Yeni Üyelik
1.
Bölüm
@rarbezrh

1

 

Yağmurun Ardındaki Karartı

 

Buraya tarih bırakın efenim lütfen.

 

Zaini, Wherever you would call me

 

Yedinci Ev, Anlat Ona

 

☁️

 

Karmakarışık gelen sesler bir süre sonra anlaşılmaya başlandı ve tekrar tekrar sorulan o soru, yine bana soruldu. Dudaklarını okuduğumda anladım, hatırladım ve söyledim.

 

"Savaşacağım tek şey, içimdeki diğer bendi..." Derin bir soluk. Sesli bir nefes.

 

Kulağımda duyulan küçük bir fısıltı. Sadece benim duyduğum fısıltı, kelimelerimin doğruluğunu kanıtladı. Zihnimdeki tek bir kelime takılıp kaldı. Düşünün. Bir düşünce zihnimin içinde daha ne kadar takılı bir plak gibi kendini tekrarlayacaktı? Bu düşünce sürekli dönüyordu. Bu düşüncelere farklı duygular katıldığında plağın daha da yavaşladığını düşünün. Zihnimdeki düşüncelerin birbirine takıldığında çıkardığı sesler, her takılan noktada sıklaşan nefesimin tek bir cevap ile sonlandırabilmek için göz kapaklarım kapandı. İki duygu; Korku ve endişe. Çok yoğun ve gerçekti. Aklım yalan söyleyebilir miydi?

 

Kendimi mantık dışı olduğum düşüncelerden çekmeye çalışan yüksek sesli bir ses duyuldu. Bu benim adım. Hep kendime hatırlatmak zorunda kaldığım. Hatırladığım. Unutmadığım.

 

Zeliha... Zeliha Derin.

 

Hayatımda sürekli benimle olan duygular vardı. Bunlardan birisi tereddüt hayatımın bir parçası olmuştu. Takıntılarım artık bir gözüm bir kulağım olur haline gelmişti.

 

Kâbus görmek ise elim ve ayağım gibiydi. Her anım kötü anılarla doluydu. Kâbuslarım, elim ayağım gibi sürekli hareketlerimi onunla sağlamak zorunda kaldığım, hayatımda her an yanımda olandı. Bazı şeylerden ne kadar kaçmak istesek de başaramazdık, ya da kaçtığını zannettiğinde arkanı dönüp bakarsın ve o kaçtığın şeyi karşında bulursun. Sonra anlarsın gereksiz bir kaçma girişimi olduğunu ve yapmaman gerektiğini.

 

Omzuma dokunan parmaklarla daldığım noktadan gözlerimi kırparak zorlukla çektim. Bana hem endişe hem mutluluk içeren, kahverengi gözleriyle bana bakıyordu. Anıl, benim yakın arkadaşımdı. Yanımda duran bedenindeki dizlerini kırıp önüme diz çöktüğünde gözlerim gözlerine şimdi daha rahat bakıyordu. Ellerini, dizlerimde duran ellerimin üzerine koyduğunda derin bir nefes aldım. "Başardın." Dedi. Benim kadar rahatlamış çıkan sesi tonuna sahipti bu kelime.

 

Başardım. Bunu ben yapmıştım. Sonunda yapmak zorunda kaldığım bir çizgi daha yok olmuştu.

 

Gözlerim dizimdeki birbiri üzerinde tek bir engelle üst üste duran ellerimize ardından onun gözlerine denk düştü. "Bitti değil mi?"

 

Cevabından emin olduğum ama tekrar duymak istediğim bu soruyu içimi rahatlatmak için sordum. Dudak kıvrımları yükseldiğinde "Bitti." dedi. Şu saniyeye kadar düz olan dudaklarıma küçük bir tebessüm kondurdum. Ayağa kalktığında, ben de ona karşılık oturduğum sandalyeden kalktım. Etrafımızda duyulan sesleri ve o sesleri oluşturan insanları umursamadan biz sadece birbirimize sarıldık.

 

Yine aynı kadının sesi duyuldu. Dejavu yaşadım sanki. Çünkü kadının dilinden tekrar aynı kelime çıkmıştı. "Zeliha?" Kollarımı Anıl'dan ayırdıktan sonra gözlerimi, bana gülen yüzüyle bakan o kadına çevirdim. Öykü Mete. Parmaklarıyla yanına beni işaret ederek "Zeliha seni buraya alalım." Dedi. Etraftaki alkış seslerini umursamadan sıklaşan nefesim, terleyen ve titreyen ellerimle ona doğru ilerlemeye başladım.

 

Kadının bir adım uzağında tam yanında durdum. Gözleri bana, ardından benim bakmaya çekindiğim insanların yüzüne çevrildi. "Yarışmayı kazana Zeliha Derin. Yarın düzenlenecek olan ödül töreninde herkesi bekliyoruz. Ve ödülü kazanan kişiye gelecek olursak," Beni kürsünün önüne getirdi ve sözünün devamını getirdi. "Bu akşamı Zeliha'nın bize söyleyeceği birkaç cümleyle sonlandırmak istiyorum." Omzuma yavaşça dokunarak "Sendeyiz Zeliha." Dediğinde derin bir nefes alma gereği duymuştum.

 

Bedenimden uzaklaşan adımlarla herkes gibi o da öndeki kahve tonlarına sahip sandalyelerden birisine oturdu. Ortamın sessiz olduğu dört duvar arasında sadece kendi nefes alış verişimi işittim. Sadece birkaç kelime söyleyecektim. Bugünü de geride bırakmak için sadece birkaç kelime.

 

Gözlerimi cesaret etmekten korktuğum insanların üzerinde gezdirdim. Herkes dikkatli bir şekilde bana odaklanmıştı. İnsanların gözlerinde mekik dokurken derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapattım. Düşündüm ve tekrar gözlerimi açtım.

 

Cesaret almak için bir çift kahverengi gözleri aradı gözlerim. Beni bu denli korkutan zihnimdeki düşünceleri silmek için, beni bu kadar strese sokan duygulardan arınmak için sadece kahverengi bir çift göze ihtiyaçla bakınırken başka bir çift gözün esiri oldum. Tam karşımda duruyordu. Onu daha önceden hiç görmediğimi inkâr edecekken gözleri, zihnimde hiç yabancılık çekmemişti. Bu bir yanılma mıydı? Yoksa bir oyun mu?

 

Gözlerim sadece o gözlerin esiri olurken, titriyordum. Aynı zamanda üşüyordum. Dizlerim titrerken bile tedirgindim. İnsanların dikkatini çeker miydi dizlerim? Uzun bir soluk alırken göğsüm titredi ve parmaklarımın arasından sıcak bir sıvı ayakuçlarımın üzerine aktı gitti. Kafamdaki kelimeler zihnimde sarmaşık haline gelirken, onun gözleri benim titreyen dizlerime değdi. İşte, böyle olmamalıydı. Dizlerim onun dikkatini çekmemeliydi. Çünkü her dikkat çektiğinde ayaklarıma bir düğüm atılırdı. O düğüm beni her zaman yere düşürmek için çabalardı. Bazen bunu başarırdı da.

 

Avuç içlerime tırnaklarımı geçirmek istedim ama elimdeki engelden bunu yapamadım. Önümdeki tahta parçasına bakarken hâlâ bir çift gözün etkisinde olduğumu biliyordum. Hatta birkaç. Başımı yukarı doğru kaldırdım. Bu sefer korkmadım. Kaçmadım. Utanmadım. Çekinmedim.

 

Boğazımı temizledim. Mikrofona yaklaşırken şimdiye kadar nasıl sessizdim hiçbir fikrim yoktu. Bu geçen zaman ise umurumda değildi. Benden birkaç kelime bekliyorlardı. Meraklı olan kişi bir saat olsa bile beklerdi ne de olsa. O yüzden sorun yoktu. Yok, muydu sahi?

 

Siyah renkteki küçük mikrofona doğru eğildim. Gözlerim alttan alttan ona bakarken hiç kimseyi umursamadım.

 

"Bu hayatta kaç defa düştünüz? Ya da kaç defa ayağa kalktınız? Bunu düşünmek zor değil mi? Bence de öyle. İnsanoğlu böyle yaşamak zorundadır. Kaç defa yıkılsa yeniden ayağa kalkmak zorundadır. Hayatın bana öğrettiği şeyde buydu. Öldüm der durursun ama yine de yaşamaktan geri kalamazsın."

 

Dudaklarımda yer edinen zoraki kısa tebessümle son sözlerimi mırıldandım.

 

"İnsanlar bir kere doğmazlar. Bu iş annelerinin onları doğurduğu gün bitmez. Fakat hayat yeniden ve yeniden onları kendilerini doğurmaya mecbur eder. "

 

"Gabriel Garcia Marquez'in Kolera Günlerinde Aşk kitabından alıntı." Derin bir nefes. Verdiğim nefes içimdeki heyecanı azaltırken, saniyeler geçiyordu, dakikalar ve saatler. Aslında her şey yavaş ilerliyor gibi görünse de takip edemeyeceğim kadar hızlıydı.

 

Yüzüme samimi olmayan bir gülüş yerleştirdim. Bağlı saçlarımdan çıkan bebek saçlarım alnımı huylandırıyordu. Gözlerim anlık olarak yine onun olurken, onunki zaten bendeydi. Yeşil gözlerinin üzerindeki uzun kirpikleri aşağıya doğru kıvrılıp tekrar aynı yerine çıktı. Uzun bir sessizlik odayı yine benim titreyen sesim ile doldurdu. Parmaklarım avucumda saklı durmak isterken dudaklarımı araladım. "Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Yarın akşam tekrardan görüşmek üzere." Gözlerim kimseyle temas etmedi. Adımlarım hızlı hızlı ilerleyerek bu odayı terk etti.

 

Küçüklüğümden beri yaşadığım olaylar bir çerçeve gibi duvarda asılı dururken, ben sadece o kızla göz göze geliyordum. Sevilmemiş, sevgi duygusunu kan dolu damarlarının içinde hissetmemiş biriydi. Sevgiye mahkûmdu. Sevgiye çok ihtiyacı vardı. Lakin ben geçmişimden gelen kendime alışmıştım. Çerçevelere bakmaya yüzüm yoktu. Kendim kendimi küstürmüştü. Ve gönlünü almak ise çok zordu. Belki imkânsızdı. Bir çiçeğin gönlünü almak gibiydi. Solmuş ve küsmüş bir çiçek. İkimizin de sevgiye ihtiyacı vardı. İkimizin de suya.

 

Eldivenlerimi saçlarımda gezdirirken, parmaklarım saçlarımdaki sertlikte durdu. Siyah tokayı tek hamlede çıkardım ve kot ceketimin cebine attım. Adımlarım dışarıdaki kahverengi bankı bulurken, siyah demir kısmının kenarına oturdum. Dizlerimi kapattım. Ellerimi dizlerimin üzerinde birleştirdim. Yanan gözlerimi kapattım. Berbat hissediyordum. Berbattım. Bitik bir şekilde arkama yaslanmakla yetindim.

 

Dışarıdaki sessizlik yine insanlar yüzünden bozuldu. Adımlarını hissettiğim birkaç insan. Yanıma oturan bir beden. Kafamı çevirdiğimde bunun o olduğunu gördüm. İsmini bilmediğim o çocuk. Onun yeşil gözleri vardı. Ve uzun kirpikleri. Size söylemiştim ama tek fark bana bakmıyordu.

 

Elinde beyaz bir defter vardı. İçinde kara kalemle çizilmiş bir resim. Gözlerim dikkatle onun dizleri üzerinde duran kâğıdı incelerken sadece ve sadece çok hoş göründüğünü düşündüm. Karşılıklı duran evlerin arasından geçen insanlar. Onları aydınlatmak için ise sokak lambaları vardı. Bazı evlerin arasına karışmış dükkânlar ve dükkânların üzerindeki lambalar. Bu lambalar diğerlerinden daha farklıydı. Aşağıya doğru sarkıtılmıştı ve renk tonundan dolayı çok güzel görünüme sahipti.

 

Dudaklarımdan çıkan kıkırtıyla onun bakışları beni buldu. Kaşları hafiften çatıldığında, içimi büyük bir endişe kapladı. O rahatsız mı olmuştu? Ben onu rahatsız mı etmiştim? Kafamdaki düşünceleri içimden düşündüğüm halde onun kelimeleri kaşlarımı çatmama neden oldu. "Rahatsız olmadım," Kaşlarını kaldırdı ve önündeki kâğıda ardından bana baktı. "Benim aksime seni rahatsız etmeyeceksem eğer sana bir soru sorabilir miyim?" Ona baktım şaşkınca. Dilimi ağzımın içinde ardından dudaklarımda gezdirdim. "Yardım edebileceksem eğer neden olmasın." Elini ensesine attı ve kaşıdı. Kemikli parmakları önündeki kâğıtta gezinirken tam düşündüğüm lambanın altındaki dükkânda parmaklarını durdurdu. Ve tekrar onun üzerindeki lambaya çıktı. Sonra banka oturan küçük bir kız çocuğunun üzerinde parmaklarını durdurdu ve bana baktı. "Bu kız çocuğunu kendi küçüklüğün olarak düşün... Küçük kız çocuğuna ne söylemek isterdin?" Yavaşça yutkundum. Elime uzatılan boş kâğıdı elime aldım. "Bunu sesli dile getirmek istemiyorsan resmin yanındaki boş kâğıda yazabilirsin. Eğer istemiyorsan da bunu hiç yapmayabilirsin. Sadece bu resmi tamamlamak için birkaç kelimeye ihtiyacım var." Kafamı olumlu anlamda salladığımda, diğer elinde duran kalemi elime uzattı. Neden bunu yaptığımı anlamasam da yapmamak için bir neden bulamamıştım. Söylediklerine göre birkaç kelimeye ihtiyacı vardı. İlham bulunması pek de kolay olan bir şey değildi. O da bu sebepten dolayı olmalı ki benden istiyordu. Neden benden istediğini anlayamasam da çok fazla sorgulamaya gerek duymadım. Beyaz kâğıda kalemi değdirdim ve yazmaya başladım.

 

Dizlerini kendine çekmiş, ağrıyan başını dizlerine yaslamış öylece gökyüzünün tüm tonlarını izliyorsun. Sevgi ve Umut. Gökyüzünde en ihtiyaç olduğun iki duygu. Kabullenmişsin yaşadığın acıların geçmeyeceğini, farkındasın artık. Anlam veremediğin bir yorgunluk ele geçirmiş bütün bedenini. Soğuk havada hatta yağmur damlaların fazlaca olduğu halde hiçbir şey hissetmiyorsun. İnsanlar geçiyor önünden, sen sadece onlara bakmakla yetiniyorsun. Bazen yüzünde gülümseme ile çocukları seyrediyorsun. Yağmurdan kaçan çocukları. Sonra aklına bir düşünce geliyor. Neden yağmurdan kaçıyorlar çocuklar? Yağmur kaçmak için yağmıyordur ki. Yağmur yağıyor ki bütün şehri toprak kokusu salsın. Saçlarımız sırılsıklam olsun. Yağmur yağıyor ki biz arınalım. Düşüncelerimizden. Duygularımızdan. Kirli bedenimizden.

 

Ah küçük güzel kızım, sen korkma. Yağmurdan kaçma. Islan. Burada hasta olana kadar kal hatta ama ıslanmaktan çekinme. Çünkü zihnimizde ki düşünceleri silen tek şey yağmur. Hatta oturduğun yerden kalk. Kafanı gökyüzüne kaldır, kollarını aç ve gülümse. Ve unutma yağmur bütün düşüncelerini ele geçirir.

 

Gözlerimi kapattığımda yanaklarıma yol alan ölü yaşlar bir bir yanaklarımdan süzüldü. Nefes verdim utanarak. Onun yanında ağlamak ne kadar doğruydu?

 

Ellerimdekileri yavaşça uzattım. Bekletmeden elimdekileri aldı ve ne yazdığımı okumadan defterin kapağını örttü. Yere eğimli duran başını, bana doğru kaldırdı ve dudaklarını araladı. "Bu kız çocuğuna bakınca kendini hissederek mi yoksa başka bir kız çocuğunu mu hissederek yazdın?" Sesindeki düzlük, boğuktu ve buğuluydu. "Kendimi hissetmek isterdim. Sadece tek bir eksik var, o eksik olmadan kendimi hissedemem. Eksik tamamlanırsa ancak o kız çocuğu olabilirim."

 

Yutkundum. Gözlerim yandan yüzüne bakarken yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. Toprak gözlerim, yeşil gözlerini okşuyordu. Gözlerimden nasıl bir ifade geçiyordu bilmiyorum. Ama gözlerimin odak noktası yukarı çıkıp tekrar aşağıya aheste inen âdemelmasındaydı. Sanki gözlerindeki duygular, oraya yansımıştı.

 

Ağzını açıp bir şey söyleyecekken yanımıza, onun lafını bölen birisi geldi. Gözlerimi ondan ayırarak yanımıza gelen kişiye baktım. Anıl, anlamsız bakışlarını ikimizin arasında tutarken, konuşmaya başladı. "Her yerde seni arıyorum." Dediğinde omuz silktim.

 

"Nefes almak istedim. Biliyorsun. Orada daha fazla kalamazdım." Karanlık yeşil irislerin bende olduğunu hissettim. Sık sık nefes veriyor. Göğsü nedensizce hızla inip kalkıyordu.

 

"Sadece merak ettim. Bir şey oldu sandım." Ona cevap vermememi, fırsat bilip tekrardan konuştu. "Gidelim mi?" Kafamı olumsuz anlamda sallayacakken yanımdaki bedenin hareket edip ayağa kalktığını gördüm. Elindeki kalemi ve defteri sıkıca kavrayarak yanımızdan uzaklaştı. Kaşlarımı çattım. Sanırım bir yere gitmesi gerekti. Ben de ayağa kalkarken, telefonumu elime aldım. "Benim bir yere uğramam lazım. Sen tek gitsen sorun olur mu?" Kafasını olumlu anlamda salladı. Elindeki telefonunu salladı. "Bir şey olursa aramayı unutma. Eve gidince de mesaj at." Bir cevap vermeden arkamı dönüp ilerlemeye başladım.

 

🕯️

 

Bu zamana kadar ruhum paslanmış bir demir gibiydi. Üstündeki toz parçacıkları rüzgâra değdiği anda etrafa savruluyordu. Her savruluşunun ardında geride eskimiş, yıpranmış bir ben bırakıyordu. Rüzgâr geride bırakılan her bedenim için gözyaşı döküyordu. Düşen damlalar bedenime değdiğinde bütün paslanmış tozları tenimden teker teker siliyordu. Yağmur sildi. Güneş açtı ve ben yine paslandım.

 

Kirliydim. Ruhum gece gibi kapkaraydı. Tek farkımız gecenin seveni vardı. Ona çevrilen bakışları. Dilek dilenen cümleleri.

 

Saçlarım burnuma çarparken, ceketimin cebindeki kulaklığımı çıkardım ve kulağıma yerleştirdim. Pembeleşmiş alt dudağımı ısırdım. Dinlediğim şarkısının sesini yükselttim.

 

Ölü toprak gözlerimi masmavi denize çevirdim. Yüzümde buruk bir tebessüm oluşurken yüreğim keşke dolu cümlelerle doldu. İçimdeki duygular kalbimdeki kapakları bir bir açıp kapattı. Derin bir nefes çektim içime. Keşke diye geçirdim. Keşke denizin masmavi rengini ben de kendime bulaştırabilseydim. Denizin soğukluğunu ardından sıcaklığını ben de hissedebilseydim içimde. Burnumun direği sızlarken dolan gözlerime mâni olamadım.

 

Benim muhtaç olduğum denizin mavisi bir gün benim için de dalgasını savurabilecek miydi?

 

Havadaki narin rüzgâr kahverengi siyah karışımı saçlarımı birbirine karıştırırken bugün saçlarımın dağılmasına izin verdim. Rüzgârı hissetmesini, aralarındaki kötü düşünceleri benden çok uzağa sürüklemesini.

 

Gözlerimi ekrana çevirdim ve parmaklarımla şarkıyı kapattım.

 

Arkamdaki rüzgâr beni karşımdaki adamın yanına doğru çevirdi. Bir sürü renklerle balon satan o adama. Elindekileri satmak için büyük çaba sarf edip, sadece birkaç tanesini satabilen o adama ilerledim. Yüzündeki hüzün yanına gelen küçük bir kız çocuğuyla gülümsemeye döndü. Küçük parmaklarıyla yukarıdaki balonları işaret etti. Yaşlı adam, rengi sorgulamak istediği için "Sarı olanı mı istiyorsun?" dedi. Kafasını heyecanlı bir şekilde aşağı yukarı salladı. Yaşlı adam, gülümseyerek elindeki sarı balonu küçük kızın eline uzattı. Kız da teşekkür ederek yanından uzaklaştı.

 

Tüm samimiyetimle adamın yanına doğru adımlarımı hızlandırdım. Ayaklarım adamın tam karşısında durdu. Dudaklarımı birbirine bastırıp derin bir nefes aldım. "Adınızı öğrenebilir miyim?" Karşımdaki adam ilk başta kaşlarını çattı. Yanlış bir şekilde giriş yaptığımı anlayınca kendime kızdım. "Yani size hitap edebilmek için sordum. Yanlış anlamayın." Duyduğu cevapla içi rahatlamış olacak ki çatılmış olan kaşları düz bir hâl aldı. "Hasan." Gözlerini balonlara çıkardıktan sonra tekrar bana döndürdü. "Sen hangi rengi istiyorsun kızım." Beş harfle hayatımın satırlarına tek tek vuran bu kelime kaburgalarıma bir ateş düşürdü. Sırtımı büyük bir acı kapladı. İçimdeki nefes, nefes olmaktan çıktı. Bedenim bir kefen gibi ruhumu sarmaladı. Hem yandım. Hem küllendim. Sonra o küllerimin arasında boğuldum.

 

Bu kelimenin bir gün peşimden bu kadar çirkinliği getireceğini bilmedim. Bilemezdim. Toparlanmam lazımdı. Şu an gerçekten bunu yapmam lazımdı. Göğüs kafesimdeki sızı geçmek bilmezken, gereken düşünceleri aklıma getirdim ve bu sızıyı dindirmek istedim.

 

Gülümsedim. Hayat böyleydi işte. Bazen unutmak için çabalamak gerekiyordu. Çok kısa sürse de bu böyle olmak zorundaydı. Kısa bir süre dudaklarımda gezindi dilim, sonra birbirinden ayrı olan dudaklarım konuşmak için hareket etti. "Bütün renkleri istiyorum." Gözlerim yaşlı adamın elinde bağlı duran balonlara kaydı. "Bütün balonları bana verir misin Hasan Amca?"

 

Kaşları büyük bir şaşkınlıkla havaya doğru kalktı ve tabii ki de bunu sorgulamak istedi ve sorguladı. "Ama kızım, bu kadar balonu ne yapacaksın?" Dudaklarımın içine doldurduğum her nefes heyecanımı kat ve kat yükseltiyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Havanın dudaklarımın arasından girmesine izin vermedim. Ama o yine benim içimde bir şekilde tekrar yer edindi. "Çocuklara armağan edeceğim" Neşeli çıkan sesim onu da gülümsetmişti. Sanırım bu cümlem gerçekten onun hoşuna gitmişti. "Bak, bu güzel işte. Dur bekle veriyorum şimdi." Bileğinde bağlı olan balonları elinden bana uzattı. Bekletmeden aldım. "Kaç lira bunların hepsi?" Dikkatli bir şekilde pantolonumun kemer kısmına balonun iplerini sıkıca bağladım. "Yok, kızım para istemiyorum. Çocukların gülüşleri bana yeter de artar bile."

 

🕯️

 

Kalbim anlamsız bir şekilde çarparken dudaklarımı ısırdım. Heyecandan dilimi yutmuş gibiydim. Aslında buraya ilk gelişim değildi ama her gelişim ilk gibiydi. Onları gördüğümde kalbimde sayısız kelebekler uçuşurdu. Dudaklarımın üzerinde bir kelebek ölürken diğer başka bir kelebek kozasından çıkardı. Bir serçe kaburgalarımda ölürken, başka bir serçe göğüs kafesimin içinde kanatlarını çırpardı. Bir ara dilimden düşmeyen bir cümle vardı. Aklımdan geçirdiğim için kendime her hatırladığımda kızardım.

 

Ruhumda yaşayan acılardan, çocukluğumdan korktuğumdan her çocuğu kendim gibi zannederdim. Ben kendimden bile ürken biriyken çocukları sevmem epey zordu. Ama şimdi yine kendimden korkuyordum. Ama onlardan asla korkmuyordum.

 

Çocukların fiziksel acılarını geçirebiliyordum kendim gibi ama onların ruhundaki şiddetli acıyı silemiyordum. Keşke elimden gelse de gözlerindeki korkuyu yok edebilsem. Ama elimden birçok şey gibi bu da gelmiyordu. Onlara yardım edebildiğim şeylerden birisi kendilerini savunmayı öğretmek. Bu çok önemliydi. Kendilerini şimdiden koruyabilmek zorundalar. Çünkü onların korunacak bir yuvası yoktu.

 

Parmaklarım demir kapıya dokunduğunda, karşımdaki tablo da huzurun ne demek olduğunu anlatan en iyi resim vardı. O huzuru çizen bir kişi değil birkaç kişi vardı. Huzuru kendi parmaklarımızla çiziyorduk.

 

Derin bir nefes alarak huzurun ilk çizilen tarafına ayaklarıma adımlarımı bastım. Bahçede oluşan sessizliği, olabildiğince yüksek sesimle bozdum. "Heeey, hani beni kucaklayan kollarınız. Ben geldim." Bana çevrilen bakışlarla birlikte cümlelerime katılan sevinç çığlıkları mutluluğumu daha da arttırmıştı. Aralarından birisi deli dolu bir şekilde bağırdı. "Balon da almış."

 

Bana koşarak gelen çocuklara elimdekileri kenara bırakıp kocaman sarıldım. Kollarıma sığamamışlardı birçoğu. Tek tek sarıldım onlara. Haksızlık olmaması için tek tek öptüm yanaklarını. Tombul yanaklarını sıktım ama hissedemedim. Belki bir gün ben de hissederdim kırmızı yanaklarını.

 

Onlara minnettardım. Bana verdikleri mutluluk için tüm kalbimle minnettarım.

 

Kahkaha sesleri dört bir yanımı sardı. İsmimi onların dilinden dökülmesi beni mutlu ediyordu. Bazen farklı olarak, abla kelimesini duyardım ve onların ablası olmak bile yaşamak için bir sebepti benim için.

 

Önyargılar elde edebileceğim mutlulukları engellerken, onlar bu engeli hiç zorlanmadan kırdılar. Ben onların hakkını nasıl ödeyecektim? Bana kattıkları ve hâlâ katmakta oldukları mutluluğu nasıl ödeyebilirdim ki?

 

Seğiren çene kaslarımı hissediyordum. Bu kadar duygusal olmamalıydım. Düşüncelerimi bir kenara bırakıp bu ânı doyasıya tatmalıydım. Karşımdaki kız, daha doğrusu onu size adıyla tanıtmak istiyorum. Sevinç ve üzüntüyü bir arada yaşayan, hayal kurmaktan asla ama asla vazgeçmeyen, içten çok duygusal ama bunu dışarıya yansıtmaya korkan, çok cesur bir kızdı. Adı Deniz. Masmavi. Sonsuzluk. Gökyüzü. Gözlerinin rengi turkuaz ve deniz mavisine benziyordu. Tam rengini bilmiyordum.

 

İşte benim güzel ailemin küçük bir parçası. Deniz omuzlarını hafifçe yukarı kaldırdı. "Bugün hangi arkadaşımızı ziyarete gidiyoruz." Kirpiklerimi kırpıştırdım. "Siz seçin bugün nereye gidelim?" Mırıldanma sesleri yükselirken, bir karar vermekte olduklarını anladım. İçlerinden birisi fikrini söylemek için sesini yükseltti. "Geçen hafta gittiğimiz yer vardı ya hani, orada çok fazlalardı. Şimdi onlara bakan olmamıştır acıkmışlardır. Oraya gidelim." Düşündüğü şey hoşuma giderken, bunu aklımda onaylamıştım. Aklımdaki düşünceye katılan bir erkek çocukla onları ziyaret etmek için müdireden izin alarak yola çıkmıştık. Oraya kadar yürümek zorundaydık. Onların hava alması için yürüyüş yapmak iyi gelecekti. Onlar çok fazla dışarı çıkma izinleri olmuyordu. Böylece onların hava alması için elimden geldiğince farklı aktiviteler ve farklı yerlere götürmeye çalışıyordum.

 

Hem yürümek daha mantıklıydı. Çünkü biz çok kalabalıktık. Şu an benimle birlikte yirmi tane çocuk vardı. Birkaç yardımcı kişiyle, yürümeye devam ediyorduk. Onları yürüyerek değil de bisikletle gezdirmek, onlarla birlikte bisiklete binmeyi öğrenmek çok isterdim. Öğretmek çok isterdim diyemiyorum çünkü ben de bilmiyordum. Bana da öğreten olmamıştı. Bunu da büyük ihtimalle ile birlikte üstesinden gelecektik. Birlikte öğrenecektik.

 

Belki de öğrenemeyecektik.

 

Elimdeki kutuları tutmakta zorlansam da biraz daha dayanmak zorundaydım. Az kalmıştı çünkü. Arka tarafımdan vuran güneş ışıkları önümüze saye bırakırken, bu karartılar onların hoşuna gitmişti sanırım. Hatta bir kız gülerek aklımdakini okumuş gibi konuşmaya başladı. "Gölgeleri seviyorum. Beni olduğumdan büyük gösteriyor." Yerinde zıplamasıyla diğer çocuklardan bazıları da ona katılıyordu. Ben Esma'nın aksine gölgelerden hoşlanmazdım. Sanki kötü bir varlık, kötü bir insandı.

 

Derin derin nefes alırken. Adım sesleri duydum. Yine. Yeniden. Bu arkamdaki karartı mıydı?

 

Arkamda gergin bir hava, kalbimi korkutmaya yetmişti. Adımlarımı yavaşlattım ve arkama doğru döndüm. Görünürde birisi yoktu. Zihnim yine beni kandırmayı unutmamıştı. Dudaklarım yavaşça bükülürken sonunda istediğimiz yere geldiğimizi bağırış seslerinden anlamıştım.

 

Elimdeki kutuları bir ağacın kenarına bıraktım ve içinden satın aldığım köpek, kedi mamalarını ve kaplarını çıkardım. Paketlerini açıp kaplara koymaya başladım. Ali, işaret parmağını kutuyu işaret ederek "Zeliha abla ben de alıyorum." dedi. Benden bir onay beklercesine bakarken onu bekletmeden konuştum. "Yanına bir arkadaş bul, beraber dökün olur mu?" Kutuların önüne doğru geldi ve içinden bir paket çıkardı. Açmayı deneyip açamayınca, yanına bulduğu arkadaşıyla paketin uçlarını çekiştirerek açabilmişlerdi. Derin bir soluk alarak kutunun yanına oturdum ve ağaca sırtımı yasladım.

 

Yüreğime fısıldayan nefesle gözlerim kapandı. Titrek bir nefes alıp yutkundum. Bu karanlık alan kısa sürdü. Heyecanlı gözleriyle bana bakan Ali, "Bunun adını ne koyayım?" diye sordu. Omzumu indirip kaldırdım. "Sen karar ver." Dedim.

 

Gülümseyerek söyleyeceği cevabı bekledim. Biraz düşünür gibi yaptı. Sonra hızlı bir şekilde konuşmaya başladı. "Zeliha Abla eminim ki güzel bir isim koyarsın bence adını sen koymalısın." Mırıldanarak düşündüğüm adı koymaya karar verdim. Ali'nin yanına ulaştığımda, eliyle sevdiği köpeğe dokunurken konuşmaya başladım. "Senin adın Felix olsun." Ali merak dolu sesiyle bana bir soru sordu. "Anlamı ne?" Onun bir ayrıcalığı yoktu aslında, hepsi bu adın anlamını taşıyordu ama bu köpeğe bu adı koymak aklıma gelmişti.

 

"Anlamında, mutlu veya şanslı olduğu söyleniyor. Bizimle tanıştığı için bence şanslıdır diye düşündüm. Tabii ki bu bizim için de geçerli öyle değil mi? Onunla tanıştığına memnun oldun mu Ali? Felix seni şimdiden sevmiş gibi görünüyor."

 

"Öyle mi dersin?" Sesindeki heyecan mutluluğumu arttırırken "Öyle derim." Dedim.

 

İsim koymak hoşlarına gitmiş olacak ki tek tek köpek ve kedilere isim koymaya başlamıştık. Bazılarının ismi çok komikti hatta. Mesela Bıcır gibi. Anlamı ona uyuyordu ama tuhaf duruyordu. Anlamını taşıdığını için bunu koymaya karar vermiştik. Yerinde duramayan ve sürekli aynı hareketi tekrar eden anlamını taşıyordu.

 

🕯️

 

Saat, saniye gibi hızla ilerlerken onlarla zamanın çabucak geçip gittiğini anlamıştım. Sanırım onlar da saatin kaç olduğunun farkında değildi. Sesimi duyabilmeleri için yükseltirken ellerimi birbirine çarptım. "Hadi gitme vakti. Özür dilerim, sizin gibi ben de buradan hiç ayrılmak istemezdim ama müdüre kızabilir. Saati kaçırmayalım." Onaylamayan mırıltılar çıkarsalar da beni anladıkları için kabul etmişlerdi. Boş kutuyu elime aldım. Arkamı döndüm yanlarına doğru ilerleyecekken çocukların arkasında duran beden dikkatimi çekti.

 

Tek kaşım şaşkınlığın verdiği belirtiyle yukarı kalktı. Ardından düz haline gelen kaşlarım ortaya doğru çatıldı. Aramızdaki mesafede ölüm sessizliği vardı sanki. Kirpikleri kara bir kelebeğin kanatlanması gibi kıvrıldı. Yakalanma duygusu onun bedenini ele geçirdi. Belli etmemeye çalıştı. Rahat davranmaya çalıştı ama ben anladım. Dudakları aralandı ama sonra tekrar geri kapandı. Diliyle dudaklarını ıslattı. Zehri andıran yeşil gözleri, kahverengi gözlerimi katletti.

 

Batan gökyüzü kendini örtbas ederken, yanında onun suçunun da üzerini kapatmayı unutmadı. Geriye sadece merak kaldı. Şimdi bir yağmur yağsa bile o merak silinip gitmeyecekti.

 

Ölü ruhlar bulundurduğum bulutlar, iki beden için bir araya geldi. Ortamıza vuran ışık, arkamızdan gelen ses, toprak üzerinde olan bedenimize bir damla daha damladı. Yağmur yağdı. Ama bu sefer bir şeyleri silmeyi başaramadı.

 

BÖLÜM SONU

 

Merhaba, bu kurgu eğer karşına çıktıysa ve buraya kadar okuduysan öncelikle hoş geldin ve teşekkür ederim. Yavaş yavaş başladık bakalım, sizlerin düşüncesi tabi ki de benim için önemli. O yüzden yorumlarınızı bekliyorum.

 

Bölümü nasıl buldunuz? İlk bölüme göre sizce durumlar nasıl?

 

Bir sonraki bölümde neler olabilir ya da kurgunun gidişatı hakkında tahmini olan var mı? Varsa eğer yazmaktan çekinmesin. Ben zevkle okumayı ve karşılık vermeyi severim.

 

Bölümde beğendiğiniz kısım neresiydi?

 

Bölümün baş kahramanı Zeliha'yı nasıl buldunuz? Sizce nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu düşünüyorsunuz? Ne gibi sorunları olabilir?

 

Ve Anıl karakteri sizce nasıl birisi olacak? İyi mi? Kötü mü?

 

"Savaşacağım tek şey içimdeki diğer bendi." sözü Stefan Zweig'in Satranç kitabına aittir.

 

"Öldüm der durursun ama yine de yaşamaktan geri kalamazsın." Mevlana Celaleddin Rumi.

 

Görüşmek üzere... 🤍

 

 

Loading...
0%