@rarbezrh
|
14. Ters Yön
Özcan Deniz|Sevdanın Rengi
önceki bölümden
O rüyadan uyandığımdaki gibi kalbim hızla çarpıyordu. Bir süre sözlerimi tartmış ve gözleri gözlerimde asılı kalmaya devam ederken gülümsemişti Karşısında yanakları kızarmış, mutluluğu gözlerinden taşan bir kız vardı. Aramızda bir sessizlik hâkim olsa da içimizdeki gürültü duyulmayacak gibi de değildi. İlk önce bakışları parmaklarımıza kaydı bir süre orada oyalandığında belli belirsiz ismimi söyledi. Hımm gibi bir nida dudaklarımdan çıkarken bakışlarımız tekrardan kesişti. Avuçlarımızdaki sıcaklık sanki kalbimizi de ısıtıyordu. Deniz, hafif dalgasını kıyıya savurduktan sonra naif sesi kulaklarıma ulaştı.
"Beni hep kapıda karşılar mısın?"
🌘
Islattığım kumla yaptığım keke bakışlarım kaydığında memnun olmuş gibi gülümsedim. Çikolatalı kek yapmıştım, sadece sosu kaldığında onu da yapmak için su şişesine uzandığımda ardımdan gelen sesle bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdim. "Yavrum." Kahve saçları gibi olan gözleri üzerimdeyken ayağa kalkıp benden büyük bedenine sarıldım. Onun söylediğine göre aramızda üç yaş fark vardı. Ben 6 yaşındayım o ise 9 yaşındaydı. Saatler önce buraya gelmiştim. Denizin kenarında kendime küçük bir oyun alanı yaratmıştım ki birkaç dakika geçmeden o yanıma gelmişti. "Hoş geldin bey." dediğimde doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için dikkatle yüzünü inceledim. Hala gülümsemeye devam ettiğinde dolgun dudaklarını araladı. Kollarından geri çekildiğimde meraklı bakışlarımı üzerinde tuttum. "Neden böyle konuştuk?" Ellerimi tutarak beni kumun üzerine çektiğinde bir yandan da soruma cevap vermeye başladı. "Babam uzun bir yoldan geldikten sonra annem onu hep böyle karşılar."
"Baban nereden geliyor ki?"
"Görevden." dedi derin bir nefes alarak. "Asker benim babam." dedi gururla.
"Yaa, baban da bizi koruyan askerlerden birisi demek."
"Evet, çok güçlü benim babam."
"Sen de öylesin." dedim yeni tanımış olmama rağmen. "Önemli olan kalpteki güç der annem. Benim kalbim güçlü mü?" diye sorduğunda öylece kalakaldım. Dudaklarımdan bir şey çıkmadan önce fısıldadım. Senin kalbin eminim ki çok güçlüdür, Atalay...
...
Atalay Kırcalı, kırılgan ve naifti.
Atalay Kırcalı, güçlüydü.
Kalbini ellerimin arasına alsam yine bu kadar naif atar mıydı? Aslında kalp atışları bedeni gibi güçlüydü. Öyle güçlüydü ki onu hissedebiliyordum. Bu soruyu sorarken de aynı böyle atmıştı. Heyecanlanmış mıydı? Onun ne kadar dışarıdan sert görünen bir çehresi olsa da içi yumuşacıktı.
Sahi ne demişti?
Beni hep kapıda karşılar mısın?
Bu dalgalanan denizin şiddeti sanki kalbime çarpıyormuş gibi ses çıkarmaya devam ederken karanlık göğün altında birbirimize bakmaya devam ediyorduk. Dikkatli bakışlarım kahve gözlerindeki parıltıyı görebiliyordu. Ellerimiz birbirine tutunmaya devam ediyordu fakat aralarındaki enerji sanki gittikçe artıyordu, terlemeye başlamıştı. Bu anda bunu umursayacak gibi değildik zaten. Ama umursadığımız bir şey vardı ki o da benim vereceğim cevaptı.
Sık sık alıp verdiği nefesleri hissetmek için boşluktaki elimi göğsüne doğru yavaşça götürdüm. Sanki ilk defa dokunuyormuş gibi bir anda heyecanlanmıştım. Dudaklarımı ıslattığımda aralanan dudaklarımın arasından sesli bir nefes verdim. "Benden beklediğin şeyin kaderimizin bir parçası olduğunu hissediyorum. O rüyayı gördüğümde çok garip hissetmiştim, sevgimizin bu kadar ileriye gittiğini görmek sana bahsettiğim o bağı daha da kuvvetlendirdi. Seninle tanışalı çok fazla olmasa da insan kısa sürede birisine alışabiliyormuş, bunu da senin yokluğunda anladım. Etrafına baktığında bir çift gözü arama ihtiyacı duyuyorum, görmek istediğim sensin." Göğsündeki ellerimi kımıldatarak olduğu yeri okşadım. "Bu atışların hep yanımda atmasını, yan yanayken bu kadar kendini belli etmesini istiyorum. Ben seni hep karşılarım, evin yeter ki ben olayım."
Sözlerim bittiğinde kalbimin ritminin yavaşlayacağını düşündüm çünkü söylemek istediklerimi söylemiştim. Ama öyle olmadı, tepkisini merak etmek bu ritmi daha da arttırdı. Derin bir nefes verdiğimde düz çizgi halindeki dudakları kıvrıldı. Bense ona titrek bir gülümsemeyle bakıyordum, gözlerimdeki doluluk nedendir bilinmez akmaya meyilli duruyordu. Onun nefesini yüzümde hissettiğimde ellerimdeki kıpırtıyla bakışlarım oraya kaydı. Ellerimin üzerinde duran elini göğsünde duran elime götürdüğünde sıkıca tuttu.
"Evim sensin." Dedi. "Evim bu küçük kalbin." Diyerek göğsüme koydu ellerimizi. Kalp atışlarımı ellerimin arasında duyduğumda çıkacak diye az daha telaş yapacaktım. Sesine bulaşan netlik aksini düşündürmek istemezmiş gibi çıkıyordu. Dudaklarını ellerimin üzerine dokundurduğunda yeni yeni çıkmaya başlayan sakalları tenimi çizdi. Tatlı bir sızı olsa da hoşuma gitmişti. "Evimi, senin bu ellerini tenimde hissedene kadar anlamamıştım."
Bugün birbirimize yine açıktık. Her şeyin bu kadar net olması güzel olsa da yanaklarımın kızarmasını es geçemeyecektim. O da bunu fark etmiş gibi bakışlarının odağı yanaklarıma düşmüştü. Sözlerinden sonra sadece ona bakarak gülümsüyordum. "Firuze." Dedi ansızın sesi öyle güzeldi ki, dinlemeden edilmiyordu. "Yanakların yine kızardı." Bakışları gökyüzüne kaydığında imalı imalı gülümsedi. "Güneş de yok ama neden kızardı bilemedim."
O güne gönderme yaptığını anlamak pek de zor değildi. Onunla denize girdiğimde güneş çabuk kızartır yüzümü benim demiştim. O da bana yüzünün kızarması için güneşe gerek yok gibi demişti.
"Bilmem acaba neden kızardı?"
"Daha fazla kızartmak isteme fikrini acilen aklımdan çıkarmalıyım." Dediğinde şuanda yemek yiyor olsam kesinlikle boğazıma kaçardı. Düşüncelerimi tam olarak aklımda düzene sokamadan kelimeler dudaklarımdan çıkıp gittiğinde, bunun sonucunun ne doğuracağını beklemekle kaldım. "Çıkaramazsan ne olur ki?" diye sorduğumda sesim mırın kırın bir sesle çıkmıştı.
Dişlerinin arasına sıkıştırdığı dudaklarına bakışlarım kaydığında çok fazla tutmadan hemen çektim. Ama o birkaç saniyelik görüntü zihnime kazınmıştı bile, unutmak ne mümkündü. Dudaklarını araladığında hala gülümsüyordu. "Kızaran sadece yanakların olmaz."
Kızaran sadece yanaklarım olmaz da ne olur?
Tabi bunu söyleyemedim. Ama bakışları her şeyi gayet iyi açıklıyordu. Odağı dudaklarım olunca elim ayağım boşalıyor sandım. O tam şuanda benim düşündüğümü mü düşünüyordu? Düşüncesi bile tenimin alev almasına sebep oluyordu. Atalay'a nasıl bakıyordum bilmiyorum ama dudaklarımızdaki gülümseme gitmiş ciddi bir ifadeye bürünmüştük. Dikkatli bakışları dudaklarımdan çekildiğinde, aynı zamanda bedenini geri çekerek ayağa kalktı. Ellerimden olan ellerimle beni çekiştirdiğinde kumun üzerinden kalkmıştım. Hızlı adımlarına eşlik etmeye başladığımda ikimizden de ses seda çıkmıyordu. Nereye gittiğimiz hakkında bir fikrim olmasa da onun peşinden arabaya kadar gittim. Kemerlerimizi bağlayıp yola çıktık. Arabayı hızlı kullanmıyordu ama kendisi hızlı davranmak istiyor gibi duruyordu.
Bu acelesinin sebebi neydi?
Evinin önüne geldiğimizde, arabadan inmiştik. Sessizce kapıyı açmasını izledim ve ardından içeriye girdim. Üzerimdekini askılığa asmak için uzandığımda bedenini tam arkamda hissettim. Kolunu başımın yanından uzatarak kendi ceketini de askılığa astı fakat geri çekilmedi. Parmaklarımı geri çektiğimde iki yanımdan sarkıttım. Sessiz holde sadece nefes alış verişlerimiz duyuluyordu. Sert parmaklarını belimde hissettiğimde karnımı içime çektim. Aramızda kalan küçük arayı da böylece kapattığında omuz girintime başını yasladı. Açıkta kalan boynumda ilk başta burnunu hissettiğimde derin bir nefesi içine çekti. Ardından o da yetmezmiş gibi dudaklarını değdirdiğinde içimde bir şeylerin kasıldığını hissettim.
"Olmamalı." Dediğinde ne söylediğini ilk başta algılamakta sıkıntı çektim. Gözlerim söyledikleriyle açıldığında ne zaman kapandığını bile anlayamamıştım. Dudaklarımın arasından "Ne olmamalı?" diye fısıldadığımda dudaklarının baskısı olduğu yerde kalmaya devam ediyordu. İçimdeki kasılma bir türlü dinginleşecek gibi durmuyordu. O ise bu halimi fark edebiliyor muydu bilmiyorum ama umarım anlamıyordur diye içimden dualar etmeye başladım.
"Kokun beni bu kadar sarhoş etmemeli."
Damarlarımın arasından kayıp giden kanın çekildiğini hissettim. Sanki sözleri bizzat nefesimin kontrolünü eline geçiriyordu. Karnımı sarmalayan elleri sıkılaştığında onunla bedenim arasında mesafe olmamasına rağmen daha da çekmeye devam ediyordu. Derin iç çekişi kulaklarıma çarptığında gözlerim karşımdaki askılığa zorlukla tutunmaya çabalıyordu. Kapanmak istiyordu aslında fakat kapandığı zamanda kendimden geçip gidiyordum bu yüzden açık kalması daha iyiydi.
"Dön bana bebeğim." Diye mırıldandığında derince yutkundum, boğazımın suya ihtiyacı kendisini kupkuru yaptı. Dönmemi istiyordu ama ellerinin sıkılığını azaltmıyordu, ben de zorlukla kolları arasında yüzümü ona çevirdiğimde göz göze geldik. Kahvelerimiz birleştiğinde onun hareleri yüzümün etrafında gezindi. Yanaklarımdan aşağıya inen bakışlarının son durağı dudaklarım oldu.
"Gül dudaklarını yanakların gibi kızartmak istiyorum."
Açıkça dile getirdikleri içimde bir bomba etkisi yaratmış gibi darmaduman olmuştum. Nefesi yüzme akın ettiğinde o sıcaklıkla eriyip gidecektim sanki. Aramızda hiç boşluk olmaması bedenimi kaplayan sıcaklığın nedeniydi. Ayakkabılarının ucu benimkine değmeye devam ediyordu, nefesi ise nefesime.
"Yeterince kırmızı değil mi?" diye sorduğumda bakışlarının odağı gözlerimi buldu. Hareleri öyle etkileyiciydi ki uzun süre bakışmakta zorluk çekeceğim diye korkuyordum. İsteyip de zorlanmak tam olarak buydu.
"Yeterince değil." Dediğinde yarım yamalak nefes aldım ve tam o anda yüzüme yaklaşan o sıcak nefesi daha fazla hissettim, gözlerim kapandı. Dudaklarının baskısını dudaklarımda hissettiğimde küçücük bir buse kondurdu. Geri çekileceğini düşündüğüm için gözlerimi araladım ve onun açık olan gözleriyle karşılaştım. Kısa bir bakıştık ama o bakıştan ufacık bir buseyle yetinmeyeceğini anladım. Beni öpmesini bekledim ve öyle de oldu. İlkinden daha şiddetli öpüşüyle, başım geriye gidiyordu. Bedenimi sarmalayan elleri olmasına rağmen düşecek gibi olduğumda kollarımı boynuna doladım.
Karşılık vermeye başladığımda dilime bulaşan tat, beni hiç yaşamadığım duygulara sürükledi. Nefessiz kaldığımı hissettiğim an bunu fark etti ve geri çekildi, derin nefesler almaya başladığımda göğsüm hızla inip kalkıyordu. Baktım. Ona nasıl baktım bilmiyordum fakat bedenini yavaşça eğerek beni kucağına aldığında bu sefer bedenine dolanan sadece kollarım değil bacaklarım da olmuştu. Ayakkabılarımız hala ayağımızdaydı ama o bunu umursamadan merdivenlerden çıkmaya devam etti. Tahmin ettiğim üzere onun odasına gidiyorduk. Gözlerimi gözlerinden bir an olsun çekmeden merdivenleri çıkması sonlandığında odasına girdik. Kapıyı ayağı yardımıyla ardımızdan örttüğünde duraksayan adımları yatağa ulaşınca tekrardan son buldu. Bedenimi yatağın üzerine usulca koyduğunda kısa bir süre sonra solumdan ellerini uzatarak lambayı yaktı. Oda biraz olsun aydınlandığında onu net görebiliyordum.
Geri çekildiği anda tekrardan gözlerimiz buluştu. Kollarını iki yanıma koyarak yaklaştığında dudaklarıma uzanarak ısrarcı bir öpüşmeyi başlattı. Birkaç saniye önce öpüşmemiş gibi yine birbirimizi öpmeye devam ettik. Birden elleri bedenime kaydığında nevresimin üzerindeki bedenimi yukarıya doğru çekti, aklıma gelen şeyle dudaklarından ayrıldığımda nefes nefese mırıldandım.
"Ayakkabılarım."
Umursamayarak "Boşver." Dediğinde yaklaşmak istedi ama başımı olumsuz anlamda salladım. "Kirlenecek." Dedim. Hiç hoşlanmazdım, büyük ihtimalle ayakkabılarımızın içi kum olmuştu. Ve ben yatakta küçük bir kırık bile görmekten hoşlanmazdım, rahatsız olurdum. Israr etmem hoşuna gitmemiş gibi seslice nefesini verdi ve geri çekildi. Yere eğilmeden önce ileriye ittiği bedenimi yatağın ucuna doğru çektiğinde ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum. Daha sonra ayakkabılarımı çıkardığında beklediğim gibi içine kum girmişti. Kum taneleri parkeye düştüğünde pek de umurundaymış gibi durmuyordu. Ayağımdaki çorapları da çıkarıp bir kenara koyduğunda, parmakları tenime dokundu. Parmakları sıcacıktı.
Tenime dokunduğunda kaşları çatıldı. "Buz gibi ayakların yavrum." Dediğinde eğildiği yerden kalktı. Başımı yasladığım yerden doğrulttum ve dolaba doğru ilerlemesini izledim. Sürgülü çekmeceyi açtığında bir şey alıp yanıma eldi. Elindekine baktığımda siyah kalın bir çorap olduğunu gördüm.
Ayaklarım üşüdüğü için kalın bir çorap bulmuş, onu giydirecekti.
Sıcacık kumaş tenimde yer edindiğinde gülümsemeye devam ettim, kalbim sıcacık olmuştu. Zaten dakikalarıdır böyleydi ama nedenleri farklıydı.
Kendi ayakkabılarını da çıkardığında bir kenara koydu, başka zaman toparlarız diyerek aklımın bir köşesine yazdım. Yatakta uzanan bedenime yaklaşmak isterken bir melodi odanın içini doldurdu. "Sikeyim ya." Gibi bir şey mırıldanarak kot cebinin arkasındaki telefonunu aldığında hafif kollarımı kırmış onu izliyordum. Bana bakarak kısa bir konuşma yaptığında, telefonu kapatarak geri cebine sıkıştırdı.
"Seni bu halde bırakıp gideceğim yolu sikeyim." Dediğinde bu sinirli hali nedense gülümsememe sebep oldu. "Bir sorun mu var?"
"İşim çıktı gitmem gerek."
Tamamen doğrulduğumda başımı yukarı kaldırarak ona baktım. Başını olumsuz anlamda sallayarak dolabına doğru ilerledi. İçinden siyah bir tişört çıkardığında, üzerindekini bir hamlede çıkardı. Teni gözlerimin önüne serildiğinde sırtındaki birkaç ben yarım yamalak görünüyordu. Atlet giymiyor muydu? Tabi ne diye soruyorsam bizzat giymediğini görmüştüm. Tişörtünü giyerek bana döndüğünde onu izleyen gözlerimle karşılaşmayı bekliyormuş gibi baktı. Dudak kıvrımları yükseldiğinde yatağa doğru adımladı. Derin bir nefes alarak alnıma buse kondurduğunda, gözlerini gözlerimle kesiştirerek dudaklarını araladı.
"Bir saatlik işim var, kapıya bizimkilerden birisini bırakırım korkmana gerek yok. Yalnız kalabilir misin?" diye cümlelerini sıraladığında sonda söylediğine karşılık başımı onaylar anlamada salladım. "Kalırım, sen işine bak."
Ayakkabılarını, uzanıp kenara koyduğu yerden aldığında doğruldu. Ben de bu sırada ayağa kalkmıştım, onu uğurlayacaktım. Sonra ne yapardım bilmiyorum ama o gittikten sonra bakacaktım. Beraber aşağıya kadar indiğimizde, kapıyı aralamadan önce bana doğru döndü. Ondan önce davranarak "Dikkatli git." Diye kısık sesle mırıldandım. Gözlerinden geçen ışık gülümseme sebep olduğunda ikimiz de birbirimize bakarak gülümsedik. Yanağını öptüğümde başını biraz sağa çevirmiş kokumu içime çekmişti. Tatlı tatlı gülümseyerek geriye çekildim ve kapıdan çıkıp gitmesini izledim. Kapanan kapıdan bakışlarımı çektiğimde, askılığa astığım montumdan elime telefonumu aldım. Salona geçtiğim sırada Defneyi aradım. Olup bitenden hala haberi yoktu ve anlatmam lazımdı.
Uzun bir süre görüntülü konuştuk, kendisi işten yeni çıktığı için yürürken benim anlattıklarımı dinlemişti. Son olaylar onu telaşlandırsa da içini rahat ettirmeyi başarmış sayılırdım. Aslında benim de içim pek rahat değildi ama Atalay'ın yanında belli etmek istemiyordum. Belki de bu tavrım onun karşısında güçsüz görünmek istemememdi. Onun beni bu halimi yargılayacak hali yoktu ama yine de böyle görünmek istemezdim.
Üzerimi değiştirmek için çantamın fermuarını açtığımda geceliklerimi çıkarmıştım. Siyah şortlu gecelik takımımı üzerime giymemin sebebi evin yeterli sıcaklıkta olmasıydı. Çıkardığım eşyaları geri yerine dürerek koydum ve dağınık olan odayı zaman geçsin diye toparladım. Kum dolu ayakkabımı temizlemiş parkeyi de bir güzel süpürmüştüm. Daha doğrusu süpürgenin yerini bilmediğim için ıslak mendille almıştım. Onunla sevgili olsak da evini şimdiden karıştırmak gibi olsun istemiyordum, sanki kamera varmış gibi tuhaf hissediyordum böyle zamanlarda. Genel olarak da böyleydi hayatta hep birisi beni izliyormuş gibi hissediyordum.
Saat 12'ye gelmek üzereydi ve Atalay hala gelmemişti. Söylediği saat geçtiğinde belki de işi uzamıştır diye düşündüm, onun gelmesini beklemek için salondaki koltuklara geçmiş televizyondan bir film bularak izlemeye başlamıştım. Birkaç dakika geçmeden telefonuma birkaç bildirim gelmesiyle, bildirimin geldiği uygulamaya girdim. Bedirhan sonunda grubu kurmuştu. Heyecanla guruba girdiğimde hiç sohbet yok sadece telefon numaraları eklenmişti. Ardından Bedirhan yazıyor yazısını gördüm.
Bedirhan 12-A aşko babay grubunu oluşturdu.
Bedirhan: Selamünaleyküm arkadaşlar, numaralarınızı bulana kadar götüm yamuldu. Pardon elim yoruldu xd.
Sezai: Aleykümselam kardeşim.
Siz: Hüngür hüngür ağlarım, hepiniz burada mısınız?
Beyza: 9 kişilik kadromuz tamamdırrrr.
Beyza: çok özlemişim ayy, konuşun.
Siz: Nasılsın beyzam?
Beyza: İyilik güzelim, okuyoruz işte nasıl olunabilirse.
Siz: Ne kazandın?
Beyza: Veterinerlik.
Siz: ya :))))))) Çok sevindimm.
Beyza: sağ olll, bakılacak birisi varsa kapımız açık.
Siz: Tamamdır.
Ozan: biz çıkalım isterseniz birader, dedikodu birikmiştir.
Beyza: ne zaman 8'e düştük de dedikodu yaptık.
Ozan: haklısın unutmuşum.
Ozan: e hanımlar beylerrr, yıllar sonra mı diyoruz?
Bedirhan: Diyoruz gardaşşşşş.
Bedirhan: ıptıs ıptıs ıptıs
Bahadır: yıllardır bu çocuklayım artık siz de anlayacaksınız halimi.
Bedirhan: aa hayatım ayıp ediyorsun ama çocuklarımız duyarsa ne der??
Bahadır: Te Allah'ım ya!
Bedirhan: ben de seni
Grupta ne kadar mesajlaştık bilmiyorum ama kapının yuvasına giren anahtarın sesini işittiğimde bakışlarım sesin geldiği yöne kaydı. Omzumun üzerinden gelen bedenini süzdüğümde montunu askılığa asarak yanıma adımladı. Koca cüssesi tam yanıma gelene kadar ona baktım. Gözlerindeki yorgunluk dikkatimden kaçmadı. Telefonumu kenarı bıraktığımda kollarını belime sararak kendine doğru çektiğinde, karşılık vererek kollarımı boynuna sardım. Geriye doğru yaslandığında göğsüne doğru yatmıştım. Sıcak nefesleri saçlarımın arasına sızmaya devam ederken dudaklarının baskısı nefesinin olduğu yerde yer edindi.
"Bütün yorgunluğum kollarının arasına gelene kadar."
Gülümsedim. Onu göremesem de gözlerini kapattığını biliyordum, benim gözlerim açık olsa da kapanmak üzere gibiydi. O gelmeden önce hiç uykum yoktu aslında ama onun kolları arasında sızıp kalmak istedim. Söylediklerine sessiz kalışımdan itibaren bir süre böylece kaldık. Sonra böyle beli ağrıyacağı için dudaklarımı aralamak zorunda kaldım.
"Yatağına mı geçsek böyle belin ağrıyacak?"
Göğsünden başımı kaldırdığımda usulca kirpiklerini araladı. Dolgun dudakları aralandığında bakışlarım oraya kaydı ve birkaç saat önce yaşadıklarımız gözümün önüne geldi. Utandım. Boğazımı kısıkça temizleyerek bakışlarımı çektim. Geri çekilerek kucağına beni alarak koltuktan kalktı. Merdivenlere doğru adımlamaya başladığında "Yatağımıza." Diyerek bir önceki cümlemi düzeltti.
Karanlıkta ezbere gittiğimiz yoldan geçerek odaya ulaştığımızda, kapıyı ardımızdan kapatarak yatağa adımladı. Nevresimin sağ ucunu kıvırarak bedenimi çarşafın üzerine bıraktığında üzerindekileri değiştirmek için dolaba ilerledi ve gördüğüm son şey ensesinden tutup çıkardığı tişörtü olmuştu. Bakışlarımı başka bir yöne çevirerek başımı yastığa yasladım. Tavanla bakışmam çok kısa sürdü, bedeni yatağa oturmasıyla hafifçe çöken o boşluğa kaydı ardından gözlerine baktım. Üzerine yorganı örttüğünde başını yastığa yasladı. Gözleri kısık kısık bakıyordu, titrek bir nefes alarak yanında duran bedenimi kendine doğru çekti. Boyun girintisine yaslanan burnuma sızan koku, derin bir nefes çekmeme neden oldu. Bedenime sardığı kollarıyla huzurlu bir uykuya çekilmek için hazırdım.
Ne kadar süre geçti bilmiyordum ama bir ara onun sesini duydum. "Bir daha öpmek isterim, hep öpmek isterim." Diye mırıldandığını duydum. Halsizce gülümsedim, uyku mahmurluğuyla "Hıhım, hep öp." Dedim. Sonra güldü ama gözlerim karanlığa çoktan bulaşmıştı bile.
...
"Ben polislik istiyorum aslında, yani babamın hayaliydi bu meslek. Hep eksik bir parçası gibi anlatırdı, bunu duyduğumda küçük yaşımdaydım. Ta o zamanlardan beridir bu istek. Bir zorunluluk değil, bir hayali gerçekleştirmeyi istemek. Başka bir meslek düşünmüyorum."
"Anladım." Dedi gülümseyerek Hafsa Hanım. "Zaten ilk başta önemli olan istediğin mesleği yapmak istemek, bununla başlıyoruz."
"Katılıyorum." Dedim heyecanlı heyecanlı.
"O zaman ilk olarak seviyeni ölçelim, buna göre kaynak ayarlarız. İşte çalışıyorum dedin, ona göre program yaparız." Söylediklerine karşı sürekli başımı onaylar anlamda sallıyordum. Kendimi ilk defa üniversite sınavına girecekmiş gibi stresli hissediyordum, söylediklerini dikkatle dinliyordum. Tabi kendime göre bildiklerim de vardı, bu yüzden sıkıntım yoktu.
"Dershaneye gidecek misin? Ya da özel ders almayı düşünüyor musun?"
"Şuanda para olarak durumum özel derse yetiyor, sadece matematikten almayı düşünüyorum. Diğerlerini de kendim halledeceğim. Zaten geçmişten ders notlarım var."
"Notların varmış süper, ama muhakkak deneme çözmeni istiyorum. Ben sana birkaç yer önereyim durumuna göre bakarsın."
"Olur." Diye mırıldandım.
Hafsa Hanım bütün gerekli olan şeyleri bir kâğıda yazmıştı. Daha sonra rehberlik günleri için haberleşeceğimizi söylemiş ve oradan onu onaylayarak ayrılmıştım. Apartmandan ayrıldığımda Defne'nin çalışacağı mekâna doğru yürümeye başladım. Elimdeki telefonuma bildirim geldiğinde kilidi açarak gelen mesaja baktım.
Atalay mesaj atmıştı.
Gönderen – Atalay
Çıktın mı görüşmeden?
Gönderilen – Atalay
Evet.
Çevrimdışı olduğunda ekranda Atalay yazısıyla karşılaştım. Şimdi de arıyordu. Aramayı yanıtlayarak telefonu kulağıma götürdüm.
"Nasıl geçti yavrum?" diye sorduğunda sanki bütün yorgunluğum geçip gitmişti. Gülümseyerek dudaklarımı araladım. "Güzeldi, her şeyi konuştuk en azından birkaç gündür stres yapıyordum o stresim de geçip gitti."
"İyi iyi, şimdi Defne'nin yanına geçiyorsun değil mi?"
"Evet. Sen hala iş yerinde misin?"
"Öyle yavrum." Dedi sıkıntılı bir sesle. "Uzun sürecek gibi duruyor."
"Ne kadar uzun sürecek?" diye sordum.
"Akşama kadar sürer, tam net bir saat veremiyorum. Belli olunca sana haber veririm ben."
"Tamam o zaman bir değişiklik olursa ararsın."
"Olur yavrum dikkatli git." Dediğinde vedalaşarak telefonu kapattım.
Sabah onun kolları arasında güzel bir güne uyandığımda, beraber kahvaltı yapmıştık. O ise işe geçeceğini söylerken beni de rehber hocasının yanına bırakmıştı. Yoldan bir taksi çevirerek bindiğimde ulaşacağım yere gidene kadar sosyal medyada dolandım. Kafenin önüne geldiğimde taksiciye parayı ödeyerek indim ve kafeden içeriye girdim. Prova yaptıkları için bomboş mekânda istediğim bir masaya geçerek mola vermelerini bekledim. İşi bittiğinde karşımdaki sandalyeyi çekerek oturdu.
"Nereden geliyorsun böyle?"
"Bir ara bahsetmiştim ya rehberlik hocasıyla görüşeceğim diye, onunla konuştum oradan geliyorum."
"Yaa, nasıl geçti?
"Öğrenciliğe geri döndüm diyelim. Yapmam gerekenleri konuştuk, programı ayarladıktan sonra çalışmaya başlıyorum."
Gülümsedi. "Sırt çantan benden o zaman."
"Deli." Diyerek sırıttığımda koluna vurmuştum.
"Eee anlat bakalım?"
"Anlattım ya kızım."
"Anlatmadıklarını." Diyerek imalı imalı baktığında kaşlarımı çattım. Ne ima ettiğini anladığımda ise gözlerim pörtlemiş gibi açılmıştı. "Hiiç." Diye mırıldandım.
"Yeme kız beni." Diye cırladı.
Net anılar gözümün önüne geldiğine dünkü gibi ısındığımı hissettim. Yakınlaşmamız yanaklarımın kızarmasına sebep olduğunda benden bağımsız parmaklarım dudaklarıma dokundu. Sessizliği bozan Defne'nin şaşkın dolu sesiyle daldığım bakışlarımı ona çevirdim.
"Öpmüşmüşsünüz." Diye sessizce fısıldadığında ne kadar sessiz olursa olsun birisi duymuş gibi endişelendim. "Sussana." Diyerek onu uyardığımda beni dinlemeyip gülmeye devam ediyordu. Gözlerimi devirdim sinirle. Uslanmayacaktı bu kız.
"Neyse hayırlı olsun diyelim, ne diyelim."
"Aaa hala konuşuyor, sus kız."
"Tamam tamam, ne yapıyoruz akşam?"
"Ne istersen onu." Dedim. Bir planımız yapmamıştık aslında ama akşam spor dışında bir işim yoktu. Atalay da bu durumu sıkıntı yapacak birisi olmadığı için dert edeceğim bir konu yoktu. Biraz düşündükten sonra masaya doğru eğildi.
"Akşam yemeğe bekliyorum, spordan sonra direk bana geç."
"İşin kaçta biter senin?"
"8 gibi biter."
"Tamam spordan sonra sendeyim, bir ihtiyaç olursa beni ara."
"Tamamdır kuzum."
Son konuşmamızdan sonra vedalaşıp kafeden ayrılmıştım, taksiye bindiğimde Atalay'ın evinin adresini vermiştim. Bugün çalışmıyordum ama yarın işim vardı. Bu yüzden eve vardığımda bana sabah vermiş olduğu yedek anahtarla içeriye girdim. Ayakkabılarımı çıkarıp dolabın rafına yerleştirdiğimde ilk önce banyoya girdim, ellerimi bir güzel yıkadığımda onun odasına geçmiştim. Yatağa uzandığımda aklıma ona haber vermediğim geldi ve yattığım yerden doğruldum. Yatağın üzerine attığım telefona uzandığımda vakit kaybetmeden mesaj yazdım. Belki meşguldür diye mesaj atmak daha doğruydu.
Gönderilen – Atalay
Akşam Defne'nin evine gidiyorum, biraz konuşacaklarımız var spordan sonra ona yemeğe geçeceğim haberin olsun istedim.
Hemen çevrimiçi olmayacağını düşündüğüm için uygulamadan çıkıp Youtube'dan video izlemeye başladım. Biraz uzanacaktım fakat odan gelecek olan mesajı görmeden yatmak istemiyordum. Çok fazla uykum olmamasına rağmen esnediğimde avucumla ağzımı kapattım. Videonun sonuna yaklaştığımda ikinci bir videoya geçecektim ki bildirim geldi. Hemen uygulamadan çıkarak gelen mesaja baktım.
Gönderen – Atalay
Tamam sevgilim, sana birisini göndereceğim o seni spora bırakır oradan da arkadaşına geçersin.
Gönderilen – Atalay
Gerek yok ben taksiyle geçerim.
Gönderen – Atalay
Dediğimi yap yavrum.
Gönderilen – Atalay
Tamam.
Daha fazla oyalamak istemediğim için telefonu kapatmadan önce gerekli alarmı kurduktan sonra telefonu kapatarak başımı yastığa yasladım. Sevgilim kelimesini düşünerek uykuya daldım. Alarmın iğrenç sesiyle kalktığımda üzerimi değiştirmiştim, spor çantamı ayarladıktan sonra evden ayrıldım. Dışarı çıktığımda beni bekleyen adama gözlerim kaydığında benim için arka kapıyı araladı.
"Abim gönderdi beni yenge, haberin vardır diye düşünüyorum."
Yenge?
"Evet haberim var, teşekkür ederim." Dediğimde açtığı kapının aksine ön koltuğa yerleştim. Şaşkın bakışlarını kısaca üzerimde hissettim ki neyse ki çok sürmedi. Arabanın önünden koşarak koltuğa yerleştiğinde arabayı çalıştırmış ve yola koyulmuştuk. Spor salonun adresini ona verdiğimde beni onaylayarak önüne dönmüştü.
"Adın ne senin?"
"Yiğit yenge."
"Nerelisin Yiğit?" diye sordum.
"Kayseriliyim Evelallah yenge."
"Her lafında muhakkak yenge mi diyeceksin sen?"
"Ne diyeyim yenge?" diye kısaca bana baktığında beni anlamamış görünüyordu.
"Firuze de sen bana."
"Olmaz yenge, abim duyarsa benimle bir güzel konuşur vallahi." Dediğinde sırıttı ama altında büyük bir korku yatıyor gibi duruyordu.
"Te Allahım." diyerek başımı benden tarafın camından dışarıya çevirdim. Daha sonra hiç konuşmadık neredeyse, eğlenceli ve komik birisine benziyordu. Dakikalar sonra dikkatli bir şekilde spor salonunun önüne geldiğimizde Yiğit'e teşekkür etmiş ve arabadan inmiştim. O da ben çıkana kadar burada bekleyecekti. Üzerimi değiştirip hocamın yanına geçtiğimde spora başlamıştık. Bugün spor salonu epey kalabalıktı, tabi geç saatlerde daha da kalabalık oluyordu ama yine bugün daha iyiydi.
Saatler süren sporun ardından bitmiş bir şekilde giyinme odasına geçmiştim. İlk zamanlarım olduğu için epeyce zorlanıyordum, tabi bedenim alışkın değildi. Yine ona rağmen benim gayet iyi olduğumu söylüyordu, onun bir bildiği vardır diyerek susup kabulleniyordum. Üzerimdekileri çıkarıp, buraya geldiğim kıyafetleri üzerime geçirdiğimde çantamı da ardından toparlamıştım. Saçlarıma atkuyruğu yaparak giyinme odasından çıkışa doğru ilerledim. Arabaya doğru adımlarken Defne'yi arayarak bir ihtiyaç var mı? diye sordum. Olmadığını söylese de elim boş gitmekten hoşlanmazdım, bir bakkala uğrar alacaklarımı alırdım.
"Şimdiki adres neresi yenge?"
Kemerimi bağladıktan sonra elimle ön camdan yolu işaret ettim. "Sen dümdüz ilerle ben sana tarif edeceğim." Başını onaylar anlamda sallayarak yola koyulduğumuzda birkaç dakikanın ardından hep gittiğimiz yol çalışmada olduğu için başka dar bir sokağa girdik. Bakışlarım, pek de aydınlatmanın olmadığı bu sokağa göz gezdirdiğimde karşımda gördüğüm arabayla kaşlarım çatıldı. Farlar açık olduğu için pek bir şey görünmüyordu.
"Burası tek yön değil mi?"
"Öyle gördüm yenge." Dediğinde bakışlarım çehresine kaydı. Ciddileşmişti. Bir sorun olup olmadığını soracağım vakitte, arabayı durdurdu. Parmakları beline doğru gittiğinde siyah renkteki silahı çıkardı. Gözlerim korkuyla açıldığında "Ne oluyor?" diye mırıldandım.
"Arabada kal yenge, bir de abimi ara hemen."
Telefonumdan hemen Atalay'ın numarasını bulup aradığımda, aynı zamanda Yiğit'e hitaben konuştum. "Sakın inmiyorsun, arıyorum birazdan yardıma gelecekler." Yerinde zor duruyormuş gibi kıpırdandığında o ses kulağıma ulaştı.
Aradığınız numaraya şuanda ulaşılamıyor...
"Aramaya devam et." Diyerek kapıyı araladığında ona engel olamadan araçtan indi. Bir yandan onu aramaya devam ediyor, başka ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bakışlarım ön camda olup bitene kaydığında Yiğit'in kocaman bedeni arabadan inen adamın karşısında durdu. Bir anda karşısındaki adam yere yığıldığında ağzımdan tutamadığım o çığlık duyuldu. Silah sesleri kulağımda çınlamaya devam ediyor korkuyla arabada kalmaya devam ediyordum. Çaldırmaya devam ettiğim telefonuna sonunda yanıt verdi.
"Yavrum bir sürü aramışsın kö-" devamını duyamadan elimdeki telefon alındığında güm güm atan kalbim korkuyla sıkışacak oldu. Siyah maskeyle yüzü kapanmış olan adam elimdeki telefonu alıp yere fırlattığında, çığlık atıp bana dokunmaya çalışan ellerinden kurtulmaya çalıştım. Tam ortasına bir tekme geçirmeyi başardığımda o acıyla can çekişirken bir atakta bulunurum dedim ama onun canı hiç acımamış gibi bana doğru yaklaştı ve yüzüme vurulan yumrukla gözlerim karardı.
BÖLÜM SONU
Biraz alev aldık desem doğru tabir olur muu?
Sonunda ilk öpücük geldii. 🐮
Bu bölümü iki emojiyle anlatın bakalım.
En sevdiğiniz kısım neresiydi? Ya da cümle?
Beğendiniz mi bölümü?
Yiğit sizce kalıcı olacak mı?
Atalay ve Firuze'nin küçüklüğü hakkındaki düşünceleriniz neler? O kısmı beğendiniz mi?
Son kısma gelecek olursam bomba gibi bitti, acaba ne olacak?
Sonraki bölümde görüşmek üzere, lütfen beğenmeyi ve yorum atmayı unutmayın.
Sizleri çok seviyorum.
|
0% |