Yeni Üyelik
16.
Bölüm
@rarbezrh

 

16. Pişmanlık

 

Hümeyra|Tutsana Ellerimi

 

önceki bölümden

 

"Hatta bu gece senden uzak kaldığım anlardaki özlemimin acısını çıkarmak için daha fazla öpeceğim."

 

Hı? Daha fazlası?

 

Sözlerinden sonra kucağında benimle birlikte ayağa kalktı ve odasına doğru adımlamaya başladı. Odaya varmadan önce hissettiğim en ağır duygu heyecandı. En net gördüğüm şeyse onun tutku dolu bakışları.

 

🌘

 

Karanlık odanın ışığını yakma gereği bile duymadan yatağa doğru gittiğini tahmin ettiğim adımları saniyeler sonra tahminimi doğruladığında yumuşak yüzeye sırtım değmişti. Bedenlerimiz tekrardan birbirine değdiği anda içimde yanıp sönmeyen o ateşin daha da harlandığını hissettim. Ellerini iki yanıma koyduğunda yüz yüze geldik. Koca cüssesi sayesinde başka bir şeyi görmem mümkün olmazken, sıcak nefesi yüzüme çarptı. Ellerim öylece yatağın üzerine duruyordu, nereye koyacağımı bilemesem de dudaklarını aralamasıyla bu düşüncem de aklımdan kayıp gitti.

 

"Seni hiçbir zaman yanımdan ayırmak istemiyorum." Dediğinde çıkan ses tonu sayesinde bu ortama nazaran gözlerimin dolacağını sandım. "Acılarda yine bir kapımın olduğunu, o kapıyı geldiğime yaralarımın sarılacağını hep hissetmek, birisine ihtiyaç duyduğun her an sana gelebilmek, canının yanmaması için seni kollarımın arasından çıkarmak istemiyorum. Eğer gidişin senin kaçırıldığını öğrendiğimdeki gibi çaresiz biri hissettirecekse gitme. Delirdim. Seni bulamadığım her saniye delirdim. İşler istediğim gibi gitmediğinde köşeye sıkışmış gibi hissettim ve bir daha bunu yaşamak istemiyorum. Fakat en çok senin onların yanında yalnız başına kalman, en çok bu yaktı canımı." Varlığımı hissetmek ister gibi ellerinin tersiyle yanağımı okşadı.

 

Uzun uzun konuşsun, hiç susmasın istedim. Burukça gülümsedim. Bakışları titrek gülümsememe kaydı. Dudaklarımın kenarında oluşan çukura naifçe dokunduğunda dudaklarını ıslatarak araladı. "Öpmesem içimde kalacak, öpsem ben kalakalacağım."

 

Atalay başını eğdiğinde otomatik olarak ellerim saçlarını buldu ve okşadı. Yumuşacık saçları vardı. Onunla tanıştığımda saçları kazılıydı, şimdi ise tel tel saçları vardı ve ben iki haline de ayrı ayrı düşüyordum. Bahsettiği çukurlara dudaklarını bastırdığında gözlerim kapandı. Saç tutamları burnuma değmiş ve kokusunu bırakmıştı. Öptüğü yerden uzaklaşan dudaklarının yolu bu sefer de moraran yanağım olduğunda, aklıma yerleşen yaşadıklarımla gözlerim doldu.

 

"Hatırlatmamak için susayım dedim ama canını yaktılar. Bu morluğa sebep olan benim, koruyamadım seni." Dediğinde hiç beklemediğim bu sözlerinin ardından kaşlarım çatıldı. Asla aklıma gelmeyen düşünceleri dudaklarından duymak şaşırmama sebep oldu. Nasıl böyle düşünürdü? İtiraz etmek amacıyla dudaklarım aralandı. "Bunların yaşanması senin hatan değil, asla suçu kendine yüklemeni istemiyorum." Derin bir nefes aldım. "Hem bana bir şey olmadı, ben iyiyim. Yanındayım."

 

"Yanımdasın evet, bir daha asla ayırmayacağım." Dediğinde gülümseyerek karşılık vermek istedim. Yanaklarıma doğru süzülen yaşın varlığını hissetim ama parmakları yaşlarım boynuma ulaşamadan duruma el attı. "Hep böyle kucağında mı olacağım yani?" diye sorarak gülümsediğimde ne kadar içinde gülümsemek gelmese de ben gülüyorum diye güldü.

 

"Evet."

 

Gözlerimi kocaman açtım. "Memnuniyetle." Diye pat diye söylediğimde bunu dediğime inanamadım. Ay ben nasıl bir insan olmuştum. Bildiğiniz kucağında olmaya meraklı olduğumu dile getirmiştim.

 

"Ama sen böyle konuşursan ben seni öperim." Dediğinde bir anda ciddileşmişti. E doğal olarak ben de ciddi bir duruşa geçtim. Ağzımın dışından varla yokla "Daha demin öpmemiş gibi." Diye mırıldandığımda duyduğundan emindim.

 

"Ha bir de geri adım atmıyorsun." Bir kaşı havaya kalkmış cesur hareketimi soruluyordu. Omuzlarını silkti. "Sen bir adım gelirsen, ben iki adım yaklaşırım yavrum." Dediğinde yanağımdaki parmaklarını belime indirerek sıktı. Acıdan ziyada farklı bir nedenden dolayı inlediğimde gözlerim yarı kapanmıştı. Başını boynuma yaklaştırdığında yanıyorum diye bağırsam geldi. Dudakları eziyet etmek istiyor gibi usul usul tenime değiyordu. Kirpiklerim deli gibi kırpışırken onu durduracağım anda başını geriye çekerek kısık gözlerle baktı.

 

Öyle bakma... Kısık gözlerle bakma.

 

"Uyuyalım mı bebeğim?" diye sordu. Öyle bak bak, sonra konuş konuş bir de uyuyalım de. Pek uykum yoktu ama onun yorgun olduğunu düşünüyordum. Gözleri uykusuzluktan biraz şişmişti. Bu yüzden uykum olmasa da onu uyurken izlerim diye başımı onaylar anlamda salladım. "Olur, uyuyalım."

 

Yorganın ucunu kavrayarak çektiğimizde içine girmiştik. Üzerimizi örterek beni kendine çekti. Başım göğsüne yaslandığında boynuyla karşı karşıya geldim. Bedenine iyice sinerek parmaklarımı göğsünde birleştirdim. Göğsü yavaşça inip kalkmaya devam ediyor ve gecemi huzurlu edeceğini belli ediyordu. Başımın üzerindeki çenesi hareket ettiğinde konuşacağını anlamıştım.

 

"İyi geceler, seni seviyorum."

 

Şimdi uyuyabilirdim işte.

 

Dudaklarını saçlarımın üzerine değdirerek derince bir buse kondurdu. Koklayarak öpüyordu. Hissedebiliyordum bunu. Tam böyle anlarda kalbimdeki kelebeklerin harekete geçtiğini biliyordum. Atalay beni mutlu etmeyi çokça başarıyordu.

 

"İyi geceler, seni seviyorum."

 

O uyuyana kadar birkaç kez dudakları saçlarıma değmiş varlığını hatırlatmak ister gibi derin derin nefesler almıştı. Yeterince uyuyamama rağmen onun yanında uyuyasım geliyordu. Atalay'ın bende bıraktığı etki çok fazlaydı. Ona çok kısa sürede alışmıştım ve hiç bırakmak istemiyordum. Ona güvenme konusunda hislerim hiçbir zaman onun yanından uzaklaşmak istememişti. Ve hala da istemiyordu. Mutluydum. Çaba göstermesi, bu ilişki için çaba göstermemiz iyi hissettiriyordu. Kısa sürede uykuya daldığımı hatırlıyordum. Sabah gözlerimi boynumdaki baskıyla araladığımda, vücudumda artan sıcaklıkla sinirle uzaklaşmaya çalıştım ama kulaklarıma çarpan homurdanmadan hiçbir şey anlayamadım. Gözlerimi tavandan çekerek üzerimdeki baskının sebebine baktığımda onu gördüm.

 

Başını boynuma sokmuştu. Boynumu mu öpüyordu o?

 

"Atalay." Diye söylendiğimde sesim inler gibi ve yeni uyandığım için çatallaşmıştı. Ama ne fayda uzun ve sert baskıları devam ediyordu. Parmaklarımı ittirmeye çabalasam da pek faydası olmuyordu çünkü bedeni üzerimde sayılırdı. Koca cüssesini hareket ettirmek kolay değildi. Bu yüzden ayaklarımla geri çekilmesini sağlamak istedim ama elleriyle bacaklarımı tutarak beline sardı. Kendisine doğru bastırdığında, boynuma vuran nefesinden iç çektiğini anladım.

 

"Bir alev halinde düştün yüreğime. Söndürülmesi mümkün değil, üstüne o alevi harlıyorsun. Ki senden gelen başım üstüne. Kül olmaktan da korkmuyorum."

 

Ansızın kalbime girmiş ve onun için hazırda bekleyen kapılarını aralamıştı. Sahi bunda hiç zorlanmamıştı. Kendine bulduğu o yerden yüreğime öyle dokunuyordu ki sözlerinden bunu anlayabiliyordum. Gözler dalıp giderdi ya hani sözleri tam olarak onun gözlerine kaybolmama sebebiyet veriyordu. Ki halimden de memnundum, onunla ilgili olan şeyler beni mutlu etmekten başka bir duyguya sürüklemiyordu.

 

"Sadece yanıp kül olan sen olmayacaksın, o alevin içerisinde ben de varım. O yangın gözlerinde başlıyor ve tam o noktada bitiyor."

 

Akan her saniyede biraz daha ona kapılıyordum. Beni etkisi altına alan gözleri yetmezmiş gibi bir de şimdi bedeniyle üstünlük sağlıyordu. Dudaklarını dişlerinin arasına kıstırdığında gözlerimin odağı oraya kaydı. Sıkıca bastırdığı için bir an kanacağını sandım bu yüzden canı yanmasın diye parmaklarımı dudaklarına götürdüm. "Yapma." Diye mırıldandığımda bakışlarında bir değişiklik olmadı. Dişlerini dudaklarından çekmesinin ardından parmağıma dudaklarını değdirdi.

 

"Yanan sadece yüreğim değil." Dediğinde kaşlarım anlamsızca çatıldı. "Ne peki?" diyerek hemen sorduğumda başını aşağıya doğru eğdi ve derince yutkundu. Nereye baktığını anlamak için tam o noktaya baktığımda gözlerimi belerttim. Ama ben hiç böyle düşünmemiştim ki. Ellerinin arasında duran ellerim kaskatı kesildi.

 

"Öyle bakarsan daha fazla canım yanar, zaten yeterince yanıyor."

 

Donup kalmak buysa eğer şuanda aynen böyle olmuştum. Sıkıntısını açıkça dile getirmese de bu şekilde konuşması utanmama sebep oldu. Yanaklarım zaten kızarıktı iyice kasılmaya başlamıştı. Surat ifadem nasıldı bilmiyordum ama gülmesiyle sakin bir nefes aldım. Ellerinin arasında duran parmaklarımı saçlarına doğru götürdüğünde, okşamamı ister gibi baktı. İki farklı duyguların arasındaki değişim o kadar hızla gerçekleşmişti ki uyum sağlamakta zorlanacağım sandım ama öyle olmadı. Kollarımı gererek saç tutamlarını ilk önce okşamak yerine başının arkasından tutarak kendime doğru çektim. "Gel buraya koca bebek." Diyerek mırıldanmam hoşuna gitmiş gibi sırıttı. İkiletmeden başını göğümse yasladı ve aşağıdan aşağıdan bana bakmaya başladı. "Yavrum asker adamı da bebek yaptın." Dediğinde şakasına kaşlarını çatarak ciddileşmeye çalıştı ama içimde şakasına bile ciddi olmak yoktu.

 

"Ne yani yapamaz mıyım?"

 

Uzanarak dudaklarıma kısa bir öpücük kondurdu. Kısa ama etkili hareketleri de beni bocalatabiliyordu. "Senin olacaksam her şekilde olurum."

 

Aferin gözüme girdin demek aklımdan geçse de sustum ve gülümsedim. İçime şuanda katasım geliyordu acaba yapabilir miydim? Saçlarının arasına dudaklarımı değdirerek mis gibi kokusunu burnuma çektim. "Çok güzel kokuyorsun sevgilim." Dediğimde utancımı bir kenara bırakmıştım. Aslında çok fazla utangaç bir insan değildim ama onunla tanışmamın ardından kendimde gördüğüm en fazla olan şeydi artık. Sözleri hatta bir bakışı bile yetiyordu.

 

"Keşke sen de ne güzel koktuğunun farkında olsan." Dediğinde burnunu gerdanımda dolaştırmaya başladı. Tepemde sayılırdı, bir de böyle yapması beni zorluyordu. Derin soluklara hareketine devam ediyor. "Tam bu noktada kokunu daha çok alabiliyorum, sanırım yerimi buldum." Dudakları konuştuğu için tenime değiyor huylanmama sebep oluyordu.

 

"Burada kalmak için bahane arıyor olmayasın?" Sağ dudağı yukarı doğru kıvrıldığında o serseri gülüşünü görebilmiştim. Etkilenmedim desem yalan olacaktı.

 

"Ne münasebet, ben bahane aramam yaparım."

 

Bir şey söyleyecek gibi oldum ama son anda vazgeçtim. Sessizlik odayı ele geçirdiğinde kendimi huzurlu bir sabaha uyanmış olduğum için mutlu hissediyordum. Kolları arasındaydım ve aşırı terlemiş hissediyordum. Dakikalardır bu haldeydik ve doğal olarak sıcak olmuştu. Umarım kokmuyorumdur diye düşünürken bu düşünceyle dudaklarımı aralamak zorunda kaldım. "Duş almam gerek." Dediğimde nefesini seslice vermiş ve benden uzaklaşmıştı.

 

"Tamam yavrum, senden sonra ben de gireyim."

 

"Olur." Diyerek sessizce mırıldandığımda üzerimden çekilerek ayağa kalkmıştı ben de yorganın ucunu bir kenara atarak zemine çıplak ayaklarımla bastım. Küçük adımlarla banyoya geçtiğimde kapıyı kapatmış ve ardından suyu ayarlamıştım. Ilık suyun altına girdiğimde çok eğlenmeden çıkmıştım fakat bedenimde çıkmaya başlayan tüylerle sinirim bozulmuş almam gerektiğinin sinyalini ağılayabilmiştim. Defneyle bu konuda birbirimize yardımcı olduğumuz için kuaföre gitmeye pek gerek duymuyorduk. Genital bölge hariç diğerlerini kendimiz halledebiliyorduk ve acilen halletmemiz gereken işler vardı.

 

Banyodan bornozla çıkacağım vakitte tam da bu konu yüzünden çıkamamış ve benden sonra o da gireceği için odada olmalıdır diye düşünerek Atalay'a doğru seslenmiştim. Kapının arkasına gizlendiğimde o da bu sırada sesimi duymuş ve bana doğru yaklaşmıştı. Elinde duran kıyafetlerimi fark ettiğimde gülümsedim. O çoktan giyeceğim kıyafetleri ayarlamıştı bile. Uzatarak "Al bebeğim." Dedi ve sözlerine karşılık teşekkür ederek kapıyı kapattım. İç çamaşırlarımı giyerken onun seçmiş olmasının verdiği hisle utanarak giyinmiş sonra da bu düşüncelerimi def etmek için kafama bir tane vurmuştum. Çıktığımda beklemeden o da girmiş, düzeltmiş olduğu yatağın üzerindeki eşyalara doğru ilerlemiştim. Saç havlusunun üzerine kurutma makinesini ve tarağımı çıkarmıştı.

 

Bu kadar ince düşünceli bir adamı seviyordum işte.

 

Kurutmaya üşenmeden fişe takmış ve saçlarımı hem kurutmuş hem de taramıştım. Atalay'da bu sırada ellerindeki saç havlusuyla odaya girmişti. Saçlarına götüreceği vakitte yatağa oturdum ve yatağın üzerine vurarak onu çağırdım. "Ben kurutmak istiyorum." Gözlerini gözlerimden uzaklaştırmayarak oturmasını istediğim yetere oturdu ve havluyu ellerime doğru uzattı. Yumuşak kumaşı saçlarına sürtmeye başladığımda dik duran omuzları çökmüşü. Ayaklarımı bağdaş kurmuştum, saçlarını uzun bir süre kurutmamın ardından parmaklarımı omuzlarını çıkarmıştım. Dokunmamla ilk önce bedeni kasılmıştı. Parmaklarını geriye doğru bacaklarıma uzattığında ne yapmaya çalıştığını anlamadığım için merakla bekledim. Bağdaş kurduğum ayaklarımı çözüp belinin iki yanında karnında doğru uzattığında şaşkınlıkla kalakaldım. Ani hareketlerine hayrandım.

 

Ben omuzlarına dokundukça gevşeyemeye başlamış, işe yaramaya başlamasıyla ovmaya devam etmiştim. Ben omuzlarına dokunurken Atalay da ara ara ayaklarımı okşayarak varlığını hissettiriyordu.

 

"Yeter sevgilim, uğraşan ellerini öperim." Dediğinde sadece sözle kalmamış icraata da geçmişti. İşim bittiği için ensesine bir öpücük kondurmuş ardından kalkmak istemiştim ki birden sırtına alarak beraber kalkmamızla küçük bir çığlık dudaklarımın arasından çıkmıştı. "Atalay ne yapıyorsun?" diye sorduğumda odadan çoktan çıkmıştı. Dalga geçercesine "Sırtıma alıyorum." Dediğinde küçük kahkaham onu da güldürmüştü.

 

"Peki neden alıyorsun? Onu da öğrenebilir miyim?"

 

"Canım seni yormak istemiyor, hep taşıyacağım."

 

Yumuş yumuş oluyorum be adam.

 

Dudaklarımı aralayacağım vakitte ikimizin haricinde birisinin sesi koridorda yankılandı. Bu kişinin Defne olma ihtimali epey yüksekti.

 

"Oha enişte ne yaptın ya?"

 

Hayda.

 

"Günaydın baldız. Benim hanımı yürütmeyeyim dedim."

 

Benim hanım?

 

"Helal olsun enişte, herkese nasip olmaz." Dediğinde bunlar ne saçmalıyor? diye düşündüğüm için kaşlarım çatılmıştı. Onlar arasında atışırken benim hala Atalay'ın sırtında olmuş olmam acaba beni unuttular mı? sorusunun aklımda yer edinmesine sebep olmuştu.

 

"Kızıyorum ama indir beni, vallahi vururum." Diye tehdit ettiğimde neyse ki uzatmadan irdirmişti. Allah razı olsun.

 

"Ne yapıyoruz kahvaltıya hanımlar? İsterseniz dışarıda yiyebiliriz?" dediğinde Defne'nin aklına bir şey gelmiş olacak ki dudaklarını araladı.

 

"Behlül'ü de çağırıp bir şeyler yapsak, sizin için uygun olur mu?" Benim için ev de dışarı da olsa fark etmezdi. Benim fikrimi tahmin edeceği için sesimi Atalay'dan önce çıkarmak istemedim. Ki o da zaten beklemeden "Sen onu ara müsaitse çıkalım, bize her şekilde uyar." Dediğinde Defne gülümseyerek bana bakmıştı. Başımı onaylar anlamda salladığım an koşa koşa yanımızdan telefonla konuşmak için uzaklaşmıştı. Aklıma gelenlerle tedirgince Atalay'a döndüm.

 

"Dışarı çıkmamız bir sorun yaratırsa çıkmayabiliriz? Şimdi aklıma geldi böyle bir şey ama yine de sana sormak istedim."

 

Hafifçe dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. "Sorun olsa olumlu yanıt vermezdim zaten yavrum." Dediğinde derin bir nefesi vermiştim. Aramızdaki mesafe az olmasına rağmen yaklaşarak alnıma dudaklarını değdirdi. Onun yanında rahattım ama yaşadıklarımdan sonra yalnız kalmaktan korkardım. Sürekli tetikte ve korku içinde yaşamak istemiyordum. Sürekli birisinin beni izlediğini bilmek diken üzerinde yürümek gibi rahatsız ediciydi.

 

Defne'nin sevinçli sesiyle ikimizin de bakışları aynı tarafa dönmüştü. Atalay'dan uzaklaştığımda boğazımı temizledim. "O da uygunmuş, mekânı ve saatti belirleyin dedi."

 

Saat öğleye yaklaşıyordu zaten, kahvaltı değil de öğle yemeği gibi bir şey olacaktı. Defne saati söylediğinde bu kadar uyuduk mu gerçekten diye kendi kendime düşünmüştüm. Meğerse vakit onun yanındayken epey hızlı ilerliyormuş bunu da bir kez daha anlayabilmiştim. Biraz düşünmüş etmiş kahvaltımızı ettikten sonra denize girme kararı almıştık. Bu fikri Atalay vermişti. Tabi denizi sevdiğimi biliyordu, bunu duyunca içimde kıpırtılar oluşmaya başladığında yerimde duramıyordum. O mavilik bana çocukluğumu hatırlatıyordu. Ailemle huzur dolu anlarım, gülüşlerimiz... Çoğu anımız ya evimizde ya da denizde geçerdi. Çok paramız olmayınca bir yere gidemezdik. Tabi meyhaneyi de unutmamak lazımdı, çocukluğum orada geçmişti resmen.

 

Arpabükü Koyuna gidiyorduk.

 

Yanımızda denizde giymeye uygun bir şeyimiz olmadığı için Defne'nin evine geçecektik. Bu yüzden üst kata çıkmış ve üzerimizi değiştirmiştik. Atalay'ın kendine çanta ayarlamasına yardım etmiş alacaklarını yerleştirmiştik. Tabi bu sırada Defne flörtünü ne yapacağımız hakkında bilgilendireceğini söylemiş odasına çekilmişti. Birazdan çıkardık zaten, o yüzden birkaç eşyanın olduğu çantayı aşağıya indirmişti. Ayakkabılarımı giyerken arkadaşıma hitaben seslendim. "Kuzu hazır mısın?" diye bağırdığımda cevap vermedi ama merdivenlerden inen bedenini gördüm ve cevap da almama bu şekilde gerek kalmadı.

 

Evden ayrıldığımızda arabaya binmiş, birkaç dakikalık yolu Atalay'ın telefon konuşmasını dinleyerek geçirmiştik. Cevapları tek tük çıkıyordu, sebebi ise arabada bizim olmamızdı. Dışarıda olduğumuzda yanımızda eğer o varsa güvende olacağımızı düşünüyordum. Kaçmak bir çare değildi ama o yokken belki de en büyük çareydi.

 

Evin önünde geldiğimizde Defneyle vakit kaybetmeden yukarı çıkmıştık. Behlül ve Atalay biz yukarıda işlerimizi hallederken birkaç atıştırmalık için market alışverişi yapacaktı. Odaya girdiğimizde ilk iş ağda yapmak oldu, direkt hazır ağda bantlarını kullandığımızda amacımız işimizi daha hızlı halletmekti. Daha sonra eşyalarımızı da çantalarımızın içine tıkıştırmıştık. Hazırdık. Başımın üzerine gözlüklerimi taktığımda odayı dolduran zil sesi hareketimi başka yöne yönlendirmiş olmuştu. Yatağın üzerindeki telefonu elime aldığımda ekranda yazan Atalay'ın ismiyle armayı yanıtladım. Geldiklerini söylüyordu, o yüzden iniyoruz demiş ve evden ayrılmıştık. İki araçla gidecektik. Aslında tek arabaya sığacak kadar az kişiydik fakat yalnız kalmak için hepimiz bu fikre uygun bakmıştık.

 

Herkes araçlara bindiğinde yolculuğa çıkmak için asfaltlı yoldan ilerlemeye başladık. Atalay'a bakışlarım kaydığında bir süre gözlerimi ondan alamayacağımı bile bile baktım. Lacivert kot şortunun üzerine beyaz renkte sıfır kollu bir tişört giymişti. Mesela gömlek giydiğinde kasları kumaşa yapışır ve belirgin olurdu. Peki şimdiki durumu o kadar gözler önündeydi ki gözlerimin odağı sürekli o noktaya kayıyordu. El insaf et be adam, ben de insanım.

 

"Sadece bakma yavrum, dokun."

 

Hı?

 

Kısıkça genzimi temizledim. O kuruluk hissi sözleriyle gelmiş ve bir yutkunmayla geçip gitmişi. Derin nefes aldığımda dudak kıvrımları yukarı doğru yükseldi. Tabi, hoşuna gidiyordu bu tutuklu kalmalarım. Bazen tutuklu kalır lal olurdum, bazen konuşur lal oldururdum. Sonki durumun Atalay'da pek de işe yarayacağını düşünmüyordum.

 

"Hâkimiyeti bozulmasın."

 

"Neyin?" diye sordu anlamayarak.

 

"Direksiyonun."

 

Uzun yolumuz vardı, bir saat kadar. O yüzden her saniyesini yaşamak istiyordum. Uzun yolculuklar gözüme hep tatlı gelirdi. Pek yaşayamazdım, bazen iki yılda bir anneannemlere ziyarete giderdik onun haricinde başka bir uzun süren yolculuk yaptığımızı hatırlamıyordum. Müzik dinlemek, ayakkabılarını çıkarıp bir şeyler atıştırmak ve dahası gibi birçok heveslerim vardı. Yanımdaki adama baktığımda anlıyordum ki hepsini yaşayacaktım. Gözlerinden ve yüreğinden bu hissi kendi kalbime geçirebilmiştim.

 

"Dokunmak ne ki, bir bakışın beni alabora edebilir."

 

Bir bakışın beni darmaduman edebilir sevgilim.

 

Gülümseyerek başımı kendi tarafımdaki cama çevirdim. Bakışlarım aynadan arkamızdaki araca takılı kaldı. Defneler de arkamızdan geliyordu. Çeneme uzanan parmaklarının varlığını hissettiğimde başımı ondan tarafa çevirdi. "Uzat bebeğim ayaklarını." Seve seve.

 

Ayakkabılarımı çıkarıp dizlerinin üzerine doğru uzattığımda vakit kaybeden bir eli bacaklarıma sarıldı. Diğer eliyle direksiyonu tutmaya devam ederken bakışları ayaklarımda takılı kaldı. Kaşları çatıldığında tenime okşamaya başladı. Sorgularcasına bana döndü ve "Bu kızarık noktalar nasıl oldu?" diye sorduğunda gülmemek için kendimi zor tuttum.

 

"Ağda yapmam gerekiyordu, o yüzden oldu."

 

Ben anladım falan demesini beklerken "Bu hep böyle mi oluyor?" diye ciddi ciddi sordu. E adam nereden bilsin.

 

"Yani bende hep ağda sonrasında böyle kızarır. Bir problem yok ama." Dediğimde başını aşağı yukarı sallamıştı. Tenimi hafif baskıyla sıkarak dudaklarına doğru götürdüğünde o kızarıklığın üzerini öpmesini asla beklemiyordum. İçim bir tuhaf olurken titrek soluğumu içime çektim. Öpmesinin ardından o hiç olmamış gibi ön camdan yola bakmaya devam etmiş bense bir anda bedenime yüklenen bu garip hisle baş başa kalmıştım. Sessizliği yeni fark etmiş olacak ki Youtube'dan bildiğim eski sanatçılardan bir şarkıyı açtığında bakışlarım kısa bir sürenin ardından tekrardan ona dönmüştü.

 

Sana bu karanlık bu gürültü içinde

Ellerimi uzatıyorum

Sen bu karanlık bu gürültü içinde

Görmüyorsun

 

Gülümsedim. Dudaklarımı araladığımda aynı anda onunki de aralandı ve biz bilerek olmasa da aynı sözleri söyledik.

 

Bütün köşeleri tutmuşlar

Ortada meydanlar, gözler içinde

Sana anlatamıyorum bütün bu köşeler

Bu karanlık, bu ıslak, bu gürültü

 

Parmakları bileğime kaydı. Dudaklarında belli belirsiz değil de tam anlamıyla mutluluktan oluşan bir gülümseme hâkimdi. Kalın elleri avucumu içine aldığında onun dudaklarından dökülen kelimeleri dinledim.

 

"Tutsana ellerimi

Ellerimi görmüyor musun?"

 

Kendine doğru uzattığı ellerimin üzerine dudaklarını değdirdi. Ağzım ne kadar sızlamaya başlasa da gülümsemeye devam ettim. Atalay'ın kalbimi bu kadar hızlandırmasına artık şaşırmıyordum, ya da şaşırıyordum. Hep bir kat daha fazla şaşıracaktım. O sürprizlerle dolu bir adamdı. Tıpkı hayat gibi.

 

Bir kenara koyduğum telefonumu bulduğumda bu anımızı bir ömür izlemek için kayıt etmeye başladım. Atalay şarkıyı söylemeye devam ederken bir anda gözleri kamerayı buldu ve yüksek sesle "Ben bu kadına aşığım." Diye bağırdı. Kahkahamız birbirine karışırken bu mutluluğumuz daim olsun diye dua ettim. Seviyordum onu, çok seviyordum.

 

Tıpkı onun söylediği gibi.

 

Ben bu adama aşığım.

 

Güvensizlik olmadan, huzurlu bir ilişki istiyordum. Bir kere yalan girerse devamı gelir miydi? Ya da yapılan hatadan ders çıkartılıp bir daha bu çukura düşülmez miydi? Sanırım bu sorumun cevabını yaşadığım müddetçe alabilecektim.

 

"Yavrum poşette bir şeyler vardı, torpidoda olması gerekiyor." Dediğinde uzanarak torpidoyu açtım ve dediği gibi orada olan poşeti alarak içine göz gezdirdim. Sandviçler vardı bu yüzden ilk olarak karnımız aç olduğu için onları ambalajından sıyırdım. Bir kısmını sıyırarak Atalay'a uzattım. "Al aşkım." Meyve suyunun pipetini de geçirerek uzatacaktım ki, ağzında koca lokmasıyla öylece kalakaldığını gördüm. Bu hali komiğime gittiği için kıkırdadığımda sonradan bir sorun mu var acaba diyerek ciddileştim.

 

"Ne oldu?" diyerek telaşla sordum.

 

Lokmasını yutarak dudaklarını araladı. "Sen az önce aşkım mı dedin?"

 

Dedim mi?

 

Evet, dedim.

 

"Sanırım demiş olabilirim." Dediğimde göğsü hızla inip kalktı. Öyle baktı ki bir bakışında eriyip gideceğim sandım. Kısıkça boğazını temizledi. "Farklı hissettirdi fakat hep duymak isteyeceğim bir kelime."

 

"Sevdin yani?"

 

Dudağının bir kısmı yukarı kıvrıldığında beni etkileyen o gülüşünü sergiledi. "Tekrar deneyelim istersen."

 

Bir daha nasıl söylerdim ki? Diyen bir tarafıma nazaran diğer tarafım söyle gitsin diyordu. Artık ikisini de karıştıracaktım.

 

"Aşkım." Diye hızlıca söyleyerek önüme döndüğümde elimdekilerle oynamaya başladım. Yanaklarıma anında bastıran sıcaklığın bu kadar hızlı olması sinirim bozmuştu. Dudaklarım belli belirsiz aralanıyor ve nefesimi bırakıyordum. Ayaklarım onun kucağındayken bakışlarımı kaçırmamın bir önemi yoktu. Fakat ağzımda durmasına alışkın olmadığım bir kelimeydi. İlk defa ona böyle seslenmiş ve garip hissetmiştim. İsmimiz dışında –ki o bile beni etkiliyor- bir kelimeyle birbirimize seslenmek kalbimin kasılmasına neden oluyordu. "Dön bana." Dediğinde sesi emreder gibi çıkmamıştı ama onun böyle söylemesiyle bakışlarımı gözlerine çevirdim.

 

"Zor duruyorum." Dediğinde ne için dediğini bir süre devam etmediği için anlayamadım. Bakışları ciddiydi. Gözlerim kısa bir an direksiyonda sıkmaktan beyazlaşmış parmaklarına kaydı. "Dudaklarını dudaklarıma hapsetmemek için zor duruyordum."

 

Bileklerimin biraz üzerindeki elleri sözleriyle aynı anda sıkılaştı. Konuya uygun olarak dudaklarının üzerinde gezinen dili, yerimde kımıldamama sebep oldu. Dokunuşu bir ateş gibi canımı yakıyordu. Bu acı tatlı bir sızıdan ibaretti. Kımıldamamla birlikte ayaklarım da hareket ettiğinde bakışları anında beni buldu. Gözlerinin kahveliği büyüdüğünde bu ani değişim beni telaşa sürükleyecek sandım. Sanırım çok yanlış bir harekette bulunmuştum.

 

"Gözlerin bana böyle bakmaya devam ederse, hiçbir şeyi siklemeden arabayı kenara çekeceğim."

 

Atalay'ın vücudundaki kasılmayı buradan hissedebiliyordum. Ayaklarımı kendimi kasmaktan karıncalanmaya başlamıştı. Onu da zor durumda bıraktığımı düşünerekten ayaklarımı kendime doğru çekmek isterken izin vermedi. "Çekme, kalsın." Dediğinde dizlerinin üzerine koymuş olduğu sandviçin ambalajını buruşturup bir kenara attı. Adam ne güzel yemeğini yiyecekti, boğazına dizmiştim. Meyve suyu da kalmıştı.

 

"İç istersen." Diye mırın kırın bir sesle mırıldanarak içeceği uzattım. Ses etmeden eline aldığında birkaç yudumda nefessiz bitirdi. Kocaman açılmış gözlerimle baktım, içi yanmış gibi bitirivermişti. Yerdeki çöpü ve elindekileri alarak bir kenara koydum. Poşetin içinde üç tane sandviç vardı. Acaba kişi başına iki tane diye düşünerek mi almıştı? Şuanda iki tane yemek istemiyordum o yüzden iki tanesinin ambalajın sıyırmış birisini ona uzatırken diğerini kendime almıştım. İkimiz de aynı anda ısırık aldığımızda aklımdaki soruları sormak için dudaklarımı araladım. Hem de konuyu değiştirmiş olacaktım.

 

"Ben ne zamana kadar senin evinde kalmaya devam edeceğim?" Bu soruyu şimdi sormamı beklemiyormuş gibi kaşları çatılmıştı.

 

"İstemiyor musun?" diye sorduğunda saçmaladığının farkında değil miydi acaba diye düşündüm.

 

"Yanında mutluyum ama hep orada kalamam."

 

Hemen itiraz etti. "Bir süre daha demiştim." Dediğinde bu konuyu konuşmak hiç hoşuna gitmemiş olacak ki yüzü buruştu.

 

"Ne kadar bir süre zarfından bahsediyorsun?"

 

"Nereden çıktı bu konu şimdi?" dediğinde soruma soruyla karşılık vermesi derin bir nefes alamama sebep oldu.

 

"Bir gün elbet bu konuya değinecektik, niye böyle yapıyorsun?" Sandviçi elimde tutmaya devam ediyordum. Sadece bir ısırık almıştım, sanırım bu gidişle yiyemeyecektim.

 

"Yanımda güvendesin." Daha deminki halimizden eser kalmamıştı. Kaşlarımız çatılmış, çıkacak olan sessizliğin haberini veriyorduk.

 

"Biliyorum ama" diyerek cümlemi tamamlamak istemiştim ki onun sert çıkan sesi kelimelerimin arasına fırlatılmış bir taş gibi engel olmuştu. "Aması ne Firuze, böyle diyorsam böyle olacak." Dediğinde karşımda farklı bir adam varmış gibi hissettim. Kalbimdeki kasılma çıkan sert sesinden dolayı kasılmaya başlamış, gözlerime doluluk çoktan yerleşmeye başlamıştı. Epey sıcak havaya rağmen kendimi bir anda soğuk suyun içerisinde bulmuş gibiydim.

 

"Devamını dinlemeye tenezzül bile etmedin." Dedim kırgınca. Çünkü tam olarak kırılmış hissediyordum. Çatlağın sesi kulaklarına ulaşmış mıydı bilmiyorum ama acısı bana ulaşmıştı. Ağlamamak için kendimi zor tutarken dizlerinin üzerindeki ayaklarımı kendime doğru çekmek istedim. Yine izin vermedi. Ama bu sefer içimde ilkine nazaran direnme isteği vardı. Çekmek istedim ve öyle de yaptım. Kaşları olabildiğince çatıldığında benim de ondan bir farkım yoktu. Gözlerine bakmadım. Ayaklarımı kendime çektiğin an sert soluklarını işitiyordum. Elimdeki sandviçi bir kenara koydum, bütün iştahım kesilmişti. Aç olan karnım sanki sözleriyle dolmuştu. Ellerimi birbirine çarparak bacaklarımı karnıma doğru çektim. Bakışlarımı da kendimden taraftaki cama çevirdiğimde, başım koltuğa yaslanmıştı.

 

Araçta çalan hüzünlü bir şarkıyla tam da zamanı diye içimden geçirdiğimde, bu şarkıyla ağlama isteğim daha da artıyordu. Şimdi bütün günümüz böyle mi geçecekti?

 

Bir süre sessizliğimiz sürdü. Tek duyduğum şey müzik ve onun sesli nefes alış verişleriydi. Gözlerimi yoldan hızla kayıp giden ağaçlardan çekmezken sesini duydum. "Yavrum? Konuşmayacak mısın benimle?" dediğinde hiçbir tepki vermedim. Ama içimden onunla kısa bir tartışma yaşıyordum.

 

"Yapma böyle, özür dilerim dinlemediğim için ama sinirlendim. Bana güvenmediğini düşündüm. Ya da yanımda kendini güvende hissetmiyorsun sandım."

 

Ne alaka? Diye bağırasım geldi. Sözümü dinlememesi yetmiyormuş gibi bir de bana güvenmemesi kırılan kalbîme yeni bir kırık daha eklemişti. Güvenmiyorsun derken bile aslında o bana güvenmiyordu.

 

"Güvenmediğim birisinin yanında olmuyorum Atalay." Dediğimde uzun zamandır cevap vermediği için şaşırmıştı. Ama sesimi duymak onu rahatlatmışa benziyordu. Bütün bu hareketlerini nereden mi görüyordum? Camdan yansıyan görüntüsünden. Ama ona bakmaya cesaret edemeyecek kadar üzülmüştüm. Belki konu çok ağır değildi ama sevdiğin birisinden aldığın yaranın pek de yükünün anlamı yoktu. O yaradan kan her türlü akıyor, canın yanıyordu.

 

"Biliyorum. Bana güvenmesen yanımda olmazdın. Özür dilerim yavrum sözünü kestiğim için dinlemediğim için."

 

"Konuşmasak." Dedim sessizce. Biliyordum, konuşulmayınca halledilmiyordu. Zaten gördüğüm tabelalardan epey yaklaştığımız anlamıştım. Konuşsak da bu küçük zamana sığdıramazdık.

 

"Konuşacağız." Dedi ilk işi bunu konuyu halledeceğiz der gibi.

 

İstediğimiz yere geldiğimizde araba yavaşlamış ve uygun park yeri bulduğunda iki aracın arasına yerleşmişti. Kemerlerimizi çıkardığımızda araçtan inmiştik. Denize gireceğimiz için Defneyle bikinilerimizi kıyafetlerimizin içine giymiştik. Burada bununla uğraşmak istemediğimiz için bunu tercih ederken erkekler ne yapacaktı bilmiyordum. Birkaç eşyamızı da alıp on-on beş dakikalık patika yolu takip etmiş ve sahile ulaşmıştık. Atalay ile yan yana gitsek de el ele tutuşmuyorduk. Arkadaşım daha aramızdaki soğukluğu anlayamamıştı çünkü kendisi sevgilisiyle ilgilenmekle meşguldü. Mutlu olduğunu görmek beni de mutlu ederken gülümsedim.

 

"Bana da gülmen için ne yapmam gerek?" diye soran ses sadece ikimizin duyabileceği şekilde çıkmıştı. Omuzlarımı silktim. Derince yutkunduğunu işittiğimde bakışlarımı boğazındaki o yumruğa götürmemek için zor tuttum. Pas vermiyordum ama içimden cevaplarımı vermeyi de unutmuyordum. Tabi nereye kadar konuşmayacaktım!

 

"Yavrum gözlerime de mi bakmayacaksın?" dediğinde ses tonunun içindeki o yumuşaklık bir an beni ağlatacak sandım. Böyle konuşmaya devam ederse hemen yelkenleri suya indirirdim. Ki indirdim de, baktım gözlerine. Sevdiğim kahve hareleri tam anlamıyla beni içine çeken kuyudan ibaretti. Ona baktığımda üzerime buz gibi soğuk su değil de yangının külleri düşüyordu. Kavruluyordum.

 

Söylediklerinin aksine bir cevap söylemek için dudaklarımı araladım. "Denize girmek istiyorum."

 

İstediği cevabı alamamış olacak ki yüzü düştü. "Girelim yavrum."

 

Ben kendimden bahsetmiştim.

 

Tamam Firuze uzatma, o kadar da değil.

 

Derin bir nefes aldığımda bakışlarım etrafa kaydı. Defneleri ilk başta bulamadım. Daha sonra kumsala örtü serip oturduklarını gördüm. O kadar dalacak ne yapmıştık anlayamamıştım. O tarafa doğru yürümeye başladığımda Defne kıyafetini çıkarmakla meşguldü. Ben de aynı şekilde üzerime çıkardıktan sonra kremi vücuduma yedirmek için çantadan aldığımda, başka bir parmak kapağı açmama engel oldu. Parmakların sahibi Atalay'dı. Göz göze geldiğimizde kremi onun sürmek istediğini anladım. Bakışlarından itiraz etsem de bir işe yaramayacağını anladığımda sessiz kaldım ve kremi vücuduma sürmesine izin verdim. Sırtımda gezinen büyük parmakları tenimi huylandırıyordu. Sanki bilerek yapıyormuş gibi parmaklarının hızı yavaştı. En son yüzüme sürmek için önüme geldiğinde birbirimize bir nefes kadar uzaktık. Sıcak nefesi tenime çarpıyor güneş gibi tenimi yakıyordu.

 

İşi bittiğinde yanağıma dudaklarını değdirdi. "Bana da sürer misin?" diye mırıldandığında başka şansım yokmuş gibi onu onaylamıştım. Aşağı yukarı hareket eden başımı gördüğünde aynı anda dudaklarına gülümseme yerleşmişti. Kıpır kıpır bir şekilde arkasını döndüğünde bir çırpıda tişörtünü ensesinden tutarak çıkardı. Bu görüntüyle içimdeki karıncalar hızlanmaya başladı. Sırtındaki benlere bakarak kremi tenine yedirmeye başladım. Vücudu çok sertti. Parmaklarım birçok yerinde keşfe çıkmış gibi gezinmeye başladığında Atalay'ın bakışları bir an olsun gözlerimden ayırılmamıştı. Bu dikkatli bakışlar yüzünden rahatça hareket etme alanım kısıtlanıyordu. Kremin kapağını kapattığımda o kadar eğlenmiş olmalıyız ki Defne ve Behlül denize girmişti. Daha fazla oylanmamak için kremi çantaya sıkıştırdım ve ayağa kalktım. Ayakkabılarımı çıkarıp çıplak ayaklarla kuma bastığımda ayaklarım yandı. Bu yanma hissini sevsem de hep kaçardım.

 

İnsan bazen sevdiği şeylerden de uzaklaşabiliyordu.

 

Sıcak kumdan koşarak ayaklarımı suya değdirdiğimde öylece gözlerimi kapatarak bekledim. Dalganı sesi huzur vericiydi. Bana ailemle olan güzel ve sonsuz anılarımı hatırlatıyordu. Küçük Firuze'nin deli dolu hayatı...

 

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama bir anda bedenimin havaya kalkmasıyla dudaklarımın arasından çığlık kaçtı. Birkaç kişinin göz hizasına girdiğimizde yanaklarım kızardı. Atalay beni kucağına almış soğuk suya doğru adımlıyordu. İlerledi, ilerledi ve en sonunda benim de belime su erişmeye başladığında duraksadı. İnsanlardan uzak bir yerde durduğunda kollarımı sıkılaştırdım. Kolları küçük bir çocuğu taşırcasına rahattı.

 

"Tenim tenine, gözlerin gözlerime değmeyince delirecek gibi oluyorum."

 

Sözleri duraksamama neden oldu. Aslında aynı hisler bende de oluşuyordu. Ondan uzaklaşmayı ve kavga etmeyi sevmiyordum.

 

"Ben sessiz sakin, kavga gürültünün olmadığı bir ailede büyüdüm. Annem ve babam hayatları boyunca bana hiç kızmadı. Ne hak edecek bir şey yaptım ne de onlar böyle birisiydi. Sözlerime değer verirler, küçük deyip bir kenara itmezlerdi. Bu yüzden en ufak ses yükselmesi bile gözlerimi doldurmaya yetebilir. Lafımın devamının dinlenmesi beni kırar ve önemsiz birisi olduğumu hissettirir." Dediğimde gözlerinden geçen pişmanlığı okuyabiliyordum. Dudaklarını aralamak istedi fakat izin vermedim. "Lütfen isteklerin düşüncelerimi yok saymasın." Dediğimde başını hızla iki yana salladı.

 

"Hayır hayır. Asla böyle bir şey yapmam. Sadece yanımdan uzaklaşma fikri beni bir anlığına agresifleştirdi. Bir daha asla sana sesimi yükseltmem diyemem ama deneyeceğim. Zor. Mesleğim gereği yüksek sese, gürültüye alışkın olduğum için bazen ayak uyduramıyorum. Özür dilerim. Özür dilerim bebeğim." Derin bir nefes aldı. "Beni affeder misin?"

 

Onu anlıyordum. Özür de dilemişti. Fakat beni bu kadar benimsemesini ya da benimsemem çok tuhaftı. Çabuk alışmıştık. Sorup sorgulamadan birbirimizi sevmiştik. İçimde büyümeye devam eden bu aşkı sönüp gitmesinden korkuyordum. O yanımda yokken o boşluk hissi kalbimi sızlatıyordu. Hayat dört dörtlük gitmezdi biliyorum. Ama üçün altına da düşmek istemiyordum.

 

Bedenlerimiz birbirine değiyordu. Su vücudumuzdaki kirleri arındırmak ister gibi dalgasını tenimize çarpıyordu. Yüz yüze olmadığımız için karşısına geçmek isterken bunu anlamış olduğu için bedenimi hareket ettirerek istediğim konuma yerleştim. Bacaklarımı beline doladığımda kollarım da boynuna yerleşmişti. Dudaklarımı araladığımda bakışları tam o noktaya kaydı. Elleri bacaklarımın üzerindeydi. Beni sıkıca tutuyor ve o güveni veriyordu. Beni göğsüne saklamak ister gibi çekiyordu.

 

"Seni seviyorum." Diye mırıldandığımda tam da ihtiyacı olmuş olan kelimeyi söylemiş olmalıyım ki gözleri huzurla kapandı. Açtığında ise resmen gözlerinin içi gülüyordu. Dudakları yukarı kıvırılırken "Bu kelimeyi hep duymak istiyorum." Dedi.

 

"Sen beni sevdiğini söylemeyecek misin?" diye sorduğumda sesim naif bir şekilde çıkmıştı.

 

Gülümsedi. "Bana nasip olmuş bir kadına seni seviyorum demenin bin farklı yolu vardır. Eğer ki bakmadan anlamak sevdaya dâhilse, aşkımızı kör olsam bile ruhumla görürüm. Senden gelen her şeye, en çok da sana açılan bu kapıyı bir sen gel diye açıyorum. Bu basit bir aşktan ibaret değil biliyorum, zamanı geldiğinde bunun böyle olduğunu kalbimiz bir sızladığında anlayacağız." Derin bir nefes aldı. "Ayrıca aşığım. Seviyorum. Ben güzel bebeğimi çok seviyorum."

 

Altımızdaki maviliğe bir damla da ben katmak istiyormuş gibiydim. Gözlerimdeki doluluk daha fazla yer kalmadığı için akmaya başladığında gözleri kısıldı. "Ağlama." Dediğinde sözlerinin ne kadar ruhuma dokunduğundan haberi yoktu. "Ağlama, silemiyorum gözyaşlarını."

 

"Bırak aksınlar." Dedim sessizce.

 

"Kıyamam ki." Dediğinde daha fazla ağlayasım geldi. Lütfen kullanma o ses tonunu demek istedim ama yaptığım tek şey susmak oldu. İkimiz de sustuk. Bir süre göğsüne sinmiş ve gözlerimi kapatmıştım. O ilk başta hareketsiz kalmış daha sonra adımlamaya başlamıştık. Tamamen suyun içerisine girmemiştik. Bu yüzden susmaya son vererek dudaklarımı araladım.

 

"Denizin tadını çıkaralım artık." dediğimde gülümsüyordum.

 

"Çıkaralım."

 

Bu sözlerimizin ardından suyun içerisine girdik. Doyasıya eğlenmek buysa eğer eğlenmiştik. Başta beraber takılmış daha sonra Defnelerle eğlenmiştik. Yaşadıklarımın ardından böyle bir aktivite iyi gelmişti. Sevdiklerimle mutluydum. Denizin içerisinde Atalay'dan uzaklaştığım her an onu yanımda buluyordum. Defneyle aramızda konuşmak isterken bakışlarını takılıyor ve bir yılan gibi yanıma süzülmesini izliyordum.

 

Deniz beni yormuyordu. Biraz yoruyordu ama tatlı bir yorgunluktu. Fakat çok acıkmıştım. Sabah kahvaltı da yapmadığım için açlık kendini aşırı derecede belli etmeye başlamıştı.

 

"Çıkalım artık. Acıkmışsındır sen." Diyen ses Atalay'a aitti. Kavgamızdan daha doğrusu benim kırgınlığımdan dolayı tam olarak sandviç yiyememiş aç kalmıştım. Bunu bildiği için böyle söylediğini anlayabiliyordum.

 

Başımı onaylar anlamda salladım. "Çıkalım." dediğimde parmakları suyun içerisinden ellerimi tutmuştu. Çıktığımızı diğerlerine seslenmiş ve onun önderliğinde denizden çıkmıştık.

 

"Gel buraya." Dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. "Ayakların Yanmasın."

 

İşte bu kadardı ayakta kalmam. Sözleri eriyip bitmem için yeterli bir sebepti. Ama alışmam gerekiyordu çünkü bunu çok fazla yapıyordu. Dediği gibi beni kucağına almış şezlonga doğru ilerlemişti. Bana yanmasın diyordu ama kendisi çıplak ayakla sıcaklığa basıyordu. Nasıl bu kadar iyi kalpli bir adam olabiliyordu?

 

Defne ve Behlül de yanımıza geldiğinde üzerimin kuruması için şezlongda uzanmıştım. Hava epey sıcak olduğu için kuruması zaman almayacaktı. Defne'nin yorgun sesiyle başımı ondan tarafa çevirdim. "Çok yoruldum, ayaklarım acıyor." Dediğinde ona hak vermiştim. Çünkü ben de öyleydim, suyun içerisinde ayaklarım hareket etmekten kasılmış ve sızlamaya başlamıştı.

 

"Aynısından." Dediğimde alnıma kondurulan öpücükle gözlerim kısa süreli kapanmıştı. Defne göz kırptı. Ona karşılık gözlerimi devirdim.

 

"Biz Behlül'le arabadan yemekleri alıp gelelim." Dediğinde Behlül'ün bakışları Atalay'a kaydı.

 

"Tamamdır." Dediğinde ikisi de yanımızdan uzaklaşarak arabaya doğru ilerlemişlerdi. İkimiz yalnız kaldığımıza göre kısa bir konuşma vakti bulmuştuk. Saçlarımı toka yardımıyla bağlayacağım vakitte yanımızdan gelen sesle bakışlarımız o yöne kaymıştı. Gördüğüm kişiyle kaşlarım çatıldı.

 

Emirhan.

 

Amcamın oğlu karşımdaydı.

 

BÖLÜM SONU

 

Selamm, nasılsınız?

 

İlk kırgınlık hakkında kimi haklı buluyorsunuz? Sizce Firuze'nin tavır alması normal mi?

 

Behlül ve Defne hakkındaki düşünceleriniz?

 

Vee Emirhan. Sizce nasıl bir karakter olarak karşımıza çıkacak?

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Oy ve yorumlarınızı her daim bekliyorum. Sizleri seviyorum, bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

 

 

Loading...
0%