Yeni Üyelik
15.
Bölüm
@rarbezrh

 

15. Kırcalı

 

Uğur Akyürek|Aşk İzi

 

önceki bölümden

 

"Yavrum bir sürü aramışsın kö-" devamını duyamadan elimdeki telefon alındığında güm güm atan kalbim korkuyla sıkışacak oldu. Siyah maskeyle yüzü kapanmış olan adam elimdeki telefonu alıp yere fırlattığında, çığlık atıp bana dokunmaya çalışan ellerinden kurtulmaya çalıştım. Tam ortasına bir tekme geçirmeyi başardığımda o acıyla can çekişirken bir atakta bulunurum dedim ama onun canı hiç acımamış gibi bana doğru yaklaştı ve yüzüme vurulan yumrukla gözlerim karardı.

 

🌘

 

Acılar daha fazla acılarla örtülür. Bir benzeri Namık Kemal diyor ki: "Büyük üzüntüler ancak büyük üzüntülerle giderilir."

 

Acılar bedenimizdeki yaralar gibi çabucak geçmiyordu. Bir yara sarılır diğer yara kanar. Fakat ruh öyle değildi. Zordu toparlaması, yorucuydu. Telafi edebilecek pişmanlıklara benzemiyordu. Peşimizi bir türlü bırakmıyordu. Öyle bulaşıcıydı ki bütün ömrümü onunla geçirecekmişim gibi hissediyordum. Canım acıyordu, artık toparladım derken yeni bir yara almaktan yorulmuştum. İnsanım ben de dedim içimden, dışımdan söylemeni hiçbir şeye faydası yoktu biliyorum. Ruhumuz nasıl oluyor da bu kadar yarayı kaldırabiliyordu. Nasıl hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyorduk?

 

Sahi hayat devam ediyor muydu?

 

Arkadaşıma gitmek için çıktığımız yolda tanımadığım adamlar tarafından önümüz ve arkamız arabalarla kapatılmış gitmemize izin verilmemişti. Yiğit'e ne kadar ısrar etsem de inmişti şu lanet arabadan. Ona bir şey olmamıştır değil mi? Yoksa bunun pişmanlığıyla bir ömür geçirmek istemiyordum, benim yüzümden birisinin canı yansın istemiyordum.

 

Arabadaydık. Yüzüme inen yumruktan sonra kararan gözlerimi açtığımda farklı olmayan aynı renkle karşılaştım. Başıma örtüldüğünü bilmediğim o şey etrafı görmeme izin vermiyordu. Biz nereye gidiyorduk bilmiyorum ama etrafımı görememek korkmama sebep olmuştu. Ne kadar süre sonra gözlerimi kapalı kalmıştı bir fikrim yoktu. Konuşma seslerini duyabiliyordum fakat önemli şeylerden ibaret değildi bu konuşmalar. Aralarındaki muhabbet öyle mide bulandırıcıydı ki kulaklarımı da kapatmak istedim. Fakat ellerimi acıtan ipin sızısı varlığını belli ettiğinde derin bir nefes aldım. Kalbim sıkışıyormuş gibi hissediyordum ağır bir koku vardı, neydi bu koku bilmiyordum ama tek bildiğim birazdan kusacakmış gibi hissetmemdi.

 

"Nereye götürüyorsunuz beni?" diye sorduğumda konuşma sesleri bir anda kesilmişti. Bütün odak noktaları sanki ben olmuştum. Keşke konuşmasaydım diye geçirdim aklımdan, gidecekleri yeri söyleyecek halleri yoktu ya. Kesseydim sesimi de daha fazla gerginliğimi arttırmasaydım.

 

"Seninkinin basmayı en çok sevdiği yere." Dediğinde hiçbir şey anlamamıştım. Koşuşmaları yavaş olsa da anlaşılır gibi çıkmıyordu. Seninkinin basmayı en çok sevdiği yer. O şimdi ne yapıyordu? Onu aradığımda bir sorun olduğunu anlamış mıydı? Anlamıştır. Öyledir değil mi? Beni arıyordur, bu adamların yanında daha fazla kalmama izin vermezdi. Bulurdu beni. Korkuyordum, yıllar sonra ilk defa bu kadar korkuyordum. Sanki küçük bir çocuktum, bağırıldığında titrerdik ya hani öyle olmak istemiyordum. Güçsüz görünmek istemiyordum fakat elim kolum bağlı olduğu sürece ne kadar güçlü olabilirdim bilmiyordum.

 

"Benimkini bildiğine göre, sana ne yapacağını da iyi biliyorsundur." Dediğimde ruhum korku dolu olmasına rağmen sesim dinç çıkmıştı. Bana söylediği sözlerin ardından gülmeye devam etmişti fakat benden bu cümleyi duyması onu bozguna uğratmış gibi gülüşü kesilmişti. Arından oturduğum yere yaklaşan sesini işittiğime kalbim korkuyla çarptı, kaşlarım çatıldı ne yaptığını anlamaya çalıştım. Ayaklarımı da iple bağlamışlardı, kendimi çuvaldan farksız gördüğüm için nasıl davranacaktım bilmiyordum. Tek bildiğim güçlü durmak zorunda olmamdı.

 

Saçlarımda hissettiğim parmaklarıyla canım yandığı için ağlamamak için kendimi zor tuttum. Saç diplerimin acısını yok saymaya çabalayarak o iğrenç nefesinden bir nebze kurtulmak için ayaklarımı yukarı kaldırarak ileriye doğru ittim. Ayaklarım bir bedene çarpmıştı. Onun bedeni miydi bilmiyordum ama inleme sesiyle amacıma ulaşmıştım. Ayaklarımı birbirine sürterek ipin kaymasını sağlarım diyerek hareket ettirmeye başladım, tek ulaşabildiğim canımın daha fazla yanmasıydı.

 

"Sikerim lan seni, doğru dur."

 

O böyle konuşmaya devam ettikçe, sinirim kat ve kat artmaya devam ediyordu. Tam dudaklarımı aralayarak ona cevap vereceğimi düşünürken başka bir adamın sesini duydum. Abi geldik gibi bir şey mırıldandığında etrafı görmek için çaba sarf ettim ama başaramadım. Sürgülü kapının açılma sesini duymamdan birkaç saniye sonra sertçe kolumdan çekildim. Bedenimi ittirerek yürütmeye başladığında belki bir ümit duyulur diye dudaklarımı aralayarak bağırdım. Kahkaha attıklarında "Geri zekâlı duyacak olsalar ağzını kapatmaz mıyız?" dedi.

 

"Beni bulamaz mı sanıyorsun it." Kolumdaki elini çekiştirdim. Ayaklarımdaki iplerle yürümem o kadar zordu ki bunu bilerek daha fazla hızlı yürütmeye çabalıyordu. Daha sonra yüksek bir sesle açılan kapının ardından beni bir sandalyeye oturttular. Birkaç saniye sonra ellerim ve bacaklarım yetmezmiş gibi bedenimi sarmaya başladı. İpleri saran adama çıkartabildiğim kadar zorluk çıkarttım, canım acısa da direnmek istiyordum.

 

"Açsana lan kafamdakini, suratınızı görünce gülerim diye mi yoksa bu örtü?"

 

Gülme sırası bana geçmiş gibi kahkaha atmaya başladım. Başım geriye doğru atmış gülerken bedenimdeki ipleri saran elin sahibi uzaklaşmıştı. Kafamdaki örtü bir anda çekildiğinde karanlıktan aydınlığa alışmak için gözlerim kırpıştı. Gözlerimin hizasında bana yumruk atanla karşılaştığımda yüzüne tükürdüm. "Harbiden o yüzden örtmüşsünüz."

 

Havaya kalkan elini gördüğüme bir saniye bile gözümü kırpmadım. Canım bugün yeterince acıyordu zaten. Bir yumruğu da yersem kesinlikle gücüm kalmayacaktı ama dayanmak zorunda kaldım. Tak ki o eli durduran bir ses olana kadar. "Abi saçmala tırnağına zarar gelirse Sezer abi bizi siker."

 

Bana bir zarar gelmemiş gibi konuşması saçmaydı. Yanağıma atılan yumruğun hesabını da soracaktım. Hatırlamamla sızısı baş gösterdi, morarmak üzereymiş gibi hissediyordum. Canım feci halde yanıyordu, bense bu acımı göstermemek için direnebildiğim kadar direniyordum. Hayatımda çektiğim ilk zorluk değildi, yapabilirdim. Bunu da atlatacaktım biliyorum.

 

"Ee beyler tırnağına zarar gelirse falan cart curt bir şeyler zırvalıyorsunuz da yanağıma atılan yumruğun hesabını nasıl vereceksiniz?"

 

Karşımdaki adamın kaşları çatılırken bakışları başımı yatırarak gösterdiğim yanağım üzerine çevrilmişti. İlk başta yutkunduğunda bu bahsettikleri adamdan ne kadar korktuklarını anlayabilmiştim. Sezer de kimdi? Bu aralar o kadar saçma insanlarla uğraşıyordum ki, onlardan birisi miydi bilmiyordum. Koyu tenli adam genzini temizleyerek yüzüme doğru eğildi. "Vardı zaten deriz, sana mı inanır bize mi sence?" dediğinde kendiyle çeliştiğini fark ettim. Ne aptal adamdı bunlar.

 

Gülümsedim. Yüzümü yüzüne yaklaştırarak fısıldadım. "Sence seninki diye bahsettiğiniz o adam bu izi görürse ne yapar biliyor musun? Sezer'i falan bilmem ben ama onu iyi bilirim. Bir bakmışsın bunu yapan el kırılıvermiş."

 

Gözlerini sinirle yumarak geri çekildi. Bir şeyler mırıldandı ama tam net duyamadım. Birkaç adam dışarı çıktığında içeride iki adamla kaldım. Bakışlarımla etrafı inceliyor pek bir şey göremeden önüme çeviriyordum. Beni nasıl bulacaktı ki? Aksini düşünmüyordum. Peşimi bırakmazdı, bırakamazdı. Aklıma gelen şeyle dudaklarımı araladım.

 

"Baksana, benim tuvaletim geldi."

 

Bıkkınca gözlerini devirdi. "İyi yap o zaman."

 

"Saçmalama götür beni."

 

"Karı kızla uğraşıyoruz." Diyerek ayaklarımdaki iplere eğildi. Sıkıca bağlanmış olan ipleri kendisi bile zorla çözdüğünde ayaklarımdan ayrılan ipin yokluğuyla ayaklarımı birbirine sürttüm. Kaşınıyordu fakat ellerim yüzünden bu sinir bozucu kaşıntıyı gideremiyordum.

 

"Ellerimi de çöz." Dediğimde gözlerini devirdi. "Dışarı çıkarayım bir de istersen."

 

"Çok konuşma da götür beni."

 

Kolumdan sıkıca tutarak sandalyeden bedenimi kaldırdığında ittire ittire küçük bir odaya soktu. Bakışlarımla etrafı incelemeye başladım. Aşırı pisti. Onun dışında ilgimi çeken küçük bir pencere vardı. Biraz yukarıdaydı ama lavaboya basarak oraya ulaşabilirdim. Halen kapıyı kapatmadığını anladığımda arkamı döndüm. Bön bön bakıyordu.

 

"Mahremiyetten anlar mısın? Çık dışarı."

 

"Bana bak benim asabımı bozma, bir delilik yapmaya da kalkışma."

 

Olur, nasıl istersen.

 

Kapıyı örttüğünde, önlem almak için bir de kilitledim. Vakit kaybetmeden sessiz olmaya dikkat ederek lavaboya çıktım ve sağ çaprazdaki pencereden dışarıya baktım. Bir araba ve orman dışında bir şey yoktu. Üzüntüyle gözlerimi kapattım, hiç mi bir ayrıntı olmazdı. Ne bekliyordum ki nerede olduğumuzu yazan bir konum mu? Tam inecekken aklıma gelen şeyle olduğum yerde kaldım. Araba. Gözlerimi tekrardan pencereye çevirerek plakaya dikkat kesildim. Karanlıkta yanıp sönen lamba sayesinde, gözlerimi kısarak daha net görmek istedim ve istediğimi elde ettim.

 

48 SB 011

 

Plakayı öğrenmiştim fakat bununla ne yapacağımı bilmiyordum. Bir şey görebildiğim için umutlu hissederken onun bir işe yaramayacak olması bütün umudumu soldurmuştu. Kapının sertçe çalınmasıyla kendime geldiğimde kapıyı açarak karşımdaki adama baktım. Kolumdan tutarak geri sandalyeye oturttuğunda ipleri eline aldı. Sıkıca bedenime bağlanan düğümlerin ardından boş depo gibi olan odada yüksek sesli bir ses duyuldu. Bakışlarım sesin geldiği yöne kaydığında içeriye gözlüklü bir adam girdi. Elinde bir de baston vardı. Birkaç adamla içeriye girdiğinde sürekli birileri geldiği için anlamıyordum. Fakat Sezer dedikleri adam bu muydu acaba? Takım elbiseli olgun birisine benziyordu. Elindeki bastonun amacını ise bilememiştim. Sessiz adımlarla tam karşımda durduğunda başımı kaldırdım. Derince yutkunarak dudaklarını araladı. "Sonunda tanışabildik seninle." Dediğinde çatık olan kaşlarım biraz daha çatıldı.

 

"Sezer sen misin?" diye sordum.

 

Dudakları yukarı kıvrıldı. "Namımız duyulmuş."

 

"Şunlardan duydum." diyerek çenemle karşımdaki erkekleri gösterdim.

 

Gösterdiğim erkeklere bakma gereği duymadan bana bakmaya devam etti. Kısıkça boğazını temizleyerek "Peki şunlardan nasıl birisi olduğumu öğrendin mi?" diye sorduğunda gülesim geldi fakat ortam müsait değildi. Etraftakilere baktığımda ellerini önünde birleştirdiklerini gördüm. Neydi bu kadar korktukları anlamıyordum ama birazdan ortaya çıkacakmış gibi hissediyordum. Beni zorla almalarından nasıl birisi olduklarını öğrenmiştim zaten.

 

"Umurumda değil desem. "diye söylendiğimde yürek yemiş gibi çenemi tutamıyordum. Kendimi karşılarında küçük düşürmemek için elimden geleni yapıyordum fakat bunun sonu ağır olmazdı umarım.

 

"Hımm. Umurunda olmasını sağlayalım o zaman." Dediğinde hafifçe bedenini doğrulttu. Parmaklarıyla ceketinin içinden telefonunu çıkardığında aklımdaki sorularla öylece bekliyordum. Birkaç dakika sonra birini arayarak hoparlöre aldığında onun sesini duydum. Aynı anda ağzıma sıkıca kapanan bir eli.

 

"Alo?" diyen mekanik sesini duyduğum gözlerimin dolduğunu hissettim. Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama onun sesini duymak gözlerimin dolmasına sebep oldu. Bütün gardım indireceğimi sandım. Ağzımı kapatan adamın elleri öyle sıkıydı ki, konuşmamın imkânı yoktu. Zorlasam da aldığım tek karşılık biraz daha ellerini sıkılaştırması olmuştu.

 

"Özledin mi beni Kırcalı?"

 

Kırcalı.

 

Kısa bir sessizlik oldu ardından tekrardan onun sesini duydum. "Ne istiyorsun yine şerefsiz it?" Sesi benim yanımdakinden o kadar farklı çıkıyordu ki, düşmanlarına karşı böyle olması tabi ki de beni şaşırtmıyordu ama yadırgıyordum. Adam ellerini yüzüme doğru yaklaştırdığında başımı sağ sola oynatmak istedim fakat başaramadım. Elleri yanağıma dokunduğunda bedenimi etkisi altına alan titremeyle birlikte midemin bulanacağını sandım. "Kimin tenine dokunuyorum şimdi bir tahminin var mı?" diye sorduğunda yaptığı konuşma kalbimin kasılmasına sebep oldu.

 

İstemediğin birinin sana dokunması...

 

Atalay konuşmadı. Sezer denen adam başını sallamasıyla ağzımı kapatan adamın nefesini kulağımda hissettim. "Yanlış bir şey söylemiyorsun." Dediğinde bir nevi uyarı yaptı fakat ne söyleyebilirdim ki zaten? Salak mıydı bu adamlar. Bütün yolu gözlerim kapalı gelmiş etrafı görememiştim.

 

Telefonu bana doğru tuttuğunda ağzımdaki parmaklar geriye çekildi. Derince yutkunduğumda titrek dudaklarım arasından adını fısıldadım. "Atalay."

 

Kısa bir sessizlik oldu. Sesimi duymayı asla ama asla beklemiyormuş gibi çıkan ses tonunda hem telaş hem de korku vardı. "Firuze." Dediğinde arkadan çıkan seslere anlam veremedim. "Firuze sen iyi misin? Bir şey yaptılar mı sana? Hı? Canını yaktılar mı? Konuşsana benimle." Sorularını sıralarken sesindeki korkuyu hissedebilmiştim. Ne kadar çok endişelendiğini anlayabiliyordum.

 

"İyiyim bir şey yapmadılar bana, yapamazlar da zaten." Dediğimde aslında kendime güvendiğim kadar onun içini rahat ettirmek için söylemiştim. Bu pek işe yarayacak mıydı? Sanmıyordum. Ben onun yerinde olsam çok merak ederdim, içim içimi yerdi. O benden iki ay gibi bir süre uzaklaştığında bile aklımı onun dışında bir şey düşünürken bulmak zorlaşmıştı.

 

"Ne istiyorsun orospu çocuğu?" Dediğinde küfürle içim rahatladı. Bu adamlarla normal sohbet etmek mümkün değildi.

 

Merak ediyordum ne isteyeceğini. Beni kaçırmaların ne gibi bir çıkarı olabilirdi? Sorularımın cevabını almak istiyordum zor da olsa. Adamın bir şey söylemesini beklerken yanımdan uzaklaşmasıyla kaşlarım çatıldı. Bir süre sonra telefonla konuşarak yanıma geldiğinde dudaklarımı bir ihtimal için araladım.

 

"Son kez konuşabilir miyim?" dediğimde sesim kendimi acındırıyormuş gibi çıkmıştı. Amacım da buydu ya zaten.

 

"Son kez olduğunun farkındasın, iyi." Dediğinde telefonu bana doğru uzattı. Yanlış bir şeyler söylersem işlerin ters gideceğini biliyordum. Bu yüzden aklımdaki planı uygulayacaktım. Kısıkça boğazımı temizleyerek dudaklarımı araladım. "Hani bana Muğla'da araba alacaktın ya, on bir tane seninkine benzeyen bulmuştuk. Arabaları çok seviyorum biliyorsun, hem de seninkine benzeyen on bir plakalı olan var ya en çok onu sevdim. Senden son isteğim bu." Dediğimde söylediklerimin hepsi yalandan ibaretti. Aslında plakanın kodlamasını yapmıştım. Söylediklerimden bir şeyler çıkarabilmiştir diye ummak istiyordum. Adamların da söylediklerimden bir anlam çıkarmayacağını düşünüyordum. "Seni seviyorum." Dediğimde başımı yukarı kaldırarak ağlamamaya çalıştım. Derin derin nefesler alıyor, onun beni bulacak olması düşüncesiyle rahatlamaya çalışıyordum.

 

Onun cevap vermesine izin verilmeden telefon kapandığında, kötü bir ihtimali düşünmek istemiyordum ama ya onunla son kez konuşma ihtimalimiz olması içime amansız bir ağrı sapladı. Beni sevdiğini söylemeden telefonun kapanması sinirimi bozmuştu. O beni buradan kurtaracaktı, biliyordum.

 

"Son kez istediğin araba olması kulağa epey saçma geldi."

 

Kahkaha atarak söyledikleriyle içten içe ben de güldüm.

 

"Sanane." Diyerek tersledim.

 

Beni umursamamış gibi geriye çekilerek kapıya doğru adımlamaya başladı. Birkaç adamla kaldığımızda gözlerimi kapatarak onunla olan anılarımızı düşünmeye başladım. Bu yerden kurtularak onun kollarına sığınmak istiyordum. Son zaman onun yanında kalmaya başlamıştım. Güvenlik için demişti, korumaya çalıştığı adamlar bunlar mıydı ki?

 

Saatler geçti, bedenimdeki ağrılar artmaya başladı. Adamlar sürekli değişiyordu, bir ara yemek getirdiler ama istemedim. Sen bilirsin diyerek uzatmadan yemeği önümden çekmişti. Çok fazla uykum vardı, bir ara tam dalmışım fakat açılan kapı sesiyle geri uyanmıştım. Gözlerim sürekli kapanmak istiyor ama başaramıyordu. Gözlerimin beyazlığı kırmızıya dönüşmeye başladığını hissediyordum, acıyordu. Boğazım susuzluktan kurumaya başlamış, dudaklarım çatlamıştı. Yine uyumak istediğim bir zamanda gözlerim kapanmıştı ki dışarıdan gelen silah sesleriyle o yarım açık gözlerim tamamen açılır hale geldi. Gözlerim telaşla etrafı tarıyordu. Aniden sandalyeden kaldırıldım ve sırtım bir yere yaslandı. Bir bedene aitti yaslandığım yer. Uzun süre oturup bir anda kalkmamdan dolayı ilk başta bocaladım. Dizlerim çok ağrıyordu. Aniden açılan kapıyla tam başımın üzerinde sivri sert bir cisim hissettim. İçeride olan adamlar teker teker öldüğünde bunların kısa süreli bir hızla gerçekleşmesiyle tutuklu kaldım.

 

Çaresizlik ve korku öyle bedenimi sardı ki, başımı dayalı olan silahın sertliği sürekli yerini belli edercesine başıma dokunuyordu. Kendimi yalnız başımı kalmış gibi çaresi hissediyordum, gözlerimdeki yaşlardan önümü görmekte zorluk çektiğim için gelenlerin kim olduğunu seçemiyordum. Gözlerimde yaşlar zamanını bekliyormuş gibi olduğu yerde kalmaya devam ediyordu. Başımdaki silahın sürekli hareket ettiğini hissediyordum, silahı doğrultan adamın elleri mi titriyordu yoksa beni mi korkutuyordu?

 

"İndir silahı, ikinciyi uyarmayacağım."

 

Çıkan kalın sesi tanımıyordum, o kadar dinç çıkıyordu ki beni korkutmaya yetmişti. Arakamdaki adama karşı yapılan uyarı, onun dudaklarının aralanmasına sebep oldu. "İndirin silahları kız ölür." Dediğinde onun için yanlış bir kapının aralandığını anladım, yanlış tercihlerin cezasını tercih eden çekerdi. Konuşan adamın sesli solukları saçlarımın arasına vurmaya devam ederken, tekrardan duyulan silah sesiyle gözlerim sıkıca kapandı. Arkamdaki bedenin varlığı sırtımdan çekildiğinde yere düşen bedeninin sesi boş depoda duyuldu.

 

"Uyarmam dedim." Diyen ses tanıdıktı. Özlediğim o ses, muhtaç olduğum sıcaklığa aitti. Gözlerimi kıpırdaştırarak sesin geldiği tarafa baktığımda onun kahve gözleriyle karşılaştım. Yeşil kamuflaj kıyafetleriyle karşımdaydı, silahını yere atarak bana doğru adımlamaya başladığında adım atacak halim yokmuş gibi öylece kalakaldım. Acıyan bedenimle zor ayakta durabiliyordum, onun da ilk işi ayaklarımdaki ve ellerimdeki ipleri seri bir hareketle çözmek oldu. Beni bağlayan adam iplerimi çözerken zorlanmıştı fakat o bir çırpıda düğümlerden kurtulmuştu.

 

"Yavrum." Dediğinde sesinin titrek bir hâl alması bütün o gücümü ellerimden aldığında daha fazla kendimi tutamadım. Gözlerimde biriken yaşlar o kadar birikmişti ki aralıksız yeri boylamaya başladı. Hiç ağlamayan, dimdik duran ben onun bir sesiyle alaşağı oldum. Onu gördüğümde bir gece yarısıydı, işte o gece aslında onu tanıdım. Beni yeneceğini gördüm. Bu kadardı her şey, hıçkırıklarım yankılanarak kulağıma tekrardan çarparken elindeki silah ipleri çözmeden yere atmış, şimdi boşta kalan elleriyle sıkıca beni kendine çekmişti. "Bebeğim..." Kelimeleri canımı yakıyordu, acıdan kıvranıyordum. Hiç uzaklaşmazdım değil mi artık buradan?

 

"Yaralanmadın değil mi?" diye sorduğunda elleri çoktan bedenimde kısa bir yolculuğa çıkmıştı. Yara olup olmadığını kontrol ederken ona bir cevap veremedim. Sadece ağlayarak onun varlığına alışmaya çalışıyordum. Saatlerdir yaşadığım korku dolu anımı onunla unutmaya çalışıyordum fakat acısını bir süre çekecektim biliyordum. "Şu yedi saat, şu yedi saat öyle içimi deşti ki. Korktum, seni kaybetmekten korktum. Amına koyayım çok korktum. Başına bir şey geldi diye, canını yaktılar diye içim içimi yedi." Derin bir nefes aldı. "Bunları yaşadığın için özür dilerim yavrum, çok özür dilerim." Dediğinde gözyaşlarını açık kalan boynumda hissedebiliyordum. Ağlıyordu. Bir süre sonra söyledikleri kulaklarıma silik silik gelmeye başladığında gözlerimin karardığını hissettim. En son sesinden duyduğum kelimeler ise "Arka kapıyı aç devrem." Demesiydi. Sonra onun güvenli kollarına çekildim.

 

Cayır cayır yanan ateş elbet bir gün yanındakine sıçrardı. Sen ne kadar uzağa sinersen sin o alevi tenini yakar, canını acıtırdı. İşte hiçbir zaman o alevden kaçmayı başarabilen birisi olmamıştım. Bir anda içine uzanırken bulurdum kendimi, yakardı. Bazen oradan çıkabilmenin yolu ya kendin olurdun ya da bir başkası. Koluna sarılan o elle çıkardın bu çukurdan. Şimdi olduğu gibi.

 

Atalay. Çırpınmaya başladığım anda beni oradan çekip çıkaran adamdı. Zamanın çırpındığım o yerde durması ne garipti. Sanki her şey beni kurtarması için yapılan bir plandan ibaretti. Onunla göz göze geldiğimde her şeyin son bulduğunu, kurtulduğumu anladım. Bir daha yaşamak istemediğim o anları, bir çıpırda unutup sadece ona sarılmak. Zaten en son ona sarıldığımı hatırlıyordum. Dahası yoktu. Bayılmış mıydım? Sanırım öyleydi. Göz kapaklarımı araladığımda yine bir arabanın içerisindeydik. Bakışlarım hızla etrafı incelediğinde yukarı kalkan başımla onu gördüm. Bana bakıyordu. Kahvelerini gördüğüm an içimdeki telaşın yerini büyük bir rahatlama aldı. Derin nefeslerle ona bakmaya devam ederken telaşımı fark etmiş olacak ki parmakları saçlarımı buldu. Açık tutamlarımı geriye doğru tarayarak beni rahatlatmaya başladığında dudaklarını araladı.

 

"Buradayım."

 

Buradasın.

 

Parmaklarım saçlarımı okşayan ellerini bulduğunda onu kendime doğru çekerek sardım. "Beni bırakma."

 

"Asla." Dedi hiç beklemeden kesin ve net sesiyle. "Bırakmam seni bak yanındayım. Hadi san biraz daha dinlen, güvendesin." Dediğinde başımı sessizce sallayarak onu onayladım. Daha sonra dediğini yaparak tekrardan gözlerimi kapattım. Arada sesli soluklarını, dizini bir an sallayıp sonra benim olduğumun farkına vararak durdurduğunu hissettim. Ne kadar süre geçti bilmiyordum fakat bir ara olduğum yerden havalandığımı anladım. Birkaç konuşma sesinden bir kadının telaşlı şekilde konuştuğun duydum fakat ne dediğini anlayamadım. Gözlerimi daha önce hiç açmamış gibi büyük bir yorgunlukla araladığımda hava karanlık görünüyordu. Tavandan bakışlarımı çektiğimde karşımda Defneyi gördüm. Uyandığımı fark etti.

 

"Firuze, iyi misin? Su getireyim mi?" Telaşla bana doğru atıldığında elleri ellerimi bulmuştu. Nasıl görünüyordum bilmiyorum ama kendimi bitkin hissediyordum. "İyiyim." Diye mırıldandığımda diğer soruyu cevap veremedim. Sanki konuşmaya mecalim yoktu. Susamamıştım. Ayriyeten o kadar yeni uykudan kalkmama rağmen hala gözlerim kapanacak gibi duruyordu.

 

"İstersen biraz daha uyu, gözlerin kapanmak üzereymiş gibi bir halde."

 

Tam da az önce düşündüklerimi dile getirdiğinde, düşüncelerimin aksine başımı olumsuz anlamda salladım. "Uyumak istemiyorum."

 

"Benim kardeşimin canı ne istiyor" diye sorduğunda yanımdaki küçük boşluğa oturarak bedenimi kendime doğru çekti. Derin bir nefesi dışarıya verdiğimde dudaklarımı araladım. "Neredeyiz biz?"

 

"Atalay'ın evinde."

 

Aslında başka bir ihtimali düşünmemiştim ama yine de sormak istemiştim. Bakışlarımı odaya çevirdiğimde onun odasına olduğumuzu anladım. Perdeler kapalı olduğu için oda karanlık duruyordu ama beni bulmalarının ardından kaç saat geçmişti bilmiyorum.

 

"Kaç saattir uyuyorum ben?"

 

"Bilmem," dediğinde omuzlarını silkmişti. "Bayağı oldu onu biliyorum. Ama sen bunları şimdi boşver. Acıkmışsındır." Ayağa kalkarak üstten üstten bana bakmaya başladığında, dudaklarında gülümseme hâkimdi. Daha fazla o olayı hatırlatmak istemediğini başka bir yere çekmek istediğini anladım. Bu yüzden daha fazla sorularla boğuşmak istemedim. Yorganın ucunu bir kenara iterek ayağa kalktığımda içi rahat etsin diye dudaklarımı yukarı doğru kıvırdım. "Ne var ki mutfakta? Bir bakalım karar veririz."

 

İmalı imalı sırıttı. "Vallahi yok yok, enişte doldurdu dolapları."

 

"Nerede ki o?"

 

Kapıya doğru adımlayarak aynı zamanda konuşmaya başladı. "Seni bana emanet ederek, çıktı. Nereye gidiyorsun diye sormak benim haddime değildi bu yüzden sormadım." Defne görmese bile başımı anladım dercesine salladığımda beraber merdivenlerden inerek mutfağa ulaştık.

 

"Eveett, hanımefendi. Canınız ne istiyor?"

 

"Sıcak bir çorba." Dedim aklıma ilk geleni. Sanki hastaymışım gibi bol limonlu mercimek çorbası istiyordum. Bunu duymasıyla beni onaylamış, ikimiz yemek için hazırlığa başlamıştık. Çorbanın yanına fırında balık yapacaktık. Yemekleri ocağa ve fırına verdiğimizde Defne arta kalanları yıkarken ben de masayı kurmaya devam ettim. Masaya koyduğum salata tabağının ardından evin içerisinde duyulan zilin sesiyle kapıya doğru hızla adımlamaya başladım. Defnenin arkamdan koştuğum için gülerek bir şeyler mırıldandığını duydum ama ne dediğini anlayamadım. Kapıyı araladığımda karşımda onu gördüm. Siyah pantolon ve beyaz gömlekle karşımda duruyordu. Saçları biraz dağılmış, gömleğinin de kol düğmelerini açmış ve kumaşı yukarı doğru sıyırmıştı.

 

Hiç konuşmadan kollarımı boynuna doladım. Bekletemeden onun parmaklarını da belimde hissettiğimde gözlerim kapandı. Kısa bir süre de olsa kokusu burnuma doluşup uzaklaştığında rahatlamıştım. Doğal olarak da özlemim öyle ağır bastı ki konuşmasıyla geri çekildim.

 

"Bugün yaşadıklarının acısını bunu sana yapanlardan çıkarmak için bütün gün uğraştım. Şimdi evime geldiğimde bana kapıyı açan, kollarını boynuma saran bir kadının olduğunu hatırladım. Bebeğim, bana nasıl bu kadar işledin?"

 

Gözlerimi kaçırarak dudaklarımı yukarı kıvırdım. Havanın soğukluğundan dolayı bedenim üşüyor fakat söylediklerinden dolayı başka bir şeyi umursayacak gibi durmuyordum. Parmakları belimden yana çevrilen yüzüme kaydığında, bakışlarımız tekrardan kesişti. Tam o noktada bir yangın başlıyordu hep, sönmesini hiç istemeyeceğimiz bir yangın. Kalbimin sesini en çok duyduğum an onun yanında olduğum anlardı. Gözlerimi kaçırdım çünkü ne diyeceğimi bilemedim.

 

"Yemek kokusu alıyorum, daha yeni mi kaktın?" diye sorduğunda konuyu değiştirmişti. Başımı onaylar anlamda sallayarak dudaklarımı araladım. "Evet, epey uymuşum sanırım. Aslında canım bir şeyler istemiyordu ama Defnenin zoruyla mutfağa indik. Peki sen? Karnın açtır." Onu eve doğru çekerek ardımızdan kapıyı kapattığımda, tekrardan dudaklarımı araladım. "Sen üzerini değiştir gel ben bir tabak daha koyayım." Başını aşağı yukarı salladı. Yaklaşarak alnıma uzunca dudaklarını değdirdi. Uzaklaşarak yukarı doğru adımladığında bir süre sırtını izledim. Sonra saçmaladığımı fark ederek mutfağa geçtim. Defne fırının kapağını aralamış balığın pişip pişmediğine bakıyordu. Beni görmesiyle eğildiği yerden doğruldu. Yüzümdeki gülümsemeye bakarak o da güldü.

 

"Yüzünü güldüren sebep gelmiş bakıyorum da."

 

Tabak ve çatal kaşık çıkardığımda masaya yerleştirdim. "Evet, geldi." Dedim netçe. Ardından hiçbir şey konuşmadan yemekleri tabaklara koymaya başladık zaten bu sırada da Atalay mutfağa girdi. Gözlerini kapatarak derin bir nefes aldığında, "Mis kokular alıyorum hanımlar, ellerinize sağlık." Dediğinde ikimiz de aynı anda teşekkür ettik. Daha yemeği yemeden bile ellerinize sağlık diyordu. Yumuş yumuş olan kalbimle hep birlikte sandalyelere oturduğumuzda masada hep farklı konular dönmüş, yaşadığım o anları hatırlatacak bir saniye bile olmamıştı. Atalay yanımda konuşmuyordu ama bir işler çeviriyordu hissedebiliyordum. Bir süre sonra yemeklerimizi farklı konulardan konuşarak yemiş etrafı toparlamıştık. Defne bu gece bizde kalıyordu. Onu bu saatte eve gönderecek halimiz yoktu, o yüzden de ona misafir odasını ayarlamıştık. Atalay bir saniye bile beni yalnız bırakmıyor, hangi işin ucundan tutacak olursam o da geliyor yardım ediyordu. Bu halleri öyle hoşuma gidiyordu ki, hal böyleyken de doğru adamı bulduğumu düşünüyordum.

 

Doğru insanı bulmak zordu. Ve ben bunu başarmış mıydım?

 

Defneyi misafir odasından yalnız bırakarak birlikte salona geçtik. Odada hafif bir ışık yanmaya devam ederken Atalay camın kenarındaki geniş tekli koltuğa oturdu. Ayakta kaldığımda neden oturamadığımı anlayamadım. O da ayakta dikildiğimi fark ederek kollarını bana doğru açtı. İlk önce şaşırsam da hadi derecesine başını eğdi ve ben de onu ikiletmedim. Sanki ikiletecektim de. Minik adımlarla kucağına yerleştiğimde ayaklarımı da yukarı doğru çekmiştim. Bir nevi yavru kedi gibi kucağına sindiğimde koca bedeni arasında kayboldum. Parmakları varlığını hissettirmek ister gibi sıkıca bedenime sarılmıştı, kapıda girişte ona sarıldığım andan daha fazla kokusu burnuma doluştuğunda derince nefes almadan duramadım. Evde koca bir sessizlik hâkimdi, birkaç elektrikli aletin dışında duyulan ses yoktu.

 

"Başkalarına da böyle iyi geliyor musun?" diye sorduğunda o koca sessizliği bozmuş, hiç beklemediğim bir soruyu dile getirmişti. Fısıltısı öyle içime işliyordu ki sözleri gibi dokunaklıydı. Konuşurken çenesini başımda hissettim. Büyük avuçları belimi sarmıştı, benimse ellerim karnımızın arasında sıkışıp kalmıştı.

 

"Bilmem." Dedim sessizce. "Senden ve Defneden başka kimsem yok, ben size iyi geliyor muyum bilmiyorum ama ikiniz bana çok iyi geliyorsunuz." Yokluğunu aradığım o ailenin sanki parçaları dağılmış ve onlar toparlıyormuş gibi hissediyordum. O kadar karmakarışık bir yapbozdu ki bu parçaları bir araya getirmek zordu.

 

"Geliyorsun. Sen bana hiç kimsenin iyi gelmediği kadar iyi geliyorsun." Kalbim bu sözleri bekliyormuş gibi yeşermişti. Atalay o çimenleri kazarak içine çiçekleri bizzat elleriyle dikiyordu. Bana iyi gelmesi bazen o çiçekler açan kalbimi korkutuyor, sıkıştırıyordu. Bir şeyi sevdiğinde elinden kayıp gitmesini bilir misiniz? Ben biliyordum. Bir daha bu korkuyu yaşamaktan korkuyordum. Kaçmak istiyordum. Atalay'ın benden uzaklaşmasından deli gibi korkuyordum.

 

"Kollarında her zaman kalabilir miyim?" dedim ansızın. Sanki yanımıza koşuştura koşuştura bir çocuk gelmiş ve bu cümleyi sıralamış gibiydi. Güldüğünü işittim. Parmakları çeneme uzanarak başımı onun yüzüne çevirdiğinde gözleri gözlerimde kaldı. Gözlerindeki yoğunlukla dalıp gideceğim sandım. "Sen gitmek istesen de ben seni bu kollardan asla uzaklaştırmam."

 

"Uzaklaştırma." Dediğimde bakışları dudaklarıma kaydı. Gözlerinde bir yangını başlattığında, onun dudaklarına bakarak onu onaylamam o yangına atılan odun misali tutuştu. Derince yutkunarak dudaklarıma eğildiğinde gözlerimiz bu anda nasıl olması gerekiyorsa öyle oldu, kirpiklerimiz kırpışarak kapandığında tadı dudaklarıma ulaşmıştı. Kalp atışlarım göğüs kafesimden çıkarak aramızda gümbürdemeye devam etti. Yavaş ezgiyle birbirine çarpan dudaklarımız, onun sayesinde ilerliyormuş gibi hissediyordum. Bir an bocalayıp saçma bir şey yapacağım diye korksam da onun böyle bir şeyden beni yargılamayacak olması içimi rahatlatıyordu.

 

Onu öpmek çok garip hissettiriyordu.

 

Tecrübesizdim. Ama onun yanında ne önemi vardı ki, her şeyi bilmek zorunda değildim. İyi ki bu konuda tecrübesiz olduğum için huzurlu hissediyordum, ilkim olması kadar güzel ne vardı ki? Bazı hisler özeldi. Tıpkı öpüşmek gibi. Şimdi o özel anlardan birisini yaşıyordum, onunla ilk gibi. Hep ilk gibi mi hissederdim bilmiyorum ama hep ilk gibi kalbim deli gibi çarpıyordu bunu çok iyi biliyordum.

 

"Hiç adil değil," diye kısık sesle mırıldandı. Dudakları dudaklarımdan kısa süreli ayrılmış kısık gözleriyle bana bakmıştı. O geri çekilince gözlerimi açarak tıpkı onun gibi kısıkça baktım. "Beni senin yanında böyle bir adama çevirmen hiç adil değil." Diyerek lafını tamamladı. Dudaklarını tekrardan dudaklarıma bastırdı. Usulca kımıldatıyordu, sanki tadını çıkarmak ister gibi.

 

"Senin de beni farklı bir kadına çevirdiğini söylesem, adil olur mu?"

 

Dudaklarını dişlerinin arasına sıkıştırarak güldüğünde, bu hali beni çok farklı duygulara sürükledi. Beni öpmüş olmasının yanına onun bu çekici hali eklendiğinde nasıl dayanacağımı düşündüm. Hızlanan nefesimle gülüşü soldu, dudaklarını serbest bırakarak bana baktığında kendi bakışlarımın nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kasıklarımdaki aniden beliren sızlamayla oturduğum yerde hafifçe kımıldadım. Atalay'ın gözleri sertçe kapanmış, her tanesini öpmek istediğim kirpikleriyle göz göze gelmiştim. Dolgun dudaklarını araladığında iki dudağının arasından çıkan sıcak nefes yüzüme çarptı. Kızarmamışım gibi bir de nefesiyle kavruluyordum.

 

"Küçük bir hareketin bile beni tahrik ediyor." Ses tonu beni utandırdı. Daha demin kımıldamam isteyerek olmamıştı, bilinçsizce yaptığım bir şeydi. Bu kadar açık olmasını beklemediğim için de "Utandırma beni." Diyerek sızlandığımda iki kelimeyi bir araya getirdiğim için kendimi tebrik etmem gerekti.

 

"Ya seni utandırmayı seviyorsam?"

 

Hadi ama ben sevmiyordum. Karşında kızarmamın neresi güzeldi?

 

"Ben de seni utandırırım." Dedim küskünce.

 

Gülümsedi. "İşin zor desene."

 

"Zorları severim." Dediğimde ben de gülümsedim.

 

"Beni sevmenden onu anladım." Dediğinde karşılıklı konuşmamız benim sessiz olmamla son bulmuştu. Neden böyle söylemişti ki? Bazen ne söylemek istediğini anlayamıyordum, kafamda canlanan o adamın dışında birisiymiş gibi konuşuyordu. Bunu daha önceden de yapmıştı.

 

"Birbirimize çabuk tutulduk ama." dediğimde derin bir nefes aldı. Konuşmamdan sonra âdemelması aşağı yukarı hareket ederken bakışlarım tam o noktaya kaymıştı. "Hıhım." Diye mırıldanarak başını boynuma soktuğunda tekrardan yanmaya başladığımı hissettim. Sanki sönmüş gibi. Dudaklarını tenimde gezinirken gözlerimi açık tutmaya çalıştım ama başaramadım. Dudakları sürekli farklı noktalarda geziniyor, beni zorluyordu.

 

"Atalay ne yapmaya çalışıyorsun?" dediğimde sesim kısık bir şekilde çıkmıştı. Son kez dudaklarını tekrar değdirerek geri çekildiğinde "Öpüyorum." Diye mırıldandı. Kaşlarımı öyle mi? derecesine yukarı kaldırdım. "Sahiden mi? Ben de altında başka bir neden var zannetmiştim."

 

"Hatta bu gece senden uzak kaldığım anlardaki özlemimin acısını çıkarmak için daha fazla öpeceğim."

 

Hı? Daha fazlası?

 

Sözlerinden sonra kucağında benimle birlikte ayağa kalktı ve odasına doğru adımlamaya başladı. Odaya varmadan önce hissettiğim en ağır duygu heyecandı. En net gördüğüm şeyse onun tutku dolu bakışları.

 

BÖLÜM SONU

 

Geldim sonunda.

 

Bu Sezer kim sizce?

 

Yiğit'e ne oldu?

 

En sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

 

Bölüm nasıldı?

 

Son sahnelere ne diyorsunuz peki? 🙃 Özlem öyle kolay giderilir mi, bilemiyorum.

 

Lütfen bölümleri beğenmeyi ve yorum atmayı unutmayın. Karşınızda aşırı mutlu olacak birisi olduğu için söyleyeyim istedim. ♡

 

Sizleri seviyorum, sonraki bölümde görüşmek üzere.

 

 

Loading...
0%