@rarbezrh
|
1. Mahkum
Sezen Aksu, Firuze
Rana Türkyılmaz|Egemen Akkol, Bana Bi Yolunu Bul
🌪
Karanlık geceyi aydınlatan sokaktaki lambalar, gecenin sükûnunu yok etmeye meyilli gibi dururken, bakışlarım duvardaki yazıya denk geldi.
Rakı sofrasında susulmaz arkadaş.
Meyhanenin kapısından çıkan gıcırtılı sesle içeriye beyaz konverslerimle ayak bastığımda buraya bu kılıkla ait olmadığımı belli ediyordum. Karşımdaki sahneye bakışlarım kaydığında birazdan oraya çıkacak kadınların görüntüsü aklıma geldikçe daha da emin oluyordum.
Kimseyle göz göze gelmeden arka odadaki giyinme odasına eşyalarımı bıraktıktan sonra, önlüğümü boynumdan geçirip belimden bağlamıştım.
"Firuze, masa 8."
Ben Firuze.
Hayatı yaşamayı okul sıralarında geçirmek yerine meyhane masalarına içki götürerek yaşamak zorundayım.
Yorgundum.
Ruhum, kanıyordu.
Günaha boyanıyordum.
Ama zorundaydım.
Masa sekizin siparişlerini aldığımda, mekân daha yeni kalabalıklaşmaya başlıyordu. Saat 11'i oldukça geçmişti. Mekâna gelenlerin çoğu derdi olduğu kadar çoğu da sahnedeki kadınları izlemeye geliyordu.
Kimi acısını sarmaya kimi sikini, hesabı.
Mekânın kapısı sürekli açılıp kapanıyordu. Etraf iyice dolmaya başlamış, doğal olarak hareketlerim daha da hızlanmıştı. Yeni bir siparişi masaya götürecekken yanıma gelen patronla bakışlarımı ona çevirdim.
"Bugün kalabalık bir masa geliyor. Sağ önde olan yuvarlak masayı onlara ayırdık. Masayla senin ilgilenmeni istiyorum."
Alışmış olmamdan dolayı başımı olumlu anlamda salladığımda, elimdeki siparişi masaya bırakmak için eğildiğim belimi doğrulttuğumda açılan kapıyla gözlerim oraya yöneldi.
Birkaç adamın sırayla içeri girdiğini gördüğümde, patronun dediği kişilerin girdiğini anladım. Hepsi de takım elbiseliydi mübarek.
Tırnaklarımı avuç içlerime bastırdığımda adımlarım kapıdaki adamların yanına ilerlediğinde dudaklarımın arasına samimiyetten uzak bir gülüş yerleştirdim.
"Hoş geldiniz, size ayırdığımız masa hazır. Masanıza kadar eşlik edeceğim. Ayrıca isteklerinizi bana iletebilirsiniz."
Adam konuşmama karşılık gülümserken, birkaç adamla peşimden masaya kadar takip ettiler. Beyaz örtünün kapattığı masaya işaretimle yerleşmişler, siparişleri almıştım. Bu gece patronun mekâna iyi para girecekti.
Akşam boyunca tek bir masa için gelip gitmiş, işin yoğunluğuyla ayaklarımın altı artık yanmaya başlamıştı. Sigara ve içki kokusunun yoğunluğu bedenimi ele geçirmeye devam ediyordu. Sigara içmek. Bir çakmak aleviyle sigaranın ucunu ateşleyecek kadar acı vardı bu hayatta. Bu acılara rağmen ağzımdan çıkan bir söz dudaklarımın arasına girdirmeye yetiyordu bu mereti.
Kapıdan gelen kişiye dikkat kesildiğimde, gördüğüm adam siyah jilet gibi bir takımın içerisinde oldukça yapılı ve uzun boya sahipti. Üçe vurulmuş saçlarıyla kökü bile alınmış sakallarıyla yüz hatları oldukça belirgin görünüyordu. Dudakları ise bir erkeğe göre oldukça dolgundu.
Adamın gözleri mekânın içindeki insanların üzerinde dolaşırken, yanına doğru adımladım. Bakışları gözlerimi odağına aldığında, çoktan yanına ulaşmıştım.
"Hoş geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?"
Adam sessizliğin ardından dudaklarını araladı.
"70'lik Rakı, sağ ön masadayım."
Ha?
Bir şey söylememe izin vermeden arkasını dönüp benim gün içerisinde bakmamın istendiği masaya doğru adımlarını atmaya başladı. Arkası dönük bedeninden siyah ceketini çıkardığında belirgin sırtıyla yüz yüze geldim. Beyaz gömleğe yapışmış teni oldukça spor yaptığını belli ediyordu ve bu durum oldukça onu çekici gösteriyordu.
Sandalyeyi çekip oturana kadar onu seyrettim. Bedenimin put gibi durduğunu fark ettiğimde ise onun isteğini yerine getirdim ve 70'lik rakıyı ve bardağı elime alarak, gömleğinin kollarını sıvayıp masaya koyduğu ellerinin yanına bardağı ve şişeyi koydum.
Dudaklarımı aralayacağım vakit, şişeyi dudaklarının arasına yasladı. Bir avucu şişenin etrafını sarmış, dudaklarına yasladığı sıvı boğazından akıp giderken boynundaki yumru hafif aşağıya yukarı doğru hareket etti. Rakıdan büyük yudumlar almaya devam ederken çoktan şişenin yarısına dayanmıştı. Bir ihtiyaç gibi içtiği sıvıyı dudaklarından uzaklaştırdı ve bakışları uzun bir sürenin ardından benim gözlerimin esiri oldu.
"Başka bir şey ister misiniz?" diye sordum masadaki herkese bu sorumun ardından kaç kez masaya gidip geldiğimi hatırlamıyorum. En çok da tek bir adam beni masaya çağırıyordu. Bakışlarım odaklandığım yerden çıkıp yine bir şekilde onun bedeninde dolaşıyordu. Başını arkaya doğru attığında, boynu birkaç dakika önce açtığı gömleğinin düğmelerinden dolayı daha da gözler önüne serilmişti.
Arkaya doğru attığı başını doğrultmadan bana doğru eğdi ve bardağı havaya doğru hafif bir şekilde kaldırdı. Yavaş yavaş yanına adımladım. Artık koşuşturacak halim kalmamıştı.
Yanına geldiğimde derin bir nefes aldım. Dudaklarım su ihtiyacıyla yanıp tutuşurken dilimi iki dudağımın üzerinde gezdirdim. Gözleri yavaş ezgiyle gözlerimden aşağıya dudaklarıma kaydığında, birdenbire kalbimi sarmalayan his bedenimi ele geçirdi.
"Şarap."
Dudaklarının arasından kaç farklı içki girmişti saymayı bırakmıştım. Buna rağmen sesi gevşek bir şekilde değil dinç bir şekilde çıkmayı başarmıştı.
"Sizce de bu gece fazla olmadı mı?"
Gözlerindeki derinlik, bedenimi sarmalayıp kendine çeken bir kuyu gibiydi. Kıvrımlı kirpikleri usulca açılıp kapandı. Gözlerimi ondan alamadım. Anlamsız, bir o kadar garip.
"İçmek için sebep olunca, fazlalık da artıyor."
İçmek için sebep olunca...
Acaba hangi kötü olay ya da hangi kadın için dudaklarının arasına yaslanıyordu bu bardak.
Kuruyan dudaklarımı birbirine bastırıp, onun bende olan gözlerinden gözlerimi çekerek yanından uzaklaştım. Burada çalıştığım zamanlarda rastladığım şeylerden birisiydi; içkinin bedenine sızdıktan sonra insanlar üzerinde yarattığı etkinin ardından o insanların kahrını çekmek.
Seni bir ihtiyaç gibi gören o varlıklar.
Güçlüysen kurtulabiliyordun. Bazı şeylerin değişmesini beklememen gerekiyordu. Değişmesini bildiğin olaya alışman ve ona ayak uydurman lazım çünkü beklersen kaybedersin.
〰️
Kahverengi masanın üzerindeki boşalmış bardakları, parmaklarımın arasına sıkıştırarak mutfağa doğru adımladım. Bedenim günün yorgunluğunu hatırlatmak ister gibi ayaklarıma sinyal veriyordu. Masanın üzerini temizledikten sonra sandalyeleri ters kapadım. Geriye sadece bir masa kaldığını gördüğümde, bakışlarımı masadan çeken bir beden gözümün önünde belirdi.
Buse.
Siyah renkte küt saçlara sahipti. Boyu benim gibi 1.70 civarıydı. Mekânda işe başladığımda zaten benden önce burada çalışmaya başlamış, hatta küçük yaşlarında bu insanların arasına karışmıştı. Yaşının küçük olmasının önemi olmadan böyle bir ortamda çalışmanın zorluğunu anlayabiliyordum. Bana bunları anlatmadan önce onu ilk gördüğümde çok fazla sert bir yapıya sahip görünüyordu. Hatta herkese karşı böyleydi. Ama onunla konuşmaya başladıkça samimi tarafını gün yüzüne çıkardı.
"Bir işim çıktı, sen son masayı halletsen olur mu?"
Beline bağladığı siyah önlüğü çözmeye başladı. Kısa sürede çıkardığı önlüğü parmakları arasına sıkıştırdığında, kısa saçlarını kulağının arkasına itti.
"Ben hallederim, sen çıkabilirsin. Bu arada dikkatli git."
Başını onaylar anlamda sallayarak, ceketini üzerine geçirdi ve mekândan ayrıldı. Saatin ikiyi geçtiğini tahmin ederken, mekândan hala ayrılmamış olan adamın varlığı aklıma düştüğünde bakışlarım kocaman masada tek kalmış adama çevrildi.
Beyaz gömleğinin kol kısımları dirseklerine kadar sıyrıldığı için açıkta kalan teninin üzerindeki karartılar, bir makinenin izlerini taşıyordu. Bir an aklıma sızan düşünceler bu dövmelerinin bütün vücuduna izinin olduğunu söylüyordu. Önündeki rakı bardağından gözlerini ayırarak, yoğun ve keskin bakışları gözlerimi buldu. Pürdikkat bakışları karşısında gözlerimi onun gözlerinden çekmek zordu. Adımlarım, sandalyeye yayılmış bedenine doğru adımladığımda elimdeki temizlik malzemelerini masanın üzerine bıraktım.
Gözleri bayık bir şekilde bakmak yerine o kadar dinç bakıyordu ki bu kadar boşalan bardağa rağmen bunu nasıl başarabilmişti anlamış değildim. Herkes her içtiğinde kendinden geçecek diye bir kural yoktu ama bu sağlamlık da garipti.
"Hangi sebep sizin bir masaya mahkûm edip, bu kadar içmenize neden oldu?"
İkimiz koca mekânda yalnızdık.
"Mahkûm olduğum bir masa değil, bir kadın."
Bu kadar açık sözlü olmasını beklemiyordum. Artık bundan sonrasını sormak haddimi aşacak olmamı göstereceği için sustum. Dilime kenet vursam da düşüncelere kenet vurmak öyle kolay olmuyordu. Birbirinden deli sorular zihnimin içerisinde dönüp dolaşıyor, diğer düşüncelerimi geriye iterek şuan aklıma yerleşenleri önüme getiriyordu.
Gözleri bir kuyu misali beni kendi içine çekmekten çekinmiyordu. Bulunduğumuz mekânın birkaç saat öncesinde gürültülü ortamından ziyade artık garip bir sessizliğin aramızda hüküm sürmesine şahit oluyorduk. Mekânın içini dolduran loş ışığa karışan sigara kokusu açtığım camdan yavaş yavaş dışarıya sızıyordu.
Dakikalar geçti. O elindeki şişeyi dudaklarına yaslayacağı vakit, ellerim engel oldu. Şişeyi usulca parmaklarımın arasına aldığımda, kurumuş dudaklarımı yavaş ezgiyle ıslattım.
"İzin verirsen, artık işimi halledip çıkmak istiyorum. Saat epey geç oldu." Önümdeki masayı temizlemeye başladığımda aynı zamanda konuşmama kaldığım yerden devam ediyordum. "Siz de bir taksi çağırırsanız iyi olur, bu halde araba kullanmak pek de iyi bir karar olmayabilir."
Masanın yan tarafında hareketlilik oluştu. Sandalyenin geriye çekilme sesi duyulduğunda, kemikli uzun parmakları, temizlediğim masaya sandalyeleri ters kapamaya başladı. Onun bu hareketine öylece bakarken, nedenini sorgulamadım. Benim de bu durum şuan işime gelirdi.
Şişeyi mutfağa bıraktıktan sonra, yerleri temizlemek için lavaboya gidip geri döndüğümde onu olduğu yerde bulamamıştım. İçimde tuhaf bir his baş gösterdi. Salak, sana teşekkür edeceğini mi düşündün.
Başımı iki yana sallayarak işime odaklandım. Kısa sürede yerleri temizlemiştim. Lavabonun klozetinden pis suyu boşalttığımda elimdeki kovayı yere koyarak musluğun yanındaki sabunluktan elime döktüğüm sıvıyla, akan suyun altından ellerimi yıkamaya başladım. Belimin ağrısı iyice kendini belli etmeye başladığında, hırkamı ve çantamı elime aldım. Mekânın camlarını kapatmamın ardından kapının yuvasına soktuğum anahtarı iki kere çevirmemle arkamdan gelen sesle anahtarı kendime doğru çektim.
"Bin hadi."
Ses tonu toktu. Elimdeki anahtarla öylece kaldığımda, sadece kaşlarımı çatmakla yetindim. Karşımda duran genç adam, az önce bir şey demeden giden adamdı. Kaldırıma yanaştırdığı arabanın yolcu koltuğunun olduğu taraftaki camı açmış, bana doğru eğdiği başıyla gözlerime bakıyordu.
"Neden?"
"Gece boyunca gel git yaptığın için."
"İşim bu."
Bedenindeki hareketlilik dikkatimi çektiğinde, yolcu kapısını içeriden açarak tamamen onu görmeme sebep oldu.
"Benim yüzümden geç ayrıldın, teşekkür mahiyetinde."
"Ben hep geç çıkıyorum, ayrıca bunu sözlü bir şekilde de yapabilirdin."
"Binsen artık." dedi bıkmış bir ses tonuyla.
Ne inattı arkadaş.
Bütün vücudumdaki yük ayaklarıma binmeye başladığında, adımlarımı bana doğru açılan kapıya doğru sürükledim. Geldiğimi görmesiyle, başını ön cama doğru çevirdi. Kısaca boğazımı temizlediğimde, yüksek aracın küçük ve ince basamağına basarak koltuğa yerleştim. Kapıyı kendime doğru çektiğimde, emniyet kemerimi bağladım. Aracın motorunu çalıştırdı, gaza bastığında bir kez daha idrak ettim. Onun arabasında olduğumu.
Arabasının içine çoktan yayılmış olan koku burun deliklerime ulaştığında, zevkime uyan bir koku olmasından dolayı rahatsız olmamıştım.
"Buradan sağa döneceksin."
Başını sadece sallamakla yetindiğinde, aslında sürekli benimle konuşmak için zaman kollayacağını düşünmüştüm ama öyle olmamıştı, yanılmıştım. Sessizdi. Arabada sadece arada benim kısa yol tariflerim dışında bir ses çıkmıyordu.
Açık camdan esen hava, saçlarımın uçuşmasına yol açıyordu. Sıcak havaların eşliğinde bir de geç saatlerde çıkmak işleri daha da zorlaştırıyordu. Daldığım noktadan çektiğim bakışlarımı, onun açıkta kalan gerdanına odakladığımda açıkta kalan gömleğinin kumaşı esen her rüzgârda tenine çarpıyordu.
Karanlık yolu aydınlatan lambalar, her yanından geçtiğimizde rengini onun tenine düşürüyordu. Birkaç dakika sonra karşımızdaki göbekten sola döndüğünde ilk karşımıza çıkan bakkalın önünde arabayı durduracaktı. Gözlerim teninden usulca gözlerine çıktığında, adını bilmediğim adamın arabasından inecektim ve hiç karşıma çıkmamış gibi davranacaktım belki de.
Direksiyondaki bir eli hâkimiyetini korurken diğer eli ensesini ovaladı. Yol boyunca bana değmeyen gözleri sonunda gözlerimi buldu. Ona yakalanmış olmamın içime yerleştirdiği tuhaf hisle yanaklarıma sıcaklık bastı. Alt dudağımı ısırdığımda, bu aptal hareketime karşılık o kasıntı suratına nazaran dudak kıvrımları yukarı doğru yükseldi.
"İlgini mi çekti."
Af buyur?
"Anlamadım? Ne ilgimi çekti?"
"Tenim."
Duraksayarak gözlerimi kırpıştırdım. Nefesinin havaya titreyerek süzülüşünü hissettim. Sanırım bu dilinden dökülen kelimelerinin ardından çıkan gülüşten dolayıydı.
"Evet, ilgimi çekti."
Gözlerimiz, bedenini bana döndürmesiyle tamamen kesişirken altımızdaki arabanın durduğunu anladım. Kaşları verdiğim cevaptan ötürü havaya doğru kalkmıştı. Yetmezmiş gibi kıvrılan dudakları pek de iyi etkilemiyordu beni.
"Başka ne ilgini çekti?"
E sen de, yuh.
"Sana gece boyunca neyim ilgini çekti diye sormadım. Sen neyi duymak istiyorsun?"
Yanaklarımın gittikçe kızardığını hissediyordum ve bu durumun karanlıkta pek belli olmayacağını düşünerekten içimi rahatlatıyordum. Bedeni oturduğu koltuktan hareket ettiğinde, bedenini bana yaklaştırdı. Usul usul yutkundum ve konuşmasını bekledim.
"Sorsaydın, anlatırdım."
Yoğun bakışlarından geçen anlamla, benim gece boyunca nasıl onun ilgi konusu olduğumu anlatacağına inanmaktan başka bir şey düşünemedim. Emin konuşmasına karşılık başka ne düşünmem lazımdı? Şimdi ağzımı açsam, açtığıma pişman olacağımı biliyordum.
Avuçlarımın arasına sıkıştırdığım kapı kulunu çekip kapıyı açtığımda, ona kısa süreli attığım bakışın ardından araçtan atladım. Kaldırıma değen ayaklarımın kısa süreli sızlanmasına sebep oldu. Aynı şekilde durduğunu gördüğümde, dudaklarımı araladım.
"İyi geceler."
Kafamın içindekiler karmakarışık bir hale geldiğinde, bugün neden beni bu kadar etkisi altına aldığını bilmiyordum. Ellerimi birleştirerek ondan bir karşılık almadığım için kapıyı kapatmadan önce kısık sesli o mırıldanışını duydum.
İyi geceler, gül dudaklı.
Gül dudaklı... İlk kez böyle bir tabirle karşılaşıyordum. Dudaklarıma bu anlamı adlandırmak, garip hissettirmişti. Bu gece dikkatini çektiklerinin arasında gül dudaklarım da var mıydı?
Ah, anlamıyordum. Bu gece olan hiçbir şeyi anlamlandıramıyordum.
Gece açık olan sayılı bakkaldan birisisiydi bu bakkal. Açık camdan geldiğimi gören genç çocuk, beni görmesiyle gülümsedi.
"İki paket sigara ver bakalım Yusuf."
"Aynı marka demi abla?"
"Evet."
İçeride bulunan camlı dolabın kapağını açıp aynı markadan iki sigarayı önüme koyduğunda, cüzdanımdan parayı çıkarıp verdim. Parayı alıp, üstünü ayarlamaya başladığında dudaklarını araladı.
"Bu arada abla, Behlül seni sordu. Ben çalıştığını söyledim. Sana soracakları varmış, görürsen ilet dedi."
Kaşlarım çatıldığında, elime verdiği paraları cüzdana sıkıştırırken sigara paketinden bir dal çıkardım ve dudaklarıma yasladım. Pantolonumun arka cebinden siyah renkteki çakmağımı çıkardığımda sigaramım ucunu ateşledim.
İçime çektiğim nefesin ardından dumanı dışarıya savururken "Ben konuşurum onunla, hadi sana iyi geceler." dedim. Arkamı döndüğümde, yola kayan bakışlarım hala aynı yerde duran arabayı görmeyi beklemiyordu.
Kaşları hafifçe öne doğru çatılmış, direksiyon başında bana bakıyordu. Niye gitmemişti ki bu?
Dudaklarımın arasındaki sigarayı iki parmağımın arasına aldığımda dudaklarımın arasından duman çıkmaya devam ediyordu. Gözlerinden gözlerimi çekmeden, sigarayı tutan parmaklarımı alnıma götürerek eski izci selamı verdim. Benimki görüşürüz anlamında.
Bana bir karşılık vermesini beklemeden arkamı dönüp yürümeye başladım. Adımlarımı kendi evime değil de arkadaşımın evine sürükledim. Evlerimiz yakındı zaten ki yakın olmasa bu saatte uzağa yürüyecek halim yoktu. Karanlık sokaktaki sessizlikle, 5 katlı apartmanın önüne geldiğimde, cebimden telefonu çıkardım. Mesaj uygulamasına girip mesaj yazdım.
Gönderilen - Defne
Kapıdayım.
Elimdeki sigarayı apartmanın girişindeki çöp kutusuna söndürüp attım. Geri yerine telefonumu koyarken, dış kapının açılan kilit sesi kulaklarıma ulaştı. Son kata kadar merdivenlerden çıkarken, ayak ağrımın bu konuda sızlanmaya yeri yoktu. O asansöre binilmeyecekti! Son basamağı da çıktığımda kahverengi kapıya ulaşıp, tıklattım.
Kapı açıldığında, kapıya yaslanıp ayakkabılarımı çıkarmamın ardından içeriye adımladık. Ayaklarımda hissettiğim tüylerle başımı aşağıya doğru indirdim. Bedenim eğildiğinde onunla aynı hizaya geldik.
"N'aber, Rıfkı?"
Rıfkı, Defnenin kedisiydi.
Kucağıma Rıfkı'yı alıp balkona doğru ilerledim. Açık balkon camının önüne kurulmuş rakı sofrasıyla gülümsedim. Balkon kapısından, mutfaktan çıkan Defneye bakışlarım değdi.
"Yapıyorsun bu işi kızım."
"Senin mekân kadar olmasa da yapıyoruz."
Sandalyeyi çekip oturduğumda, o da karşımdaki sandalyeye yerleşmişti. Sigara paketlerini masaya koydum.
"Anlat."
Herhangi bir şey olduğunda telefonu açacak ya da yanında olacak birisinin olması iyi hissettiriyordu. Defne, benim her şeyim. Etrafında sadece bir kişi kaldığında anlıyordun, değer bilmeyi. Değerli hissetmek, iyi kötü her zamanda yanında olduğunu bilmek, seni kendinden bile iyi tanımak en çok da bu onun doğru olduğunu doğruluyordu.
Defnenin, gece karası bukleli saçları vardı. Benden birkaç santim kısa boya sahipti. Bir mekânda solistlik yapıyordu. Birkaç kişiyi içeren grupla birlikte haftanın çoğu günü şarkı söyleyerek cüzdanlarını dolduruyorlardı.
"Bugün beni bir adam arabasıyla bıraktı."
Gözlerimi kırpmadan, tepkisini izlerken derin bir nefesi de dışarıya savurdum.
"Hassiktir! Kızım seri betimle."
Sırtını sandalyeye yaslayarak, sigara paketinden bir dal alarak ucunu ateşledi. Gülümserken, dudaklarımı hızla araladım.
"Boyu 1.90 dan uzun diye tahmin ediyorum. Saçları üçe vurulmuş, sakal falan da yok. Kahverengi gözleri var ama çoğu kişide görülen bir renk biliyorum ama gece boyunca o gözleri üzerimde hissettim. Bir kuyu gibi, içine düştüm. Çekip almıyor da, zaten niye çıkarsın. Kuyunun kendisi, o."
"Ayrıca sizi hangi sebep bu masaya mahkûm edip, bu kadar içmenize neden oldu dedim. O da mahkûm olduğum bir masa değil, kadın dedi."
Gözlerini belerterek, dudaklarından sigarayı çekti.
"Lan o kadın sen olmayasın?" masaya eğildiğinde açılan gözlerine bir de havaya kalkan kaşları eklendi. "O zaman double siktir."
Elimi alnıma götürüp usulca kaşıdım. Göğsüm amansız yakıcı bir ateşle harmanlandı. İçimde yok edemediğim düşünce kaburgalarıma düğümleniyordu. Onu düşünmek, yanaklarıma kan oturmasına sebep oluyordu. Aklımdakiler kendi kendime kurduğum bir kuruntudan ibaret ise, ya o kadın ben değilsem?
Eğer öyleyse, ona da mı bana bakar gibi baktın?
Şuan aklım sende, seni düşünüyorum. En çok da bakışlarının derinliğinden kendimi nasıl almam gerektiğinin bir yolunu düşünüyorum. Bir daha seni görebilecek miyim? Belki bir ihtimal karşılaşırız.
Onu görür görmez ne denir bilmiyorum. İhtimalleri düşünmekten kafayı yemek üzereydim.
"Daha bugün gördüm ben bu adamı. Beni nasıl sevebilir diyorum. Ama bir yandan da sevdiği bir kadın olabilir düşüncesi aklıma yerleşiyor. Fakat sevdiği bir kadın olsa neden beni arabasına davet etsin? Neden iyi geceler, gül dudaklı desin?"
"Gül dudaklı mı dedi? Bombayı sona saklamışsın sis."
"Off, ben çenemi kapıyorum. Düşünmek istemiyorum. O bu kadar düşünmemiştir. "
"Bu o kadar kolay kapanacak bir konuya benzemiyor ama kapatalım."
Bardakları işaret ettim. "Doldur bakalım."
Tepkisizce dediğimi yaparken, balkonun sürgülü camını açarak içeriye temiz havanın gelmesini sağladım.
🌪
Kaç bardak dikledik bilmiyorum ama bedenimi iyice ele geçiren yorgunlukla, etrafı toparlamıştık. Burada kalacağım için salondaki koltuğu benim için açmıştık. Defne yatmaya gittiğinde, ben de koltuğa yayılıp nevresimi üzerime çektim. Hava zaten yeterince sıcaktı. Telefonumdan yatmadan önce saatte baktığımda 04.56 olduğunu görmüştüm. Daha fazla gözlerimi açıkta tutmaya dayanamadığım için uykuya yenik düştüm.
Aynadaki yansımama bakıyordum. Uzun hafif dalgalı saçlara sahiptim. Ten rengim süt gibi oldukça açık bir renkteydi, fakat bir zaman diliminde çoğu kişi tenini güneşin altında kalarak bronzlaştırdığı için o çoğu insan gibi Defneyle birlikte onlardan artık bir farkımız yoktu. En azından pişman olacağım bir konu değildi. Gözlerim kahvenin bilmediğim herhangi bir tonuydu. Burnumun üzerinden yanaklarıma uzanan hafif çillerim vardı. Bugün kıvırcık saçlarımın birkaç tutamını kırmızı kurdeleyle tutturmuş, kulaklarıma büyük bir halka küpe takmıştım. Beyaz çiçeklerin süslediği kırmızı elbisemin hafif göğüs dekoltesi, dizlerimin hemen üzerinde biten boyu vardı.
Banyodan ayrıldığımda, Defnenin kendi odasından çıkmasıyla gözlerim tekrardan ne giydiğine dikkat kesildi. Defne benim aksime çiçekli elbiselerden, kurdelelerden hoşlanmazdı. Bazı zıtlıklara rağmen bir arada kalmayı başarıyorduk. İkimizin de çok fazla farklı tarzı vardı. Ama hiçbir zaman bu konuda bir dalaşa girdiğimizi hatırlamıyorum.
"Altımıza sermek için örtü koyduk değil mi?"
Memleketim olan Muğla da yaşıyorduk. Evimiz denize çok fazla bir uzak mesafede olmadığı için, sahilde birkaç şey alıp oturacaktık. Bugün yarım gün işe gidecek olmam da iyi olmuştu. Akşam Defne'nin de içinde olduğu grup, benim çalıştığım mekânda olacaklardı.
"Koyduk, bir tek pizza almak kaldı."
Saat 6'da işte olmam gerekiyordu. Direkt sahilden mekâna geçeceğimiz için sahilde kalacağımız saati ayarlayarak öyle hazırlanmıştık.
"Hadi çıkalım."
Evden ayrıldığımızda sevdiğimiz ve alıştığımız pizza dükkânından pizza alıp ayrıldığımızda, sahile yakın olduğu için yürüyerek ulaşmıştık. Kuma serdiğimiz örtünün üzerine eşyaları çıkarırken, çoktan oturmuştuk.
Çok fazla kalabalık olmayan bir kısma yerleştiğimizde, insanlarla dip dibe olmamak rahat olacaktı. Ayakkabılarımızı çıkarıp rahat olan konumumuzu daha da rahat bir hale getirmiştik.
Pizza diliminin ardından içeceğimi yudumlarken, huzur dolu dalga sesi konuştuklarımızın arasına sıkışıyordu.
"Şu bahsettiğin adam tekrar mekâna gelir mi sence?"
Bahsettiğim, anlattığım, kolay unutmayacağım o adam.
"Sanmıyorum."
"Ama bir ihtimali aklından geçiriyorsundur."
"Aklımda kuruntu olabilme ihtimalini de geçiriyorum."
İç çekerek önüne döndüğünde, pizzasından bir ısırık aldı. "Belki bu akşam gelir, o ihtimalleri yok eder."
Söylediği kelimeleri gözümün önüne getirdiğimde, bedenimde hissettiğim kasılma Defne'nin ilk sorduğu sorudaki kasılmayla aynı nedendendi. Onunla tekrar karşı karşıya gelmek.
"O ihtimalleri yok edecek bir neden var mı ki?"
Omzunu silkti. "Onun cevabı bende değil."
Düşen omuzlarımın ardından aramızda sessizlik hâkim olmuştu. Bu sessizlik, yeterince düşünmüyormuş gibi biraz daha düşünmeme sebep olmuştu.
Konuyu bir şekilde dağıtmaya başardığımızda yiyeceğimiz yemekler ve içecekler bitene kadar güneşin altında içimizi ısıttık. Bir arada olduğumu zamanlardaki gibi a dan girip z den çıkmıştık. Ayrılmamız için yavaştan toparlanmaya başladığımızda saate bakarak mesai saatime 15 dakika kalmıştı. Mekân sahile yakın olduğu için bütün yolu yürüyerek geçmiştik.
Burnumdan derin bir nefesi içime çekip, belimden ipleri bağlamaya devam ettim. Defneler, prova yapmaya başlarken birkaç işimi ben de bu sırada halletmiştim. Gecenin rengi gökyüzüne bulaşmaya başladığında, etraf kararmaya başlamıştı. Zihnimi dolduran düşüncelerle bir kulağım bir gözüm onun gelip gelmediğini kontrol eder haldeydi. Tahta kapı akşam boyunca gıcırdamaya devam etti. İçinde bulunduğum mekâna onun adımları ayak basmadı.
İçerisi yeterince dolmamış gibi daha da insanlar buraya doluşmaya devam ediyordu. Diğer akşamlara nazaran bugünkü genç sayısı daha fazlaydı. Bunun en büyük sebebi de bu akşam bir grubun sahne almış olmasıydı.
Hemen hemen her gün sesini duyduğum arkadaşımın sesini sevdiğim bir şarkıyı söylerken işittiğimde işimi yapmaya devam ettim.
İsyanlar doğar külümden, isyanlar Beni boğan bu insanlar Güneş doğar mı? Hiç sanmam
Defne ve yanındaki erkekle -adını yanlış hatırlamıyorsam Egemen olması gerekiyordu- şarkıyı birlikte söylerken, arkadaki ekip arkadaşları enstrümanlarla eşlik ediyordu.
Bana bi' yolunu bul Küçük bi' an yeterdi Bana bi' yolunu bul Hayat cidden güzel mi? Bana bi' yolunu bul
Şarkı bittiğinde elimdeki tepsiyi tezgâha bırakıp, defneyle göz göze geldiğimde, elimle alkışlarken dudaklarımda bir kelimeyi heceleyerek uzattım.
"Mu-az-zam."
Yanındaki kadehi eline alarak bana doğru uzattıktan sonra havaya doğru kaldırdı. Yüzünü mikrofona yaklaştırdı. "Sırada söyleyeceğim şarkıyı kardeşime ithaf ediyorum."
Nakarat kısmı kulaklarıma ulaştığında, dudaklarıma amansız bir gülümseme yerleşti.
Bir gün dönüp bakınca düşler İçmiş olursa yudum yudum yudum yıllarını Ağla, ağla Firuze ağla Anlat bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu
Dudaklarımdan eksilmeyen gülümsemeyle şarkıyı dinlemeye devam ederken, arkamda hissettiğim bedenle dudaklarımdaki gülüş silindi. Saçlarımın arasına sıkışmış kulaklarıma ulaşan sıcak nefes, kalbimin bütün ritmini değiştirdi. Dudaklarından dökülen tok sesle kalbim deli gibi çarpmaya başladı.
"Sevda büyüsü gibisin sen Firuze."
Son.
Yeni bir kurgunun, ilk bölümü nasıl buldunuz?
Karakterlerin adları nasıl?
Sizce bu karakterler ileriki bölümlerde nasıl davranmaya devam edecek?
Umarım, bu kitap karşınıza çıkar.
|
0% |