@rarbezrh
|
17. Sönük Heyecan
Marsis|Sevduğum
önceki bölümden
"Tamamdır." Dediğinde ikisi de yanımızdan uzaklaşarak arabaya doğru ilerlemişlerdi. İkimiz yalnız kaldığımıza göre kısa bir konuşma vakti bulmuştuk. Saçlarımı toka yardımıyla bağlayacağım vakitte yanımızdan gelen sesle bakışlarımız o yöne kaymıştı. Gördüğüm kişiyle kaşlarım çatıldı.
Emirhan.
Amcamın oğlu karşımdaydı.
🌘
"Firuze?" dedi sorgularcasına. "Hiçbir tesadüf bu kadar güzel olmamıştı."
Söyledikleriyle kaşlarım çatıldı. Bakışları bedenime kaydığında rahatsız olduğum için şezlongun üzerindeki havlumu alarak vücuduma sardım. Arkadaşımın dudaklarının arasından çıkan kısık sesli küfürü duyduğumda bakışlarım kısa süreli ona kaydı. Sert bakışları Emirhan'ın üzerindeydi. Bildikleri yüzünden bu tavrıydı, az bileydi.
"Aynen Emirhan, hadi git şimdi." Dediğimde gözleri kısıldı. Sonra dudaklarına her zamanki gibi gevşek gülüşünden kondurduğunda sinirimin daha da bozulduğuna an be an şahit oldum. Nefret, büyük bir eylemdi ve ben ona karşı nefret bile beslemiyordum. Yıllar önce yaptığı hata yüzünden yüzüne bakmaz olmuş, ailesinden dahi uzaklaşmıştım. Zaten ailemden kimse yoktu yanımda, akrabalarımla görüşmüyordum. Tek bir kişi vardı artık yanımda, o da Defneydi. Onu ailemden sayalı uzun yıllar olmuştu. Çok uzun yıllar...
Artık tek değil dedi iç sesim, artık tek Defne değil.
"Sakin ol ya uzun zaman oldu özledik de malum." Dediğinde ben de sabır taşı çatladı. Zaten Atalay ile birkaç dakika önce arabada tartıştığım için sönmeyen bir sinirim vardı, şimdi de bununla karşılaşmak sinirimi körüklemişti. Oturduğum yerden kalktığımda kısık gözlerim gülümseyen suratını buldu. Onunla aynı boya geldiğimde parmaklarım çenesine giderek olduğu yerdeki tenini sıktı.
"Bana bak, benim asabımı bozma." Dediğimde çenesi kasıldı. Gülüşü solduğunda arkasındaki arkadaşının sakin diye mırıldandığını duydum ama ses tonu korku dolu değildi. Sinirle konuşmama kaldığım yerden devam ettim. "Sinir bu ha çatlar ha çatlamaz. Sen çatlatma, şimdi belanı sikmeden siktir git buradan."
Akıllanmak istemez gibi rahat hareketlerine devam etti. Aksini de beklemiyordum. Hemen gitmesi de muammaydı ki gitmedi de zaten. Arkadaki arkadaşının yine bir şeyler mırıldandığını duydum ama tam olarak anlayamadım. Umarım benle ilgili değildir diye düşünmek istedim çünkü bir de onunla uğraşamazdım. Kaşları havalandı.
"Hiç değişmemişsin, hâlâ beni alt edebileceğine inanıyorsun."
İnsanın kendini beğenmiş olması, güvenmesi çok komikti. Yaptığı hatadan ders çıkarmak bu kadar zor olmasa gerekti. Ya da o hatayı yüzüne vurduğunda biraz da olsa alınmak ve kendini düzeltmeye çalışmak zor değildi. Ama tabi unuttuğum bir şey vardı ki bu lafları anlatmak bazılarına pek yaramıyordu. Duvara laf anlatmakla eş değerdi, ya da değildi. Belki duvarın bizi dinleyen bir tarafı vardı.
"Ben seni yıllar önce alt ettiğimi düşünüyorum. Eğer karşıma çıktıysan bu senin güçlü olduğunu değil aptal olduğunu gösterir." Şimdi gülümseyen bir tarafı yoktu. Yıllar önce yaptı hata aklına gelmiş olma imkânı yüksekti. Geçmişi hatırlamak midemin bulanmasına sebep olurken sonuçlarının da onu pek memnun ettiği söylenemezdi.
Yüzümü yüzüme yaklaştırmaya çalıştığında geri çekilerek tam yumruk atacaktım ki birisinin benim yerime sertçe Emirhan'ı ittirmesiyle kumların üzerine düştü. Geniş sırttan dolayı yerde yatanın bedenini göremeyecek hale gelmiştim. Fakat bu sırtın kime ait olduğunu gayet iyi biliyordum. Atalay yumruklarını serçe onun yüzüne geçirmeye başladığında her vuruşundan Emirhan'ın yüzü yana yatıyor, tekrar Atalay sayesinde geri haline dönüyordu. Tanımadığım kişi yerde yatan kişi için Atahan'ı sözel olarak uyarıyor ama harekete geçmiyordu. Bir anda gerçekleşen bu olay yüzünden dalgınlığımı bırakarak kendime geldim ve hareket geçtim. Parmaklarımla kolunu tutarak geriye çekmeye çalıştım ama boşaydı tabi.
"Atalay bırak lütfen."
İçimden ne kadar biraz daha dövsün demek gelse de ona bir şey olmasını istemediğim ve korktuğum için geri çekmeye çalıştım. Koca cüssesine gücüm yetmediği için Behlül'den yardım isteyeceğim vakitte anlamış gibi adımlayarak Atalay'ı çekmeye çalıştı. Benim aksime güçlü kuvvetli olduğu için uzaklaştırmayı başardığında sonunda yüzünü görebildim. Gördüğüm görüntü benim tanıdığım adamdan epey farklıydı. Kızaran yüzünün sebebi sıcağın aksine sinire aitti. Alnında çıkan damarın, çenesinin biraz daha öne çıkması ve boğazındaki o yumrunun derince bir yutkunuşla inmesinin bütün sebebi sinirdi.
Emirhan'ı biri kaldırmaya çalışıyordu duyduğum seslerden anlayabiliyordum. Onlara bakmak yerine bir adım daha atacak olan Atalay'ın yüzüne parmaklarımı çıkardım. Yüzünü iki yandan tuttuğumda tek isteğim sakinleşmesiydi. Bu pek kolay olacak gibi durmuyordu ama şansımı denemek istiyordum.
"Lütfen daha fazla ilerlemesin, bugünü mahvetmeyelim." Onunla olan tartışmamızın ardından bu sebeple daha da uzamasını istemiyordum. Ayrıca arkadaşım ve Behlül'ün gününü bozmak istemek de hiç istemiyordum. Sözlerimden sonra bakışları bana kaydığında gözlerindeki koyuluk az daha beni korkutacak sandım. Kalbim yaşadığımız olay yüzünden hızla atmaya başlamış yavaşlamak bilmiyordu.
Bakışlarını benden çekerek arkama baktığında ne için baktığını öğrenmek için ben de yönümü oraya çevirdim. Emirhan'ın burnu kanıyordu. Elleriyle kanı durdurmaya çalıştığı için parmaklarını da bu sayede kana bulanmıştı. Kanlı parmağını bize doğru uzatarak dudaklarını araladı.
"Bu burada bitmedi."
Atalay ona saldırmak için hareket ettiğinde telaşla onu tuttum. "Bitmezse bitmesin lan! Bitireni siksinler." Diye sert sesiyle konuştuğunda bağırmasına bile gerek yoktu. Bu ses tonu yeterince yüksek çıkıyordu. İkisi de birbirine öldürecek gibi baktığında Emirhan ve yanındaki bizden uzaklaşmaya başladılar. Rahat bir nefes aldığımda gözlerimi yumdum. Aslında Atalay bu meseleyi bırakmazdı biliyordum. Ne yapardı bilmiyordum ama kötü bir şey yapmasına izin vermeyecektim. Daha doğrusu onun zarar görmemesi için bunu yapacaktım.
Derin nefeslerle durmaya devam ederken bir süre onun sakin olmasını bekledim ama sakinleşmek yerine daha da sinirleniyor gibiydi. Kendisiyle baş başa bir çatışmaya mı girmişti acaba?
"Kim bu yavşak?" dediğinde hah diye içimden geçirdim. Sorulara başlıyorduk. Fakat ben bu anı bozmamak için şimdi konuşamayacaktım. Yeri ve zamanında baş başa bu meseleyi konuşabilirdik. Öyle değil miydi?
"Daha sonra konuşalım." Dudaklarını aralayacağı vakitte o konuşmadan lafımı devam ettirdim. "Lütfen."
Sinirle bir şeyler mırıldanarak –bu kelimelerin yüzde yüz küfür olduğu belliydi- alnını ovuşturduğunda geriye çekilerek şezlonglardan birisine oturdum. Getirdikleri çantaya adımlayarak yiyecekleri açmaya başladığımda Defne'de hemen yardımıma koşmuştu. Behlül Ataly'ın yanına adımlayarak bir şeyler konuşmaya başladığında biz de bu sırada sessizce konuşmaya başladık.
"Seninki gerçekleri öğrense öldürür bu çocuğu." Diyen Defne'ye Allah razı olsun, içimi rahatlattın bakışı attım.
"Gerçekleri gizleme gibi bir amacım yok, zaten çalışsam da mesleği gereği öğrenir biliyorum." Sıkıntıyla ofladım. Yani iyi gitmesi gereken bir hayatım olması gerekirken geçmişin peşimi bırakmaması sinir bozucuydu.
"Her türlü ortalık boklaşacak."
"Biliyorum." Diye mırıldandım.
Behlül Atalay'ın omzuna vurarak karşımdaki şezlonga oturduğunda Defne'de onun yanına oturmuştu. Biz de Atalay'la yan yana oturduğumuzda herkese ekmek aralarını uzattım, Atalay da yardımcı olarak içecekleri kim ne istiyorsa dağıtmıştı. Acıkmıştım. Arabada kavgamız gereği bir şey yiyememiştim.
"Ee Atalay daha daha nasılsın?" diye ortaya laf atan ses arkadaşıma aitti. Aramızdaki gerginlikten oluşan sessizliğe rağmen sinirim bozulduğu için güldüğümde Atalay'ın bakışları bana döndü. Sinirli yüzü dudaklarıma kayan bakışları sayesinde yumuşamaya başladığını fark ettiğimde tebessümüm çoğaldı. Bütün sinirini geriye atarak dudak kıvrımları yükseldi.
Bakışlarını benden çekerek Defne'ye yöneltti. "İyiyim baldız seni sormalı?" Dediğinde Behlülün'de güldüğünü işittim. Defne zaten gerginlik bizden uzaklaştığı için mutlu görünüyordu.
"İyi enişte iyi iş güç işte nasıl olalım."
Emekli olmaya yakın insanlar gibi ses tonu yapması komiğime gitti. İşinde şu anlık bir sorun yoktu, memnundu. Sevdiği mesleği yapıyordu. Benim aksime. İşimi seviyordum ama hayallerim bu değildi. İstediğim hayat bu değildi. Kendime verdiğim sözü tutamadığım için üzgündüm. İnsan en çok kendine verdiği sözleri tutamadığı için pişmanlık içerisinde boğulmaz mıydı?
"Allah iyilik versin." Dediğinde ekmeğinden kocaman bir yudum aldı. Yarısını resmen ısırdığı için bir ısırımlık yer kalmıştı. Onun bu koca ısırıklarına şaşırmadan duramayacaktım. Bu hiç son olmayacakmış gibi hissediyordum. Tamam, ben de minik ısırıklarla yiyen birisi değildim ama o benim yanımdayken koca ısırıklar alamazdım. Utanırdım bir kere.
Ben de ekmeğimden yemeye başladığımda Defneyle Behlül aralarında bir mesele konuşmaya başladı. Bense yemeğimi yemeye devam ediyor bir yandan da etrafa bakıyordum. Etraf hafiften dolmaya başlamıştı. Ama aşırı bir kalabalık yoktu.
Atalay bana dönerek "Yarın işin var mı?" diye sorduğunda başımı onaylar anlamda salladım.
"Tam gün çalışacağım."
"Anladım."
"Sen peki?"
İçeceğinden büyük bir yudum aldı. Gazlı içecek olduğu için yazların en iyi serinletecek şeyiydi. Boğazımdan akıp gittiğinde rahatladığımı hissediyordum. Aynı şey diğerleri için de geçerli oluyormuş ki yarılamışlardı.
"Belli olmuyor, her an gidebilirim." Dediğinde bu gerçekle bir kez daha yüz yüze geldim. Onun gidecek olma gerçeğiyle. İçimdeki mutluluk bir anda kırık bir hüzne dönüştüğünde yüzüm düştü. Nefret ediyordum bu hale düşmekten. İfadem gözünden kaçmadığında içeceğinin şişesini bacaklarının arasına kıstırarak boşta kalan eli yüzüme ulaştı. Başparmağı yanağımı okşamaya başladığında göz göze geldik. Yüz ifadesinden suratımın hali hiç hoşuna gitmemişti.
"Böyle yapma. Yoksa gitmek daha da zorlaşıyor."
Gitmelerin kolay olduğu bir gün var mıydı? Yan yana olsak da bu hasret son bulur muydu? Bana hiç son bulmayacak gibi geliyordu. Özlemim onun yanındayken bile ağır basmayı beceriyordu. Böyle hisleri vücuduma aşılayan bizzat ta kendisiydi. Yoksa yanımdaki insanı özlemek nedir bilmezdim. Ben kayıp giden ailemin yokluğunu özlemekten başka bir şey yapmamıştım, doğrusu bilmiyordum.
"Elimde olsa yapmam biliyorsun değil mi?" diye sordum gözlerinin içine bakarak. Derin bakışlarında yatan hasreti görebiliyordum, tıpkı benim gibi. Konu buraya geldiğinde gözlerimin dolası, yaşlarımın yeri boylayası geliyordu. Ama böyle üzgün olarak ne kendimi ne de onu üzmek istemediğim için hazırda bekleyen yaşlarımı geri göndermeye çalıştım.
"Biliyorum yavrum." Derin bir nefes aldı. Aldığı nefes titremişti. Yanağımdaki parmağı tekrardan hareket ettiğinde hiç silinmeyen varlığını tekrardan hissettirdi. Bu ambiyanstan uzaklaşmak ister gibi gözlerimi ellerimdeki ekmeğe çevirdim. Usul usul parmağını geriye çekerken ben de sorularla dolmuş boğazımdan ekmek parçasını sindirdim. İçeceğimden yudum aldığımda hala bana baktığını fark ediyordum ama nedense bakarsam ağlayacakmışım gibi hissediyordum. Ama saniyeler geçti ve o bakışlarını çekmedi, ben de dayanamadım.
Çatık ve sorgulayan yüz ifadesiyle karşılaştım. İçini kemiren bir şeyler varmış gibi hissettiğim için dudaklarımı aralama gereği duydum. "İyiyim."
"Bana niye öyle gelmiyor." Dedi hiç inanmamış gibi. Lafıma ben bile inanmazken onun inanmasını beklemem hataydı.
"Yemeğini yer misin, aç kalmanı istemiyorum." Söylemek istedikleri olsa da susarak önündeki yemeğe odaklandı. Yarım kalanını da yediğinde Defne'nin sesiyle ona doğru döndüm.
"Şu lise arkadaşların ne durumda?" diye sorduğunda ağzımdakini yuttum.
"Yakında buluşacağız da herkese uyan bir gün ayarlamakta zorlandık." Lise arkadaşlarımın olduğu bir gurup vardı, birkaç kişi de olsa birbirimizi bulmuştuk. Herkes farklı yerlerde okuduğu için buluşmakta zorlanmamız normaldi. Bedirhan sağ olsun bu grubu kurmuştu.
"Yaa. En azından birbirinizi buldunuz. Benim o da yok." Diye mırıldandığında üzgünce başını eğdi.
"Ben varım kızım yetmiyor mu sana?"
Gülümsedi. "Şaka yapıyorum."
"Bedirhan sağ olsun, şans üzerine karşına çıktı."
Hızla başımı onaylar anlamda salladım. Gerçekten de öyleydi. "Sorma sorma grupta en enerjik o, resmen eninde sonunda bizi güldürmeyi başarıyor." Okuldayken de böyle olduğu için kimse yadırgamıyordu. Hatta hoşumuza bile gidiyordu.
"Bedirhan kim?"
Konuşan Atalay'dı.
Çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Sorgulayıcı tavrı yüzünden şaşkınca ona döndüm. "Sana anlatmadım mı ben?" diye sorduğumda ifadesinde bir gram değişiklik olmamıştı. Hiç cevap vermezken anlatmadığımı fark ettim, hatırlamıyordum aslında ona anlatıp anlatmadığımı.
"Lise arkadaşlarımdan birisi, çalışırken onlar mekâna yemek yemeye geldiler orada karşılaştık."
"Geldiler?"
"Bedirhan ve Bahadır." Dedim.
Adam takılı kalmıştı. Bu ciddiyeti karşısında tutamadım kendimi güldüm. Bazen ciddi ortamlarda olurdu ya tam olarak öyle olmuştu. Tutamamıştım kendimi. O kadar kımıldamıyordu ki donup kalmak eylemini resmen gerçekleştirmişti. Bir an nefes bile alamadığını düşünmüştüm.
"Atalay ne oluyor?" dedim gülmeye devam ederek.
"Arkadaş, erkek ismi duyunca böyle takılıyor mu?" deyin Behlül'ün sesinden sonra gülmeye başladığımda komik gelmiş olacak ki ben hariç diğerleri de güldü. Bir tek gülmeyen vardı ki o da Atalay'dı. Neden böyle yapıyordu anlamıyordum. Nereye takılmıştı onu da bilmiyordum.
"Sen gelsene benimle." Bileğimden tutarak beni çekiştirmeye başladığında şaşkınca sırtına bakmaya başladım. Seri adımlarına yetişmeye çalışıyordum. Oturduğumuz yerden uzaklaştığında sakin bir yere geçerek adımlarını durdurdu. Parmakları sertçe çenesini ovduğunda eğilerek gözlerimi gözlerime denk düşürdü.
"Bu lise arkadaşlarından sana karşı bir şey hisseden oldu mu?"
Bir şeyler söylemem için gözlerimin içine bakıyordu. Bu merak ettiği şeyi dile getirmesini beklemiyordum. Bütün siniri bundan ötürü müydü? Aklına gele gele bu mu gelmişti? İnanamıyordum.
"Ne alaka?"
"Bir sorunun iki cevabı olma ihtimali var: Ya evet ya hayır."
Yüzümü buruşturdum. "Hayır."
Çatık kaşları anında düzeldi. Derince yutkunduğunda ben de yutkunma ihtiyacı hissettim. Birkaç kişi bağırarak yanımızdan geçip gittiğinde bakışlarımı bir an olsun gözlerinden çekmedim. Garip bir bakışma aramızdan geçip gitti. Susmayı bırakarak kalın dudaklarımı iki yana ayırdım. "Aniden böyle bir tepki vermenin nedeni ne?"
Dudakları açıldı. Derin bir nefes aldı ardından tekrar kapandı. Yüzü yüzüme çok yakın bir mesafede olduğu için sıcak nefesini bu havada bile hissedebiliyordum. Güzel yüzüne oturan rahatlama benim cevabımdan ötürü olmalıydı. Birkaç dakika içinde kaç tepki değiştirmişti sayamamıştım. Elleri iki yanımdan yüzümü kavradığında etrafımızda çok kişi olmamasına rağmen birilerinin buraya baktığını hissedebiliyordum. Ve bu yanaklarımın kızarmasına çoktan sebebiyet vermişti. Bakışları varla yok arasında dudaklarıma kaydı.
"Kıskandım."
Kıskandım.
Bu ilk kıskançlığı değildi. Kıskandığı zaman nasıl bir adam olabildiğini daha önceden an be an şahit olmuştum. O öyleyken suratını asıyor, kaşlarını ortada birleşecek kadar çatıyor ve derin derin nefesler alıyordu. Fakat böyle olduğunda bile yüzüme hiç çirkin gelmemişti. Sabah kalktığında, sinirli olduğunda bile yakışıklıydı. Karizmatik bir beyefendi olduğunu giydiği takım elbisesi üzerinde onu ilk gördüğümde anlamıştım. Fakat etkisi altına alan ilk giydiği kıyafet değil gözleriydi. Gözleri hiç unutturmayacak kadar yoğun baktığında aslında bu bakışmanın bir daha hiç sonlanmayacağını biliyordum. Belki de bu onu bir daha görmek istediğimden kaynaklıydı.
"Sikeceğim. Alıp seni göğsüme saklamak istiyorum." Çocuksu ses tonu karşısında gülümsemekle yetindim. Âdemelması görüş alanımdayken dayanamadım ve hafif uzanarak dudaklarımı koca yumruya değdirdim. Dudaklarım o yumrunun üzerindeyken aşağı yukarı hareket etti. "Ne kadar büyük." Dediğimde parmaklarım iki yandan oraya dokundu. Hafifçe okşadığımda hırıltılı bir nefes aldı.
"Bilerek yapıyorsun." Dediğinde anlamsız bakışlarımı boğazında tutmaya devam ettim. İncelemem gereken bir yumru vardı! "Neyi?" Gerçekten de neyi bilerek yaptığımı anlamamıştım.
"Beni tahrik ediyorsun." Dondum. Boğazımdaki parmaklarım hareketini kesmiş öylece beklemeye koyulmuştu. Bir anda dile getirdiği şeyler gözlerimin büyümesine neden oldu. Bakışlarım etrafta birisi var mı diye baktım ve görmemle büyük bir rahatlığa kavuştum.
"İyice delirdin sen." Dedim şaşkın ifademle. Ses tonum da tıpkı yüzüm gibiydi.
"Senin sayende."
Ne yapmıştım ben ya!
"Anlamadım ben?"
Dudağının kenarı hafice yükseldi. "Yakında gösterince anlarsın."
Neyi gösterecekti bu adam? Ben neyi kaçırmıştım.
"Dolaylı yoldan anlattıklarını şuanda anlayamıyorum." Son kez yüzüne baktım. "Ben gidiyorum." Gitmeme izin vermedi. Ellerini ellerime geçirmesiyle beni kendine çekti. Yüzünde keyifli bir ifade varken "Bensiz bir yere gidemezsin." Diye mırıldandı.
"He paşam he."
Adımlamaya başladım. "Ne dedin sen?"
"Paşam." Dedim kısık sesle, ona bakmıyordum. Fakat güldüğünü işitiyordum.
"Komik."
Şezlonglara doğru yürümeye başlamışken plajda voleybol oynayan mı, futbol oynayan mı yoksa dans eden mi ararsın herkes doluşmuştu. Oturduğumuz yerde Defne ve Behlül'ü bulamazken etrafıma baktım. Çok sürmeden birisi adımı bağırarak seslendi. Sesin geldiği yöne bakışlarımı çevirdiğimde onları voleybol için asılmış filenin yanında gördüm. Yanında birkaç kişi daha olduğu için kalabalık görünüyorlardı. Gelsene diye bağırdığında eliyle işaret yaptı.
"Oynar mısın?" Atalay'a dönerek sorduğum soruya karşılık olumlu bir yanıt almak beni mutlu etti. "Sen içindeysen severim."
Sen içindeysen severim.
"Hadi o zaman." Diyerek onu bu sefer ben çekiştirmeye başladım. Tabi lafta, koca cüssesini çekiştirmem pek de kolay değildi. Bana eşlik etmesiyle bahsettiğim kalabalığın yanına ulaştık. Erkek kız karışıktı.
"Sayımız tamamlandı." Diyen kızı tanımıyordum. Elinde voleybol topunu tutuyordu. Aklıma lise yıllarım geldiğinde gülümsedim. Voleybolu oynamayı severdim, iyi de oynardım. Fakat hiçbir zaman benim için güzel bir aktivite anlamından dışarıya çıkmamıştı. Bu yüzden yıllar sonra oynayacağım için heyecanlı hissediyordum.
O kız "Senle ikimiz ayrı takım olalım, isteyen seçmeye başlasın." Dediğinde Defne'yi işaret etmişti. Arkadaşım kısaca olur diye mırıldandığında seçmelerin de başladığı andı. İlk olarak Defneye seçmesi için öncelik tanıması, ince bir tavır olduğu için hoşuma gitti.
"Gel buraya." Dediğinde beni kolları arasına çektiğinde kıkırdadım.
Sonra diğer kız seçmiş ardından Defne Behlül'ü sonra da Atalay'ı seçmişti. Daha sonra kafasına göre seçmeye başladı çünkü diğerlerini tanımıyorduk. Sonra birkaç kişinin ardından yine sıra arkadaşıma geldiğinde bir tane kıvırcık saçlı çocuk bize bakar yerinde hevesle zıpladığında eğlenceli bir tip olduğu için o da bizim guruba gelmişti.
"Selam millet." Dediğinde Behlül ve Atalay çocuğa tip tip bakmış biz de onların aksine çocuğa gülümseyerek karşılık vermiştik. Herkes yerlerine geçtiğinde oyunu başlatan onlar olmuştu. Gelen topu karşılayarak geri gönderdiğimde aynı hızda başka bir takım arkadaşıma gelmiş ve Atalay onu elleri parmakları arasında geri göndermişti. Bir an gözüme topun onun elleri arasında ne kadar küçük olduğu ayrıntısı çarptı.
Aşağıya yakın gelen topu yer atlayarak karşıladığımda o kıvırcık saçlı çocuğun sesini duydum. "Helal olsun kız."
Cevabı Atalay sayesinde gecikmedi. "İşine bak lan, oydurtma gözlerini."
Gözlerimi devirdim.
"Tamam enişte bir şey demedik."
Enişte?
Bir ikinci enişte vakası?
Yok canım ben almayayım.
Gülmemek için yanaklarımı ısırırken bu konuşmaları duyan Defne'nin kahkahalarla güldüğünü işittim. Amacımız kazanmak değildi, eğlenmekti. Bu yüzden rahatça oynamış ve deli vakit geçirmiştim. Maçın sonunda ise az bir puan farklı onlar kaybetmişti. Bittiğinde herkes dağıldığında yorgunlukla kendimi kumların üzerine bıraktım. Bünye bu kadar harekete alışkın olmayınca yoruluyordu. Kendimi yaşlı bir birey gibi hissediyordum.
"Ellerim koptu lan." Diye isyan eden ses Defne'ye aitti.
Yorgunca gülümsedim. "Aynısından."
Gözlerimi kapatarak yatmaya devam ederken yüzüme çarpan güneşi kesen bir gölge üzerime düşmesiyle aynı anda gölgenin sahibinin sesini işittim. "Ellerine soğuk bir şeyler tutalım." Dediğinde eğilerek kollarını belime sardı. Bir çırpıda beni kucağına aldığında ellerimi boynuna doladım.
"Çok kızarmadı aslında."
"Hassas bir tenin var, biz yine soğuk uygulayalım."
Sessiz kaldım ben ne dersem diyeyim o bildiğini okuyacaktı. Şezlonga geçtiğimizde o soğuk bir şeyler bulmak için çantayı karıştırdı ama bulamadı. Bakmaya devam ederken ortaya karışık düşüncelerimi dile getirdim.
"Artık gidelim mi?" Behlül ve Defne birbirine baktığında konuşmadan anlaşır gibi bir hale büründüler. Dudaklarını aralayan ise Defne oldu.
"Biz biraz daha takılalım."
Başımı onaylar anlamda salladım. "Tamam güzelim biz gidelim o zaman." Dediğimde kıyafetimi kuruyan bikinimin üzerine geçirirken Atalay da üzerini değiştirmeye gitmişti.
"Nasıl isterseniz."
"Eşyaları," diye cümleme devam istemiştim ki lafımı tamamlamadan durdurdu. "Biz alırız."
"Tamam, hadi haberleşiriz." Dediğimde vedalaşarak biz de az önce gelen Atalay'la oradan ayrılmıştık. O bu konuşmaları sessizce dinlemiş bir karşılık vermemişti. Fakat aksi bir yönde düşüncesi olur diye fikrini sormak istedim.
"Yoksa kalmak istiyor muydun?"
Bakışları ilerlediğimiz yoldayken "Hayır." Dedi. Peki, öyleyse diyerek yaklaştığımız arabaya göz gezdirdim. Koltuklara kurulduğumuzda hemen camları açarak, ardından kemerlerimizi bağladık. Arabayı çalıştırarak sert bir manevrayla sıkışık park yerinden ayrıldığında arkama yaslandım. Ayakkabılarımı çıkararak çıkardığım ayakkabılarımın üzerine koydum.
"Ne yapmak istersin?" diyerek yoldan kısa süreli bakışlarını çekerek bana baktı.
"Eve gitsek." Dedim yorgun bir sesle.
"Nasıl istersen ama benim bir karargâha uğramam gerek."
Aklıma gelenlerle heyecanla ona döndüm. "Ben de gelsem?" dedim tatlı tatlı ama anında sertleşen yüzünü gördüğümde bu tatlılığım söndü.
"Unut bu dediğini?"
"Peki." Bakışlarımı ondan çekerek ön cama çevirdim. İçimdeki heves hemencecik sönmüştü. Yol boyunca ona bakmam için kendime sözler verirken kısık sesle mırıldanmalarını işittim. Sonra net sesini duyabildim.
"Yavrum ne yapacaksın orada onca erkek var. Yine sana bakan olacak, laf eden olacak delireceğim." Dediğinde açıklaması sinirle gülmeme sebep oldu. Ama yine de pas vermedim. Ona bir cevap vermemem sinirine gitmiş olacak ki dönüp bana baktığını hissettim.
"Senin regl günün mü yaklaşıyor?"
Ha?
Tutamadım kendimi. "Ne alaka?"
"Aniden sinirlenmelerine başka bir neden bulamadım."
Yaklaşıyordu ama tavrımın sebebi kesinlikle bundan dolayı değildi.
"Hormonlarım ve bu konuda kendimizi haklı buluyoruz." Başımı çevirmeden konuştuklarım onu güldürmüştü. Şahsen ben bunda gülünecek bir şey göremiyordum. Bakışlarım camdan çekilerek onu bulduğunda kızgınca baktım. Nasıl bir etki yarattıysam artık gülüşü kesilmişti. La havle diyerek önüne döndüğünde yol boyunca ona bakmadım. Belki bir ihtimal bu tepkime karşılık karargâha döner dedim ama artık ezberlediğim o yola girdiğinde bütün ümitlerim tükendi. Onun evine gidiyorduk.
Yaşadıklarımız yüzünden en son onun evinde kalmaya başlamıştım. Fakat başıma bela olacak olan her yerde olmaz mıydı? Bir kaçışımın olduğunu düşünmüyordum. Konu asla ona güvenmemek değildi. Ben hayattaki şansıma güvenmezdim. Ters olaylar başıma gelirdi, bazen isyan ederdim bir bana mı öyle oluyor? diye ama ne faydaydı.
Evin önüne yaklaştığında arabanın hızını yavaşlattı. Emniyet kemerimi çıkardığımda, bir yandan da ayakkabılarımı giymeye başladım. "Anahtar?" diye mırıldandım. Aramızdaki küçük bölümden şıkırtılardan anahtarı eline aldı. Elimi uzattığımda vermek yerine gözlerime baktı. Beklenti içerisinde "Baka bir şey demeyecek misin?" diye sorduğunda hemen gardımı indirdim. Bu ses tonu karşısında ona sinirlenmek zordu.
"Ne zaman gelirsin?"
"Belli değil, gelirken haber veririm."
Başka diyecek bir şeyim olmadığı için "Peki." Diye mırıldanmakla yetindim. Fakat o tekrardan dudaklarını aralayarak konuştu. "Gelirken bir şey almamı ister misin?" diye sorduğunda kafam bambaşka düşüncelere kaydı. Bir an aklıma gelenler utanmama bile sebep olurken, ona da belli edeceğim sandım ve ifademi belli etmedim.
Derin bir nefes aldım. "Sen gel yeter." Gülümsedi. Keyfi yerine gelmiş gibi söylediklerim hoşuna gitti. O öyle gülünce dayanamadım, ben de güldüm. Yanağında çıkan çizgiler bütün gardımı indiriyordu ne yapayım.
Son kez yüzüne bakarak kapıyı araladım ve araçtan indim. Elimdeki anahtarı avuçlarımın arasına sıkıştırarak korumaların açtığı kapıdan geçtim ve evin kapısına ulaştım. Anahtarı yuvasına sokarak araladığım kapıdan içeriye geçtim. Ayakkabılarımı çıkararak dolaba yerleştirdiğimde doğrularak bomboş koridora baktım. Şimdi koskoca evde ne yapacaktım?
İlk olarak odaya çıkarak banyo yapma kararı aldığımda dolabın kapaklarını araladım. Dolabı açtığımda onun kıyafetleri yanında duran kıyafetlerim gülümsememe neden oldu. Belli etmek istemiyordum ama bu kadar küçük şeyler bile mutlu olama neden oluyordu. İçerisinden şortlu pijamamı, iç çamaşırlarımı ve kalın çoraplarımı çıkardım. Banyoya eşyalarımı da alarak geçtiğimde ayarladığım suyun altına girdim. Çok oyalanmadan onun şampuanı ve duş jelleriyle bir güzel temizlenmiştim. İyi gelmişti. Suyu kapatıp, bornoza sarınıp kurulandım. Üzerime çıkardığım eşyaları giydiğimde saç havlusunu lavabonun altındaki dolaptan aldım ve saçlarımı havluya sardım. Odaya geri döndüğümde yatağın üzerindeki telefonumu alarak merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Bu arada telefonumun sesini açıyordum.
Salona döndüğümde televizyonun karşısındaki geniş koltuğa oturarak televizyondan Türk dizilerinden olan Aşk-ı Memnuyu açtım. Dakikalar geçti hatta saatler. Bir ve ikinci bölümü bitirdiğimde saatin epey geçtiğini fark ettim. Bakışlarım sürekli telefonda olmuştu ama bir bildirimle karşılaşmayınca üzülerek geri önüme dönmüştüm. Bir ara Defneyle konuşmuş, hala Behlül'le beraber olduğunu öğrenmiştim. Çok fazla vakitlerinden çalmamak için konuşmayı kısa tutmuştum. Oflamış, puflamış ardından telefondan bir video açarak mutfağa geçmiştim.
Akşam yemeği hazırlayacaktım.
Yemek seçmeyen birisi olduğu için pek zorlanacak gibi durmuyordum. Dolapları karıştırdığımda bir menü çıkarmaya çalıştım. Kıyma olduğunu gördüğümde hemen aklıma sulu köfte gelmişti. Vakit kaybetmeden kıymanın harcını hazırladım ve yuvarlayarak tepsiye dizdim. Patatesleri de doğradığımda diğer malzemeler yardımıyla yemeği ocağa vurdum. Pirinci de bir yandan ıslatmayı unutmadım. Sulu yemeğin olmasına yakın pilavı da yapmış geriye sadece salata kalmıştı. Çıkardığım malzemelerle küçük küçük doğrayarak kaşık salata yapmıştım. Artık gelir diyerek sofrayı da kurduğumda olan yemeklerimle birlikte onu beklemeye başladım. Özenerek yaptığım yemekleri tatmasını merakla bekliyordum. Dakikalar sonra çalan zille heyecanla yerimden kalktım. Tam zamanında diye içimden geçirdim. İstesem bu kadar iyi bir zamanlama yapamazdım. Koşarak kapıyı açtığımda gülümsedim.
"Hoş geldin sevgilim." Dedim dolu dolu.
"Hoş bulduk yavrum." Dedi benim aksime yorgun çıkan sesiyle. Bu kadar durgun çıkması tuhafımı giderken, kapıyı ardımızdan kapattım. Ayakkabılarını çıkardığında üzerindeki kabanı alarak astım.
"Ne kokuyor böyle?" dediğinde hemen atıldım. "Yemek yaptım, gelsene." Diye çekiştirdiğimde götürdüğüm yere yani bakışları masaya kaydı. Daldı. Derince yutkundu. Bu hali hiç hoşuma gitmedi. Huzursuzca dudaklarımı araladım.
"Bir sorun mu var?" dediğimde yüzüme tıpkı onun gibi bir ciddiyet bürünmüştü. İçimde bir sıkıntı baş gösterdiğinde kalbimi tutarak isyan edeceğim sanmıştım. Baktı. Bakışları bir evin camlarını patlatacak kadar güçlüydü. Tekrardan yutkundu. Dilinin altında yatan kelimeler çıkmayı bekliyor gibi görünüyordu. Derin bir nefes aldı, derin bir nefes aldım.
"Görev beni bekler." Dedi gülümsemeye çalışarak. Bugün içimdeki o huzursuzluğun bir haklı sebebi olduğunu öğrendim. Şimdi o kırılan camlardan bir fırtına esiyor kalbimi donduruyordu. Üşüyordum. Kelimeler havadan daha fazla üşütebilir miydi? Üşüyordun işte Firuze, çok üşüyordun. Bu kelimelerden sonra durmak zordu, kendimi durdurmak artık elimde olmaktan kayıp gitmişti. Gözlerim doldu, tutamdım gözyaşlarımı. Teker teker dökülmeye başladığında gözlerinde geçen ifadelerin bocaladığını gördüm.
"Ben," dedim titrek sesimle. "Ben yemek hazırlamıştım sana." Dedim büyük bir üzüntüyle. Kalbim acıyla kasılıyordu. Hissettiklerimi hissediyor muydu bilmiyorum ama hissetmesin istedim. Göğsümde sanki bir saat vardı ve o saatin usul usul durduğunu hissediyordum. Gözleri gözlerimdeyken acıyla kasıldık. "Hemen gitmeyeceksin değil mi? Evet gitmezsin. Hem," derin bir nefes aldım. Hazırladığım masayı işaret ettim. Yetmedi yaptığım yemeğin yanında gittim. "Sulu köfte yaptım sana, sever misin bilmiyorum ama hadi gel ben tabağa koyuyorum."
Bakamdım gözlerine. Ellerimi tezgâha yaslayarak zor ayakta kalan bedenimi tutmaya çalıştım. "Sikerim yapma böyle." Dediğinde daha fazla tutamdım içimdeki feryadı. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Akan zaman birbirimize öyle hasar veriyordu ki nasıl ayakta kalabiliyorduk anlamıyordum. Belimi saran kolları beni kendine çektiğinde dudaklarını boynuma değdirdi. Akan damlalara boynumda son bulmuştu, şimdi onların damlayıp bıraktığı izlere dudaklarını değdiriyordu.
"Böyle hazırlanmışsın ya içim gidiyor, sikik bir herif gibi seni nasıl böyle arkamda bırakıp gideceğim?"
Beni kendine çevirdiğinde onun da gözlerinin dolduğuna şahit oldum. Ne kadar üzülürsem de üzüleyim kendine bu şekilde hitap etmesine izin veremezdim. "Kendinden bu şekilde bahsetme, bu beni daha çok üzer."
Yaptığım yemeklerden yiyemeyecekti. Olsun dedim içim. O sapasağlam gelsin de ben yine yapardım. Varsın olsun.
"Çok vaktim yok." Dediğinde istemeden de olsa geri çekildim. Nasıl ayrılacaktım ki? Ne kadar ayrı kalacaktım?
"Ne zaman döneceksin?" dedim sakinleşmeye çalışarak. Ağlamıyordum ama gözlerimin altındaki ıslaklık hala yerinde duruyordu hissedebiliyordum. Elleri yüzümü kavradı. İçi gider gibi baktı.
"Belli değil." Dediğinde istediğim cevabı alamamak soruların zihnime yerleşmesine sebep oldu. Ve o gelen kadar da bu soruların bitmeyeceğini biliyordum.
"Ben bekleyeceğim seni, bana geri döneceksin."
Hep beklerdim onu, geleceğini bilmek beklemem için yeterdi.
"Geri dönmek için bir sebebim var." Dediğinde o sebebin ben olduğunu biliyordum. Gözlerinden geçen o hasretin şimdiden başladığını bilmek günleri bu zamandan itibaren saymaya başlama gerektiğini hatırlattı.
"Ama artık gerçekten çıkmam gerek."
Başımı onaylar anlamda salladım. "Tamam." Dediğimde elimden tutarak mutfaktan bedenimizi çıkardı. Odasına geldiğimizde elimi bırakmadan birkaç parça eşyayı çantaya tıkıştırdı. "Telefon çekmeyen bir yerde olacağız. Eğer çeken bir köy bulursam ilk seni arayacağım."
Bu daha kötü olmuştu. Kaç gün boyunca belki de konuşamayacaktık?
"Önce ailen." Dedim.
"Sen de benim ailemsin."
Öyleydim. Artık o da benim ailemdi.
Sessizleştiğimizde vedanın git gide yaklaştığını biliyordum. Sustuk. Aşağıya indiğimizde kabanını üzerine geçirdi ve çantayı yere bırakarak ayakkabılarını giymeye başladı. Bense ellerimi önümde birleşmiş ona bakıyordum. Doğrulduğunda bakışları bedenime kaydı. Yutkundu. Bir anda beni kendine çektiğinde bedenine yapıştım. Dudaklarını dudaklarıma sertçe bastırmadan önce ellerim boynunu buldu. Saçlarına dokundum. Dudaklarımız hareket etmeye başladığında dokunduğum saç tellerini okşamaya başladım. Yüreğimin ezik yanını düzeltmeye çalışır gibi kana kana öptü dudaklarımı. Son kezmiş gibi.
Geri çekilerek alnını alnıma yasladı. Ağırca yutkundum. Kokusunu içime derince çektim. "Bana dön." Dedim tek temennim bu olsun istermişim gibi.
"Bu dudaklarını döndüğümde bu kadar kısa süre öpmeyeceğim." Dediğinde içim ne kadar kıyılsa da kıkırdadım.
"Yeter ki dön. Dudaklarım seni bekliyor olacak, tıpkı benim gibi."
Aniden eğilip tekrardan dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı. Ani hareketi yüzünden başım geriye gittiğinde hemen kendimi toparladım. O çantasını eline almış ve kapıyı aralamıştı. Arkasını dönüp son kez bana baktığında "Allah'a emanetsin." Dedi.
Boğazımdaki acıyla zorlukla konuştum. "Allah'a emanetsin."
Sonra uzaklaştı benden. Adım atması ne zordur şimdi giden için. Beklemesi ise ne zordu kalan için. Karanlık bir örtü şehrin üzerini örterken bedeni gözlerimin önünden kayıp gitti. Dakikalarca kapı açık bekledim. Daha sonra kapıyı kapattığımda evdeki sessizliği sırtımı yasladığım kapıya çömelerek ve ağlayarak doldurdum. Günler sürecek olan o ayrılığın neticesinde bu evin gözyaşlarıma alışacağını bilerek hıçkırarak ağlamaya devam ettim.
...
15 gün sonra.
Ondan haber alamadığım on beşinci gündü.
Sahi o iyi miydi? Yaşıyor muydu?
Hiçbir soruma cevap alamıyordum. Çıktığım sigara molasında kaçıncı sigaramı yakmıştım bilmezken tek düşündüğüm oydu. O yokken bir hiçmişim gibi hisseden bedenime verdiğim tek iyi şey sigara gibi hissediyordum. Yere saçılan küllerden birisi yeri boylamadan dudaklarıma çarptığında sessizliği dolduran bir telefon sesi işittim.
Benim telefonumdu.
Pantolonumun arka cebinden çıkardığım telefonumu elime aldığımda ekranda kayıtlı olmayan bir numara vardı. İlk başta boş verip kapatmak istesem de belki bir ihtimal ondan bir haber alırım diye aramayı yanıtladım.
"Alo? Kimsiniz?" dediğimde birkaç dakika ses gelmedi.
"Konuşmayacaksanız niye arıyorsunuz kardeşim." Diyerek sinirle telefonu kapatacağım vakitte tanımadığım bir adamın sesini duydum.
"Alo yenge?"
"Pardon kimsiniz tanıyamadım?"
"Onur ben yenge, abimin timden arkadaşıyım."
Atalay'ın arkadaşıydı.
"Ne oldu? Atalay nerde? Neden sen aradın?" diye sorularımı sıraladığımda elimdeki sigarayı atarak ayağımla söndürdüm. Duyacaklarımın heyecanıyla yerimde dolanmaya başladığımda çocuğun sesini duydum. Sözlerinin yüreğimi koca bir ateşe çevirdiğinden habersiz konuştu.
"Abim hastanede."
BÖLÜM SONU
Hobala ne oluyor yaa 🤭🤨😉
Çok özlemişim benimkileri.
Bu bölüm Firuze'nin alınganlıklarını haklı buldunuz mu?
En sevdiğiniz kısım ya da cümle?
Vedalar olacak, belki de bu vedalar onların imtihanı bile olabilir.
Son kısmı nasıl buldunuz? 😁
Atalay'ın yemeği yiyemeden gitmesi, beni Firuze kadar üzdü.
Emirhan'ı hiç sevmiyorum. Tek sevmeyen de ben değilim orası ayrı.
Sizleri seviyorum, sonraki bölümü merakla bekleyin.
Sizi çok seven Ebrar
|
0% |