@rarbezrh
|
2
Parmaklar Arasına Sıkışan Heyecan
Taylor Swift, Don't Blame Me
Pinhani, Bilir O Beni
☁️
Hüzün bir bulut gibi üzerimden geçiyordu. Gökyüzü karaydı, ama bulutlar görülebilecek kadar aydınlıktı. Bu karartı bir süre sonra güneşle açar, mavi renge döndüğünde fark ederdim. Benim gökyüzüm mavi renge sahip değildi. Gözlerim hep bulutların arasında maviliği arardı ama karşılığında karartıdan başka bir şeyle karşılaşmazdı.
Gözlerimdeki zehir bir bir beyaz çarşafın üzerindeki fotoğrafa aktı. Kirpiklerimin arasından sızan zehir beyazlığı kapladı. Ölü ruhum bir kez daha kefene sarıldı. Bedenim kefeni sarı halde, bir mezar taşı kadar soğuktu. Toprak kokusu göz bebeklerime bahşetmişti. Gülen gözler, birbirine sarılmış bedenler kaburga çatlaklarıma bir kırık kemik daha bıraktı. Gözlerimi ruhumun aleviyle cayır cayır yandı.
İçimde çözemediğim duygu bir yıldırım gibi çaktı. Üşüyen bedenim bir mezar taşını tutan toprak gibiydi. Yavaş ezgiyle ıslattığım dudaklarımda hissettiğim tatlı bir sıvı boğazımdan içime doğru aktı. Alevli nefesim önümdeki kâğıt parçasını yakıp kül etti. Kara duman burun direklerimi sızlattı. Kirpik taneciklerim dudaklarım gibi ıslandı. Büyüdü. Büyüdü. Ve gözlerimi acıttı.
Bedenim üşüyordu. Neden? Oysaki gökyüzünün mavisini taşıyordum. Göz bebeklerimi titreten her bir yüzü, toprağın kahverengisiyle üzerinde dolaştırdım. Düzensiz atmaya başlayan nefesim, fotoğraftaki resimle aynıydı.
Her şey aynı.
Dört bir yanımı saran sesler yüreğimdeki bir kıvrıma bir sayfa daha ekledi. Kulaklarımı kapatmak istedim.
Ama sonra farkına vardım. En çok sessizlikten korkacağımı.
Sonra vazgeçtim kapatmaktan.
Minik dudaklarım tek bir kelime döktü acıyla. "Anne"
Ağacın bir kenarına yaslanmış sırtım ve örtünün üzerindeki bacaklarım buz tuttu sanki. Üç kelime daha döküldü. "Beni de alın." Onların gülen yüzü benim yüzümde dondu kaldı. Öfke kabardı gözleri. Sözcükleri bir ok gibi saplandı tam kalbimin üzerinde. Sırtımda hissettim okun sivri ucunu. "Senin burada yerin yok."
Şiddetli bir yutkunuş sergiledim. "Neden, ben de sizin kızınız değil miyim?" Kasılmaya başlayan kolumu tuttum. Bir darbe kaldı. "Seni kızım olarak kabul edeceğime ölürüm daha yeridir." Sert bir acı. Küçücük bedenim serildi yere. Avucuma bir sigara bastırıldı sanki. Yandı avucum. Ardında simsiyah bir kül bıraktı. Avucumdaki küller bir bir kazındı zihnime...
Omuzlarım toprağı yeğledi. Elmacık kemiklerim bir bir battı içime. Canımı acıttı. Çok acıttı. Ama sözlerin yanında iğne ucu kadar acı bıraktı.
Mavi gökyüzü karardı. Ağaçların arasına sis çöktü. Bütün kelimeler, gülüşler, çığlıklar cehennemin kapısını araladı. Ciğerlerimi karartan alevin içine düştüm. Titrek bir soluk aldım. Koku sardı bütün bedenimi, kırmızı renk bedenimi ele geçirdi. Yandım. Kül oldum. Öldüm.
🕯
Bir ses duydum. Hatta bu ses birkaç kez tekrarladı kendisini. Yanağımda hissettiğim ıslaklık, göğsümde hissettiğim ağırlıkla yastıktaki başımı hareket ettirdim. Karanlık odada gördüğüm köpeğimle derin bir nefes çektim ve kaldırdığım başımı tekrardan yastığa geri bıraktım. Ellerim açık renkli tüylerini şefkatle severken, alnımdaki terler kulağımın yanında saçlarımın arasına girdi. Köpeğimden çıkan mırıltılarla yatak başlığına kendimi yasladım. Kucağıma çektim yumuşacık bedeni. Köpeğimde kucağımda yer edindiğinde kafasını yasladı.
Kâbus
Her gece. Aşinası her gece bedenimi ele geçirirdi. Kirpiklerimi tutan yaşlar bir bir yol alır, cehennem kapısı dudaklarımdan bir feryat dökülür, zihnimde hareket eden akrep ve yelkovan aynı hizada dururdu.
Zaman durduğu an, kalbimin durduğu an olurdu.
Beyaz yorganın kıvrımını nereye attığımı umursamadan çıplak ayaklarımın soğuğu hissetmesine izin verdim. Parmak uçlarım titredi ama önemsemedim. Yanımda küçük adım sesleri çıkararak yürüyen köpeğimle mutfağa yol aldık. Karanlık odayı aydınlattığımda, sıcak bir süt ısıtmak için tezgâha doğru ilerledim. Dolaptan çıkardığım siyah kupayı tezgâha koydum ve buzdolabından sütü çıkardım. Alttaki dolaptan aldığım cezveye sütü doldurdum ve ocağa koyup altını yaktım. Sütün taşıp taşmamasını aklımın bir köşesine not ederken, acıkmış olan köpeğimin mama kaplarından birisine mamasını ve suyunu doldurdum. Keyifle yemeğini yerken, oldukça ısınmış olan sütün altını kapatıp kupaya doldurdum. Salonda duran köpeğimin yanındaki koltuğa oturdum. Yanına koyduğum bisküvilerden ağzıma atıp sütü de ardından içtim.
Gözlerimin içinden geçen loş ışıklar gözlerimi hafif bir şekilde kapatmama sebep oldu. Bazı geceler seslerin oldukça fazla dışarı çıktığı evimizin karşısındaki bardan yine sesler yükseliyordu. Merak etmekten değil de, içimdeki seslerden "Hadi git bak." Kelimeleri balkona gitmeme neden oldu. Balkon camından barı görebiliyordum. Sorun şu ki okuldaki kişilerin çoğu gece burada olması oluyordu.
Sürgülü camı açtıktan sonra saçlarımın açık olmasıyla yüzüme gelen saç tellerinden dolayı odama bir koşu gidip toka alıp geldim. Saçımı atkuyruğu yaparak, gözlerimi tekrardan seslerin olduğu yere çevirdim. Işıkların dışarıdan bile rahatsız ettiği mekânın içerisinde bulunmak nasıl olurdu bilmiyorum.
Yüksek sesli mekânda kırmızı kapının açılmasıyla ayrıca bir yükselişe geçti. Elindeki sigaradan çıkan dumanlar sanki buraya kadar gelmişti. Dışarıdan yumuşacık görünen saçları, sert görünen çehresi, yeşil gözleri...
Gökyüzü gibi gözleri.
Yeşil ama gökyüzü kadar güzel gözleri.
Kalın dudaklarının arasından çıkan sigara dumanını üfürdüğünde gözleri etrafta dolaşıyordu. Sigara tekrardan dudaklarında yer edindiğinde gözleri apartmanların arasında onca balkonun, onca pencerenin ardından benim gözlerime karıştı.
Dudakları arasında kalan sigarayı fark etmiş olacak ki, sigarayı tutan parmakları etli dudaklarından ayrıldı ve dumanı havaya üfürdü. Parmakları sigarayı yere iteledikten sonra ayağıyla üzerine bastı. Hafif eğilen bedeni yüzünden, alnına düşen saçlarını parmağıyla yukarı doğru kıvırdı. Benden ayrılmayan gözleri kısıldığında, gözlerim dudaklarına indi. Gülümseyen dudakları, bir ihtiyaç gibi bana bakarken kendimi gülümsemeye zorladım. Ne kadar başarılı olabildiysem tabi.
Dudaklarımı iki yana kıvırdım beceriksizce. Yanan gözlerim onun bedenini süzdüm. Siyah deri ceketinin içerisine giydiği beyaz tişörtünü çekmediği fermuarı sayesinde görebiliyordum. Ayağımın ucunda hissettiğim tüylerle, yerimde sıçrarken daldığım noktadan ayırdım kendimi. Yere eğilip yanıma gelen köpeğimi kucağıma aldım, ona bakmadan camı kapattım ve içeri geçtim.
Koltuğa yaslanıp elimdeki sütü yudumlamaya devam ettim. Köpeğim kucağımda uyuya kalmış olduğunu gördüğümde onu rahatsız etmeden odadaki yerden lambayı kapattım ve odaya çıkmak için merdivenlere yöneldim. Karanlıkta ezberlediğim yerden yatağıma köpeğimi yatırdım ve odadaki telefonumu alıp salona yöneldim. Orta sehpadaki kupayı ve yanındaki boş tabağı elime alıp mutfağa yöneldim. Işığı yakarak odanın aydınlanmasını sağlandıktan sonra etrafı toparladım.
🕯
Derin bir soluk alıp karışımdaki aynadan siyah elbiseye baktım. İnce ipler elbisemi tutarken, dizlerime gelmesine bir kaç santim kalan elbisemin sağ uç kısmında küçük bir yırtmaç vardı. Islak saçlarım yere damlarken daha fazla damlamasına izin vermeden elimdeki elbiseyi yatağın üzerine bırakarak banyoya geçtim. Saçlarımı kurutma makinesiyle kurularken aynı zamanda tarıyordum. Abartılı olmayan bir makyaj yaptım.
Banyodan çıktım ve dolabımdan temiz iç çamaşır çıkarıp üzerime geçirdim. Elbiseyi giydikten sonra, siyah topuklu ayakkabılarımı ayağıma giydiğimde üzerimde tek bir eksik olan şeyi de ellerime geçirdim. Siyah eldivenlerimle bu elbiseye ayak uydurabilmiştim.
Küçük bir çantaya telefonumu, cüzdanımı, anahtarımı koyduktan sonra çantayı tek omzuma asıp kapıdan dışarı çıkmıştım.
Apartmandan ayrıldığımda bütün bedenimi ele geçiren soğukla oraya nasıl gideceğimi kısa bir an düşündüm. Anca şuan taksiye binebilirdim bu yüzden soğu rağmen ayaklarım harekete geçti ve bana yakın olan taksi durağına yürümeye başladım. Kaldırımda yürürken kaç tane araba yoldan geçti saymamıştım. Gözlerim attığım adımlarımın üzerine bastığı kaldırım taşından ayrılmıyordu. Her bir adımda soğuk iyice içime işliyordu.
Senin bedenin sıcak mıydı ki soğuk geçirsin.
Zeliha, sen buzdan ibaretsin. Kırık buz parçaları. Üzerine sıcak su dökülmeyi bile beklemeyen buz parçası.
Soğuk bir ürperti geçti bedenimden. Sol kulağımda hissettiğim ses, sol omzumda hissettiğim rüzgâr.
"Atla." Dişlerimi birbirine bastırdım. Sesini tanıdım. Yönümü sesin geldiği yere doğru döndürdüm. "Gerek yok, teşekkür ederim." Saç diplerimi ele geçiren rüzgâr, keskin soluğumu da beraberinde götürerek esmeye başladı. "Gerek olduğunu ikimiz de gayet biliyoruz ve görüyoruz. Hadi atla. Daha fazla üşüme yoksa bu geceyi hasta olarak geçirmek istemezsin." Derin bir nefes alırken dudaklarım büküldü yavaşça. Şuan itiraz edebilirdim. Ama gerek yoktu. İkimiz de aynı yere gidiyorduk sonuçta. Onun arabasına binmem de bir sakınca olmazdı bence.
Adımlarım arabanın yolcu kapısına doğru ilerleyerek parmaklarımla tuttuğum kolu kendime çektim ve arabaya binerek kapıyı kapattım.
"Kemerini tak."
Kara kıvrımlı kirpiklerim ona bakmak için bir kez daha kıvrıldı. Siyah bir takım elbisenin içine giydiği beyaz gömlekle oldukça farklı görünüyordu. Yeşil gözleri bugün daha koyu bir yeşil tona sahipti. Bileğine lacivert bir saat takmıştı. Dudaklarına yerleşen tebessümle, kalın dudaklarını konuşmak için araladı.
"Heyecanlı mısın?"
Önüme döndüm. Dizlerimi birbirine bastırdım.
"Her zamanki gibi."
Gözleri kısa bir an bana döndü. "Her zaman ki gibi nasıl?"
Aslında belli olmuyor muydu? Dışarıdan görünmüyor muydu, içimdeki heyecan duygusu? Ben iyi bir oyuncu muydum? Hayır. Peki, o iyi bir yalancı mıydı? Bilmiyorum.
"Heyecanlı yani." Kafasını aşağıya yukarı salladı. Sesli bir nefes verdi.
"Belli oluyor." Bunu benim dilimden mi duymak istemişti. Eğer heyecanlı olmam belli oluyorsa neden soruyordu ki.
Kırmızı ışıkta durduğumuzda, sol tarafımda hissettiğim soğuklukla gözlerim o tarafı bulurken camı açtığını fark ettim. Aramızdaki boşluktan sigara kutusu ve çakmak aldı. Sigara içmek için harekete geçmesinden dolayı kaşlarım ve dudaklarım aynı anda hareket etti.
"Sigara içmesen."
Gözlerindeki kısa geçen şaşırma duygusu ile bana doğru döndü.
"Neden? Rahatsız mı oluyorsun?" Dedi. Yavaşça başımı iki yana salladım. "Öylesine."
Hala tenimde hissettiğim soğuklukla bedenim titredi. Gözleri üzerime değdiğinde titrediğimi fark etti, sigara paketini tutan eli sigarayı aynı yerine koydu ve camı kısa sürede düğmeye basarak kapattı. Benim soğuktan titremem hem camı kapatmasını neden olurken hem de sigara içmesini engel olmuştu.
Derin bir nefes aldım. Arabadaki sessizlik sürekli değişmekte olan müzikle sessizliği dolduruyordu. Telefonumu çantamdan elime aldığımda birkaç mesaj geldiğini gördüm.
Gönderen - Anıl
Geliyorsun değil mi?
Gönderen - Anıl
Zaten senin gelmemen bu davetin iptal edilmesi demek biliyorsun.
Gönderen - Anıl
Neredesin?
Acaba ona tanımadığım biriyle geliyorum desem ne derdi acaba?
Gönderilen - Anıl
Geliyorum. Yoldayım.
Gönderen - Anıl
Nasıl geliyorsun?
İşte. Şimdi yaz bakalım.
Gönderilen - Anıl
Bilmiyorum.
Gönderen - Anıl
Nasıl bilmiyorum. Taksiyle mi geliyorsun? Bana yürüyerek geliyorum deme kızarım.
E sen de her türlü kızacaksın ama.
Gönderilen - Anıl
Taksiyle gelmiyorum. Arabayla geliyorum da kimle geldiğimi bilmiyorum.
Gönderen - Anıl
Nasıl bilmiyorum. Arabayla geliyorsun ve kiminle olduğunu bilmiyorsun yani doğru mu anlıyorum?
Gönderilen - Anıl
Kendisini sadece birkaç kez gördüm, hatta konuştuk bile. Ama adını bilmiyorum.
Gönderen - Anıl
Neyse gelince konuşuruz.
Sen ona gelince kızarım desene.
Gönderilen - Anıl
Tamam.
Telefonu kapatıp eski yerine koydum. Kalabalık bir ortam olduğunu, salonun açık oto parkına arabayı park etmesinden dolayı görebilmiştim. Arabalardan çıkan insanlar içeriye girerken emniyet kemerini çıkardım. Kapı kolunu kendime çekerek dışarı çıktım. Küçük sıcak boşluklarımı da dışarı çıkmamla rüzgârla birlikte bedenime gelen soğuk o boşluğu doldurdu. Kulağımda hissettiğim sıcak nefesle, daha da üşüdüm. Bedenim titredi.
"Ceketimi veriyorum." İtiraz edecektim ama bu beni teyit etmek için değil de ürkmemem için önceden söylenmiş bir sözdü. Yanımdaki bedene kısa bir an bakıp önüme tekrardan döndüm. "Teşekkürler."
Ceketin yakalarından tuttum ve önüme doğru çekiştirdim. Burnuma dolan kokuyla davetin olduğu salona giriş yaptık. Gözlerim Anıl'ı ararken, birkaç erkekle konuştuğunu gördüm. Kısa sürede beni fark etmesiyle, birkaç kelime mırıldanıp yanındakilerden uzaklaşmıştı.
Gözleri beni baştan aşağıya süzerken, parmakları birbiri ile birleşti. Yemek güzel olduğunu belli ettiğini yapılan el hareketini aşağıya yukarı sallayarak yaptı. Dudakları aralandı ve gülümsedi. "Bu kadar güzel olacağını düşünmemiştim. Yani düşün kankan olarak ben bile etkilendim."
Başım hafif yana bükülürken kaşlarım havalandı. "Normal bir günde güzel değil miyim?" diye klişe bir laf söyledim.
Dudakları iki yana büküldü. "Öyle demek istemediğimi biliyorsun."
"Şaka yapıyorum. Nereye oturuyoruz?" Bakışları etrafı süzerken burada çalışan birine sormuş ve yerimizi öğrenmiştik. Sahneye yakın masalardan birine oturduk. Arkama yaslandım ve davetin başlamasını beklemeye başladım. Neyse ki bu başlangıç çok uzun sürmemişti. Sanırım davetin başlangıç saatine yakın bir zamanda gelmiştik.
Önümüzdeki sahnede beliren kadının sözlerinden sonra ışıklar kapanmıştı. "Her sene düzenlenen Şair yarışmamızı kazananı bu sene de bizim okuldan bir kişiyle birincilikle sonuçlandığı için eğlenmek amacıyla hazırladığımız davete hepiniz hoş geldiniz." Alkış sesleri kadının sözlerini bölerken, kadın konuşmaya kaldığı yerden devam etti. "Programımıza, dans etmek isteyen gençlerimizle başlatıyorum. Şimdiden iyi eğlenceler." Işıklar kapandı ve ardından onun yerini çalan şarkı yer aldı.
Ezbere bildiğim şarkıyla yüzümde gülümseme oluştu. Ortaya geçenlerle ortadaki boşluk kısa sürede dolmaya başladı. Arkama yaslı halde dururken, kulağımın yakınında duyduğum sesle o tarafa döndüm.
Anıl, dudaklarında tebessümle bana bakıyordu. "Güzel kadın, bu dansı bana lütfeder misiniz?"
Gözlerim devrilirken dudaklarımın arasından çıkan kıkırtıyla karşılık verdim. "Lütfederiz efenim."
Bana uzattığı elinin üzerinde ellerim yer edindiğinde, sol elimle omuzlarımdaki ceketi oturduğum sandalyeye bıraktım. Ayağa kalkmamla ortaya doğru ilerledik ve boşluktaki yere bizim bedenlerimiz de yerleşti. Hem dilimiz hem de bedenimiz ile ona uyum sağladık. Anıl'la şarkıyı mırıldanmaya başladık. Kara kirpiklerim, dudak kıvrımlarımla kısıldı. Anıl yüzüme doğru eğildi. Dudakları, keyifle aralandı. Sözlerinde ise dudaklarına rağmen alay dolu değildi. Şarkı sonlandığında yeni bir şarkı başlamadan yerime geçmek için Anıl'ın kolları arasından çıktım. Yerime geçerken bizim masaya bir masa uzakta olan, onu buldu gözlerim. Önündeki telefona bakıyordu. Başını kaldıracakken, sandalyedeki ceketi elime aldım ve oturdum. Başımı önüme doğru döndürdüm.
Fark etmedi seni Zeliha, rahat ol.
İç sesim, az önce arabasından indin aptal dedi.
Anıl da yanıma oturdu. Sıradaki şarkıyı beklerken, daveti sunan kadın tekrar söze başlamak için sahneye geldi. "Yöremize özel olan oyunu bilen erkekler göstersin marifetlerini diyorum ve alkışlarınızla erkekleri buraya alıyorum."
Zeybek.
Halkı koruyan cesur bir adamı temsil ederdi. Ve Egenin meşhur halk oyunuydu.
İzmir'de yaşayan biri olaraktan sıkla gördüğüm bir oyundu. İzlemesi ize çok keyifli oluyordu. İzlediğim her zaman gözlerim dolar, gururlu hissederdim.
Zeybek benim zaafımdı.
Ayağa kalkan Anıl'a dikkat kesilirken onun da oynayacağını anladığımda şaşırmıştım. Ortaya geçen erkeklere bakıyordum. Orta da yedi kişi olurken, onun gelmesiyle sekiz kişi olmuşlardı. Gözlerimdeki şaşkınlık gittikçe artıyordu. Çünkü onun zeybek oynaması aklımın ucundan bile geçmemişti. Nedeni yoktu. Onun sert mizacı ile bunu önemsemediğini düşünmüştüm. Meğerse yanlış düşünmüşüm.
Ceketler çıkmış, kollar sıvanmıştı. Gözlerim tek bir kişiyi görmek için, midem şiddetle kasıp kavruldu. Kirpiklerim heyecanla titredi.
Kollarını ve ayaklarını iki yana açtı. Sol ayağını öne doğru attı, eli yukarı doğru kalktı ve tekrar yerine geçerken, sağ ayağı yukarı kalktı. Birbiri etrafında bir tur döndüler ve oldukları yerde tekrardan durdular. Elleri dizlerini buldu, dilden dökülen Huuh sesiyle elleri iki yana açıldı, dizlerini çapraz kırdı ve diz çöktü. Ayağa kalktılar, etrafında dönerken ayakları arkada çapraz birbirine dolandıktan sonra, öne doğru atıldı. Birbirine doğru ortaya ilerlediler ve hafif diz kırarak doğruldular. Etrafında bir kez daha dönüp birbirlerine döndüler, el şaklattılar hafif diz kırdılar, tek ayak arkaya bastırıldı ve tekrar geri yerine geçirildi.
Alnından akan terler dolu gözlerimden akan yaşlar gibi bir bir aktılar. Parmaklarım, eldivenden ayrılırken aynı anda onun parmakları alnına gitti ve aynı amaçla akan sıvıyı elimizin tersiyle sildik.
Ellerim tekrar yumuşak dokunun arasında kayboldu. Kadın oynayan erkekler için teşekkürlerini sunarken, onunla birlikte diğer erkeklerde yerlerine geçti. Anıl derin bir soluk alıp yerine otururken, o da terlemişti. Hareketlerinden dolayı, hızlı çıkan nefesiyle konuşmaya başladı. "Nasıldım?"
Kaşlarım çatılırken bir anlık bocaladım. "Süper."
İçimdeki fısıltılar, zihnimde dönüp dolaştı birbirine dolandı. Ben seni izlemedim ki. Ben onu izledim. Her bir hareketini hem de. Kara kirpiklerinin kıvrılıp kapanmasına kadar.
Salondaki aydınlatmalar tamamen açılmaya başlandı. Bu demekti ki artık sona yaklaşmıştık. Elinde iki torbayla aynı kadın tekrar belirdi. Dudaklarını mikrofona yaklaştırdı ve konuştu. "Zeliha seni buraya alayım." Adımı duymamı kendimi alıştırsam da heyecan duygusunu yenmeyi alıştıramamıştım. Ellerim terlerken, yerimden zorlukla kalktım. Adımlarımı, herkesin görüş alanı olan sahneye kadar ilerledim. İnsanlar arkamda kalacak şekilde kadının önüne geçtim. "Biliyorsun ki ödül olarak ne yapacağımızı daha önce söylemiştik. Ama ben yine de unutanlar için tekrarlamak istiyorum. Kızlardan ve erkeklerden seninle gelmek isteyenlerin ismini aldık ve bu torbaların içine koyduk. Senden elimdeki torbanın içindeki kâğıtlardan birini seçmeni istiyorum."
Kaşlarımı pür dikkat torbalara verirken içimden bunun ne kadar zor bir şans olduğunu bilsem de umut etmekten vazgeçmedim. İnşallah bana Anıl çıkardı. Çünkü gideceğim ödüle ondan başkasıyla gitmek benim için zor olacaktı.
Şiddetle yutkunup kadının sol elindeki torbaya elimi soktum ve hissettiğim kâğıdı seçtim. Kâğıdı açarken, yanımdaki kadın tekrar konuştu. "Adı yazan kişiyi sesli bir şekilde okumanı rica ediyorum."
Parmaklarım katlanmış kâğıdı açarken, nefesim sıklaşıyordu. Kâğıt düzleştiğinde önümdeki yazanlara bakmadan kadına sırtımı döndüm. Gözlerim kâğıdı buldu, dilim gideceğim kişinin adını.
Behram Ayas Erden diye mırıldandım kendim duyacak şekilde ama arkamdaki kadın elimde ki kâğıtta yazan adı görmüş olacak ki sesli bir şekilde bağırdı. "Behram Ayas Erden el kaldırsın."
Gözlerim tek tek herkesin yüzünde gezindi. Tekrar ve tekrar. Sonra bir el yukarı kaydı. Gözlerim elin sahibini buldu.
Kalbim tekledi. Burnum artık nefes almayı bırakmış, nefesim tökezlemişti. Çene kaslarım seğirmeye başladı. Aramızda zemheri bir soğuk geçti. Gözlerimi yumdum. Yanaklarıma doğru yükselen ateş topu, göğüs kafesimdeki kalbimi yaktı. Yanak içlerimi kemirirken bir gerçekle daha yüz yüze geldim.
Onunla vakit geçirme gerçeğiyle yüz yüze geldim ve içimde tek bir duygu baş gösterdi.
Heyecan.
Sertçe yutkundum bir kez daha. Gözlerimi açtım. Gökyüzü barındıran yeşil gözlerin bir kez daha esiri olmaktan kaçamadım.
Gökyüzü gibi ama yeşil gözleri.
BÖLÜM SONU
Sizce nereye gidecekler? Tahminleri alayım.
Sonunda yeşil gözlerin sahibinin de öğrenmiş olduk. Behram Ayas Erdeni sevdiniz? Tabi tam tamına öğrenemedik ama ön görüş alayım :)
Takıldığınız bir yer varsa belirtiniz.
Benim gibi zeybek zaafı olan var mı?
Arabada Zeliha sizce neden Behram'a sigar içme dedi. Sevmediğinden mi yoksa daha farklı bir sebebi olabilir mi?
Sonraki bölümde görüşmek üzere.
|
0% |