@rarbezrh
|
12. Takip
Elvan Elvan|Yalancı Yarim
önceki bölümden
Sırıttığında kaşlarım havalandı ve beni alaya aldığını fark ettim. Ellerimi tuttuğu için ayaklarımı harekete geçirip tam bacaklarının ortasına tekmeyi geçireceğim vakit arkamdan gelen gür bir ses bütün bedenimdeki hareketi kesti. İkimizin de bakışları sesin geldiği yöne kaydığında karşımda onu gördüm. Deli bir boğa gibi kıpkırmızı suratıyla karşımda duran Atalay'ı. Elleri bir felaketi ardında getirecekmiş gibi birbirine sıkıca kapanmıştı.
Ve buraya doğru geliyordu.
🌒🌘
Murat'ın bedeni soğuk mermere yaslandığında, onun koca cüssesinden karşısındaki adama göremiyordum. En son gözlerine baktığımda sanki şeytanın orada yaşadığına şahitlik etmiştim. Alevlerin bütün bedenimi hatasız olmama rağmen hissederken hatalı bir insanın nasıl olduğunu düşünmek bile istemiyordum.
Tırnaklarımı sertçe avucumun içine bastırdığımda, tenimde gerginlikten oluşan terlerin akıp gittiğini anlıyordum. Çoktan yarım ay şeklini almış olmaları canımın yanmasının sebebiydi.
"Sikerim lan seni, o kolunu kökünden sökerim! Keşke amık çocuğu olmasaydım da doğru dursaydım dersin."
Yüksek sesi kulaklarımda çınlama yaptığında daldığım noktadan sıyrılmak için gözlerimi kırpıştırdım. Sesli bir soluk vererek onlara doğru adım attığımda Atalay'ın açık tenine parmaklarımı değdirdim. Bakışlarım yüz hatlarına kaydığında alnında beliren damarı gerçekten sinirlendiğinin kanıtıydı. Bana bir keresinde yanında farklı bir insana dönüşüyorum demişti. Şimdi daha iyi anlayabiliyordum ki sinirli hali onu benim yanımdan daha farklı bir insana dönüştürüyor ve neden böyle olabildiğini tahmin edebiliyordum.
O askerdi.
Saymakla yetinemeyeceğimiz kadar düşmanla uğraşıyor, mücadele ediyor ve savaşıyordu. Kolay değildi, ona bu konuda karışmaya pek bir hakkım yoktu. Hak edene hak ettiği gibi davranılması gerektiğini düşünüyordum. Yani bu bana göre bu anlamdaydı, ona göre de büyük ihtimalle böyleydi. Sinirli olabilirdi fakat bu çok fazla ileriye taşmamalıydı. Mesela bu sinir sevdiklerimize bulaşmamalı, canını yakmamalıydı. Günahsız bir insanın canı acımamalıydı.
"Sakin olur musun?" diye sorduğumda sanki çok saçma bir şeymiş gibi gülümsedi. Sinirden oluşan bir gülümseme olduğu için beni pek de takmadığı belliydi.
"Sen geri çekil, derdi neymiş öğrenelim."
Geri çekil diyorsun da erkeğin çoktan kaşı kanamaya başlamış ve dudağı patlamıştı. Eğer ki hesabı bu şekilde soracaksa biz buradan iyi ayrılamayacaktık. Şuan da pekiyi değildi ama daha kötüsü olmasından iyidir.
"Akıllanmıştır bırak artık." dediğimde akıllanıp akıllanmadığı hakkında bir bilgim yoktu ama onun geri çekilmesi için bunu söyleme gereği duymuştum.
"Ben bir sorayım o zaman akıllanmış mı?" Sözlerinin ardından parmakları sertçe çenesini kavradığında Murat'ın gözleri kısılmıştı. Atalay çenesini sıktığını kemikli yanağında oluşan yumrudan anlamıştım.
"Seni bir daha bir kadına zorla dokunurken görmeyeceğim, ha eğer sen kimsin lan istediğimi yaparım diyorsan ben de kendi istediğimi yapmaktan geri durmam. Anladın mı lan!"
Her kelimesinin ardından sıktığı çenesi kırıldı kırılacaktı. Kolundan fayda göremeyince karnına dokunarak onu durdurmak isterken bir anda parmaklarını onun üzerinden çekiverdi. Murat'ın üzerindeki ceketi elleriyle dokunduktan sonra geri çekildiğinde son bir kez sert bir bakış attı ve beni elimden tutup çekiştirmeye başladı. Hızlı adımlarla onun peşinden ilerlerken arabanın yanına ulaştık ve sert bir şekilde kapıyı benim için araladı. Surat ifadesini görmek için başımı ona çevirdiğimde sesli soluk alışverişleri yüzünden göğsü hızla inip kalkıyordu. Kapıyı açtığı parmakları olduğu yeri sıkmaktan bembeyaz kesilmişti.
Koltuğa yerleştikten sonra rüzgârla birlikte kapanan kapı içimi ürpertmişti. Atalay'ın bakışları kısa bir süre göğe doğru dönmüş sabır çeker gibi nefes çekmişti. Sürücü tarafın kapısı açıldığında sessizce kemerini bağladı ve arabayı çalıştırarak harekete koyuldu. Öylece sessizce kalırken, bu sessizlik hiç hoşuma gitmemişti. Ama daha sonra sakinleşmek için sesini çıkarmadığını anladığımda sırtımı iyice geriye yaslamıştım. Sinir anındayken karşı tarafa belki de kıracağı için bir kenara çekiliyordu.
Sol eliyle direksiyonun hâkimiyetini sağlamaya devam ederken, diğer eliyle koltuğun arasındaki bölmeden sigara paketini çıkardı ve bir dalı eline alırken hızlı davranarak bir dal da kendime aldım. Bakışları bana döndüğünde bir an aklıma rahatsız olabileceği geldi ama daha sonra bakışlarında bunu yakalamadığım için onun çakmakla sigaranın ucunu ateşlemesini bekledim. Çakmak arabanın içinde ışığını yayarak onun yüzünü aydınlattığında bakışlarım hala ondaydı.
Sigaram yanımdaydı ama o çıkardığında birden atılmıştım. Çakmağı bana doğru uzattığında bekletmeden ellerimin arasına aldım ve sigaramı yaktım. Camları tamamen açtığımızda duman dışarıya doğru savrulmaya başlamıştı. Rüzgârla ağırlaşan kirpiklerimi kırptığımda bakışlarım nereye gittiğimizi anlamak için etrafı tarıyordu. İş yerimden dakikalar sonra yolun kenarına yanaşarak iki arabanın arasına arabayı park ettiğinde kemerimi yuvasından çıkarmıştım. Yolu kontrol ederek araçtan indiğinde ben de kapımı aralayarak inmiştim.
Bakışları etraftan sonra gözlerimi bulduğunda yanıma doğru gelmeye başladı. İç sesim sonunda diye çığlık çığlığa bağırmaya başladığında titrek bir soluğu içime çektim. Arabada sanki aramızda büyük bir boşluk varmış gibi hissetmiştim ve bu onunla ayrı kaldığım zamanlardan daha farklıydı. Ve hiç hoşuma gitmemişti.
Yoğun bakışlarını üzerimde hissederken çoktan yanıma ulaşmış ve ellerimi ellerimin arasına almıştı. İç içe geçen parmaklarımız adımlarımıza eşlik ederken onunla daha önceden geldiğimiz mekâna gittiğimizi anlamıştım. Bu mekânın benim için anlamı büyüktü. Birbirimize açık açık konuştuğumuz ilk andı. Bir aradaydık ama o akşam kadar dudaklarımız birbiri için ayrılmamıştı.
İçeriye girdiğimizde o akşam bizi karşılayan adamı görememiştim. Fakat Metehan hala burada çalışmaya devam ediyordu, bir masaya siparişleri götürürken görmüştüm. Aklıma hem okuyup hem çalıştığı gelmişti. Kimse bu devirde bu kadar çabalamıyordu, ben de dâhil. İkisini bir arada yürütmek zordu, bu da bunu yapmayacağım anlamına gelmiyordu. Evet, artık okumak istiyordum. Aklımdaki mesleği yapmak o kadar istiyordum ki halledecektim.
Dışarıda bir masaya yerleştiğimizde, garson yanımıza gelmiş ve siparişlerimizi almıştı. Sipariş demişken acıktığımı söylemiş miydim? Sözde diyet yapacaktım, iç sesim bu durma gülerken bu düşünceleri geriye doğru atmaya çalıştım. Şimdi daha önemli meselemiz vardı.
Atalay parmaklarını masaya koyarak dikleştiğinde bakışları keskin bir bıçak gibi üzerimdeydi. Belli ki konuşmayı başlatan o olacaktı o yüzden dudağımı ısırarak onu bekledim. "Bu çocuk ne iş? İş yerinde çalışıyor belli, adı sanı nedir?"
"Hayırdır asker bey sorguda mıyım?"
Ciddi ifadesinden ödün vermiyordu, bu haline alışkın olmadığım için yadırgıyordum. Kaşları hala çatıktı ve parmaklarım yardımıyla alnının ortasına dokunmak ve o çizgileri yok etmek istiyordum. Ama aramızda kocaman bir masa vardı.
"Ne zamandır seni rahatsız ediyor?"
Ortamı yumuşatmaya çalışma çabalarım konunun ciddiyet içermesinden dolayı pek de işe yaramamıştı. Kaçmak da istemediğim için dudaklarımı araladım, meraklanmakta son derece haklıydı ve ben bu merakı daha fazla uzatmak istemiyordum. Ben de onun gibi masaya yaklaştım ve ellerimi masanın üzerine yerleştirdim.
"Sen göreve gitmeden bir iki hafta önce işe başlamıştı. İlk günlerde hiç böyle bir rahatsızlık görmemiştim ama son günlerde bir konuşma çabasına girmeye başladı, içimde hissettiğim duygularla onunla konuşmak istemdim ve uzak durdum. Ama bu son yaptığını hiç beklemezdim. Yani sessiz sakin bir çocuk görünüyordu." Bakışlarım dalıp gittiğinde beni dikkatle dinliyordu. "Fakat içinde korkunç bir yanı yatıyormuş."
"İlk defa bugün temasta bulunuyor." Diyerek sözlerimi doğruladı. "Adı neydi?"
"Murat da neden sordun?"
Geriye çekilerek eli telefona gitti ve beni cevapsız bırakarak birkaç tuşa bastı ardından telefonu kulağına dayadı. "Sana bir mesaj atıyorum onunla bir ilgilen." Dediğinde kısa bir süre karşıyı dinlemiş ve daha sonra telefonu kapatarak masaya koymuştu. Hiçbir şey olmamış gibi arkasına yaslanırken kaşlarım çatılmış ve dudaklarım aralanmıştı.
"Senden bir cevap bekliyorum, kiminle konuştun?"
Tam olarak rayına oturmamıştı konuşmamız, bana soru sorduğu gibi benim de buna hakkım vardı.
Burnun sıvazlayarak boğazını temizledi. "Bir polis arkadaşım ilgilenecek."
"Peki." Dedim.
Çocuk hakkında bir bildiğim yoktu. Fakat bir daha böyle bir şey yapıp yapmayacağını bilemezdim. Atalay'da bildiğini okumak yerine en azından polise bir bilgi geçerdi. Tabi ilkte duvara yasladığı gerçeğini değiştirmiyordu ama... Neyse bu konu hakkında daha fazla düşünmek istemiyordum. Ki zaten gelen yemeklerle bakışlarım tabaklara kaydı.
Adana mıydı o?
Tabaklar masaya yerleşmeye başladığında burnuma giren kokuyla içim kabarmaya başlamıştı bile. Açlık benim başıma dert açacaktı he. Ortaya mezeler ve çiğ köfte yerleştiğinde soğuk içeceklerimiz de adananının yanında yer edinmişti. İçeceğimi bardağa boşalttıktan sonra garsonun afiyet olsun demesiyle boş tenekeyi kenara koydum. Soğutmadan adanayı lavaşın içine koydum ve malzemeleri içine yerleştirdim. Üstüne bir güzel de sardığımda lavaş dudaklarımda yer edinmişti. Ağzıma bulaşan tatla dudaklarımdan beğenmişliğin nidası döküldü.
"Sen harbiden yemeği seviyorsun."
Ağzımda yemekle başımı aşağı yukarı salladım. "Annem." Dedim. Bu kelimenin ağırlığı altında öyle eziliyordum ki sadece kelimenin varlığı içime sivri bir ok gibi saplanıyordu. Anıların peşimi bırakmamasına bağlanıyordum, onlara sıkı tutunmuştum. Onları unuttuğum an nasıl bir insana dönüşürdüm bilmiyorum. "Annem yemekle ilgilenmeyi severdi, yani istekle yaptığını onu izlerken anlayabilirdim. Anne yemeği benim için hep ayrı yerdedir, ne yaparsa yapsın bana o yemek güzel gelirdi. Küçük adımlarımla masaya koşardım, o gün bir de sevdiğim yemek varsa yaşadım. Çoğunlukla moralimin bozul olduğu zamanlarda o yemeği yapardı, beni mutlu edeceğini bilirdi. O yüzden üzülmelerim kısa sürerdi." Gözlerimin doluluğuyla başımı gökyüzüne çevirdim. Derin bir nefesi içime çekerken göğsüm hatırladıklarımla titredi. "Şimdi ise üzülüyorum ama kısa sürmüyor."
Boğazımda büyük bir düğüm vardı. Hıçkıramamam boğazıma yumru yapmış canımı acıtıyordu. Gözyaşlarım başımı geri eğdiğim için akmaya başladığında kot pantolonuma damlayan damlalar kumaşı ıslatıyordu. Sesini duyduğumda bakışlarımı olduğu yerden çektim.
"Neydi en sevdiğin yemek?"
Gülümsedim. "Köfte patates."
Dudakları aralandığında gülmeye başladı. "Çoğu çocuğun favorisi."
Öyle manasında başımı salladım. Bilmem, o yaşlarda dünyanın en güzel yemeği gibi gelirdi. Şimdi de o küçük çocuğun isteğini yerine getirmeye devam ederdim. Küçüklüğümü öyle özlemiştim geri dönmek ve bir daha doya doya yaşamak...
"Yemeğin soğuyacak." Dediğinde bakışlarım önümdeki tabağa kaydı. Birkaç tane parça adana dilimi kalmıştı. Yeni farkına vardığımın için hemen dediğini yaptım. O çoktan önündekini bitirmiş ortadaki mezelerden ekmeğine sürüyordu. Yemeğim bitene kadar konuşmadık, çünkü konuşurken aynı zamanda yemek yemek zor oluyordu. O da bunu bildiği için bana müsaade etmişti. Ağzımı peçete yardımıyla temizlediğimde karnımın üzerine ellerimi yaslamış ve geriye doğru sırtımı vermiştim.
"Doydun mu?" diye sorduğunda sesinde bir ima yoktu. "Eğer doymadıysan söyleriz." Dediğinde dudaklarım hemen itiraz etmek için aralanmıştı. Karnım patladı patlayacaktı, düğmemi aralasam ayıp olur muydu?
"Doydum hatta feci doydum. Benim diyette olmam gerekiyordu, ama saatin bu saatinde yediğim yemeğe bak." Önümüzdeki masaya baktığımda silip süpürdüğümüzü gördüm.
"Spor hocası mı söyledi diyete girmen gerektiğini?"
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Yok, hayır. Spora başladığım için önüme geleni yememe kararı almıştım fakat uygulama konusunda becerikli olamayacağım galiba."
"Dışarıdan bir görüş olarak hiç diyete ihtiyacın yok. Ama canının böyle istiyorsa sen bilirsin."
"Teşekkür ederim." Diyerek başımı öne eğmiş ve gülümsemiştim. Onun kahve gözlerini üzerimde hissettiğimde bakışları belli aralıklara yüzümün çevresinde geziniyordu. İşten çıktığım için terliydim, gün boyunca koşuşturmuştum. Yani giyinme odasında biraz üstüme başıma çeki düzen vermiştim ama ne kadar yapabilmiştim bilmiyorum?
"Bir şeyler burada mı içelim yoksa eve mi geçelim?" diye aniden beklemediğim bir soru sorduğunda yorgun olmama rağmen buna aksi bir şey söyledim. "Burada içelim, sevdim bu mekânı."
"Sevdin demek."
"Hıhım."
Gülümseyerek sandalyesini geriye itti ve ayağa kalktı. Ne yapacağını kestiremediğim için meraklı gözlerle ona bakmaya devam ettim. Birkaç adımda yanımdaki sandalyeyi çekti ve parmakları oturduğum sandalyeye uzanarak yönümü ondan tarafa çevirdi. Hızla gelişen bu hareketiyle ağzımdan küçük bir nida çıkmıştı. Şaşkınca bakmamı umursamadan yanımdaki sandalyeye oturdu ve başını bana çevirdi. "Ne içersin?"
"Seninkinin aynısı." Dediğimde bir ayağımı diğer bacağımın altına koyduğumda şimdi rahat bir pozisyona erişebilmiştim. El kol hareketiyle bir garsonu yanımıza çağırdığında sonunda Metehan karşımıza gelebilmişti. "N'aber Metehan?" diye atıldığımda yüzündeki yorgunluk dikkatimden kaçmadı. Çok güçlü birisiydi o, tanımıyordum ama emindim. Nasıl bir hayat yaşadığını da tahmin edebiliyordum, umarım emeğinin karşılığını alırdı.
"İyi abla sen nasılsın?"
"İyilik, sen işten kaçta çıkıyorsun?" Boğazını temizleyerek elindeki boş tepsiyi tutmaya devam etti.
"Sizin siparişinizi alıp çıkacağım abla, neden sormuştun?"
"Dikkat et kendine, sakın pes de etme."
Mesajı almış gibi başını tamam manasında salladı. Daha sonra siparişlerimizi almış ve hızlı bir şekilde getirmişti. Yanımızdan ayrıldığında Atalay içeceği bardaklara doldurmaya başladı. İçeceğimi önüme koyduğunda "Merak etme okul için yardım ediyorum ona, ayrıca eve sapasağlam ulaşmasına bir arkadaşım yardım ediyor."
Hı?
İçimdeki bütün sorulara birden cevap vermesi garip bir duygunun içerisine girmeme sebebiyet verdi. Onun beni bu kadar tanıması tuhafıma gidiyordu. Ayriyeten çok düşünceli birisi olması benim ona her gün bir kat daha âşık ediyordu. Bedenini biraz daha yanıma yaklaştırdığında boynundan geldiğini düşündüğüm yoğun kokusu burnumun direğini sızlattı. Gözlerine baktığımda arkamızdaki şarkının biraz daha arttığını fark ettim. Kısaca mekâna göz attığımda dışarıda sadece iki masanın dolu olduğunu gördüm. Bizim gibi bir çift daha vardı. İçeceğini bana bakarak yudumladığında benim de parmaklarım bardağıma uzanmıştı. Boğazımdan kayıp giden içeceğin ardından boğazımın kuruduğunu hissettim. Kısık sesle boğazımı temizlediğimde parmakları ellerime uzandı. İkimizin elini yüzümüzün hizasına getirmesinin ardından parmaklarımızı iç içe geçirdi. İçimde apansız bir heyecan belirdiği için kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Sıcak nefesi devamlı olarak yüzüme çarpıyordu. Dudaklarımız birbirine dokunmak için bir nefes kadar uzaklıkta olsa da ruhu ruhuma çoktan dokunmuştu.
"Firuze, bir sevda büyüsüne kapılmış yokuş aşağıya sürükleniyorum, yolun sonunu göremiyorum ama temkinli gidiyorum farkındayım."
Firuze.
Adımı onun ağzından duymak tam da yokuş aşağıya sürüklenmekti. Onunla tanıştığımdan beri bu cümle bana hiç yabancı gelmemeye başladı. Bir dala tutunmak, yokuş aşağıya sürüklenmek ve bir kuyuya düşmek. O bana bunların hepsini hissettiriyordu. Bunları yaparken de istemediğim bir konu değilmiş gibi beni rahatsız etmiyor, şimdilik canımı yakmıyordu.
"Sen bütün hâkimiyetimi sanki elimden alacakmışsın gibi hissediyorum." Diye kısık sesle mırıldandığında kaşlarım söyledikleriyle çatılmıştı. Anlayamamıştım, ona neden böyle bir şey yapardım ki? Devamı gelecekmiş gibi dudakları arasından keskin bir soluğu içine çekti. "Sevdiklerim konusunda yanında olduğundan farklı davranabilirim." dedi aniden farklı bir konuya geçerek.
"Nasıl bir farklılıktan bahsediyorsun?"
"Sevdiklerim konu bahis olduğunda, eğer ki onlardan birisine zarar gelecek olursa ki gelme ihtimali bile beni delirtir. Gözüm döner, kendimi bu durumlarda zapt etmekte zorlanıyorum. Mesleğim gereği de böyleyken yumuşak olamam, zamanı geldiğinde beni bu şekilde görürsen diye baştan söylüyorum. Aslında hep baştan konuşmak en iyisi değil midir? Sonradan sıkıntı çıkmaması için."
Parmaklarımın arsındaki parmaklarımı sıktım ve dudaklarımı araladım. "Seni anlayabiliyorum. İnsan sevdiği insan konusunda zaten farklı bir kişiliğe dönüşebiliyor, yaşadım ve biliyorum. Bu yüzden neden böylesin diye seni sorgulayacak değilim. Sadece seni daha fazlası olmaması için uyarır, engellemeye çalışırım. Ayrıca ben de senin gibi düşünüyorum, baştan konuşmak en iyisi."
Bugünkü olaydan dolayı bunları söylediğini anlamıştım. Ondan korkmamdan korkuyordu. Yaptığı hatadan dolayı yanlış bir tepki vermemden çekindi ve bir daha olursa beni önceden nasıl birisi olduğu hakkında bilgi veriyordu. Çünkü bir insan ne kadar ben böyle değilim dese de o konuda haksız çıkabiliyordu.
"E anlat hayatını bakalım asker bey." Yerimden kıpırdanarak arkama yaslandım. Dudakları arasından çıkacak olanlar diğer günlerde olduğu gibi aklıma iyice kazınacaktı. Yani sevgilim hakkında pek bildiğim yoktu, o yüzden öğrenmek için heyecan yapmam normaldi. Mesela ben onu hayatımı anlatırken rahatça ve mutlulukla anlatabiliyordum. Ondan saklama gerek yokmuş gibi söylemekten geri adım atmıyordum.
İçeceğinden bir yudum almasının ardından bedenini bana doğru döndürdü. Bakışları kısaca ellerimize sonra da gözlerime çıkmıştı.
"Soru cevap şeklinde ilerleyelim. Sor bakalım." Dediğinde bir anda bunu sormasıyla ilk önce kalakaldım. O kadar sormam gerekenler vardı ki kesin yarısı silip gidecekti. Neyse aklıma geldikçe sorardım, bir yere gitmiyordu ya.
Aklıma gelen ilk soruyu dudaklarımın arasından çıkardım. "Soyadın?"
Saçma bir soru muydu?
Ama yani soyadını bilmem şarttı canım. Asıl öğrenmemem saçma olurdu.
"Kırcalı." Dediğinde yüzünde imalı bir gülümseme vardı. Benimkini söyleme gereği duymuyordum çünkü kesin kendisi öğrenmiştir bile. Sormadığı için de öyle olduğu netleşmişti.
"Kaç yaşındasın ve eğer özel değilse ailen nasıl?" Dudaklarımı birbirine bastırdım.
"26 yaşındayım. Bir erkek kardeşim var, başka bir şehirde polislik okuyor. Babam askerdi şimdi emekli oldu. Annem ev hanımı ama bahçemizde seralarımız var onlarla ilgileniyor belli günlerde de pazara çıkarak satış yapıyor."
"Demek seralarınız var. Benim de anneannemin vardı, köye gittiğimiz zamanlarda ona yardım ederdim. Hem kendi yaptıklarımızı yemek ayrı bir lezzetli gelirdi bana. Ama şimdi ne anneannem kaldı ne de seraları. Hepsi onunla birlikte silinip gitti, devam ettiren de olmadı."
Bakışlarıma beliren hüzün beni o anılara sürükledi. Anneannem akrabalarım arasında en sevdiğim kişiydi. Annem kadar beni de çocuğu gibi görürdü, bir arkadaş gibi büyümüştüm onunla. Kuyumuzu kazan akrabaların yerine merhametli bir kadın olmuştu. Her şeyimi bilir ve saygı duyardı.
Sizin de kuyunuzu kazan akrabalarınız var mıydı?
"Ailemle tanıştıktan sonra eski günlerde gittiğin gibi annemle gider ilgilenirsin. Eminim ki onun da çok hoşuna gidecektir."
Annesini çok merak ediyordum. Nasıl bir kadındı acaba? Oğlu gibi merhametli bir yüreği var mıydı? Peki, beni severler mi? İyi bir gelin adayı mıydı? Ne! Bir dakika son dediğimi gerçekten aklımdan geçirebilmiş miydim? Kendi saçmalığıma gözlerimi devirirken hala söylediklerine bir cevap vermediğimi fark ettim.
"Çok sevinirim."
Nefes alışverişlerimiz birbirimize kısık bir melodi gibi tınılı ulaşıyordu. Onun pürdikkat bakışları gözlerimin en derinine ulaşmak istiyor gibiydi. Sanırım en çok gözlerinde yenilecektim, nefesimi verecektim. Karşılaştığımız gece de beni merceği altına almış ve bırakmamıştı.
"Ünal, çocukluğunu anlatsana." İlk defa soyadımla seslenişi olduğu için bir an bocaladım. Dediğim gibi soy ismimi biliyordu. Mesleki deformasyon muydu?
Ruhumun dizginlerini tutamayarak küçüklüğümün anılarına hızla koşmaya başladım. Sessizlik aramıza yerleştiğinde gözlerimin önüne dizilen anılarım o kadar fazlaydı ki hangi birini söyleyeceğimi bilmiyordum. Kirpiklerim kısılarak 10. yaşımı gözlerim önüne getirdiğinde herhangi bir noktaya daldım.
Dün akşam babamın telefonu gizlice almış ve sabah için alarm kurmuştum. Heyecanlıydım. Aklıma birden gelen fikirle annem ve babama kahvaltı hazırlamak için erken kalkacaktım. Sabahı zor etmiştim, yorganın içinde oltaya yakalanan balık gibi kıpırdanıp durmuştum. Neyse ki gün ışığı odamı aydınlattığında yorganın ucunu kıvırarak çıplak ayaklarımı pofidik terliklerimi geçirdim.
"Pofidik terlik mi?" diye sorduğunda kıkırtısı kulaklarıma karıştı. Aynı şekilde ben de gülümsedim. "Hala saklıyorum, sana da göstermek isterim."
"Hatırlatırım."
Banyoya geçerek elimi yüzümü yıkadım ve mutfağa geçtim. İlk olarak yapmam gereken çay suyu koymak, evet. Çayın suyunu koyduktan sonra dolabın içerisindeki kaptaki patateslerden birkaç tanesini aldım ve tezgâhın üzerine koydum. Sabah ne yapacağımın planını yapmıştım o yüzden düşünmek için zaman kaybetmeyecektim. Buzdolabından milföy hamurlarını çıkararak çözülmesini bekledim. Bu sırada da patateslerin kabuğunu soymuş ve yağın altını kızdırmıştım.
Masayı da bir güzel hazırladığımda yemekler de oldu olacaktı. Hemen koşarak annem ve babamın kapısını çaldım ve ses vermelerini bekledim. Sesin geldiğinde odaya girdim ve yatağın üzerine yani onların arasına atladım.
"Günaydın sevgili ailem. Aşçınız sizi kahvaltı sofrasına bekliyor."
Annemle babam uykulu gözlerle ne demek istediğimi bir süre sonra anladıklarında dudakları aralanmış ve aynen şöyle demişti: "Aşçınız mı?"
"Evet, hadi ama soğuyacak. Ben şimdi aşağıya iniyorum beş dakika içinde aşağıda olmuş olun." Diyerek daha fazla bir şey söylemelerine izim vermeden yataktan kalktım ve mutfağa geçtim. Tabaklara hazır olan yemekleri koyduğumda onların gelmesini bekledim. Birkaç dakika sonra kapıda belirdiklerinde bakışları ilk bana daha sonra da masaya kaymıştı. Yüzlerindeki şaşkınlıkla gülümsedim.
"Ta daaaa."
"Annecim bu nasıl güzel sabah böyle, hayatımın en güzel kahvaltısını yapıyor olabilirim birazdan."
Onlarla yaptığım her kahvaltı benim için hep en güzeldi.
"Babam sen bu saatte kalktın ve bir de bunları mı hazırladın?"
Başımı tatlı tatlı onayladım. İkisinin de adımları yanıma sürüklendiğinde başımın üzerinde dudaklarının baskısını hissettim. Onları mutlu etmek öyle hoşuma gidiyordu ki gece yatmadan önce hep duam ben üzüleyim ama onlar asla üzülmesin oluyordu. Kendinden başka birisini sevmek böyle bir şey, kendinden önce bir başkasını düşünmek böyle bir şeydi.
Ailem benim her şeyimdi. Yuvam. Evimiz onlarlayken dört duvardan daha fazlasıydı.
Benim her şeyim ellerimden kayıp gitmişti. Şimdi kaldığım evde yine dört duvar arasındaydım ama onların varlığında olduğu gibi değildi. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Çok özlemiştim, içim cayır cayır yanıyor elimden bir şey gelmiyordu. Kendime bir yardımım dokunamıyordu o kadar kötüydü ki bu durum en çok da bu koyuyordu. Tek yapman gereken zamana kapılıp gitmek, alışmaktı. Alışmak... Alışmak öyle zor, öyle acılı.
"Yavrum." Diyen bir ses işittim. Bu ses beni düşüncelerimden uzaklaştırdı ve ona bakmamı sağladı. Kelimesi naif bir ses tonuna aitti. Sessizliğe düşürdüğüm gölgeye ışık tutmuştu. "Yavrum, naif kalbinden öpsem. Ah öpsem."
Ağlamak istiyordum. Onun göğsüne sığınıp hıçkırarak içimi dökmek istiyordum. Konuşamadım. Kelimeleri hatırladığım anıların üzerine moloz yığını atmış gibi bedenime ağır gelmişti. İçim kıvranıyordu, kalp atışım acılarıma ortak olmak ister gibi hızlanıyordu. Göz ucuyla ona baktığımda bana hep baktığı o bakışlarıyla karşılaştım. Bana gerçekten kalbimden öpmek ister gibi bakıyordu. Bu bakışları kirpiklerimden damlaların süzülmesine neden olduğunda o bakışlar biraz daha acıya bulandı.
Daha fazla ona bakmama izin vermeden usulca beni göğsüne çekti. Hala bir eli elimi tutmaya devam ediyordu. Diğer eli ise bedenimi sarmalamıştı. Saniyeler devrilmeye başladığında sesli soluk alış verişleri kulağıma çarpıyordu. Biraz gözyaşı döktükten sonra dayanamıyormuş gibi başımı göğsünden çektiğimde yaşlı gözlerle ona bakmaya başladım.
"Sen böyle ağladığında, bedenime giren kurşundan daha çok canım yanıyor."
Sen böyle ağladığında, bedenime giren kurşundan daha çok canım yanıyor.
Bedenine giren kurşundan daha çok canı yanıyor.
İçimde sızlayan yaranın aktığını hissediyordum. Sözlerimi kalbime saplanan bir ok misali vücudumda küçük bir delik oluştursa da akan kan fazlaydı. O sadece gözlerimin içine bakıyordu, sadece bakıyordu.
"Acımasın canın." Dedim boğuk bir sesle. Öyle bir zor istekti ki benimki, ama insan avutmak istiyordu kendini.
"Acır canım, sarar bir kadın." dediğinde o kadın bendim. Hem canımı yakarsın hem merhem olursun diyordu. Titreyen kirpiklerim bu sefer onun için gözyaşı döküyordu. Onsuz yastığıma döktüğüm yaşlar aklıma bir yıldırım gibi düştü. Bir kere de ağır bir şekilde o özlemi yaşamıştım. İçimdeki his bundan dolayı çok fazla sınanacağımı söylüyordu. Ben onunla ve ailemle çok sınanacaktım.
"Sararım." Dedim bir yemin gibi. "Peki, sen sarar mısın?"
"Sararım. Yaran her ne olursa ben seni hep sararım." Dedi bir yemin gibi. Güven... Ona güvendim.
Böyle kolay mı güvenmek diye sormuştum ona.
Şimdi ise ona güvendiğimi söylüyordum.
Söylesene Firuze öyle kolay mıymış güvenmek?
"Gel buraya." Dediğinde yine onun kollarına çekildim. Sol omzuna başımı yasladığımda saçlarımın arasında dudaklarını hissettim. İçli içli öptü. Bu yüzden iç çektim. Ağlamalarım durmuş yerini durgunluğa bırakmıştı. Sadece karşımdaki o noktaya bakmaya devam ediyordum. Karşımızdaki masada oturan çift gitmişti. Acaba saat kaçtı? Epeydir oturuyormuş gibi hissediyordum. Fakat hiç de kalkasım, onun yanından uzaklaşasım yoktu. Keşke hiç ayrılmasaydım.
Bu şimdi imkânsız dedi iç sesim.
Şimdi?
Adım sesleri duyduğumda bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdim. Yaşlı amca masaları temizlemeye başlamıştı. Mekân kapanmak üzere olduğu için kalkmamız gerekiyordu. Amcanın masayı temizlemesine içim el vermiyordu. Bu yüzden başımı Atalay'ın omzundan çektim ve doğruldum.
"Nereye gidiyorsun yavrum?"
"Amcaya yardım edeceğim." Dediğimde anında dudak kıvrımları yükseldi. Önünden geçip gittiğimde bacaklarım bacaklarına değmişti. Amcanın yaşı geçmiş olsa da dik bir vücuda sahipti. Yine de ekmek parası olduğu için çalışıyordu, çalışıyorduk.
"Yardım edeyim, senin başka bir işin varsa onu yap ben buraları hallederim." Amca benim sesimi duyar duymaz şaşkınlıkla bana döndüğünde bakışları arkamda oturan Atalay'a daha sonra da bana kaymıştı.
"Yok, yavrum ben usul usul yaparım. Hem yemekleri beğendiniz mi bakalım?" Masayı silmeye devam ederken aynı zamanda ban bu soruyu sordu. Gülümsedim. "Beğenmek ne kelime en son parmaklarımı yiyecek duruma gelmiştim."
"Afiyet bal şeker olsun." Dediğinde dudaklarımı başka bir konu için araladım. "O zaman beraber yapalım, başka bez var mı? Alayım geleyim."
Yok yani içim rahat etmeyecekti.
"Deli kız, iyi tamam." Dediğinde heh diye bir ses çıktı dudaklarımın arasından. "Arka odalarda kapısı açık olandan bez ve sprey olacaktı." Başımı onaylar anlamda sallayarak hemen koşuşturarak araka odalardan dediği odaya girdim ve alacaklarımı alarak geri döndüm. Atalay'ı da amcanın yanına gitmiş, sohbet ederken gördüm. Onlara müdahale etmeden başka masaları temizlemeye başladım. Kendi kendime şarkı mırıldanmaya başladığımda ne kadar süredir söylüyordum farkına varamamıştım ama arkamda hissettiğim bedenle korkmadım. Kokusuyla birlikte yanıma geldiği için, tanımıştım.
"Ben bu kadına her geçen gün biraz daha âşık oluyorum. Ne yapacağım ben seninle." Kulaklarımda hissettiğim net ama kısık ses tonuyla içimden bazı şeyleri akıp gittiğini hissettim. Havanın hafif serinliğine rağmen terliyordum. Yutkunarak ona doğru bedenimi döndürdüm. Elimde hal temizlik malzemeleri varken, ona dokunamıyordum ama o kollarını bedenime sarmıştı bile.
"Âşık olmaya devam etmen hoşuma gider." Dediğimde dudak kıvrımlarım içimdeki kelebekler gibi yukarı doğru yükselmeye başlamıştı. Zaten içimdeki kelebekler onunla birlikte kozasından çıkmaya başlamıştı.
"Hımm, demek hoşuna gider." Beni kendine doğru çektiğinde alnıma sert bir buse kondurdu. "Yerim seni." Dediğinde gözlerimi belerttim. Bakışlarım arkasında amca var mı diye kontrol ederken birisinin olmamasıyla rahat bir nefes aldım.
"Ne diyorsun?" desem de yüzümde tatlı bir gülümseme vardı.
"Küçük bir kız gibi söylediğin kelimelerle seni içime katasım geliyor." Bundan rahatsız olmadığı sesine bulaşmıştı. Benimle ilgili sevdiği şeyleri direkt söyleyebilmesi utandırsa da sevindiriyordu. Kuruyan dudaklarımı ıslattığımda bakışları gözlerimden yavaş ezgiyle çekildi ve ıslanan dudaklarımı buldu. Bense onun gözlerine bakıyordum.
"Ben yapmak isterdim." Dedi.
Hı?
Neyi?
Düşünmeme izin vermeden "İşin bitti mi? Çıkalım artık." Dediğinde tutuklu gibi başımı onaylar anlamda salladım. "Bitti." Elimden tutup çekiştirdiğinde temizlik malzemelerini aldığım yere geri bırakmış ve Amcaya veda ettikten sonra arabaya geçmiştik. Dakikalardır yoldaydık ve hala ben yapmak isterdim cümlesini aklımda tartışıyordum. Yüz hatlarıma sinen duyguyu saklayamıyordum. Hatırladıkça yanaklarıma oturan kanın varlığını hissedebiliyordum. Ön camdan kayıp giden yolu izlemeye devam ettiğim sırada altımızdaki arabanın hızlandığını anladığımda ilk başta umursamadım. Çünkü önümüzdeki arabayı solluyor diye düşünmüştüm fakat bu hızın gittikçe artması korkmaya başlamama sebep oldu.
"Atalay ne oluyor?" diye sordum ona dönerek. Bakışlarındaki sertlik hiç hoşuma gitmezken bir şeylerin ters gittiğini anladım.
"Bir şey yok."
Kaşlarım çatıldı. "Neden bu kadar hızlanıyorsun o zaman, yavaşlar mısın?"
Direksiyonu tutan parmakları kan görünemeyecek kadar beyazlamaya başlamıştı, öyle sıkı tutuyordu ki kırabileceğinden korktum. Yutkunduğunda, o yumru aşağıya yukarı doğru hareket etti. Beni şuanda duymuyormuş gibi davranması sinirlenmeme sebep oluyordu.
"Atalay neden bu yola girdik? Anlamıyorum ben."
Bana bakmadan sonunda dudaklarını araladı. "Takip ediliyoruz."
BÖLÜM SONU
Herkese merhaba, nasılsınız?
MÜLHEMDEKİ GÖLGE nasıl gidiyor?
Bölümü nasıl buldunuz?
En sevdiğiniz kısım neresi oldu?
Sizce kim takip ediyor? Bildiğimiz birisi mi yoksa daha farklı mı?
sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize çok dikkat edin.
♡♡♡
|
0% |