@rarbezrh
|
13. Doğru
Yüzyüzeyken Konuşuruz|Tutun Sen Bana
önceki bölümden
Direksiyonu tutan parmakları kan görünemeyecek kadar beyazlamaya başlamıştı, öyle sıkı tutuyordu ki kırabileceğinden korktum. Yutkunduğunda, o yumru aşağıya yukarı doğru hareket etti. Beni şuanda duymuyormuş gibi davranması sinirlenmeme sebep oluyordu.
"Atalay neden bu yola girdik? Anlamıyorum ben."
Bana bakmadan sonunda dudaklarını araladı. "Takip ediliyoruz."
🌘
Geçmiş denenen o lanet hayalet, yıllar sonra o korkumu ruhuma sızdırdığında canım acımaya başlamıştı. Kalbim duvara toslamış bir araç gibi bitikti. Kan akmıyordu fakat ruhum kanıyordu biliyorum. Boğuk ses tonu kulaklarıma ulaşıyordu fakat ben son kelimesinde takılı kalmıştım. Bizi takip ediyorlardı, nedenini soramadan öylece ön camdan kayıp giden yola odaklanmıştım, hızla ilerleyen yolda etraftaki ağaçları göremez olmuştum. Tek bildiğim şey onunla geçirdiğim bu yolculuk ilk defa bana korkutucu geliyordu. Hız, öldürürdü. Ve biz ölüme gidiyormuş gibiydik. Ya kaza yaparsak? Bütün bu çaba aileme kavuşmam için miydi yoksa bir kurtuluş için mi? Bencillik mi ediyordum bilmiyorum, arkamızdakinden kurtulmak için bunu yapmak zorundaydı. Ama ben durana kadar rahatlamayacaktım, farkındaydım.
"Firuze, sesini duymaya ihtiyacım var. Lütfen konuşur musun benimle?" Yalvarır gibi çıkan ses tonu kulaklarıma ulaştığında, artık onu net duyabiliyordum. Ses tonundan anladığım kadarıyla uzun zamandır bana sesleniyordu. Kirpiklerimi kırpıştırarak daldığım noktadan bakışlarımı çektim ve ona baktım. Ona nasıl baktıysam derince yutkundu. Bakışlarını uzun süre üzerimde tutamadan yan aynalardan arkamızdakine baktı. Bize uzak bir mesafededir diyerek kendimi avutmaya başladım.
"İyiyim, iyiyim ben. Sen beni boş ver."
İyi falan değildim. Ama bu durumda dikkatini bana vermesin istedim. Bana ilgisini vermesi demek yanlış bir hataya düşmesine sebep olabilirdi. Ve ben şuanda bir olay daha kaldıracak durumda değildim. Durmak, derin bir nefes almak istiyordum.
"Nasıl umursamam, kalbin deli gibi atıyor. Bu arabadan çıkmak için can atıyorsun ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Allah kahretsin." Diyerek direksiyona vurmaya başladığında küfürleri de ardından sıraladı. "O orospu çocuğu elime bir geçsin, sike sike öldürmezsem. Sana bunu yaşattığı için öldüreceğim onu."
Onun böyle konuşması korkumu daha da tetikliyordu. Kızgın boğa gibi kıpkırmızı olmuş alnındaki o damar ortaya çıkmıştı. Sık sık aldığı nefeslerden dolayı göğsü hızla inip kalkıyordu. Benim ise gözlerim dolmuş ve ağlamak için izin istiyordu benden. Ama ben o izni verip de hata yapmak, güçsüz görünmek istemiyordum. Şuanda öylesin dedi içimdeki ses. Geçmişin canımı bu kadar yakması, hatırlatması yaralıyordu beni.
"Yapıyorsun." Diye mırıldandım. "Sen çok şey yapıyorsun."
Bütün yaptıklarından sonra nasıl böyle bir şey söyleyebilirdi? Bana iyi geliyordu o, yaramı sarıyordu. Babamın yokluğunu doldurmaya çalışıyordu. Babam gibi merhametli ve naif davranışları beni ona bağlayan kuvvetli bir bağdı sanki. Hiç sökülmek istemiyormuş gibi düğümlenmişti. İkimiz de bu düğümü çözmek istemiyorduk.
Eğer ki o düğüm çözülürse bilelim ki bir şeyler yolunda gitmiyordur.
Söylediklerimden sonra öyle hız yaptı ki bir sona yaklaştığımızı düşünmeye başladım. Vücudum gerilmekten sızlıyordu. Koltuğun kenarlarından sıkıca tutmuş bırakamıyordum. Belki de parmak boğumlarım bembeyaz kesilmişti ama umurumda değildi. Bedenim zaten tamamen rengini atmış durumda gibi hissediyordum. Araba sıcak olmasına rağmen üşüyordum. Dakikalar sonra büyük bir arabayı sollayarak dar bir sokağa girdi. Direksiyonu sağa kırdı ve katlı otoparkın en alt katına arabayı sürmeye devam etti. Ani bir frenle araç durduğunda bedenim birkaç milim ileriye doğru atılmıştı. Kemer olmasına rağmen korkmuştum fakat parmakları bedenimi tuttu ve o an kendimi tutamadığım andı. Onun dikkatini dağıtmamak için içimde biriktirdiğim yaşlar hızla yeri boylamaya başladı. Dudaklarımın arasından hıçkırık kaçtığında parmakları seri hareketli beni saran kemeri çıkardı.
Az önce koltuğu sıkı sıkı tutan parmaklarım şimdi onun belini sıkıca sarıyordu. Daha doğrusu tutmaya çalışıyordum çünkü parmaklarım gücünü yitirmiş gibiydi. Titriyordu.
Başım boynundaki çıkıntıya yerleşmiş ve hiç uzaklaşmak istemiyordu. Elleri beni sıkıca sararken parmakları kasılmış bedenimi rahatlatmak amacıyla beni okşamaya başladı. Ben sakinleşene kadar özür dilerim, bunu yapamam gerekti cümlelerini sıralamıştı. O benim yaşadıklarımı biliyor olabilir miydi? Soy ismimi öğrenirken ailemi de öğrenmiş olma ihtimali yüksekti. Bana sormadan eğer bunu yaptıysa ona kızmazdım sanırım, ya da bilmiyorum nasıl davranırdım.
İfademi görmek için bedenimi göğsünden uzaklaştırdığında büyük ihtimalle gözlerim ağlamaktan şişmiş, iş için yaptığım makyaj bozulmuştu. Belki de göz atlarım kapkaraydı fakat gözlerimin içine bakarken onun gözlerinden geçen acıya şahit oldum. Gözlerinden geçenler açık bir perde gibi önüme serilmiş ve görmemi sağlamıştı. Önüme düşen saçlarımı parmaklarıyla geriye doğru ittiğinde yanaklarımı iki yandan avuçlarıyla sardı.
"Birkaç gün benimle kalmanı istiyorum." Dediğinde bunu söylemesini beklemiyordum. Nedenini ilk önce anlayamadım, belli bir düzeni vardı ve bu düzenin içine bir süre benim girmemi istiyordu. Zihnimin içerisinde bir anda bir sürü soru baş göstermeye başladı. Ne istediğimi bilmiyordum. Ama o ne istediğini biliyordu.
"Peki, neden?" diye sordum.
Sıkıntılı bir soluk verdi. O nefesin sıcaklığı yüzüme çarptı ve havayla kirpiklerim titredi. Dolgun dudakları aralandığında beni ne bekliyordu bilmiyorum. "Bir süre işimi halledene kadar güvende olman gerek."
"Benim peşime de mi düşerler demek oluyor bu?" Bu durum beni korkuttu. Birinin sürekli hareketlerimi takip ediyor olması, izlemesi vücudumu tedirginlikle kapladı. Atalay'ın böyle düşünmesi, konuşmasında muhakkak bir sebebi vardır. Ona kısa sürede güvenmem aklıma ona sorduğum soruyu getirdi.
Güvenmek senin için zor bir eylem değil mi?
Zor değilmiş.
"Bir ihtimal, yüksek bir ihtimal. O yüzden beni anlamaya çalış lütfen. Seni düşünmek zorundaydım."
Birkaç dakika öylece gözlerine baktım, baktı. Düşündüm, tarttım. O ise benden bir cevap beklediği için sabırla durdu. Düşüncelerinin tersine gitmek yanlış bir seçenek gibi duruyordu. Yük olmak konusuna gelecek olursam da o böyle düşünmezdi ama ben birçok şeyi kafama takmıştım. Kafama taktığım meseleler başıma geldiğinde, içimi rahat ettirmek için geri kalmayacaktım.
"Nasıl olacak ki?" dedim usulca. Sesim kısık sesle çekinir gibi çıkmıştı. Aslında ondan çekindiğim yoktu fakat sonuçta evinde kalacaktım, mahcup hissederdim. O sevgilimdi benim evimde kalabilirdi, evinde kalabilirdim. Bu gayet normaldi. Tek isteğim bir an önce bu işin çözülmesiydi.
"Bu evet demek sanırım?" dediğinde ses tonu rahatlamış gibi çıkıyordu. Sanki ters bir cevap bekliyordu da ben onu yanıltmıştım. Başımı onaylar anlamda sallayarak sorusuna cevap vermiş oldum. Usulca yüzünü yüzüme yaklaştırdığında alnıma derin bir buse kondurdu. Geri çekildiğinde emniyet kemerini bağladı.
"İstersen ilk önce evinden ihtiyacın olanları alalım."
"İyi olur." Dedim kemerimi bağlarken.
Arabayı harekete geçirdiğinde kapalı otoparktan ayrılmış ve kısa sürede dar sokaktan da çıkmıştık. Benim evime doğru orta hızda ilerlerken, evimin önüne kadar hiç konuşmadık. Günün yorgunluğu bedenime karabasan gibi çökmüştü. Benimle birlikte evime girdiğinde oturma odasına geçip oturmasını söyledim. Ben de odama geçmiş büyük bir çantaya eşyalarımı doldurmaya başladım. Bir ara sesini duyduğumda telefonla konuştuğunu anlamıştım. Diğer ihtiyacım olanları da doldurduğumda artık hazırdım. Bir şey eksik mi diye kısa bir süzgecimden geçirdim sonra yokluğuna karar verdikten sonra odadan ayrıldım. Mutfağa geçtiğimde yaptım alışverişte tarihinin bitmesi yakın olan birkaç yiyeceği, bekledikçe küflenecek olan ekmeği bez bir poşete koydum.
Annem ve babamdan israf etmemeyi, yediğim yemeğe şükretmeyi öğrenmiştim. Annem ve babam meyhanede çalışmadan önce yine aynı yerde birlikte çalışıyordu. Belli bir sorunlardan dolayı oradan kovulduklarında bir süre iş bulamadılar. Bu durum da para konusunda sıkıntı çıkmasına sebep oldu. O günler istediğimiz şeyleri değil ihtiyacımız olanları yedik ya da aldık. Yine de aileme onların eksikliğini belli edecek hareketler sergilemedim. Küçük yaşımda bile bir şeylerin farkındaydım. Ailem sayesinde hep olgundum ben, olgun tarafım hep bana yardımcı oldu. Onları anlamamı sağladı. O zamanlarda yediğim yemeğin bir önemi yoktu benim için, ailemin yanımda olması bana yetiyordu.
Bana kattıkları her şeyi yapmaya devam ediyordum.
"Ben tamamım, çıkabiliriz."
"Çıkalım yavrum." Dediğimde evimden ayrılmış ve tekrardan arabaya geçmiştik. İçimde amansız bir heyecan vardı. Onunla yemekten sonra ayrılacağımı düşünen zihnime karşılık onun evinde beraber olma düşüncesi yerleşmişti. Kıpır kıpır hissetsem de dışımdan belli etmiyordum. Mutluydum, yaşadıklarım beni tedirgin etmişti evet ama o varken rahat hissediyordum. Bu gerçeği değiştirmiyordu, yaşananlar yaşanmış uğraşılacaklarla uğraşmıştık.
"Sence," Dedim ansızın. "Bizi takip eden Murat olabilir mi?"
Kısa süreli bakışlarını üzerimde hissettim, aracın içinde ikimizin parfüm kokusu yayılmıştı. "Sanmıyorum. Başka birisi."
Başka kim bizi takip edebilirdi ki?
"Benimle sorun yaşayan bir sürü erkek oldu, işyerinden dolayı. Onlardan birisi olma ihtimali var mıdır?"
Kafamda dönüp duran bir sürü cevapsız soru vardı. Kimin bizimle uğraştığını adlandıramıyordum. Onu bulacağı konusunda güvenim sonsuzdu, halledebilecek olmasının güvenini bana hissettirmişti. Bana olumsuz bir duygusu da olmadığı için tersini beklemek zorlaşıyordu.
"Kendi açından düşünme, benimle sorunu olan birisi de olabilir. Düşmanım çok."
Düşmanım çok.
İşini iyi yaptığını aslında buradan da anlayabiliyordum.
Ne de olsa iyinin olduğu yerde kötü de muhakkak olurdu.
Aniden bir esneme dudaklarımda belirdiğinde, uykumun yavaştan geldiği belli olmuştu. Soğuk bir nevresime sarılıp uyumak istiyordum. Son cümlesinden birkaç dakika sonra onun evine varmıştık. Arabayı garaja park ettikten sonra inmiş ve evin içerisine geçmiştik. Kapıyı kilitledikten sonra üzerimizdeki kabanları kapının hemen girişindeki portmantoya asmıştık.
"Ilık bir duş almak ister misin?"
Aslında çok isterdim. İşten her çıktığımda evde muhakkak duş alırdım. O mekânın kötü yanlarından birisi de havasıydı. Sigara, alkol bir de ter derken kötü kokuyordum. Ama şimdi kendi evimde değildim, uygun olmazdı. Ne zamana kadar bu durumdan kaçacaktım ki?
"Rahatsız olmam diyorsan?"
"Seninle ilgili olanlar beni rahatsız edecek gibi durmuyor."
Fazlaca açık sözlü ve dürüsttü. Bu huyu hoşuma gidiyordu, bazen utandırıyordu ama artık alışır hale gelmiştim. Onu onayladığımda çantamı alırken ben de diğer bez poşeti mutfağın tezgâhına koymuş, sıradan yerleştirmeye başlamıştım. Daha sonra mutfaktan çıktığımda ortalarda gözükmüyordu. Bu yüzden merdivenlerden yukarı çıkarak odasına girdiğimde telefonuyla ilgilendiğini gördüm. Çantamı yatağın üzerine koymuştu. Geldiğimi gördüğünde telefondaki bakışlarını üzerime çekmiş ve odada beni yalnız bırakmadan önce suyu kapatmamam gerektiğini söylemiş ve odadan çıkmıştı. Eşyalarımı alarak banyoya geçtim ve ılık suyun altına girdim. O kadar iyi geldi ki kasılan bedenim rahatladı. Hızla kıyafetlerimi üzerime geçirdim ve kirli sepeti olduğunu anladığım sepete çıkardığım eşyaları attım. Çıktığımda dolaptan giyeceği eşyaları çıkarıyordu, beni görmesiyle çıkardıklarını yatağın üzerine koydu ve bana doğru adımlamaya başladı.
"Ben aşağıdayım." Diyerek yanından geçip gittim. Salona indiğimde lacivert koltuklardan birisine oturdum. Telefonum da yukarıda kalmıştı, tekrar çıkacak enerjim kalmadığı için umursamadım. Duş beni iyice rahatlattığı için uykumu getirmişti. Birkaç saniye geçmesinin ardından gözlerim gidip gelmeye başlamıştı. Arkamdaki yastığa başımı yasladığımda dizlerimde kıvrılıvermişti. Gözlerim tamamen kapandığında burada uyuya kalmam pek de umurumda değil gibiydi. Gözlerimi dinlendirmek için kapattığım gözlerim kaç dakika geçti bilmiyorum ama onun sesiyle hafifçe aralandı.
"Ben burada uyurum, sen bana çarşafla yorgan verir misin?" dediğimde mırın kırın bir sesle söylemiştim. Anlamış mıydı bilmiyordum ama anlamış olmasını diliyordum.
"Aynı evde seninle ayrı uyumak, hiç istemem."
Parmakları beni sardığında havalandım. Sert bir bedene yaslandığımda altımdaki beden hareket etmeye başladı. Odasına gittiğimizi biliyordum, gözlerim ona söylediklerimin ardından kapanmıştı ama hala uykuya tam anlamıyla dalamamıştım. İstediğim soğukluktaki yorgana kavuştuktan sonra sıcak bir bedene çekildim. Arkamdaki sıcaklık sırtımı ısıtmaya başladığımda en son hissettiğim şey ise saçlarımdaki dokunuşu oldu. Günün ışıkları odayı aydınlattığında kirpiklerim usulca kımıldadı. Bedenimi aşırı sıcak hissediyordum. Sanki yorgana sıkıca sarılmış ve başıma kadar çekmiştim. Ama bedenimi hareket ettirerek onun bedenine istemeden dokunduğumda dün gece ona yaslanarak uyuduğumu fark ettim. En son koltuğun üzerine kıvrılıvermiştim, oda beni yatağına kadar taşımıştı. Dün saçlarımdaki ıslaklığı havlu yardımıyla kurutmayı unutmuştum daha doğrusu üşenmiştim. Şimdi ise boğazımda ve başımda bir ağrı hissediyordum.
Umarım hasta olmamışımdır diye içimden geçirdim. Hasta olunca yataktan hiç çıkasım gelmiyor ve halsiz oluyordum. Ve bu durum bazen çok sinir bozucu olabiliyordu.
"Günaydın sevgilim."
Onunla uyanmak huzurla eş değerdi. Onun varlığını yanımda hissetmek bana iyi geliyordu. Yanlışın aksine doğru gibi geliyordu. Ailem yanımdayken onun var olmaları bana nasıl yetiyorsa şimdi de onun var olması bana yetiyordu. Aşk böyle güzel miydi sahi? O geceye denk bana böyle hissettiren bir adam – babam hariç- olmamıştı. Doğal olarak erkeklerle göz göze geldiğimde bakışlarımı çok fazla üzerinde tutmazdım. Çoğunlukla zamanım işte güçte olduğu için etrafı gözetlemeye zamanım olmamıştı. Meyhanede bakıp da o bakışını çekmeyen çok erkekle karşılaştım. Hiçbirini umursamadım, bazı hisler vardır neyin yanlış olup neyin doğru olduğunu bilirdi. İşte onlarınki bana hep yanlış gelirdi. Ta ki o geceye denk. Gece kendimi bir çift gözün hapsinde hissetmek korkutmamıştı beni, bedenimdeki kıpırtı rahatsız olmamdan dolayı değil heyecandandı.
Görmek.
O geceden sonra onu sürekli görmek istedim.
İlk zamanlar görüştük, daha sonra uzun bir süre aramıza girdi. Koskocaman iki ay duygularımın daha da olgunlaşmasını sağladı. Yokluğu onu benden soğutması yerine daha çok bağladı. Böylece ona çoktan bağlandığımı ve etkisinden çıkmakta zorlandığımı fark ettim. Ve hala da devam ediyordu bu etki.
"Yavrum daldın?"
Bir elini çenesinin altına yaslamış bana bakarken parmaklarım yüzüne tırmandı. Tenini severek "seni düşünüyordum." Dedim. Dudaklarındaki kıvrım yükseldiğinde içimdeki mutluluk artmaya başlamıştı. Dişlerinin arasına dudaklarını kıstırdığında bu görüntüsü karşısında ağzım beş karış açılacak sandım. "Off sabah sabah bu yakışıklığın bana fazla, nasıl dayanacağım bilmiyorum." Diye mırıldandığımda bir dudağımın büzülmediği kalmıştı. Sözlerim onu kahkaha atamasına sebep olurken gülüşüne daldım gittim. Dudaklarımı birbirine bastırırken derin bir nefes aldım.
"Beni düşün bir de ben nasıl dayanıyorum bu güzelliğin karşısında. 'Yüzüne bakmaya doyamazdım. Durmadan dolanırdım gözlerinin ardında, ellerini durmadan tutmak isterdim.' Demiş Cumalı."
"Esirgemem senden, hiç esirgemem."
"Biliyorsun şiiri."
Başımı onaylar anlamda salladım. Dudaklarımı aralayacağım vakitte benim telefonumun melodisi kulaklarımızda yer edindiğinde bakışlarımı ondan çekerek komodinin üzerindeki telefona bedenimi döndürerek uzandım.
"Aaa iki romantik an yaşıyoruz şurada." Diyerek sızlanması komiğime giderken gülümsedim. Bakışlarım ekrana kaydığında Defne'nin aradığını gördüm ve aramayı yanıtladım.
"Güzelim nerelerdesin sen ya eve uğradım yoksun. Mesaj atıyorum cevap vermiyorsun."
"Bugün buluşsak öyle anlatsam."
"Birkaç saatlik işim var sonra ben sana haber veririm de bir sorun yok değil mi?" Atalay komodine dönmüş bedenimi kendine doğru çevirdiğinde başını boynuma sokarak derin bir nefes çekti. O da yetmez gibi öptüğünde başını geriye çekmeye çalıştım. Böyle konuşamazdım çünkü.
"Loo sana diyorum."
Atalay inadına başını sürtmeye başladığında gülmeye başladım. Defne bu manyak ne yapmaya çalışıyor delirdi herhalde diye düşünmeye başlamıştır.
"Sorun yok, dediğim gibi yaparız."
"Olur güzelim görüşürüz."
"Görüşürüz."
Komodinin üzerine zorlukla telefonu koyduğumda, sonunda bakışlarım ona dönmüştü. Beni dikkatle izleyen bakışlarıyla karşılaştığımda yanaklarıma çoktan kan toplamaya başlamıştı. Elleri bedenimi sarmış, nefesi yüzüme çarpmaya devam ediyordu. "Bilerek yaptın." Diye mırıldandım. Sesim ince ve zarif bir şekilde çıkarken bu ses tonum bu yoksa söylediklerim mi onu güldürmüştü bilmiyorum. "Ne yapmışım?" diye söylendiğinde birbirimize bakarak gülümsemeye devam ettik.
"Her sabah böyle uyanmak istemek çok mu bencilce?"
Onunla uyanmak. Onunla her sabah bu şekilde uyanmak.
"O zaman ben bu bencilliği çoktan düşündüm."
Ufak bir şaşkınlık yüzünde belirdi. O kadar hoşuma giden tavırları, mimikleri oluyordu ki kocaman adam olmasa hapsedecektim kendime. Yüzümdeki parmaklarının sıcaklığı sanki bütün bedenimi ısıtmaya başlamıştı, çok sıcak hissediyordum. Onun bedeni kolaycı ısıtıyordu beni.
"Bazen direkt bir şeyleri söyleyebilmeni seviyorum."
Ben de.
Senin gibi olamasam da çabalıyorum, içimde kalmasını istemiyorum çünkü. Sonra ardından gelen pişmanlık bir işe yaramıyor iş işten geçmiş oluyordu.
"Bugün boş musun?" diye sorduğunda başımı onaylar anlamda salladım. "Bu hafta sadece hafta sonları gidiyorum da sen neden sormuştun?"
"Seni bir yere götüreceğim."
Atalay ve sürprizleri.
Onunla birlikte vakit geçirmek güzel hissettiriyordu. Gitmesek bile evde konuşsak bile eğlenirdim. Konu mekân değil oydu. Kesin nereye gideceğiz dediğimde söylemeyecekti, o yüzden susup beklemeyi tercih ettim. Lafının ardından belimi okşayarak bedenini yanıma attığında beklemeden beni kendine doğru çekmişti. Sıkıca sarmaladığında yüzlerimiz birbirine dönüktü.
"Seni hiç yanımdan ayırmak istemiyorum."
Gözlerine daha fazla bakmaya devam etsem sanki şuurumu kaybedecekmiş gibiydim. Derine çeken gözleri benim imtihanım olacak ve zorlanacaktım. Bazı istekleri vardı, hemen olmayacak ama olmasını istediği.
"Yeni uyanmama rağmen bakışların ve dokunuşların uykumu getirmeye başladı."
Gerçekten uykum gelmeye başlamıştı. Kalktığımda kedimi dinç hissediyordum fakat şimdi tekrardan onun kollarına çekilip uymak istiyordum.
"O zaman biz de kalkmayız. Zaten seni kollarımın arasından çıkarmak gibi bir niyetim yoktu."
Sustum. Sırtını tamamen çarşafa değdikten sonra bir kolunu benim yastığıma doğru uzatmış, diğer koluyla beni bedenine yaslamıştı. Gözlerim kapandığında boynundan burnuma süzülen kokusuyla derin bir nefes aldım. Aynı zamanda dudakları saçlarımın üzerinde hissettim. Göğsü alevlenen bir yangın gibi yükselmiş ve sonra dinginleşmişti. Orada kalmaya devam ettiğinde, onun da gözlerinin kapandığını düşündüm. Yorgan ve onun bedeniye bütünleştiğimde böyle akşama kadar yatacağımı düşündüm ve bu düşünce içimden iyice saçmaladığımı söylemeye başladı. Daha sonra düşünceler zihnimden uzaklaşmış ve karanlıkla baş başa kalmamı sağlamıştı.
Denizin kokusu burnuma doluşmaya başladığında, çakıl taşlarının üzerinden ayağımda terliklerle koşuşturmaya başladım. Küçük bir kız çocuğu gibiydim. Birisi ardımdan "Koşma." Dediğinde aslında bu ses hiçte yabancı değildi. Hafif esen rüzgâr saçlarımı bir sağa bir sola savuruyordu. Önüme gelenleri hızla kulağımın arkasına sıkıştırdım ve dizlerimi kırarak eğildim. Dudaklarımda tatlı bir gülümseme hâkimdi. Çocuk çığlıkları kulağıma ulaşıyor, denizin dalgası ayaklarıma vuruyordu.
"Düşeceksin diye korkuyorum ama yavrum küçük bir çocuk gibi deli dolu." Dediğinde arkamda bedenini hissetmiştim. Kollarını karnımda sararak ayaklarımı birleştirdiğinde beni kucağına aldı. Komik bir pozisyonda olduğum için kahkaha atmaya başladım. Bedenimi kıstırdığı için ve ben daha fazla gülmeye devam ettiğim için karnım ağrımaya başlamıştı. O beni denizden uzaklaştırarak kurmuş olduğu masaya doğru götürmeye başladığında birkaç insanın gözleri bize değmiş ardından gülümseyerek geri çekilmişti.
Beni sandalyeye oturttuğunda onun da oturan bedenini izledim. "Kahvaltımızı yapalım sonra deniz hanımefendi."
"Çabuk yapalım o zaman, seviyorum denizi biliyorsun."
"Bilmez olur muyum?"
Birlikte kahvaltımızı yapmaya başladığımızda, heyecanım gittikçe artmaya başlayan yağmur gibi kesilmiyordu. Atalay benim hallerimi gülerek izliyor fotoğrafımı çekiyordu. Yine onunla mutlu olduğum bir andaydım. Benim için hep çabalardı, mutluğumu görmek için elinden gelenin fazlasını yapardı.
Yemeğimiz bitene kadar sohbet muhabbet ettik. Sabah erken saatlerde geldiğimiz için sahil çok da kalabalık değildi. Birkaç çocuk kumla oynuyor, gençler ise topla eğlenmeye devam ediyordu. Ortalığı kaldırdığımızda üzerimdeki kıyafetleri çıkardım ve kremlendim. Atalay çoktan kremlenmişti. Denize doğru yürümeye başladığımda Atalay da vakit kaybetmeden yanımda yer edinmiş ellerini ellerimin arasına geçirmişti. Gülümseyerek adımımızı atmışken onun sesini duydum.
"Bu adamın elini sakın bırakma."
Babam karşımda duruyordu. Gülümseyerek ikimize bakıyordu. Yüzünde guru duymuş bir ifade vardı. Kalbimin çırpınışı kulaklarıma ulaşacak sandım, koşmaya başlayacağım vakit bedeni silinip gitti. Karanlığa gömüldüm.
Derin nefes alış verişlerimle göz kapaklarımı araladığımda yatakta yalnızdım. Elim boş çarşafın üzerine dokunduğunda rüyamın etkisinden çıkmakta zorlanıyordum. Babam... O kadar yanımdaymış gibi hissetmiştim ki tam ona sarılmak için koşuyordum ki derin bir kuyuda kayboldum. Bedenimi doğrulttuğumda bakışlarımı odada gezdirdim. Odadaki ebeveyn banyosundan da ses gelmediğine göre aşağıya inmişti sanırım. Odanın boş olmasıyla odayı inceleme fırsatım oldu. Yatağı siyah renkteydi, yine ona uyumlu dolaplar ve perde yerleştirilmiş. Çok da abartılı olmayan ama yine de göze hoş görünen bir odası vardı. Benden önce kalkmış olsa da perdeyi aralamamıştı rahatsız olamam için, karanlığı seviyordum. Yani uyurken hayatta ışıkla yatamazdım. Belki de o da benim gibiydi.
Banyoya geçip elimi yüzümü yıkadıktan sonra yatağı bir güzel topladım ve karartma olduğunu anladığım perdeyi iki yanından kenarı çektim. Hava hala aydınlıktı iyi bari akşama kadar uyumamıştım. Yoksa bütün günümü uyuyarak geçirmek istemezdim. Mesela Atalay ile geçirmek gibi bir yol daha vardı.
Aralık duran kapıdan sıyrılıp merdivenlerden aşağıya inmeye başladığımda bakışlarım onu bulmak için etrafta dolanıyordu. Daha sonra sesli nefes alış verişler kulaklarıma çarptı. Sesin geldiği yöne doğru çıplak adımlarla ilerlerken ayaklarım çoktan soğumaya başlamıştı. Yerler çok soğuk değildi aslında ama çabuk üşüyen yapım vardı. Buna rağmen çorap giymezdim. İnat mıydı yoksa üşengeçlik mi bir türlü çözememiştim. Aralık duran kapıya ulaştığımda tamamen açtım ve onun spor yapan bedeniyle karşılaştım.
Barfiks çekiyordu.
Kulağında beyaz kulaklıklar vardı. Teni demir çubuklarının yukarısına bedenini çekmesiyle terden sırılsıklam olmuş, bedenindeki terler baksırına doğru yol alıyor orada kayboluyordu. Sırt ve omuz kasları olmak üzere bana görsel şölen sunan bedenine öylece dalıp gittim. Ben odanın ortasında kalmaya devam ederken hareketlerini kesti ve parmaklarını çubuktan çekerek ayaklarını yere bastı. Yüzünü bana döndürdüğünde yakalanmış olmamla yüzüm kızarmaya başladı. Kulağındaki kulaklıkları çıkarıp siyah koltuğun üzerine koyduğunda bana doğru adımladı. Ne bir ileriye adım attım ne de geriye. Yanıma gelmesini bekledim ve geldi. Koca cüssesini hep fark etmiştim ama spor yaparken bedeni ayriyeten büyümüş gibi gelmişti. Belki de bu, bütün kaslarının gözümün önünde olmasından kaynaklıydı.
Parmakları belimi sardığında, bedenim bedenine yaslandı. "Sevgilini mi izliyorsun?"
"Evet." Dedim hiç çekinmeden. Az önce utanıyordum ama.
İşte ben de böyle belirsiz biriydim.
"Keyif aldın mı peki?"
O sırıtışı, bedeni ben de farklı bir his yarattı. Tüylerim bir anda diken diken oldu. Karşısında titreyeceğim sandım ama ona alışmam gerektiğinin de farkındaydım. Defneden sonra artık en yakın olduğum kişi o olacaktı.
"Kısa sürdü film." Dedim gülümseyerek.
"Yaa." Yine o dolgun dudaklarını dişlerinin arasına kıstırdığında artık bilerek yaptığını düşünmeye başlayacaktım. Gözlerimiz birbirine çakışmaya devam ederken karşımdaki bedeni kımıldadı. "O zaman bu filme ortak ol ve uzat."
Filme ortak ol derken? Diye düşünürken bir anda bedenim hiç zorlanmadan kucağında yer edindi. Tabi dedi iç sesim bu kaslarla seni taşımaz mı adam? Taşır. Barfiks çubuklarına doğru adımını atmaya devam ederken çoktan ne yapacağımızı anlamıştım. Bazen birlikte spor yapan çiftlerin videosu karşıma çıkıyordu, orada yapacağımızı tahmin ettiğim şey acaba bunun gibi miydi? Benim başım çubuğun diğer ardında kalırken onunki de diğer tarafta kalacak şekilde kendimizi yukarı çekip indirmeye başladık. Daha doğrusu bütün güç aslında Atalay'daydı. Her çubuğun üzerine çıkan yüzlerimiz birbirine denk düştüğünde dudaklarını alnıma değdiriyordu. Benim ayaklarım beline sıkıca sarılmış bırakmak istemiyor gibiydi. İşini biliyorsun sende Firuz.
Ona ben yeter diyene kadar hiç ara vermedi. Günlük rutindi sanırım onun için. Yoksa bu kasların kalıcılığı için devamlılık şarttı. O da bunu gayet yerine getiriyordu bence.
Spor odasından çıktığımızda o ılık bir duşa girmek için banyoya geçmiş ben de birazdan çıkacağımız için hazırlanmaya başlamıştım. Saat 3'e gelmek üzereydi. Evde fazlaca zaman harcamıştık. Ama ben çok keyifli hissediyordum. İçim pozitif enerjiyle doluydu. Hayatta genel olarak enerjimi kaybetmemiş biriydim. Ne kadar kötü şeyler yaşasam da beni bir yerlerden izlediklerinde üzgün görmelerini istemiyordum. Tabi her zaman mutlu olmak çok zor bir eylemdi. Ama deniyordum, illa zorluklarla başa çıkıyordum üstesinden geliyordum.
Üzerime yine tatlı bir elbise geçirmiştim. Saçlarımı açık bırakarak tacımı da saçlarımın üzerine taktığımda, hafifçe bir makyaj yaptım. Atalay da bu sırada giyinmiş bir şekilde banyodan çıkmıştı. Benim beyaz mavi karışımlı bir elbisem, o da lacivert bir gömlek altına da bej bir pantolon giymişti. Dolabındaki aynadan kendime son kez baktığımda bedenini tam arkamda durdu. Yansımadan birbirimize baktığımızda çok yakıştığımızı fark ettim. Parmakları açık saçlarımı hafifçe kenarı çekti ve sırtıma sıcak bir buse kondurdu.
"Çok güzelsin."
Sen de. Sen de çok güzelsin sevgilim.
"Teşekkür ederim. Elbise yakışmış mı?"
Başını omuz çıkıntıma yerleştirerek dudaklarını araladı. "Elbise sana yakışıyor. Böyleyken seni öpmek istediğim tatlılığa ulaşıyorsun."
Başımı eğerek gülümsedim. Kelebekler varlığını belli etmek ister gibi içimde hareketlendi. Kıyafetime karışmak yerine böyle güzel iltifatalar etmesi nasıl hoşuma gitmezdi ki? Parmaklarımı çenesinin altına koyarak yanağına buse kondurdum öpüşümle gözleri kapandığında derin bir nefesi içine çekti. O bana diyordu ama çok yakışıklıydı, güçlü kuvvetli. En çok da merhametli ve düşünceli olması beni ona çekendi.
"Seni seviyorum." Dediğimde buna ihtiyacı varmış gibi gözleri kapalı gülümsedi. Kollarını biraz daha sıkılaştırdığında bir an beni içine katacağını sandım. Bazen benim yapmak istediğim gibi. Kirpikleri kımıldadığında gerdanıma dudaklarını değdirdi.
"Seni seviyorum."
Sırtım göğsünden ayrıldığında bakışlarımız denk düştü. Hava çoktan kararmaya başlamak üzereydi. Sabahtan beridir de hiç yemek yememiştik. O acıkmamış mıydı hala. Ben tabi yatıp dinlediğim için hiç yorulmamıştım fakat o spor yapmıştı. Büyük ihtimalle acıkmış olmalıydı.
"Sen ben uyurken karnını doyurdun mu?"
"Yok yavrum." Dedi. Tam da tahmin ettiğim gibiydi.
"Acıkmışsındır ama." Dedim kaşlarım hafiften çatılarak.
"Alışkınım ben." Söylediği gerçekler sertçe yüzüme çarptığında kaşlarım geri yerine düzelmiş bakışlarımda mahzun bir ifade oluşmuştu. Kim bilir görevdeyken ne yiyip içiyorlardı. Fakat ben onun yanında olduğum sürece ona iyi bakacaktım. Yani hoşuma da giderdi, onun için çabalamak. O da benim için çabalıyor, çabalardı biliyorum. Karşılık beklemek için değil içimizden geldiği için yapıyorduk.
"Görev haricinde yemekleri nasıl hallediyorsun?" dediğimde belimi tutan kollarına ellerimi koydum.
"Çoğunlukla atıştırıyorum. Kendime bakacak kadar yemek yapmayı biliyorum sevgilim."
Başımı sallayarak "Onu ima etmedim." Dedim.
"Biliyorum." Diyerek gülümsedi. Geri çekildiğinde elim boşluğa düştü. Komodine doğru ilerledi ve üzerinde duran cüzdanını, araba anahtarını ve bir de telefonunu aldı. Ceplerine yerleştirirken "Çıkalım mı artık?" diye sordu.
"Olur, çıkalım."
Ben de gerekli olan eşyalarımı aldığımda evden çıkmadan evin anahtarını da almayı unutmadık. Arabaya yerleştiğimizde ilk önce yemek yemek için bir yere gideceğimizi düşünüyordum.
"Nereye gidiyoruz?
"Ekmek arası sever misin?"
Soruma bir cevap vermezken bunu söylemesiyle gülümsedim. "Sevilmez mi?" Cevabını almış gibi önüne döndüğünde bundan sonra hiç konuşmamıştık. Sahil kenarında ücretli park alanına çektiğinde çoktan etraf kalabalıklaşmaya başlamıştı bile. Sahili akşamları gezmek daha güzel oluyordu bu yüzden de insanlar bu saatte yığın ediyordu. Etrafımızı kontrol ederek arabadan indik ve kaldırıma çıktığımızda hiç beklemeden parmakları elime uzandı.
"Tanıdığım bir abi var efsane ekmek arası yapıyor." Diyerek konuşmayı başlattığında yürümeye devam ediyorduk. Birkaç çift fotoğraf çekiliyor, gençler eğlenerek sohbet ediyordu. Gürültü olsa da bu rahatsız edecek bir ses değildi. Belki de yeterince mutluydum ve geri kalanı umursamıyordum.
"Sana güveniyorum. Feci açım ona göre."
"Emir anlaşıldı." Diyerek asker selamı yaptığında dişlerim görünecek kadar gülümsedim. "Sağ ol asker."
Bir anda boşta kalan eliyle başımı kendine doğru çekti ve alnıma sertçe öpücük kondurdu. Çıkan sesle utandım. Söylediklerim hoşuna gitmiş gibiydi. Önüne döndüğünde gülümsemeye devam ediyordu. Sahil kenarından biraz yürüdükten sonra dediği yere geldik. Kurulan küçük sandalyelerden birisine oturduğumda Atalay da siparişleri vermeye gitmişti. Geri geldiğinde küçücük sandalyeye kocaman bedenini oturttu. Böylece gözüme daha büyük geldi.
Parmakları masada birleştiğinde, ben de kollarımı masaya dayadıktan sonra başımı kollarımın üzerine koydum. Gözlerim ondan ayrılmak istemiyormuş gibi seyretmeye başladı. Başı etraftan bana çevrildiğinde dikkatli harelerimle karşılaştı ve göz kırparak "Ne oldu?" diye sordu.
Omuz silkerek "Hiç, seni izliyorum." Dedim.
Duraksadı. İfadesinden duygularını okuduğumda utandığını gördüm. Onu da utandırabilecek şeyler vardı. Yine utanmasına rağmen bakışlarını çekmedi, ben olsam kaçırırdım hemen. Yüz ifadesi durgun bir su gibi yumuşamıştı.
"Yine yapıyorsun." Dedi aniden. Neyi yaptığımı anlayamadım.
Sorgulayıcı bakışlarımı üzerinde tuttum. "Ne yapıyorum?"
"Bana tıpkı o gecedeki gibi meraklı gözlerle bakıyorsun."
Gülümsemem derinleşti. Şimdi bu zamanda böylece kalıp onu izlemek en çok isteyeceğim şeydi. İnsanlar etrafımızdan geçip gidiyor fakat ben, ikimizi bir çemberin içerisine almış ve dışarıya kapatmıştım. "O gün," Dedi ansızın gözlerime bakıyordu ama kirpikleri kıpırdamıyordu. Sanki o zamana dalmıştı, o güne gitmişti. "O kapıdan çıkmak ağır geldi. Arkadaşlarım bir bir sandalyeden kalkıp giderken sadece ben kaldım o masada. Gözlerimi çekememek bir imtihan gibi bedenime sarmalandı. Kaderin sayfası çevrildiğinde bizim için boş beyaz bir sayfa açtı." Derin bir nefes aldığında konuşacaklarına devam edeceğini anladım. Fakat beklediğim gibi olmadı sustu.
"Bana kaba bir şekilde 70'lik rakı sağ ön masadayım dedin?" sorgularcasına. Kaşlarım çatılsa da yalandan çatılmıştı. Aslında söylerken gülümsüyordum. Geriye doğru çekildiğimde ellerim masada kalmaya devam etti.
"O an ses tonumun bu kadar sert çıktığımın farkında değildim. Bir de fazlaca ses olunca yüksek sesle konuşma gereği duydum."
Ciddi bir açıklama yapmasını beklemiyordum. Açık açık neden böyle yaptığını anlatmış hatta böyle yaptığı için de pişman gibi duruyordu. Şakasına söylemiştim ben ama.
"Dürümleriniz geldi efendim." Orta yaşlardaki abi dikkat ettiğime göre yemekleri kendi yapıyor ve masalara da o dağıtıyordu. Gülümseyerek önümüze dürümleri ve ayranları bıraktığında burnuma dolan kokuyla iştahım kabardı. Abiye teşekkür ettikten sonra yanımızdan uzaklaşmasını kısa süre izlemiş sonra önüme dönmüştüm. Dürümün kâğıdını sıyırdıktan sonra pipetimi ayrana batırdıktan sonra sonunda sabahtan beridir aç olan karnımızı doyurmaya başladık. Birkaç lokma boğazımdan kayıp gittiğinde, içimdeki açlık da azalmaya başlamıştı.
"Nasıl? Beğendin mi?"
Ayranımdan bir yudum alarak dudaklarımı araladım. "Beğendim. Fakat sen bir taneyle doyacak mısın?"
"İkiciler yoldadır yavrum."
Başımı onaylar anılmada salladım. Sözde diyete girmiştim ama aslında yanlış yaptığımı öğrenmiştim. Hocayla mesajlaştığımda bana yemek listesi yapmıştı. Tabi bir şey bilmeyince şaşırmıştım. İşte bu listeye yine pek de uyamasam da yapmaya çalışıyordum. Atalay da o kadar yemek yemeye çıktığımız için iki tane dürüm yiyeceğimi hesap edebiliyordu. Yavaştan birbirimizi tanımaya başlıyorduk.
Atalay çoktan ekmek arasını bitirmiş ikincisini beklemeye koyulmuştu. Neyse ki güler yüzüyle abi yanımıza tekrardan geldiğinde ikinci ekmekler de gelmişti. Dediği gibi de vardı bir daha gelirim dediğim yerlerden birisi olmuştu. Atalay'ın bu konu hakkında çok bilgisi var gibi duruyordu, bildiği mekân sayısı fazlaydı. Ondan bir şeyler kapardım artık. Biz Defneyle yeni mekânlar keşfetsek de onunla da güzel yerlerde vakit geçirmiştim. Arkadaş sayısı fazladır diye tahmin ediyordum, ortamı var gibi duruyordu. Ortam demişken aklıma lise arkadaşlarım geldi. Hala grup kurulacaktı ama ses seda yoktu, ama bir sebebi vardır illaki diye bekliyordum. Önceden arkadaşlarımın telefon numarası vardı ama telefonum bozulduğunda bütün kayıtlı olan numaralar gitmişti. Birbirimize ulaşmak için birçok yol vardı fakat bir adım atmaya cesaretimiz olmamıştı sanrım.
"Ellerine sağlık abi, ekmek arası mükemmeldi." Yemeklerimizi yemiştik. Atalay yine hesabı ödemiş, ben seni davet ettiğimim için ben öderim diyerek savunmasını yapmıştı. Bir dahakine ben diyerek aklımın bir köşesine yazdım.
"Afiyet olsun, yine bekleriz."
"Sağ olasın Bekir abi." Dediğinde Atalay'la el sıkışmışlardı. Adını öğrendiğim abiyle vedalaştıktan sonra sahil kenarında biraz yürümeye başladık. Yine parmaklarımız iç içeydi. Adımlarımız senkronize olmuş gibi aynı gidiyordu. Bakışlarım ona kaydığında aynı anda o da bana döndü. Dudakları aralanır gibi olduğunda gözlerim dudaklarına düştü.
"Kumsala inelim mi?" dediğinde ikiletmeden olur dedim. Kısa merdivenlerden ayakkabılarımızla kuma ayak bastığımızda denizin hafif dalgasına doğru ilerledik. Sahilde kimseler yoktu. Ellerimi çekiştirdiğinde yere eğildiğini gördüm, gülümseyerek onun gibi bedenimi kumun üzerine oturttum. Bakışlarım denize kaydığında duyduğum dalga sesleriyle bir süre gözlerim kapandı. Çok geçmeden önümdeki saçlar hafice geri çekildi. Kirpiklerim aralandığında beni izlediğini gördüm.
Derin bir nefesi içine çektiğinde bense ona gülümseyerek bakmaya devam ediyordum. Yüzü gülmüyordu ama gözlerindeki parıltıyı görebiliyordum. "Biliyor musun?" dedim aniden. Gözlerim gözlerinde asılı kalmaya devam etti. Kirpikleri kımıldadığında konuşmamı beklemiyor gibiydi. Şahsen ben de beklemiyordum ama içimde tutamadığım, söylemek istediğim bir şey vardı. Aslında söylemek ve söylememek arasında takılı kalsam da ilki daha ağır bastı ve çok fazla tartamadan dudaklarımın arasından çıktı. Dizlerinin üzerindeki boşta kalan elini de tuttuğumda ellerimizden bakışlarımı çektim. "Sen görevdeyken bir rüya gördüm."
Ondan bir kızım olduğunu.
"Ne gördün?" diye sorduğunda içinde beliren heyecanı hissedebilmiştim. Bu durum benim heyecanımı biraz daha yükseltti.
"Kızımızın olduğunu." Dediğimde bakışlarımı aşağıya düşmüş, yanaklarıma kan toplamıştı. Hala sırıtmaya devam ediyordum. İçimde küçük bir çocuğun heyecanını ve mutluluğunu taşıyordum sanki.
Gözlerindeki siyahlığın büyüdüğüne şahit olduğumda asla ama asla bunu söylememi beklemiyordu. O rüyayı gördüğümde ben de neden böyle bir şeyin bilinçaltıma girdiğini anlamamıştım. Belki de onunla hayal kurmak güzel olduğunu görmem istenmişti. Dudak kıvrımları yükseldiğinde dudakları aralandı. "Yaa, demek kızımızın olduğunu gördün."
Başımı hızla onaylar anlamda salladım. İkimizde de olmayan bir şeyin heyecanına kapılıp gittik. Ona karşı içimde anlam veremediğim güven duygusu vardı. Babamın da söylediği gibi o doğru adamdı? Öyleydi değil mi?
"Anlatsana nasıl gördün?" Onun bunu sormasıyla dudaklarım aralandı. Bütün dikkatini bana vermiş daha fazlası için bekliyordu.
"O gün yine görevden gelmişsin, kapıda seni karşılayan küçük bir kız var. Adını Mira koymuşuz. Masmavi gözleri, bembeyaz teni vardı. Ve tıpkı sende olduğu gibi vücudunda bir sürü ben."
O rüyadan uyandığımdaki gibi kalbim hızla çarpıyordu. Bir süre sözlerimi tartmış ve gözleri gözlerimde asılı kalmaya devam ederken gülümsemişti Karşısında yanakları kızarmış, mutluluğu gözlerinden taşan bir kız vardı. Aramızda bir sessizlik hâkim olsa da içimizdeki gürültü duyulmayacak gibi de değildi. İlk önce bakışları parmaklarımıza kaydı bir süre orada oyalandığında belli belirsiz ismimi söyledi. Hımm gibi bir nida dudaklarımdan çıkarken bakışlarımız tekrardan kesişti. Avuçlarımızdaki sıcaklık sanki kalbimizi de ısıtıyordu. Deniz, hafif dalgasını kıyıya savurduktan sonra naif sesi kulaklarıma ulaştı.
"Beni hep kapıda karşılar mısın?"
BÖLÜM SONU
Ayyy nasıl tatlı son ama. Atalay'ın naif ses tonu beni ağlatacak sanki. Atalay'ı yazarken aynı Firuze gibi oluyorum. Size de böyle oluyor mu?
Bölümü nasıl buldunuz?
Sizce takip eden kim ya da kimler?
En sevdiğiniz kısım neresiydi?
Hatalarım varsa affınıza sığınıyorum, sonraki bölümde görüşmek üzere.
Kendinize çok iyi bakınn.
|
0% |