyi o da, aynı yerinde aşçılığa devam. Seninkiler ne durumda."

 

"Aynı, geçinip gidiyoruz."

 

Canlarımız da bu sırada gelmişti. Fatih amcanın ölümünden sonra oğlu mekanın başına geçmişti. Onunla da çok muhatap olmadığımız için burada tanıdığımız birisi de kalmamıştı. Hem çayımızı içmiş hem de sohbetimize devam etmiştik. Yeri geldiğinde gülmüş yeri geldiğinde ise üzülmüştük. Kısacası çoğu tepkiyi vermiştik. Uzun zamandır eski arkadaşlarımdan birisiyle sohbet iyi gelmişti. Eskilerden başka görüştüğüm birisi yoktu. Semih dışında.

 

"Senin telefonun mu çalıyor?"

 

Sesiyle başım masanın üzerindeki telefona kaydığında gerçekten de öyle olduğunu gördüm.

 

"Evet."

 

Fadime arıyordu. Benim iş yerinden arkadaşımdı. Aramayı yanıtlayarak kulağıma yasladım.

 

"Kızım başvuru sonuçları açıklanmış."

 

Gerisini duymadan bir şeyler mırıldanarak siteye girmeye çalıştım. Aramayı ise hâlâ kapatmamıştım. Siteye girdiğimde gördüğüm görüntüyle az daha çığlık atacağım sandım. Ama ortamın uygun olmamasından dolayı yapamadım.

 

"Fadime! Artık güzel Muğla'mın öğretmeniyim."

 

"Ay, çok mutlu oldum. Kesinlikle bu haberi kutlamalıyız kuşum."

 

"Kutlayalım kutlayalım."

 

"Hadi ben kapatıyorum, sevinçli haberi sen yaymaya devam et."

 

"Görüşürüz, kendine iyi bak."

 

"Sen de kuşum."

 

Telefonu kapatarak geri yerine koydum. Sırıtmaya devam ederken Semih'i sesini işittim. "Hayırlı olsun, Muğla çok güzel bir öğretmen kazandı."

 

"Teşekkür ederim Semih." Dayanamadım tekrardan güldüm. Kazanmıştım. Artık kendi memleketimdeydim. Hayallerime bir bir ulaşıyordum. İçimdeki mutluluğu çığlık atarak gidermek istiyordum. Mümkün müydü?

 

"Bunun şerefine pasta söyleyeyim bari. " Dediğinde gerek yok diyecektim ki bakışlarının dikkatli bir şekilde arkamda bir yere bakmasıyla duraksadım. Gözleri kısılmış ve aynen şöyle demişti: "Şu adam annenin çalıştığı yerdeki adam değil mi?"

 

Kim olduğuna bakmak için arkamı döndüm ve gördüğüm kişiyle donup kaldığımı hissetim. Atahan büyük cüssesine dikleştirmiş, kaşları çatık bir şekilde buraya doğru geliyordu.

 

SON

 

eyvah Tufan eyvah.

 

Selin'in sizce ne gibi bir amacı var? Atahan pas vermiyor ama...

 

Semih'i sevdiniz mi? Sizce nasıl bir karaktere sahip?

 

Atahan'ın sürekli Mehru'ya yanaşma çabaları. :))))

 

Fakat Mehru için alışmak önemli bir mevzu, tabi acele etmede bir nevi Atahan da haklı ama kızımız bu hıza kapılıp gidebilir mi bakacağız.

 

Kızımız Muğla'ya geliyorr. Bu haberi de Semih'in yanında aldı.

 

Ve son kısım. Atahan Beyimize yakalandık. Sonraki bölümde sizce ne olacakk???

 

Sizleri çok seven Ebrar.

 

 

 

Loading...
0%