Yeni Üyelik
10.
Bölüm
@rarbezrh

10. Hayal

 

Şebnem Ferah|Sigara

 

önceki bölümden

 

Aklıma gelen şeyle gülerek Buseye dönmüştüm ki kuvvetli bir el beni çekiştirdi. Canımın acısı anında baş gösterdiğinde ne olduğunu anlayamayarak arkama dönmeme gerek kalmadan karşıma geçen adam, nefes alıverişlerimin hızlanmasına sebep oldu. Restoranda ban sarkıntılık eden adamdı, onu dövmüştüm. Fakat o karşımda duruyordu. Yüzündeki sırıtış midemin bulanmasına sebep olurken, ona daha fazla bakmam izin verilmeden kim olduğunu bilmediğim bir adam ona kafa atarak yere düşmesini sağladı. Busenin ağzından çıkan nidalar benim korku dolu nefes alışverişlerime karışıyordu. Farkında olmadan kalbimin üzerine giden elimle öylece kaldım.

 

Bu adam kimdi?

 

🗝

 

Yerde ölü gibi yatan adam zorlukla kalkıp yanımızdan topallayarak koşmaya başladığında sadece olup biteni anlamaya çalışıyordum. Tekrardan karşımda o adamı görmek daha sonra da onun pis bir şekilde dövülmesini algılayamamıştım. Adını bilmediğim adam parmağını burnuna götürüp derin bir nefes aldıktan sonra bize doğru dönmüştü.

 

"İyi misiniz?"

 

Biz yürürken şans eseri mi bu olaya şahit olmuştu bilmiyorum ama çok güzel bir harekette bulunmuştu. Belki etrafta birileri varken rahat olabilirdim ama birisi yanımda ve sokakta yalnızsak çok da sakin olamazdım. Tabi kalabalığın bile bazen faydası olmuyordu. Acıyı yine o bedenimize alabiliyor, hatta ölebiliyorduk.

 

İnsanlar ise sadece izliyordu.

 

Öyle bir yerdeydik işte, kimse kimsenin umurunda değil.

 

Bakışlarım Buseye kaydığında çok fazla kormuş olduğunu gördüm. Öylece kitlenmiş yere bakıyordu. Yanına adımlayarak bedenini kollarımla sardım. "Sakin ol, geçti."

 

Gözyaşlarını kıyafetimin üzerine geçtiğini hissediyordum. Ağlaması başımıza gelen durum gibi kalbimin sızlamasına sebep oldu. Onun böyle bir şeye şahit olmasını istemezdim.

 

"Hanımefendi iyi mi?"

 

Yine tekrar bakışlarım ona kaydı, uzun bir boya sahipti. Saçları ise kesilmişti. Aynı Atalay gibiydi. Gözlerinin rengini tam anlayamasam da mavi tonlarından birisiydi. Başımı onaylar anlamda sallayarak "Eve gitsek daha iyi olur."

 

"Tamam, ben sizi bırakırım." Dedi.

 

"Yok, zaten taksi durağına yaklaşmıştık. Yardım ettiğiniz için teşekkür ederim, iyi ki bu saatte buradan geçiyordunuz. Siz olmasaydınız belki daha farklı şeyler olacaktı."

 

"İnsani görevim fakat dediğiniz gibi sizi taksiye bindirmek yerine kendim bırakmak istiyorum. Daha fazla huzurunuz bozulmasın bırakın sağ salim sizi evinize bırakayım." Bu sırada Buse kollarımın arsından sıyrılmış ve parmakları yardımıyla gözyaşlarını silmeye başlamıştı.

 

"İyi misin?" diye sordum Buseye.

 

"İyiyim. Artık eve gidebilir miyiz?"

 

Başımı onayalar anlamda salladıktan sonra beyefendiye durumu açıklayacaktım ki arkamızdan gelen sesle bakışlarımız oraya doğru döndü.

 

"Sinan bir sorun mu var?"

 

Araba kaldırım kenarına yaklaşmış ve açık camdan yanımızdaki adama seslenen birisi olup biteni anlamak ister gibi bize bakıyordu. Gelen geleneydi. Alnımı sıvazlayarak derin bir nefesi içime çektim. Gitmek istiyordum ama yanımdaki adam da hayatımızı kurtardığı için öylece çekip gitmek de uygun olmazdı. Bu yüzden aralarındaki muhabbettin bitmesini bekledim.

 

"Hanımefendileri rahatsız ettiler komutanım, hallettim. Şimdi izinleri olursa evlerine sağ salim bırakacağım."

 

Komutanım mı? Bizi kurtaran bir askerdi. O zaman onlara güvenebilirdik. Komutanım dediği adam "Arabaya geçin." Dediğinde yanımızdaki adam geçmemiz için arka kapıyı aralamıştı. Kararsız bakışlarımızı gören askerin parmakları ceketinin iç cebine ulaştığında aldığı cüzdanı bana doğru gösterdi. Asker olduğunu belli eden kimlikle ona inanmamı istemişti. Hadi derecesine başını yatırdığında Buseden sonra küçük basamağa basarak koltuğa oturdum. Araba geniş olduğu için önümüzdeki koltuğa da o oturmuştu. Kapıyı ardımızdan kapattığında araba harekete geçmişti.

 

"İlk hanginizi bırakalım?"

 

"Arkadaşımı." Diye kısık sesle mırıldandığımda Buse evinin adresini vermişti. Zaten vermesek de onların adresimizi öğrenmesinin çok da zor olduğunu düşünmüyordum. O yüzden Buseyi bırakmalarının ardından kendi adresimi de vermiştim. Buseye yol boyunca iyi olup olmadığını sormuştum, bir sorun olursa da beni aramasını istemiştim. Benim evimin önüne geldiğimizde derin bir nefes alarak, onlara hitap etmek için dudaklarımı araladım.

 

"Yarımlarınız için çok teşekkür ederim. Allaha emanet olun."

 

"Görevimiz. Siz de Allaha emanetsiniz." Ses tonundaki sertlik tüylerimin ürpermesine sebep olurken başımı sallayarak arabadan indim. Arkama bakmadan arkadaşımın evine doğru yürümeye başladım. Bu günde o kapı bana aralanmıştı, sanki olanları önceden biliyormuş gibi ona ihtiyacım varmış gibi. Geçerken açık olan bakkaldan bir paket sigara ve gazlı içecek aldım. Sokakta çok fazla insan olmamasının nedeni saatin geç olmasıydı. İşten çık yemek ye sonra da eve gel epey geç olmuştu. Bizim için iyi bir gün oldu derken sonunun böyle bitmesini beklemiyordum. Daha kötü olmasından kurtulmamız onlara bağlıydı.

 

Kapıyı tıklattığımda saniyeler sonra kapı aralandı ve karşımda sıcak tebessümüyle beni karşılayan kardeşimi gördüm. Ayakkabımı çıkarıp kapıyı ardımdan kaptığımda dolu olan ellerimi onun bedenine sardım. Bir an duraksasa da sonra kollarını belime sıkıca sardı. Sıcak nefesini saçlarımın arasında hissettim.

 

"Zorlu bir gündü demek."

 

Başımı onaylar anlamda sallayarak sessiz kaldım. Bir şey söylemeden beni anlaması onda en sevdiğim şeylerden birisiydi. Bir süre sonra konuşmadan anlaşmak aramızdaki husumetin epeydir var olduğunu kanıtlıyordu. Parmaklarımı usulca geri çektiğimde, derin bir soluğu da ardından içime solumayı unutmadım. Bedenim ve ruhum yorgun olsa da ayakta kalacak kadar dinçtim.

 

"Sen geç balkona, sevdiğin kekten yaptım alıp geliyorum."

 

Islak kek, benim en sevdiğim kekti. Hatta regl zamanlarında daha da hoşuma giden bir şeydi. Kan şekerim düştüğünden dolayı tatlı krizlerine girmiyor değildim. Tatlı isteğim ağrımı azaltıyormuş gibi hissederdim, bu yüzden karnım ağrısa bile kalkar o tatlıyı yapardım. Çok fazla olmasa da ağrım olurdu, belden bir ağrı gelir sonra karnıma kadar sarmalanırdı. İşte o zaman tatlı ve sıcaklık yetiyordu bana.

 

"Moralimi anında yükseltmen hoşuma gitmiyor değil, seni seviyorum."

 

Uzaktan öpücük attı. "Ben de. Bilgisayarı alıp geç sen, tatlıları alıp geliyorum."

 

Bilgisayarı almaya giderken "Tamam, bardak da getirmeyi unutma." Dediğimde onaylar mırıltıları kulaklarıma ulaştı. Balkona geçtiğimde sandalyeyi çekip oturdum, oturduğum an bedenimdeki yorgunluk kendini belli etti. Bilgisayarı açtıktan sonra parmaklarım klavyenin üzerinde gezinmeye başladı. Türk dizilerinden Aşk-ı memnunun 47. Bölümünü açtım. Tam bir sinir attıran diziydi benim için tabi aynı zamanda bir o kadar da sinir kazanıyordum.

 

"Bilerek mi açtın bunu kız." Sesini duyduğumda bakışlarım ona kaydı.

 

"Yoo, neden?"

 

"Şimdi Behlül'e sövünce sanki flörtüme sövüyormuş gibi hissediyorum, o zaman gülesim geliyor."

 

Şimdi bu düşünce aklıma bile gelmemişti, normalde anında konuyu çakardım. Fakat dalgınlığım baş göstermiş, bir sürede devam edecek gibi duruyordu. Bu halim hiç hoşuma gitmese de bir şey elimden gelmiyordu.

 

"Behlül demişken aranızdaki husumet nasıl gidiyor? Epeydir bu konu hakkında konuşmadık."

 

Tabaklardan birisini önüme iterken, ben de bardaklara içeceği doldurmaya başladım. Bu sırada o da sandalyeye oturmuştu. Dolan bardaklardan birisini ona uzattım.

 

"Şu anlık iyi gidiyor." Dişine götürdüğü parmağını masaya vurduğunda "Maşallah." Demişti. "Onunla vakit geçirmeyi seviyorum, çok kafa dengi birisi. Tabi kuyumcunun başında durmak zorunda olduğu için çok fazla vakit geçiremesek de geçirdiğimiz zamanlar böyle düşünmeme sebep oldu. Umarım hep böyle gider."

 

"Mutlu olduğun kadar mutlu olurum. Behlül eğlenceli birisi gibi duruyor, tabi daha kaynaşamadık. Bugünü düşünmek farklılık oldu, kafam dağıldı."

 

"Artık dün, saat on ikiyi geçti."

 

Kaşlarım havalandı. "Koca bir gün geçti."

 

"Hadi bakalım bu suratsız halinden sıyrılıyorsun ve dizimizi izliyoruz. Hem daha pastamın tadına bakmadın." Kaşlarını çatarak önümdeki tabağı işaret etti. Gülümseyerek kocaman bir parçayı ağzıma attım. Dilime bulaşan tat gözlerimi kapatmam sebep olurken ardımdan kolayı da yudumladım. Diziyi başlattığında bakışları tekrardan bana doğru döndü. "Eee beğendin mi?"

 

"Yıllardır hep güzel yapıyorsun, yine birkaç tabak yerim."

 

Hoşuna gittiği için gülümsedi. "Kaldır popomu kaldır."

 

"Kaldırırım bana ne, sen de güzel yapma."

 

"Diyene bak anne yemeği gibi yemek pişiriyorsun bana, parmaklarımı yiyorum. Alıştırdın zaten seni evime aşçı olarak alacağım."

 

Defne tatlıda usta ben de yemek yapmakta ustaydım. Önemli olan çok iyi yapabilmek değil karnımızı doyuracak kadarını yapabilmekti.

 

"Al vallahi seve seve yaparım."

 

Sadece gülümsemekle yetinirken diziye odaklanmıştık. Diziyi yorumlayarak izlemiş başka bir konu hakkında konuşmamıştık. O da bana Atalay hakkında soru sormamıştı. Büyük ihtimalle aklıma getirip üzülmemi istemiyordu fakat onun benim aklımdan çıktığı yoktu. Ne zaman bir boşluk yakalasam dalıp gittiğim nokta hep oydu. Bana bakışı yerimde kıpırdanmama sebep oluyordu. Kalbimin kasılması bu yıl içerisinde beni epey zorlayan şeydi. Gözüme girmeyen uykuların sahibiydi Atalay.

 

Sanki bir sevda büyüsüydü.

 

Yaşananlar ne kadar kısa olursa olsun bir film şeridi misali gözlerimin önünden geçip gidiyordu. Kısa anıların etkisinden çıkamazken büyükleriyle nasıl başa çıkacaktım bilmiyorum. Sigaramı küllüye bastırdığımda, ağzımdaki dumanı dışarıya savurdum. Duman düşüncelerimin aksine rahatça dışarıya çıkabiliyordu. Zihnimdeki düşünceler kilitli kapının ardından debelenmekle meşguldü. Belki de sadece çıkacağı zamanı bekliyordu.

 

"Yarın 2'de mi gidiyorsun?" dudaklarından uzaklaştırdığı sigarayla bakışlarını bana dikti.

 

"Evet, neden sordun?"

 

Yarın 2'de işe gidiyordum. Abiye beni bu hafta istediği kadar çağırabilirsin demiştim. Onun da işine geleceği için hemen onaylamıştı. Kafamın dağılması gerekiyordu. İşte bunda en etkili yöntemdi. Bu hafta için de spora tekrar başlamam gerekiyordu. Üniversite işini düşünmem gibi birçok yapacağım konu vardı. Öyle yoğundu ki kafam ne yapacağım, nasıl hareket edeceğim bilmiyordum.

 

"Sporu boşladık kankim. Hani baklavalar seni bekliyordu."

 

Gülümsedim. "Hala bekliyor."

 

"Ne zaman gitmeyi düşünüyorsun?"

 

"Sen?" diye sordum. Ona uymaya çalışırdım.

 

"Yarın başlayalım o zaman. Sen de işten çıkıyorsun ama yorgun oluyorsun." Dedi karasız kalmış gibi.

 

"Yok, sorun olmaz. Yorgun gittiğim zamanlar da oldu."

 

"Tamam, adamlara haber verelim, yarın ben senin iş çıkışına gelirim."

 

"Olur güzelim."

 

Derin bir nefes aldıktan sonra ayağa kalktı. Dediğim gibi birkaç tabak pasta bir iki bardak da içecek içmiştim. Bunları yiyip içerken de dizinin iki bölümünü bitirmiştik. Daha izlerdik de bedenimdeki yorgunluk fazlaca gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Boş olan tabak ve bardakları eline aldığında ben de ayağa kalkmıştım.

 

"Şunları yerleştireyim sonra yatağı kurarım."

 

İtiraz ederek "Ben hallederim." Dedim. Onaylayarak mutfağa geçtiğinde camı kapatarak balkonda ayrıldım. Nevresimin olduğu dolabı açarak içinden çarşaf, pike ve yastık aldım. Koltuğu açtıktan sonra çarşafı düzgünce serdim. Mutfaktan çıkan Defne yanıma doğru adımladığında pikenin içine girmiştim.

 

"Bir şey olduğunda beni uyandır, hadi iyi geceler." Diyerek yanağıma buse kondurdu. İyi geceler dedikten sonra yanımdan uzaklaşmasını izledim. Işıkları kapattığında başımı yastığa yasladım. Parmaklarım telefonuma gittiğinde ne bir aramanın ne de bir mesajın olduğunu gördüm. Daha gittiği günün ilk olmasından dolayı normal diyerek susup kaldım. İyi olduğunu belli eden kısa bir mesaj atsa da bana yeterdi. Tabi sesini duymak ayrı olurdu ama ona bağlıydı. O bana haber ulaştırana kadar bekleyecektim.

 

Onunla mesajlaştığım uygulamayı açtığımda profil resmi gözlerime çarptı. Ayakta takım elbiseli bir fotoğraftı bu. Gözleri sanki güneş çarpmış ve rahatsız olmuş gibi kısıktı. Bundan dolayı da kaşları ortada hafifçe birleşmişti. Alnındaki kıvırışmış izlerle tamamen o kadar çekici duruyordu ki onun güçlü bedeninin karşımda olmasını istedim. Kalın parmakları bedenime sarmalansın ve onu yakın olayım. Yoğun bakışlarında kavrulayım, o ateşte bile isteğe yanayım istedim. O sakin bekleyişle sadece susup kalıp onunla göz göze kalmak...

 

Telefonumun sesini açıp, ekranını kararmasını sağladım. Oda tamamen karanlık olduğunda gözlerimi kapatıp uykuya dalmaya çalıştım. Onu düşünerek derin bir uykunun esiri oldum.

 

Kilidin çıkardığı ses kulağıma ulaştığında ellerimdeki daha kıvama gelmemiş hamurla kalakaldım. Ellerimi temizlemeye başlarken evi sabah sabah ince ve tatlı bir ses sarmaladı. Gülümserken ıslanan ellerimi kuruladım.

 

"Baba."

 

Kahvaltı hazırlayıp uyandıracakken o çoktan uyanmış ve babasını karşılamıştı. Mira... Bizim yuvamızın bir parçasıydı. Onunla benden bir parça. Masmavi gözleri vardı, aynı dedeleriydi. Atalay'ın babası ve kendi babamdan bu genleri almıştı. Bembeyaz teni, babası gibi vücudunda bir sürü benler vardı. O ne kadar onları sevmese de ben sevsin diye her gece yatmadan teker teker öperdim. Kendisiyle barışık olması için elimden geleni yapardım, çocukken eğer kendini sevmezse sonradan sevme olasılığı düşük olabilirdi.

 

Bir anne olarak elimden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyordum, yapabiliyor muydum bilmiyorum. İlk zamanlarda bir şeyi elime yüzüme bulaştırdığımda yardımıma Atalay koşardı. Benim eksik olduğum yerde o, onun eksik olduğu yerde ise ben tamamlamak için olurdum. O çok güzel bir babaydı. Benim için hiçbir zaman yetersiz olduğumu düşünmemişti, her zaman bana saygılı olmuştu.

 

Ben aslında onunla birlikte anneliği daha iyi kavramıştım. Öyle güzel hissettiriyordu ki bu yüzden hep iyi dedim. Bir kere bile pişmanlık duymadım.

 

"Benim bebeğim günaydın."

 

Kapının pervazına kolumu yaslayarak onu izlemeye başladım. Atalay çoktan onun hizasına gelmiş kollarını küçük bedenine sarmalamıştı. Burnunu kahverengi saçlarının arsına sokmuş ve derince kokladığını görebiliyordum. Geri çekilerek anına bir buse kondurduğunda kızımız genişçe gülümsüyordu. Sabah sabah mutlu olması o kadar hoşuma gidiyordu ki onlara dalıp gittiğimin farkında bile değildim. Atalay2ın parmaklarını belimin yanlarında hissettiğimde gözlerimi kırpıştırdım.

 

"Bebeğim kocana hoş geldin demek yok mu?" dediğinde gülümsedim. Benim gülümsememle onun dudaklarının düzlüğü yok oldu ve yukarı doğru kıvrıldı. Beni kendine çektiğinde kapı ağzında kalmıştık.

 

"Hoş geldin, iyi ki geldin." Dediğimde öpücüklerimi yüzünün çevresine kondurmaya başladım. Ön son boynunu koklayarak öptüğümde özlemim deli gibi ağır basmıştı. Kollarımı sıkıca boynuna doladığımda bakışlarındaki yoğunlukla ilk günkü gibi bayılacağım sandım.

 

"Sizi gördüğüm ana kadar bütün yorgunluğum."

 

İçten gülümsedim. "Seni görene kadar bütün üzüntüm."

 

Dudaklarımı dudaklarının arasına aldığında geri çektiği an bakışlarım arkaya kaydı. "Mira nerede?" diye sorduğumda gözleri hala dudaklarımdaydı. "Oyuncak aldım onunla ilgileniyordur."

 

"Ruhu duymaz şimdi onun." Lafın devamını geleceğini biliyormuş gibi susup bekledim. "Sen gelsene benle 1 saat yukarı." Dediğinde beni kucağına aldı. Kararsız kalmış gibi dudaklarını araladığında merdivenlerden yukarı odaya çıkıyorduk. "Sen onu iki saat yap." Dediğinde kısık sesle kahkaha attım.

 

"Ne gülüyon kız? Kesin rüyasında sevdiği beyi gördü."

 

Birin konuştuğunu duyduğumda rüyam bir film gibi ilerlemeye devam ederken sinir bozucu reklam arası gibi kesildi. Kirpiklerim kıpraştığında gözlerim aydınlıkla buluştu. Defne koltuğun kenarına oturmuş gülerek bana bakıyordu. Gözlerimi ovuşturarak yattığım yerden doğruldum. Uykulu uykulu gözlerimle ona baktığımda ne gördüğümü hatırlamaya çalıştım. Birkaç saniye öylece ona bakarken kendimi zorlayarak sonunda hatırladım. Gözlerimi pörtleterek dudaklarımı araladım.

 

"Uykumda sayıkladım mı?"

 

Söyleyeceklerim utanacağım şeyler olabilirdi, bu yüzden öğrenmem gerekiyordu. Başını onaylar anlamda salladı. "Sadece gülümsedin de," derken imalı imalı gülmeye başladı. "Benim duymamam gereken bir şey mi gördün?"

 

"Hatırlamıyorum." Ayağa kalktığımda lavaboya doğru adımlamaya başladım. Arkamdan "Yav he he." Dediğini duyduğumda sırıttım. Soğuk suyla elimi yüzümü yıkadığımda aynadaki yansımama baktım. Ölü gibi suratım vardı, ıslak yüzümü kuruladıktan sonra saçımdan aşağıya kaymış olan tokamı çözüp tekrardan bağladım. Işığı kapatarak banyodan çıktığımda mutfaktaki seslerle oraya yöneldim. Defne çay suyu koyuyordu.

 

"Ne hazırlıyoruz?"

 

Bakışları bana döndüğünde "Fırında patates ve tost düşündüm." Diyerek fikrini belirtti. Bana her şey uyuyordu, yeter ki yemek olsun. "O zaman fırında patatesler bende tostlar sende." Patateslerin olduğu yerden birkaç patates aldım ve dışını soymaya başladım. Yıkadıktan sonra elma dilimlerinde kestiğim patatesleri soslayarak yağlı kâğıda yerleştirdim ve fırına verdim. Yüksek ayarda fırına verdiğim patatesleri pişmeye bırakırken daha zamanı olduğu için Defne sadece tostların ekmeğini hazırlamış ve içini doldurmuştu. Mutfağın sandalyelerine oturduğumuzda elimi çenemin altına yerleştirdim.

 

"Bir kızımız vardı." Dedim aniden. Benim sesimle bana doğru döndüğünde söylediklerime şaşırmış görünüyordu. En çok da ben böyle bir rüya gördüğüm için şaşkındım. Şuana kadar gördüğüm rüyaların en garibiydi. Bu rüyayla kafam allak bullak olmuştu. Tuhaf hissediyordum, hem çok tuhaf.

 

"Yaa, nasıldı anlatsana."

 

Gözlerimi kapatarak hatırlamaya çalıştım. Kesik kesik gelse de bir bütün oluşturduktan sonra dudaklarımı araladım.

 

"Mavi gözleri, kahverengi saçları bembeyaz teni vardı. Öyle tatlıydı ki aynı benim küçüklüğümdü. Adını da Mira koymuşuz."

 

"Eriyip yere yığılacağım, gözümde canlandı. Ağlayacağım şimdi." Yalandan gözlerini siler gibi yaptı. "Dur, sen ağlıyor musun?"

 

Ağlıyor muydum?

 

"Hım?" derken akan gözyaşlarımı silerek burnumu çektim. "Bu aralar çok duygusalım sanırım regl günüm yaklaşıyor."

 

"Ah benim yavrum, farkındayım bu aralar duygusalsın. Ama öyle güzel bir rüya görmüşsün ki gerçekleşmese ben bile ağlarım."

 

Mira...

 

O kadar zaman gerektiren bir hayalin içine düşmüştüm ki nasıl çıkabilecektim bilmiyordum. Her şey bir bakışmayla başladı, bir rüyayla devam ediyordu. Belki de bu rüyaya tutunmalıydım, ilerisi için ihtimallere tutunmak beni ayakta tutacaktı. Düşüncelerimdeki bu ilerilik beni heyecanlandırmış aynı zamanda da korkutmuştu. Belki de adı üzerinde bir hayale kapılıp gidiyordum.

 

"Neyse ki yemekler olmak üzere, ağlamayı da bırakıyoruz." Parmağını üzerime tutarak beni bir çocuk gibi azarladığında sandalyeden kalkmış ve fırının önüne geçmişti. Patateslerin olması yakın olduğu için tost makinesinin ısınmasını sağladı. Isınan makineye tostları yerleştirdikten sonra ben de sandalyeden ayağa kalkmış masayı hazırlamaya başlamıştım. Zaten iki üç şey yerleştirdiğim için kısa sürmüştü.

 

Olan patatesleri tabağa yerleştirirken o da tostları tabağa koymuştu. Sonunda kahvaltıya başladığımızda aramızda telefonun melodisi yankılandı. Bakışlarım etrafa bakarken onun telefonu olduğunu anladım, telefon melodilerimiz aynıydı. Bir türlü kimin olduğunu karıştırsak da bunu bile bile değiştirmiyorduk. Üşengeç miydik?

 

Konuşmalarından Behlül ile konuştuğunu anlayabiliyordum. Ha bir de gülümsemesi yok muydu, derler ya seni üzerler diye...

 

"Olur, söylerim." Diyerek telefonu kapattığında yüzündeki sırıtışla başını bana kaldırdı. Ağzımdaki patatesi çevirmeye devam ederken bu sefer ben imalı bakışlarımı onun üzerinde tuttum.

 

"Sana selam söylüyor."

 

"Aleykümselam." Dediğimde hala ona bakmaya devam ediyordum. Bakışlarımı fark edince ne var dercesine kafasını salladı. "Sen âşıksın arkadaş." Dediğimde dişleri görünecek derecede güldü. İşe gitme vaktim az kaldığı için çok fazla sohbet etme vaktimiz olmadı. Eşyalarım evde olduğu için Defneyle vedalaşmış eve gelmiştim. Hemen bir duş aldıktan sonra üzerimi giyinmiştim. Ayrıyeten spor kıyafetlerimi de büyük çantama yerleştirdim. Telefonumu alıp çıktığımda bir taksiye binerek iş yerine ulaştım.

 

Yoğun bir iş temposu beni bekliyordu.

 

...

 

Ezmeleri masaya bıraktıktan sonra diğer kalanları getirmek için mutfağa geçecektim ki çaprazımdan gelen sesle o tarafa doğru dönmek zorunda kaldım. Tanıdığım simayla masaya doğru yaklaştım.

 

"Firuze sen burada ne arıyorsun?"

 

Liseden Bedirhan, karşısındaki tanımadığım bir arkadaşıyla oturuyordu. Kaşlarımı çatarak çıkarmaya çalışsam da bulamamıştım. Bedirhan sınıfın ağası gibi rahat bir tavır takınırdı, doğal olarak da umursamadığından dolayı notları da düşüktü. Çoğu zamanı müdürün odasına gitmekle geçerdi. Şimdi ise yıllar sonra farklı bir tarzda karşımdaydı.

 

"Çalışıyorum asıl sen burada ne arıyorsun?" diye sorduğumda sandalyesini geriye doğru ittirerek ayağa kalktı.

 

"Arkadaşla iki kafayı dağıtalım dedik." İyi derecesine başımı sallarken kollarını açarak bana yaklaştığında "Kızım özlemişim vallahi uzun süre sonra okuldaki birisini görmeyi." Dediğinde karşılık vererek sarıldım. Geri çekildiğinde arkadaşını işaret etti.

 

"Bu arada Bahadır." Dediğinde aniden şaşkınlıkla Bahadır'a döndüm. "Hadi canım! Bahadır harbiden sen misin ya?" dediğimde o da ayağa kalktı ve çekingen bir şekilde bana sarıldı.

 

Okulda da bu sessizlikte bir öğrenciydi. Sınıfın en çalışkan ve düzenli kişisiydi. Çok iyi kalpli birisi olsa da not konusunda kendinden ödün vermezdi. Bence doğru olanı da yapıyordu. Şuana kadar kimseye not verdiğini görmemiştim. Birkaç kez onunla mesajlaşmıştım bu konuda onun dışında çok fazla sohbetimiz yoktu. Çok fazla konuşmayı seven birisi değildi, bu yüzden de kimse onu zorlamaz saygı duyardı.

 

Sınıfımız diğer sınıflara göre iyi bir sınıftı. Hem başarı olarak hem de davranış ve düzen olarak. Bu konuda şanslıydım. Sınıfın deli dolu kısmının bir parçasıydım. Keşkelerim yoktu, liseyi dolu dolu yaşayabilmiştim. Sınıf arkadaşlarımdan hala arada konuştuklarım vardı. Fakat bir araya gelmekte pek de becerili değildik. Aslında birçoğumuz dağılmıştık. Üniversiteden dolayı başka şehirlere giden çok olmuştu. Bu da bizi birbirimizden uzaklaştırmıştı. Keşke eskisi gibi olabilseydik. Lise yıllarıma o kadar dönmek istiyordum ki özlemim artık kalbimde bir çivi gibi olduğu yere mıhlanmıştı.

 

"Nasılsın?" diye sorduğumda birbirimizden ayrılmıştık.

 

"İyilik sen?" dedi kısaca.

 

"Çalışıyorum işte, sen şimdi neredesin?"

 

Şimdi ayakta kalmak yerine oturup sohbet etmek istiyordum. Ama çalıştığım için bu mümkün değdi, hatta göze batacaktım uzatmadan işime dönmem gerekti.

 

"Diş Hekimliği son senem."

 

Kaşlarım havalandı. "Tebrik ederim. Yakışır sana."

 

"Teşekkür ederim." Derken utanmış bir şekilde gülümsedi. Hala ayakta kalmaya devam ettiğimiz için rahatsız oldum. Etrafa kısa bir öz attığımda Bedirhan'ın bakışlarını üzerimde hissettim.

 

"Seni de işinden etmeyelim, numaramızı versek daha sonra konuşsak olur mu?"

 

Beni anlamasıyla rahatlarken tebessüm ederek dudaklarımı araladım. "Olur." Dediğimde daha sonra aklıma gelen şeyle hızla dudaklarımı araladım. "Telefonum yanımda değil, sizden birisine kaydedeyim."

 

Bedirhan başını onaylar anlamda sallarken, Bahadır'ın masaya uzanarak telefonunu aldığını gördüm. Bana doğru uzattığında telefonumu adımla kaydettikten sonra ona doğru uzattım. Daha sonra vedalaştıktan sonra işime geri dönmüştüm. Bahadır eskileri toplamaya çalışacağım demişti. Ona bu konuda güveniyordum, eski arkadaşlarımızla bir araya gelmeyi o kadar istiyordum ki umarım eskisi gibi birlikte olurduk.

 

Arkadaşlarım gece sonuna kadar mekânda oturmaya devam etmiş, daha sonra da bana görüşürüz diyerek ayrılmışlardı. Etrafı toparladıktan sonra beni dışarda bekleyen arkadaşımın yanına doğru adımlamaya başladım. Spora gideceğimiz için bir taksiye binmiştik. Daha önceden bana yardımcı olan adamla iletişime geçmeye çalıştığımda işten ayrıldığını söylemişlerdi. Neden böyle olduğunu sorsam da bir bilgi vermemişlerdi. Giden adamın yerine telafi etmek için de bir kadın koç ayarladıklarını söylemişlerdi. Defneninki aynen devam ediyordu, onun bir sıkıntısı yoktu.

 

Üzerimizi değiştirip kadınla tanıştığımda gerçekten işinde iyi olduğu belli oluyordu. Vücuduna o kadar çalışmıştı ki hayran kalmıştım. Çok iyi duruyordu, hatta kendimi tutamayıp iyi olduğunu yüzüne sürekli söylüyordum. Samimiyetimiz ilk gün olmasına rağmen epey ilerlemişti. Bana kısa kısa bilgiler vermesinin ardından yeni bir program çıkarmıştık. Benim çalışma saatlerime göre çıkardığımız programa bu sefer uyacaktım. İç sesim ne kadar umarım dese de ben inanıyordum, bunu da yarım bırakmak istemiyordum.

 

"Kanka Behlül bizi alacakmış."

 

Tişörtümü üzerime geçirdikten sonra ona doğru döndüm. Feci terlediğim için muhakkak yanımda yedek kıyafet getirmem gerekiyordu. İş yerinde ayrı, sporda ayrı terliyordum. Bunun üzerine gece eve yürüdüğüm zamanlarda da hava soğuk olursa üşütme olasılığım yüksek oluyordu. Sürekli hasta olan birisi değildim ama olunca da tam oluyordum. Biraz ağır geçiyordu, nazlı oluyorum desem daha doğruydu. Kahrımı da kardeşim çekiyordu. Kötü zamanlarda birlikte olmanın değerini daha iyi anlıyordum. Hayatıma iyi ki sokmuşum dediğim insanlardan birisiydi, çok da fazla yoktu ya zaten. Onun yeri ben de hep ayrıydı. Kalbimin bir bölümünü ona ayırmış ve orada saklamaya devam ediyordum.

 

"Sen mi söylemiştin?"

 

Başını olumsuz anlamda salladı. "Yok, spora gideceğimi zaten biliyordu. Çıkışta da yalnız gidelim istemedi."

 

"Helal olsun be." Dedim dalgaya vurarak.

 

"Gelmek üzeredir, çıkalım."

 

Eşyalarımızı toparladıktan sonra giyinme odasından çıkmıştık. Sonunda telefonumu elime aldığımda bir bildirimle karşılaştım. Heyecanla şifreyi girdikten sonra mesaja baktığımda tanımadığım bir numaradandı. Yazanlarla zaten kim olduğunu kavrayabilmiştim.

 

Gönderen – Bahadır

 

Ben Bahadır. Numaranı kaydettim. Bugün seni biraz eyledik umarım iş yerinde bir sorun olmamıştır. Bizim yüzümüzden sorun çıkmasını istemeyiz.

 

Dışarı çıktığımızda hafif esen rüzgâr bizi karşıladı. Üzerimde de hırka gibi bir şey yoktu. Neyse ki Behlül'ün arabası ileride göründüğünde hemencecik binmiştik. İçerisi klima yüzünden sıcacıktı. Tenim anında rahatladığında arkama doğru yaslanmıştım.

 

"N'aber Behlül?"

 

"İyilik sen?"

 

Kısaca "Benden de iyilik." Dediğimde onların konuşmaya başlamasıyla bana gelen mesaja döndüm.

 

Gönderilen – Bahadır

 

Selam Bahadır. Düşündüğün için teşekkürler ama işle ilgili bir sorun olmadı.

 

Arabada çalan şarkıya dikkatim kesildiğinde onunla birbirimize açıldığımız mekânda çalan şarkıydı. Artık şarkıların da anısı vardı. Onu unutmak zordu ki unutmak da isteyen de yoktu ama onun yokluğu beni derin bir boşluğa sürüklüyordu. O boşlukta gözlerim onunla olan anılarımıza dalıyordu. Sanki elimde Atalay ile olan fotoğraflarımız vardı. O fotoğrafa bakmak bana hem iyi geliyor hem de içimdeki yarayı sızlatıyordu. Çalan şarkıyla gözlerim amansız bir şekilde kapandı. Dudaklarım zihnimdeki varlığıyla yukarı doğru kıvrıldı.

 

Çok özlemiştim.

 

Varlığını sarılarak hissetmek, gözlerinde kayıp gitmek istiyordum.

 

Varlığının bu denli beni etkisi altına alacağını bilemediğim için hazırlıksız yakalanmıştım. Bazen nasıl hareket edeceğimi anlayamıyordum fakat bir şekilde yokuş aşağı sürüklenen bir araç gibi hızlanıyorduk. Bu hız bazen beni korkutsa da o sanki yatıştırıyordu. Şuanda sadece sıcaklığına ihtiyacım vardı. Ama yetineceğim tek şey düşünerek uykuya dalmaktı.

 

Elimdeki telefon titrediğinde bakışlarım oraya kaydı. Yine mesajın geldiği kişi aynıydı.

 

Gönderen – Bahadır

 

Eve vardın mı? Merak ettim de.

 

Gönderilen – Bahadır

 

Vardım. Siz ne yaptınız?

 

Gönderen – Bahadır

 

Evlere dağıldık.

 

Gönderilen – Bahadır

 

Anladım. Bugün buraya gelmek nereden esti?

 

Gönderen – Bahadır

 

Bayağıdır kafayı dağıtmaya ihtiyacım vardı. Sınavlar da daha yeni bittiği için İstanbul'dan buraya ailemin yanına geldim. Bedirhan da burada olduğu için buluşalım dedik. Şansa bak ki geldiğimiz mekânda sen çalışıyormuşsun.

 

Gönderilen – Bahadır

 

İyi yapmışsınız. Sizi görmek bana iyi geldi, uzun zaman oldu.

 

Gönderen – Bahadır

 

Öyle. Biz de aynı düşüncedeyiz.

 

Gönderilen – Bahadır

 

Sevindim. Bir sıkıntı olduğunda burada olduğumu unutmayın.

 

Gönderen – Bahadır

 

Sen de bana ulaşırsın, her ne olursa olsun. Ben seni çok fazla tutmayayım yorgunsundur. İyi geceler.

 

Gönderilen – Bahadır

 

İyi geceler.

 

Telefonumu kapattığımda, bakışlarım camdan dışarıya kitlendi. Etrafa göz gezdirdiğimin için eve yaklaştığımızı anladım. Araç kenarı yaklaştığında toparlandım ve Behlül'e doğru döndüm.

 

"Ailene selamımı ilet, iyi geceler."

 

Başını omuzunun üzerinden bana çevirdiğinde "İletirim, iyi akşamlar." Dedi.

 

Gülümseyerek arabadan indiğimde Defne'nin inmesini bekledim. Bu arada da kendilerini rahatsız hissetmesinler diye telefonumla ilgilendim. Defne yanıma geldiğinde bakışlarım ona kaydı. Yüzündeki mutlulukla sırıttım. Ama sesimi çıkarıp bir şey söylemedim. Defne eve geçtikten sonra ben de kendi evime geçtim. Çok yorgun olduğum için hemen kıyafetlerimi ayarlamış ve duşun altına girmiştim. Suyun altında rahatlığa kavuşan bedenime geceliklerimi geçirdikten sonra makarna suyu koymak için mutfağa indim. Açtığım diziyi izlemek için telefonu tutacağa yerleştirdim ve yemeği yapmaya başladım. Spora da başlamışken biraz kilomu düzende tutmam gerekiyordu, çok becerebileceğimi sanmıyordum ama denemekten de zarar gelmezdi. Yemek yemeyi seven birisi için gerçekten de kilo vermek zor olabiliyordu. Hem regl günüm de yaklaşıyordu bu düşüncelerimi gerçekleştiremeyebilirdim.

 

Dizimi izleyerek yemeğimi yemeye başladığımda saat epey ilerlemişti. İşten dolayı eve gel, duş al, bir şeyler atıştır derken saat ilerliyordu. Doğal olarak da bu duruma alışmış ve geç yatmaya başlamıştım.

 

Etrafı toparladıktan sonra ilk önce odama çıkıp sigara paketini aldım ve balkona geçtim. Karanlıkta camı açmış ve dumanımı solumaya başlamıştım ki masanın üzerindeki telefon titremeye başladı. Yüz üstü koyduğum için arayanı göremezken kendime doğru döndürdüm ve ekranda yazan numarayla bedenimin hareketi duraksadı. Parmaklarımın arsında duran sigaranın ucundaki kül intihar etmeye meyilli duruyordu. Titreyen parmaklarım yeşil rengin üzerinden kayıp gittiğinde derin bir nefes de içimden kayıp gitmişti. Arayanın ismi yazmasa da içimdeki duygu onun olduğunu söylüyordu.

 

Günlerdir konuşmak istiyordum, sesini duymak ve bir daha susmamak. Ama şimdi telefonun ucunda kalakalmıştım. Bana "Alo yavrum." Diye seslenişini duyduğumda dudaklarım titredi. Gülmek ve ağlamak arasında kalmıştım, o kadar tuhaf bir şeydi ki nasıl davranacağımı bilemiyordum.

 

"Atalay," diyerek cevap verdiğimde nefes alış verişlerim hızlanmıştı. "İyi misin? Bir sorun var mı? Yaran ya da ağrın sızın var mı ?" Sorularım ardı ardına sıralanırken duraksamamıştım. Aslında o kadar sormak istediklerim olsa da bir anda hızlı bir giriş yaptığımın farkına vardım. Kalbimin ortasında hüküm süren özlem öyle bütün bedenimi ele geçirmeye başlamıştı ki elimden hiçbir şey gelmiyordu.

 

Dudaklarının arasından çıkan hafif kıkırtıyı duydum. "Yavrum sakin." Dediğinde elimdeki sigarayı küllüğe bıraktım. Arkama yaslandığımda bakışlarımı ileriye sabitlemiştim. "Bir yerimde öyle bir ağrı var ki yerimde duramıyorum, olduğum yer bana dar geliyor." Sessizliğin ardından söyledikleri beni telaşa düşürdü. Açık olan saçlarımı kulağımın arkasına ittikten sonra dudaklarımı araladım.

 

"Neresi ağrıyor? Çok mu kötü?" dedim merak içinde. Hemen cevap alamamak da beni olduğum yerde dara düşürüyordu.

 

"Senin olduğun yer yokluğunda öyle ağrıyor ki, bu kuyuya düşmek misali çıkış yolu olmayan bir yer. Ancak seninle diner."

 

Şimdi kahve gözleriyle karşımdaydı ve bu sözleri beni derinden etkileyen ses tonuyla dile getiriyordu. Yüzümü derince bir süre izliyor, bakışlarında kızarıyordum. Onun karşısında istediği bir şey alınan çocuk gibi oluyordum. Yerimde kıpır kıpır olmak öyle hoşuma gidiyordu ki hissettiklerim beni kötü bir tarafa çekmek yerine güzel düşüncelere doğru sürüklüyordu. O bana doğru birisiymiş gibi geliyordu. Belki bu acele oluşlar dışarıdan saçma geliyor olabilirdi ama ben öyle hissetmiyordum.

 

Görüntüsü siyah beyaz film gibi gözlerimin önüne gelirken onun için tekrarda dudaklarımı araladım. "Ben o acıyı dindirmek için öyle dakikaları sayıyorum ki zihnimin beni terk etmesinden korkuyorum."

 

"Beni beklediğini bilmek beni küçük bir çocuk gibi mutlu ediyor, bil istedim." Dediğinde gülümsedim. Onun içinin orada rahat olması gerekiyordu, bu çok zordu evet ama ben her zaman elimden gelenin fazlasını yapmak için çabalayacaktım. Kendi açımdan kafasına takılacak olanları geldiğinde söylemek istiyordum. Yoksa dediği gibi orası ona dar gelirdi. Ve ben böyle olmasını asla istemezdim.

 

"Sakın aksini düşünme, o zaman çok üzülürüm."

 

İlk başta mesleği konusunda yanlış düşüncelere kapılmıştı. Asla onu bu konuda yargılayamazdım. Bana sadece saygı duymak düşerdi.

 

"Düşünmem." Derken derin bir iç çekti. "Seni seviyorum."

 

Seni seviyorum.

 

Onun dilinden duymayı deli gibi sevdiğim kelime.

 

"Seni seviyorum." dedim bekletmeden. Sanki zamanımız darmış gibi hissediyordum ki söyledikleriyle de düşüncelerimi doğrulamış olmuştum.

 

"Yavrum kapatmam gerekiyor, ailesiyle konuşacak olanlar var onların zamanını çalmayayım."

 

Benim gibi bekleyen onlarca kişi.

 

"Olur, sevgilim kendine çok dikkat et. Allaha emanetsin."

 

Derin bir soluk verdi. "Sen de Allaha emanetsin."

 

Ardında telefonun kapanışın belli eden ses kulağıma ulaştı. Bir süre telefon kulağımda kaldıktan sonra masaya geri koydum. Dakikalarca camdan dışarıya bakarak birkaç sigara yaktım. Her külünü öldüğüm sigaranın ardından zaman ilerlemeye devam etti. Uykum bedenimi terk ettiğinde düşüncelerle baş başa kaldım. Gündüzleri bir şekilde sıyrılabiliyordun ama geceleri o sessizlik ve sakinlikle düşünceler derin bir karmaşa yaratıyordu.

 

...

 

Bir keresinde annem babam için akıntıya kapılıp gitmek gibi derdi. Düştüğünde kendini artık bir çaresi kalmamış gibi salarsın ya işte babana âşık olmak böyle. Küçüklüğümde bu cümlenin ne anlama geldiğini anlamasam da onların aşkını 3. bir göz olarak seyretmek bana çok şey kattı. Hep aşkı ve sevgiyi onların arasında geçen bağ gibi zannettim. Bu da benim onlar gibi olmak istememe sebep oldu. O gecenin başladığı an bu hisse kapıldığım ilk andı. Aramızda görünmeyen o bağ beni hep ona doğru çekti. Garip bir ürperti de olsa korkmama izin vermemişti. Gözlerinden geçen güveni görmek yetti belki de bana. En çok da uzaklık bizi biraz daha yaklaştırmış gibi hissediyordum. Özlem çok ağır bir histi. Başa çıkmak oldukça zordu, annemin babamın yokluğunda bu duyguyla başa çıkmak ruhuma öyle yara vermişti ki bu yaraları iyileştirmek epey zaman almıştı. Ki hala bu duyguyla savaşamıyordum.

 

Onunla bir daha anlamıştım.

 

2 ay 4 gün olmuştu. Yokluğunda kendime bolca zaman ayırmıştım, hep kafam dağılsın diye. Bu süreçte geceleri fazlaca zorluk çektim. Bütün acılarım hep karanlıkta gün yüzüne çıktı ve beni bir ip gibi sarmaladı. Öyle boğuluyordum ki onunla kavuşma hayali beni rahatlattı. Bazen annem ve babamı ziyarete gittim, onlarla dertleşmek hep ayrı olmuştu. Onlara sevdiğim adamı anlattım. Annem o kadar ilerideki hayat arkadaşımı merak ederdi ki bakalım senin gibi deli dolu insanı kim alacak derdi. Ben almazsa kendi bilir dediğimde güler geçerdi.

 

"Anne, ben babam gibi bir adamı buldum." Dediğimde gözümden bir damla yaş toprağa karıştı. Onlara Atalay'ı anlatırken gözlerimin parıldadığını hissedebiliyordum. Dudaklarımda istemesem bile sanki gülümseme oluşacaktı.

 

"Gözleri gözlerime değince ben o akıntıya kapıldım. Bir dal parçası buldum ve ona sıkı sıkı tutunuyorum, öyle sıkı tutunuyorum ki hiç bırakmak istemez gibi. Tutunduğum yer de beni hiç bırakmak istemiyor bence, onu seviyorum. Beni hiç bırakmaz değil mi?"

 

Harflerin yazılı olduğu mermeri okşarken gözümden akan damlalar artmıştı. Ellerim toprağa sarılmaktan çoktan kirlense de onların üzerini örten topraktan bana zarar gelmezdi. Dakikalardır burada duran bedenime usulca yazılı mermere sarılmak için hareket ettirmiştim ki ardımdan gelen ses bütün hareketimi kesti.

 

"O da seni bırakmak istemiyor, kör kütük âşıkmış hiç bırakır mı?"

 

Bedenimi yarım bir şekilde arkama çevirdiğimde onun bedenini gördüm. Yeşil üniformasıyla karşımda dimdik bir şekilde duruyordu. Gözlerimin içine baktı, sadece baktı. Onu gördüğüm an kendimi tutamadım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Gözlerim bulanık görmeye başlasa bile adımlarımın ona gitmesinden alıkoyamadı. Ona ulaşmadan beni kendisine hızla çekti ve sıkıca sardı. Başını boynumun açıkta bıraktığı tenimde hissettiğimde ben de bu sırada kokusunu doya doya içime çekmekle meşguldüm. Dışarısı akşam olduğu için buz gibiydi, ama benim onunla sarıldığım an sanki etrafımızda dört duvar oluşturmuştu.

 

Gittikçe beni kendine doğru çekmeye devam ederken sanki içine katmak istiyordu. Öyle sıkı sarılıyorduk ki bütün her şeyden soyutlanmıştık. Göğün üzerinden annem ve babamın mutluluk gözyaşları akmaya başladığında, ağlarken gülümsedim.

 

Ben kaderimin bağına takılmıştım. Onu bulmuştum.

 

SON

 

Evettt, bizimkiler kavuştu.

 

Onların ilişkisi biraz ayrılıkla dolu mu olacak acaba?

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Sizce bölüm başında dövülen adam ve döven adam kim?

 

Sizce sporda Firuzeye yardım eden adam neden işten ayrıldı? Bir sebebi olabilir mi?

 

Bu bölüm en sevdiğiniz kısım neresi oldu?

 

Peki rüya hakkında neler düşünüyorsunuz, sevdiniz mi?

 

Yeni kişiler,

Bahadır?

Bedirhan?

 

Beğenmeyi ve yorum atmayı unutmayın, sizleri çok seviyorum.

 

Kendinize iyi bakın ♡♡

 

 

Loading...
0%