@rarbezrh
|
18. Hasret
Mela Bedel| Ben Sana Gelemem
🌘
babür*: güçlü, cesur.
Atalay'ın ağzından.
15 saat önce.
Görev yeri - Irak
Bastığın yerleri "toprak" diyerek geçme, tanı, Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı, Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Atalay Kırcalı.
9 kişilik timin komutanı, onların diliyle Babür'üm.*
Anne rahminden çıktığımda büyük bir sessizlikle doğumhanedeki çalışanları telaşlandırarak, annemin yüreğine koca bir ağıt yakarak dünyaya geldim. O sessizlik ismimin söylenmesiyle kulak tıkatacak bağırışa dönüştü. Ağladığım an dünyaya geldiğim an değil, adımı duyduğum an asıl dünyaya geldiğim zamandı.
Sessiz bir bebek olarak dünyaya gelirken, şimdi vatanım için hiç susmayan o adama dönüşmüştüm.
"Komutanım Dumrul yine efkâra bağlamadan bir tüttüreyim diyor." Diyen sese bakışlarım kaydığında, elimdeki vesikalığı cebime sıkıştırdım. Boğazımı temizlediğimde konuşmalara kulak kesilebildim.
"Onun efkâra bağlamadığı bir an var mı Hafız?"
Sırıttı. "Vallahi yok komutanım."
Oradan atıldı Dumrul. "Ayıp oluyor komutanlarım, sigara her derde devadır. Hem bunu diyen de sizdiniz komutanım." Dedi sonda bana hitap ederek. Gülümsedim.
"Sigarayı da alt eden elbet oluyormuş Dumrul."
Gözleri büyüdü. Eli alnına gittiğinde düşünür gibi yaptı. Bakışlarımı ondan çekerek etrafı kolaçan ettiğimde tekrardan sesini duydum. "Abayı yakıp, bir de küle çevirmişsiniz komutanım."
Derin bir nefes aldım. "Dilin açıldı yine Hafız, işine bak."
"Emredersiniz komutanım." Dediğinde bakışlarımı karanlık ormana çevirdim. Karanlığı delen bakışlarım bir şahin gibi olmak zorundaydı, eğer hata yaparsan sonucuna da katlanırdın. Birkaç tıkırtı duymamla eş değer hemen yerimden doğrulduğumda küçük seslere eş değer bir ses daha duydum.
Çocuk sesiydi.
"Çocuk var, etrafı kolaçan edip etrafını sarın."
Silahımı alarak olduğum yerden ayrıldığımda, sesin geldiği yöne bakışlarım kaydı. Bir şeyler mırıldanıyordu, tam net duyamıyordum ve göremiyordum. Daha sonra söylediklerini tam net duyabildim.
Bavo, bavê min li ku winda bû? Baba, babam nereye gitti?
Aniden silahı duymamla çocuğun çığlık sesini duydum ve ona doğru koşmaya başladım. Korkak ve titreyen bedenini kucağıma aldığımda, onu sakinleştirmek için kulağına fısıldadım. "Biçûk, tu ewle yî." Bebeğim güvendesin.
Onu göğsüme sakladığında korkuyla mırıldanmaya devam etti fakat güvenli bir bölgeye geçmek için arkamı dönüp geldiğim yolu geri dönmeye başladım. Seri adımlar atmaya başladığımda karşımda Dumrul'u gördüm. Ve o an şansımın sonlandığı noktaya denk geldim. Ayaklarımla tuzağa bastığımda ilk aklıma gelenle dudaklarımı araladım.
"Dumrul çocuğu tut, tuzağa bastım."
"Komutanım," dese de çocuğu elimden aldığında bir bakışı bana bir bakışı ayağımla bastığım yere kayıyordu.
"Çocuğu güvende tut ben hallederim." Derince yutkunarak yanımdan uzaklaştığında omzuma asılı olan ağır silahı elime aldığıma derin bir nefesi içime çekerek ayağıma baktım. İlk kez başıma gelmiyordu fakat tuzak asla hafife alınmamalıydı. Dikkatli olmam gerekti. Eğer olmazsam son nefesimi tam şuanda bu dağda verecektim. Kalp atışlarımı düzene sokarak fısıldadım.
Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluhu.
Ayağımı çektim ve silahın ağırlığını tuzağın olduğu yere sertçe bastırdım ve çekmedim. Fakat sol göğsümde hissettiğim sızıyla gözlerimin önüne gelen kahverengi saçlar, harelerimde gezindi. Kan, yeşil üniformamın arasına sızmaya başladığında o küçük ıslık benzeri sesi tekrardan duydum. Kan bu sefer sol göğsüm kadar sağ kolumdan da akmaya başlamıştı. Sarsıldım, gözlerim kapanmadan önce duyduğum ses rütbemin hitap edilmesiydi.
...
Firuze'nin ağzından.
Bir tutam sabırdı vuslatı güzel kılan.
Dünyaya ağlayarak gelmek, Ve öyle devam etmek...
Elimi boğazıma sardım, nefes alamıyormuş gibi hissederken kalbime saplanan sancının varlığını hissedebiliyordum. Gözlerim telaşla olduğum yerdeki eşyaları turladığında, beni arayan adamın sesini tekrardan duydum.
"Yenge sesim geliyor mu? İyi misin?"
Bana ne zamandır sesleniyordu? Soğuk bir zeminde yatan bedenime sertçe vurulmuş gibi sızlandım. Kalbim o kadar ağrıdı ki, parmaklarım bir çare bulmak ister gibi göğsümü tuttu. Derin bir nefes aldığımda gözümün önüne gelen görüntülerle, dolu gözlerimden damlalar yeri boylamaya başladı.
"Atalay nerede? Hastanede dedin, evet. Hangi hastane ben hemen yola çıkıyorum." Diyerek telaşla kelimelerimi sıraladığımda balkondan çıkarak içeriye geçtim. Patronumdan izin almam gerekiyordu. Bir sıkıntı olacağını sanmıyordum ama kovmak pahasına da bu akşam o hastaneye gidecektim.
"Yenge sen ilk önce sakin ol, bak bir de aklımız sende kalmasın." Dediğinde ne dediğini anlayamıyordum. Sesli bir soluk aldım. "O iyi mi?" diye sordum korkarak. Sesim titrek çıktığı için anlamış mıydı bilmiyorum ama umurumda da değildi.
"Menteşe devlet hastanesindeyiz." Dediğinde soruma cevap vermemesi yaşların hızla akmaya devam etmesine neden oldu. Daha fazla bir şey söylemeden telefonu kapattım ve patronumun odasına geçmek için kapıyı tıklattım. Çok geçmeden gel komutuyla içeriye girmiş ve beklemeden dudaklarımı aralamıştım.
"Rahatsız ediyorum abi ama sevgilim hastaneye kaldırılmış. Acil çıkmam gerekiyor, izniniz olursa."
Kaşları anında çatıldığında, yerinden kalkarak yüzünü buruşturdu. "Durumu iyi miymiş?"
"Bilmiyorum, izin verirseniz ayrılmak istiyorum."
Başını hızla onaylar anlamda salladı. "Tabi çık sen."
"Teşekkürler." Dediğimde bir şey söylemesini beklemeden odadan ayrıldım ve giyinme odasına geçtim. Üzerime montumu giyerken bir yandan taksiciyi aradım. Beş dakika sonra burada olduğunu söylerken, önlüğümü çıkarmış ve çantamı elime almıştım.
Kalabalık mekandan birkaç insana çarparak dışarı çıktığımda, arkamdan bir şeyler mırıldandıklarını duydum ama umursamadım. Zihnim şuanda tek bir kişi için meşgul, kalbim tek bir kişi için atıyordu. Gelen taksiye bindiğim süreç içerisinde bile ne kadar dua ettiğimi sayamamıştım.
Ona kavuşmak istiyordum.
Onun nefes aldığını hissetmek, kollarımı boynuna dolamak istiyordum. Sadece göz göze gelmemize bile razıyken kapalı gözleriyle karşılaşmaktan korkuyordum. Deli gibi korkuyordum. Ama iyi şeyler düşünmeye çalışıyordum. Kalbim ne kadar kıyılsa da onun iyi olduğunu hissetmeye çabalıyordum.
Hem bana söz vermişti.
Geri döndüğünde dudaklarımdan bu kadar kısa süre ayrılmayacaktı.
Nefesi tekrardan nefesime karışacaktı.
O sözünden dönmezdi.
"Nereye gidiyoruz abla?"
Bakışlarımı camdan çekerek gideceğimiz adresi söylediğimde acil olmasını söyleyerek gaza basmasını söyledim. Başını onaylar anlamda sallamış dediğim gibi hızlı gitmeye başlamıştı. On - on beş dakika sonra hastanenin önüne geldiğimizde parayı ödeyerek araçtan indim. İçeriye girdiğimde karşımda gördüğüm kadına ilerleyerek Atalay'ın ismini ve soy ismini söyledim.
"Kendisi şuan ameliyatta, ameliyathane üçüncü katta."
Hâlâ ameliyattaydı. Ne kadar süredir oradaydı? Durumu çok mu ciddiydi?
Aklımda deli sorularla asansöre binmek yerine merdivenlerden koşarak çıkmaya başladım. Asansörü bekleyecek kadar sabırlı hissetmiyordum. Bu yüzden son basamağı çıkarak etrafıma göz attım. Ameliyathane yazan yazıyı gördüğümde koşarak o tarafa doğru ilerledim.
Sekiz - dokuz erkek ve bir kadın duruyordu. Erkeklerin üzerinde hâlâ asker üniforması vardı. Üzenleri toz topraktan kararmış, yüzleri yara bere içinde olan da vardı. İçlerinden birisiyle göz göze geldiğimde onun konuşmasıyla diğerleri da bana doğru döndü.
"Yenge?"
"Atalay nasıl? Ne dedi doktorlar?"
Bu telefonda konuştuğum çocuktu. Yorgun gözlerle bana bakarken, içim acıdı. hepsi bu halde onun çıkmasını bekliyordu.
"Daha bir şey söylemedi doktorlar. Kaç saat oldu çıkmadılar."
Boğazımdaki yumru canımı o kadar acıtmaya başlamıştı ki yutkunamaz hâle gelmiştim. Sözlerine karşılık bir şey söyleyemedim. Bakışlarım kapıyı bulurken, telaşla yerimde kımıldamaya başladım.
Çok geçmeden tanımadığım bir adam konuştu. "Oturun isterseniz." Dediğinde gözlerim sesin geldiği yöne kaydı. Buradaki diğer erkekler gibi uzundu. Üniformasının üzerinde yazan yazıya dikkat kesildim.
HAFIZ
Soy adı buydu.
"İyiyim böyle sağ ol." Dedim naif sesimle. Hiç kimse oturmuyordu. Herkes ayakta iken bakışlarım burada duranların üzerinde gezinirken o kadınla buluştu. Kaşları çatık bana bakarken benim bakmakla bakışlarını çekti. Kimdi bilmiyordum. O da asker miydi? Hiçbir fikrim yokken, bir anda otomatik kapının aralanmasıyla hepimiz o yöne kaydık.
Yeşil önlüğü ile doktor karşımızda belirdiginde ciddi suratı karşısında nefesimi korkarak verdim. "Durumu nasıl?" diye atıldım. Kısa bir sessizlik de olsa ölüm gibi gelmişti. Sonra güldü.
"Çok uzun süren bir ameliyat oldu. Kolunda olan kurşunu çıkardık fakat kalbin yakınlarına denk gelen kurşun bizi uğraştırdı. Birkaç aksilik yüzünden geç biten ameliyatın sonucu olumlu. Atalay Bey bu aksilikler karşısında güçlü durdu, bırakmadı kendini. Kısacası durumu şuan iyi, birkaç gün kendisini hastanemizde misafir edeceğiz. Birazdan odaya alınacak, lütfen kendisini yormayın ve odada kalabalık etmeyin."
Bu kadar uzun konuşması karşısında hangi ayrıntıya takılacağımı bilemedim. Ama en çok beni üzen bir nokta vardı ki, iki yara almasıydı. Göğsünden ve kolundan yaralanmıştı. Ona rağmen güçlü durmuştu. Bana geri dönmüştü.
"Çok şükür. Çok şükür Allah'ım." Diye mırıldandığımda birkaç kişinin daha minnet dolu cümlelerini işittim. Yaşıyordu. Bundan daha önemli ne olabilirdi ki. Sevdiği insanları bırakmamıştı. Beni bırakmamıştı.
"Ben dedim çıkacak diye, boşuna babür demiyoruz."
Babür.
Ona böyle mi sesleniyorlardı? Acaba anlamı neydi? Birbirlerine isimlerinin dışında mı hitap ediyorlardı, tıpkı dizilerdeki gibi. Onların sarılması bittiğinde öylece ellerim önünde birleşik kaldım. Ta ki kapının tekrardan aralanmasıyla gözlerim telaşla kapıdan çıkanları buldu.
Onu gördüm.
Sedyenin üzerinde boylu boyunca uzanan soluk bedeni, bütün terleyen bedenimi bir anda üşüttü. Soğuk suyla dolmuş küvetin içerisine giriyormuş gibi titredim. Kasıldı. Kalbim hiç olmadığım kadar, acı çektirmek ister gibi kasıldı. Sahi onun kadar canım acıyabilir miydi.
Mavi renkte hastane kıyafeti ve üzerine örtülen örtüyle hazırda bekleyen yaşlarım dökülmeye başlarken sedyeye doğru adımladım. Gözleri kapalıydı, çekinerek öylece duran elini tuttuğumda soğukluğu karşısında ürperdim. Çok soğuktu. Ellerim ellerime karışsın diye mi böyleydi?
Elini tuttuğumda duraksayan sedye harekete geçti, bu katta olan odalardan birisine geçtiğinde elini hâlâ bırakmamıştım.
"Lütfen odada tek bir kişi kalsın, refakatçi kim olacaksa bize bildirirseniz sevinirim." diyen hemşireye gülümseyerek cevap verdim.
"Teşekkür ederiz."
"Ben kalacağım." Diye bir ses duyduğumda bunun o kadına ait olduğunu gördüm. Atalay'ın akrabası mıydı? Hiçbir fikrim olmadığı için atılma gereği duydum.
"Kimsiniz?"
Gülümsedi. Samimiyetten uzak bir gülümseme iken bense sorgularcasına kaşlarımı çatmıştım. "İş arkadaşıyım."
"Anladım." Dedim kısaca. Odada kim kalacaktı bilmiyordum ama o kadının kalmayacağı kesindi. Bakışlarımı Atalay'ın üzerinden ayırmak istemiyordum. Çok geçmeden aşina olduğum o sesi duydum ve omzumun üzerinden ona baktım. Yatağın bir köşesine, onun ayaklarının yanına oturmuştum.
"Biz çıkalım hadi." Diyen ses Onur'a aitti. Erkekler başını onaylayarak odadan çıktığında dört kişi kaldık. Ben, Atalay, Onur ve o kız. Hâlâ neden çıkmamakta karalıydı bilmiyorum ama bir şeyleri açıkça belli etmek istemiyordum. Zaten Onur'un yenge demesinden kim olduğumu öğrenmişken bu inadın sebebi neydi?
"Hadi dedim Filiz." Demek adı Filizdi. Onurun uyarırcasına bakmasıyla kadının bakışları bir bana bir de yatakta yatan sevgilime kaydı. Yutkunarak arkasını döndüğünde istemeye istemeye çıktı. Şaka gibiydi.
"Kendine geldiğinde haber veririsin." Dediğinde gülümsedim. İyi çocuktu vesselam. Telefondan beri beni düşünmüş, Atalay'la yalnız kalmam için de müsaade etmişti. "Teşekkür ederim, haber veririm tabi." Dediğimde karşılık olarak gülümseyerek kapıyı kapatmıştı. Artık yalnızdık. Rahatça derin bir nefes aldım.
Karşımda onu böyle görünce, nefes aldığını işitince kalbimdeki telaşın yavaş yavaş bedenimi terk ettiğini hissettim. Bir nebze de olsa iyi hissediyordum. Gözlerini açsın daha da iyi olacaktım. Bir elim elini tutarken diğer elim rengi gitmiş yüzüne dokundu. Bir daha bu hâlde olmasın istedim, belki şımarıkçaydı ama istedim. Görevi gereği yaralanıyordu. Peki, bu zamana kadar daha ağırı olmuş muydu? Kalbinin yakınlarına denk gelen kurşunun, ayrıca kolundan yaralanmasının daha büyük bir geçmişi olduğunu düşünmüyordum. Aynı zamanda ikiden fazla yara aldığını düşünmek gözümü korkutmuştu.
Elimi yüzüne götürerek iyice fazlalaşmış sakallarını okşadım. On beş gündür görmüyordum ve epey büyümüşlerdi. Saçları dağınıktı, dudakları ise kupkuru. Onu ne çok özlediğim, izlemeye doyamadığım çehresinden anladım. Aramıza uzun bir zaman girse de ona olan sevgim ve özlememim hiç azalmamıştı. Üstüne kat ve kat artıyordu. Yumuşak saçlarına dokunduğumda dayanamadım ve yaklaşarak kokusunu içime çektim. İşte o an kalbimin atışlarının düzene girdiği andı. Asıl atmaya başladığı an ise onun yaşadığını görmemdi. Saçlarını okşayarak geri çekildiğimde mırıltılı sesini işittim.
"Uzaklaşma." Kesik ve boğuk sesiyle gözlerimi kocaman açıldı.
"Çok şükür, çok şükür yaşıyorsun." Dediğimde bir anda kollarımı boynuna doladım. Sıkıca sarıldığımda derin bir nefes aldığını işittim. Aynı zamanda inlediğini. Coşkuyla hareket edip ona sarılmam canının yanmasına neden olduğunu gördüğümde hızla geri çekildim ama tekrardan inledi.
"Kızım uzaklaşmasana." Dediğinde geriye çoktan çekilmiştim. Canının acımasının nedeni ise yaralı kolunu kaldırmış olmasıydı. O kolla bir de bana sarılmaya çalışmıştı. Kaşlarım çatıldı.
"Yaralı bir adama göre çok hareketlisin." Dediğimde zorlukla gülümsedi. Dudağının bir yanı sinsice kıvrıldı.
"O zaman bu yaralı adamı üzme de yaklaş, özledim."
Sen uslanmazsın bakışları attım ama umursamadı. İnatlaşarak "Olmaz, sargıların falan açılır. Canın yansın istemiyorum." Dediğimde kaşları derince çatıldı. Uyanır uyanmaz bu tepkilerine bir anlam veremiyordum. Ben de özlemiştim fakat canı yansın da istemiyordum. Haklıydım canım ben, tabi ona göre değildim.
"Özledim diyorum, senin için bir şey ifade etmiyor mu?" Çocukça söylendiğinde gülmeden edemedim. Tepkileri gülmek dışında bir şey yapamam izin vermiyordu. Kaşları neredeyse ortada birleşecek sandım. Olur mu olurdu.
"Of Atalay, lafımı neden bu kadar ters anlıyorsun. Hem senin canın acımıyor mu?"
"La havle."
Aynısından Atalaycım aynısından.
Kahve gözlerini kısarak bana baktı. Aynı şekilde ben de baktığımda kısır döngüye girecekmişiz gibi hissettim ve geri çekilen ben oldum. Bu ısrarı karşısında onun tesr bir şey yapmaması için dudaklarımı araladım.
"Arkadaşların seni çok merak etti. Onlar da iyi olduğunu görsün, sonra özlem gideririz." Dediğimde bana hak vereceğini biliyordum. Fakat ben kadar arkadaşları da deli gibi merak içerisindeydi.
"Kimler var?"
"Tim arkadaşların sanırım, sekiz - dokuz kişi var. Ayrıca bir kız da var."
Kaşları çatık durmaya devam etti. "Filiz mi?"
Kanımın akıp gittiği damarlardan sıvıdan çok farklı bir şey hissettim. Kıskançlık. Sanki kızın adını bile onun ağzından duymak kandan daha çok öfkemin damarlarıma taşınmasına neden oldu. Ama seziyordum. Bu kızda bir tuhaflık seziyordum. İnsanın gözünden anlardım ve hiç de yanılacağımı düşünmüyordum. Ki aksi olsa kıza karşı bir ön yargım olmazdı ama bu kız farklı bakıyordu. Ayrıca kendisini sevgilimin yanında refakatçi kalacak kadar yakın hissediyordu.
"Nasıl da biliyorsun." Diye mırıldandığımda anlamamış olacak ki efendim? Diye sordu.
"Evet, kendisi kim oluyor?"
Yüzünü buruşturdu. "İş yerinden arkadaş." Dediğinde kızın da böyle söylediği aklıma geldi ve asıl doğrunun bu olduğu belli oldu. Tahmin ediyorum ki bu gerçek kız için böyle değildi. Yakında çıkar kokusu diye düşündüm. Umarım tahmin ettiğim bir şekilde çıkmaz ve ben yanılmış olurdum.
Ona bir cevap vermezken "Bir sorun mu oldu?" diye sordu.
"Bir sorun olması için bir neden mi var?"
"O ne demek şimdi yavrum? Niye gerildin sen?" dediğinde iyice saçmalamaya başladığımı anladım ve ifademi değiştirmeye çalıştım. Onun günlerdir görmüyordum ve kafamın başka bir yere daha çekmek istemiyordum. Sadece onunla ilgilenmek istiyordum. Yaralarının iyileşmesini beklemek, ona merhem olmak...
"Yok bir şey sevgilim." Dediğimde anında bakışları yumuşadı. Sırıtarak "Sevgilin seni özledi." Diye mırıldandı. Sanırım bu gün özlemek kelimesini bolca kullanacaktık.
"Azıcık daha sabret." Dedim utana sıkıla. Ofladı pufladı ama elimi elinden istemeyerek uzaklaştırdım ve yataktan kalktım. Kapıya doğru yaklaşarak açtığımda onları aynı şekilde oturarak beklerken gördüm. Onların da dinlenmeye ihtiyacı vardı ve daha fazla oyalamak istemedim.
"Atalay uyandı." Demekle yetinirken yanımdan geçerek içeriye girdiler. İlk başta da odaya giren Filizdi. Resmen koşuşturarak odaya girdiğinde yatağa doğru adımlayarak daha demin benim oturduğum gibi oturdu. Şaşkınca ona bakarken kulağıma birisi fısıldadı.
"Yenge öyle bakacağına gitsene abimin yanına, yoksa kapacak." Diyene dönüp baktığımda sırıtan birisini gördüm. Çok fazlalardı, sadece ikisinin adını bilirken bu adamın adını bilmiyordum. Sanırım hepsiyle tanışmam zaman alacaktı. Onlar çoktan varlığımı kabullenmiş bana yenge diye hitap etmişlerdi. Bu hitap şeklinden rahatsız olmuyordum. Aksine beni güldürüyordu.
"Senin adın neydi?"
"Yavuz ben." Dedi kısaca.
"Memnun oldum Yavuz da," sorgularcasına baktım. Sessizce fısıldadım. "Bu kız ne ayak?"
Kahkaha attığında telaşa kapılıp ellerimi nereye koyacağımı bilemedim. Hepsi bir anda bize dönüp baktı. Sonra gülümseyerek dişlerimin arsından mırıldandım. "Anırmasan iyi olacaktı Yavuz."
Yavuz dudaklarını araladığında merakla baktım fakat Atalay'ın sesi bizi böldü. Adımla seslendiğinde neden bu kadar sert baktığın anlayamadım ve ne var? Dercesine omuz silktim. Başını sola yatırarak yanını işaret ettiğinde minik adımlarla yanına gittim. Gözleriyle boşluğu işaret ettiğinde bakışlarım kıza kaydı. Gülerek Atalay'a bakıyordu.
Daha fazla dayanmayacağım için susmamaya karar verdim. Atalay'ın yanına otururken "Ee Filiz, nasılsın?" dediğimde dudağındaki kıvrım aşağı inmiş, bana bakmıştı.
"İyi." Dedi soğukça. Aslında nasıl olduğunu merak ettiğimden değildi bu sorum, bakışlarını çeksin ve bana yönlendirsin diye yapmıştım ama umurunda bile olmamıştı.
"Oğlum hadi gidin sizde dinlenin, bu halde saatlerce durmuşsunuz zaten." Diyen kişi Atalay'dı. Doğru söylüyordu. Arkadaşları uzun saatlerdir buradaydı. Yorgunlukları gözlerinden belli oluyordu. Sanırım ben o kadar saat beklesem kafayı yerdim. Benim son vakit haberim olmuştu. Neden geç haber vermişlerdi bilmiyorum ama elbet bir bildikleri vardır diye düşünüyordum. O an kimsenin aklına gelmemesi çok normaldi. Beni tanımlarını bile beklemiyordum, düşüncelerimin aksi gerçekleşmişti. Arkadaşları beni biliyordu.
"Emredersiniz komutanım." Dediğinde sevgilim burukça gülümsedi. Onun da dinlenmesi gerekiyordu. Yeni ameliyattan çıkmış birisi olarak çok bile konuşmuştu.
"Abiniz olarak söylüyorum oğlum, hadi evlere dönün."
İçlerinden birisi atıldı. "Tekrar geçmiş olsun komutanım." Dedi.
Oradan Hafız denen çocuk da atladı. "Geçmiş olsun komutanım. Allah ne muradınız varsa versin, Yüce Rabbim sizi bize bağışladı. En çok yengemize tabi. Bir ömür boyu mutluluklar dilerim."
"Hafız!" dedi Atalay uyarırcasına.
"Hayırlı geceler komutanım."
Güldüm. Tek tek geçmiş olsun dilekleri iletilmişti. Geriye o kadının kalmasıyla dudaklarından dökülenler donup kalmama neden oldu.
"Yarın yine gelirim ben, sevdiğin kekten de yaparım."
Yarın yine gelirim ben.
Sevdiğin kekten de yaparım.
Yok canım! Kesinlikle ben artık yanlış duyduğumu düşünüyordum. Sabırlı bir insandım ben fakat karşımdaki kadın seviyemi ölçmek ister gibi tavırlar sergiliyordu. Sevgilisi olduğu halde erkeklere yanaşanlara ne diyorduk? Ağzımı bozmak istemiyordum ama tam olarak böyleydi. Kaşlarımı çatarak söylediklerini sindirmeye çalıştım. Odada ben yokmuşum gibi sadece ona bakarken gülümsemeye devam ediyordu. Atalay'ın ise yüzü ciddiydi.
"Teşekkürler Filiz geldiğin için. Ama bana iyi gelecek olan tek şey yanımda, kekin beni iyi edeceğini düşünmüyorum."
İşte feraset, işte zarafet, işte adam gibi adamlık.
İyi olan tek şey yanımda. Beni kast ediyordu. Susmuştum ve en sonunda kıza haddini bildiren o olmuştu. Aslında ben bir şeyler söylesem de beni dikkate alacak birisi gibi durmuyordu. Atalay'ın söyledikleriyle bozguna uğrarken az önce gülen suratı soldu. Yutkundu, sanırım kelimeleri sindirmekte zorluk çekti. Kısıkça boğazını temizleyerek yataktan kalktığında "Geçmiş olsun." Diye mırıldanarak odadan çıktı.
Rahat bir nefes aldım. Onunla kaldığım için şükrederken tekrardan aklıma gelenlerle dudaklarımı aralamak durumunda kaldım. "Eve gidip birkaç parça bir şey almalıyım." Dediğimde ona doğru dönmemle zaten bana bakan bakışlarıyla karşılaştım. Başı yastığa yaslı olduğu için yanağının bir kısmı buruşmuştu. Yorgun bakan gözlerindeki parıltının sebebini bilmiyordum. O, yaralanmış ve bedenine iki kurşun girmişken bile güçlü ayrıca karizmatikti. Bu nasıl mümkün olabiliyordu? Ama bu haksızlıktı. Kalbime çok büyük haksızlıktı.
"Yavrum." Dedi dolu dolu. Eriyip gideceğim ve yok olacağım sandım. Hiçbir şey söylemese bile bu hitapları mırıldanması bana yetiyordu. Çok fazla ismimle hitap etmek yerine böyle güzel kelimeleri kullanıyordu. Ve ben bir kadın olarak bu kelimelerden çok hoşlanıyordum. Yumuş yumuş olmak anlamını bizzat yaşıyordum. Fakat söylenen sözün ne olduğu değil, kimin söylediği önemliydi. Onun dudakları arasında en saçma kelime bile anlam bulabilirdi.
Aşk buydu sanırım. Kelime olarak çok basit gibi görünse de his olarak kuvvetliydi. Bazen altında bile kalabilme ihtimali varken hafife almak saçmaydı.
"Efendim?" dedim kısık sesle.
Parmakları yüzüme ulaştığında yanağımı okşadı. Sağ kolu yaralı olduğu için diğer kolunu kaldırmıştı. Aslında pek yaralıymış gibi davranmak yerine başta sarılmaya bile girişen birisi olarak şuan çok masum duruyordu. Bakışlarındaki kısıklık uykusunun olduğunu belli ederken artık dinlenmesi gerektiğinin farkındaydım.
Soruma bir cevap vermeden gözlerime bakmaya devam ederken tekrardan konuşma gereği duydum. "Hemen gidip gelirim, ayrıca sen artık dinlenmelisin."
Kısıkça boğazını temizledi. "Birilerini gönderirim ben."
"Olmaz." Dedim hemen atılarak. "Çok sürmeyecek gerçekten." Birilerinin gelmesini istemiyordum çünkü regl olacakmışım gibi hissediyordum. O yüzden özel eşyalarımı kendim alsam daha rahat hissederdim. Hem kendim gidip ayarlasam daha iyi olurdu, bu yüzden ısrar etmekte kararlıydım.
Neyse ki çok uzatmadı. "Tamam, adamlardan birisine söyleyeceğim o seni bırakır." Dediğinde sesimi çıkarmadım. Akşam akşam içi rahat etmezdi. Bu yüzden daha fazla onu zorlamamak için onayladım.
"Telefonum nerede benim?"
"Bilmiyorum, eşyalarını almış olmalılar. Gidip bakayım." Diyerek kalmak istemiştim ki bileğime sarılan eliyle uzaklaşamadım.
"Seninkinden ararım."
Benim için fark etmezdi. Böyle söylediğine göre numarayı ezbere biliyordu. Üzerimdeki ceketin cebinden fermuarını açarak telefonu uzattığımda şifre olmadığı için hemen bahsettiği kişiyi aramaya başladı. Gelmesi gerektiğini söyledikten sonra kapattığında telefonumu geri uzattı.
"Birazdan aşağıda olur."
"Kim olduğunu nasıl anlayacağım?" Sorduğum sorunun ardından plakayı söylediğinde başımı sallayarak yanından kalktım. Kısaca göz attığımda başını geriye doğru yasladı.
"Uyumaya çalış." Diye mırıldandım.
Çocuk gibi omuzlarını silkti. "Sen gelmeden uyumayacağım."
Gülümsedim. "Peki."
Odadan çıkıp gittiğimde aşağı inmiş ve bahsettiği plakanın olduğu arabaya binmiştim. Eve gidene kadar Defneyle konuşmuştum. Olanları bahsettiğimde kısa bir konuşma yerine uzun bir sohbet olduğu için arabanın durmasıyla konuşmamız sonlanmıştı. Bir ara Atalay'ı görmeye geleceğini söylemişti. Duyduğunda ise epey korkmuş ve endişelenmişti. Aklıma geldikçe o ürperti bedenimi ele geçiriyordu. Kâbus gibiydi. Bir an önce bitmesini istediğim kötü bir kâbustu.
İyi olduğunu bilsem de yara alması gerçeği değiştirmiyordu.
"Birkaç parça eşya alıp tekrar hastaneye geri döneceğiz."
Arabadan inerken başını öne eğdi. "Tabi efendim."
Eve geçtiğimde ilk işim odaya çıkarak üzerime rahat bir şeyler giymek oldu. Sonra biraz etrafı kurcalamamla iki orta boy çanta buldum ve birisine kendi eşyalarımı birisine de onun eşyalarını yerleştirdim. İşim bittiği için odadan çıkacakken karnıma saplanan ağrıyla eş değer bir şeylerin iç çamaşırıma akıp gittiğini hissettim. Regl olduğumu anlarken geri dönerek yeni bir iç çamaşırı ve pet aldım. Değiştirdikten sonra çantaya da pet koymayı unutmadım. Kapıları iyice kilitledikten sonra araca geri bindim ve tekrardan hastaneye döndüm. Onun olduğu kata çıktığımda hemşirelerden Atalay'ın eşyalarını istemiş ayıca ismimi refakatçi listesine yazdırmıştım. İşim artık tamamen biterken, içeriye girmemle farklı bir hemşireyle karşılaştım.
Atalay yattığı yerden doğrulmuş yaralı kolunu havaya kaldırmıştı. Sargısı değişiyordu. Kapının açılma sesi duyulduğunda ikisinin de bakışı bana döndü. Sessizce gidip çantaları koltuğun üzerine bıraktım. Kadın işini ustalıkla yaptığında geri çekildi ve geçmiş olsun diledikten sonra odadan çıktı. Onun çıkmasıyla Atalay'ın bakışları bana kaydığında dudaklarımı aralamak zorunda kaldım.
"Üzerini değiştirelim mi?" diye sorduğumda hızla başını olumlu anlamda salladı.
"Olur, çok rahatsızım bunun içinde." Derken yüzünü buruşturmuştu. Kim olsa bu hastane kıyafetinden hoşlanmazdı. İnsanın kendi kıyafeti gibi olmuyordu, rahatlığını hissedemiyordu. Bu yüzden onun için aldığım eşofman ve tişörtü çıkardığımda yanına adımladım. Doğrulmasına yardımcı olurken sesli soluklarını işitiyordum.
"Ben usulca çıkaracağım sen bedenini hafifçe kaldırsan yeterli."
"Ölüm döşeğinde değilim yavrum kımıldayabiliyorum."
Dakikalardır cebelleştiğim o gerçek yüzme sertçe çarptığında, dudaklarından duymak ağır geldi. Ağlamak istiyordum ama kendimi de tutmam gerekiyormuş gibi geliyordu. Derin derin nefesler alarak ağlama isteğimi gideremeye çalıştım. Önlüğün arkasındaki çıtçıtları açarak bedeninin tamamen çıplak kalmasını sağlarken altında sadece iç çamaşırıyla kalmıştı. Bakışlarım sargılarına kaydığında usulca onlara dikkat ederek tişörtü kafasından geçirdim. Sıra sargılı kolunu geçirmek olduğunda nasıl yapacağımı bilmesem de usul usul yapmam gerektiğimin farkındaydım.
"Kolunu hafifçe kaldır." Derken sesimin titremesi kulaklarından kaçmadı. Kaşları an be an çatılırken duraksadım. "Yavrum terliyorsun." Terliyor muydum? Oysaki farkında bile değildim. Ama endişem bedenimde öyle yükselmişti ki patlamak üzereydim. Canını yakacak olma düşüncesi beni kahrediyordu.
Onun şuan bedeninde iki kurşun var Firuze.
Sonunda kolundan kumaşı geçirdim ve derin bir nefes aldım. Sıra eşofmanındayken eğilerek giydirmek istemiştim ki izin vermedi. Parmakları bileğime kavrarken neden durdurduğunu anlamak için suratına baktım.
"Ben giyerim." Dediğinde neden yapmama izin vermediğini anlayamadım. Sonra bazı düşünceler zihnime yerleşmeye başladığında umarım yanlış düşünüyorumdur diye aklımdan geçirdim.
"İzin verirsen yardım etmek istiyorum." Tıpkı onun gibi kaşlarım çatıldı. Parmaklarının kıskacından kurtularak eğildiğimde sözlerime devam ettim. "Adı üzerinde isteyerek."
Rahat hissetmiyordu kendini. Belki de böyle bir durumda olmaktan utanıyordu. Bense sadece yaralandığı için üzülüyordum. Aksi kötü bir şey düşünmezken onun böyle bir şeyi aklına getirmesi beni kat kat üzerdi. Yaralanmıştı. Vatani görevini yaparken yaralanmıştı ve bu herkesin başına gelebilecek olan bir olaydı. Ondan asla rahatsız olmazdım. Utanmazdım.
Eşofmanını ayaklarından geçirdikten sonra poposunu kaldırmasıyla tamamen geçirdim. Artık daha rahattı. Çıkardığım önlüğü koltuğun üzerine koyduğumda telefonumu sessize aldım. Geri ona dönerek yatağın yatmasını sağladığımda yastığını da düzelttim.
"Kapa gözlerini artık ben buradayım." Kısık gözleri ha kapandı ha kapanacaktı. Ama direnmekte de kararlıydı.
Yüzünü buruşturarak sağ tarafa kaydığında yatakta boşluk bıraktı. "Yanıma uzan."
Kocaman açılmış gözlerimle ona baktım. "Daha neler, unut bunu."
Ciddi surat ifadesiyle bana baktı. "O küçük koltukta belin tutulur, ayrıca orada uyusan da yara falan dinlemem ben kucağıma alırım seni. Bunu istemezsin değil mi?" diye sorduğunda parmağında vicdanımı oynattı. Nereden vuracağını iyi biliyormuş gibi bir tavır takındığında, yatmak ve yatmamak arası ikileminde kaldım.
Fakat koltuğa kurulsam da yerinden kalkıp yanıma geleceğini biliyordum. Bu onun için daha aksi olacağı için pek şansım da olacak gibi durmuyordu. Sıkıntılı soluğumu vererek komodinin üzerinde duran telefonumdan saate baktıktan sonra geri çekildim. Üzerimdeki ceketi çıkararak koltuğun üzerine doğru bıraktığımda geri dönmek için arkamı dönmüştüm ki onun gülümseyen suratıyla karşılaştım. Yüzünde yorgun bir gülümseme olsa da gözüme tatlı gelmişti.
Asker adamı da tatlı yapmıştım.
Yatarken düşmemek için onun tarafındaki korumalığı açtığımda ayakkabılarımı çıkararak yatağa oturdum. Usulca ona döndüğümde uyarırcasına konuştum. "Yanındayım ama sarılmak yok."
Ben de çok istiyordum, ona sıkı sıkı sarılmak ama yaralıydı. Bir anlık heves uğruna yanan canını hiçe saymak istemiyordum. Sessiz kaldığında yönümü ondan tarafa çevrili bir şekilde durmaya zorladım. Ellerim sıkıca sarılmak için karıncalanmaya başlamış, bu isteğimle başa çıkmaya çalışmıştım.
Ama dudaklarının arasından çıkan küfürle ona doğru sertçe çekildim. "Sikerim uzağı."
Başım omuz çıkıntısına yaslandığında bu hareketi için kızmak yerine bu sefer sessiz kaldım. Teninin sıcaklığını, boynundan süzülen kokuyu hissettiğimde kalbimdeki o sıkıntının tekrardan gün yüzüne çıktığını hissettim. Hastaneye gelmemden beri gözyaşı dökmemek için verdiğim çaba şimdi onunla yok olup gitti.
Damlalarım tenine akmaya başladığında çok geçmeden fark etti ve yüzümü yüzüne çevirmek için harekete geçti fakat izin vermedim. Dolmuştum. Kimseye duygularımı belli etmeyeceğim diye içimde biriktirdiğim hisler dışarı çıkmıştı. Yıllar önce yaşadığım korkuyu tekrar yaşıyormuş gibi olmak kötü hissettirmişti.
Ailemden birisini tekrardan o toprağın arasında sarılı beyaz örtüye konulmuş tabutun içerisinde görmekten delicesine korktum. Birisini kaybetmek kötüyken, ailenden birisini kaybetmek daha kötüydü. Ve ben ailemden birisi tekrardan benden gidecek diye küçük bir kız gibi köşeye çekilmek istemiştim. Duvar kenarında ağlamak ve hüzne boğulmak...
"Yavrum şimdi niye ağlıyorsun?" dediğinde sesindeki ton daha fazla ağlamama sebep oldu ve hıçkırık boğazımda dizildi ve canımı yakmaya başladı. Daha fazla kendimi tutamazken dudaklarımdan çıkarak hıçkırarak ağlamaya başladım. Omuzlarımın titremesinden dolayı başım omuzunda gel git yapıyordu.
"Korktum." Dedim bütün hislerimi bir kelimeye sığdırarak. Koskoca geçen on beş günün içerisinde sadece bir kez konuşma fırsatımız olmuştu. Birkaç gün önce telefonda çok kısa bir konuşma gerçekleştirmiştik. Ona olan özlemimi gidermemişti ama sesini duymak iyi gelmişti. En azından yaşam belirtisi almak beni mutlu etmişti. İyiyim demişti ama kim böyle bir ortamda psikolojik olarak iyi olurdu ki?
Bedenimde stresten dolayı oluşan ağırlığı hissedebiliyordum. Acaba şuanda onun psikolojisi nasıldı? Uyandığından beridir gram güçlü duruşu azalmamıştı. Yüzü gülüyordu fakat yorgundu. Normaldi, günlerdir kim bilir nasıl ortamda kalmıştı. Karnı doymamış, uykusuz kalmıştı.
"Sana bir şeyin sözünü vermiştim."
Bu dudaklarını döndüğümde bu kadar kısa süre öpmeyeceğim.
Hatırlıyordum. Daha dün gibi aklımdayken verdiği sözü unutmam mümkün değildi.
"Peki sen ne demiştin? Benim güzel bebeğim." Yüzüme değen parmağını hissederken usulca tenimi okşadı. Bense gözyaşlarım eşliğinde derin bir soluğu içime çektim.
Burnumu çektim. "Yeter ki dön. Dudaklarım seni bekliyor olacak, tıpkı benim gibi."
Nedense gülümsediğini hissettim. Göz altlarımda biriken yaşlarla sakinleşmeye başlarken bu sefer çenemdeki parmaklarıyla yüzümü ona çevirmeyi başardı. Yüzümüz çok yakın bir mesafede olduğu için sıcak nefesini tenimde hissedebiyordum. Kirpiklerim ona daha fazla bakabilmek için kıpraşmayacak dereceye gelmişti.
"İzin veriyor musun sözümü tutmama?"
Sen sözünü çoktan tuttun sevgilim. Bana geldin, acılarla da olsa geldin. Meğerse sana varmak öyle güzel şeymiş ki bu kadar güzel olsa da senden bir daha ayrı kalmak istemedim. Özlemim ağır basar, kokunu bir daha alamazsam diye korkarken şimdi aslında hayat anlamına gelen huzurumu burnumdan kalbime soluyordum.
Yaşı küçük bir birey gibi başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladığımda bana karşı kullandığı o içten gülümsemeyi bahşetti. İçim birden huzurla dolup taştı. Elleri hala çenemin hizasındayken yüzlerinizi arasındaki o mesafeyi daha da azalttı ve yüzündeki tebessüm soldu. Gözlerimde olana gözleri birkaç santim aşağıda olan dudaklarıma kaydığında damarlarımdan akmakta olan kanın içerisine heyecanın da karıştığını hissettim. Yaklaştı ve dudaklarını dudaklarıma susuz kalmış bir canlı gibi ihtiyacını gidermek için bastırdı. Yumuşak olan dudakları bu sefer yumuşak değildi, çatlaklarını kımıldamaya başlayan dudaklarımız sayesinde hissedebiliyordum. Parmakları benim tenimdeyken benim ise ellerim omuzlarına çıkmıştı.
Sıcak... Nefesi çok sıcaktı. Bu oda, elleri ve dudakları çok sıcaktı.
İki dudağım da bu sefer dudaklarının arasına sıkıştığında baskı karşısında inlememek için zor durdum. Bu sıkı gücü karşısında dudaklarımın zarar göreceği makuldü. Çıkmış sakallarını okumaya başladığımda ona her türlüsü yarışacağı için ses etmiyordum. Sakallı da sakalsız da karizmatikti.
Daha fazla nefes alamayacağını anladığımda geri çekilmek istemiştim ki üstüme abanmasıyla inleyen o oldu. Canının yanmış olma ihtimali ile korkuyla geri çekildim. Sanırım göğsü acımıştı. Bakışlarım yüzüne kaydığında kapalı olduğunu gördüm. Yüzünü buruşturmuş, gerilmişti.
"Dikişlerini açacaksın." Dediğimde sesim sinirli gelmişti. Ama tabi tınlayacağını da sanmıyordum. Canı yansa da inat birisiydi.
"Beni öldürecek dudaklara sahip olsan da seni hep öpmek isterim."
Beni öldürecek dudaklara sahip olsan da seni hep öpmek isterim.
Sustum. Bilmiyordu ki asıl öldüren oydu. Kapılıp giden ben, yanıp kül olan bizdik. Hiç sönmeyecek olan yangında can veriyorduk. Ama mutluyduk. Canımız yanacaktı belki de ama yan yanaydı. Belki de önemli olan bu olduğu için kaybolmuyorduk.
Başımı yastığa yaslayarak yüzünü seyretmeye başladım. O da yasladığında göz göze, yan yana yatmaya başladık. Ellerimi yüzüne çıkararak okşadım.
"Hadi sevgilim, sözünü tuttuğuna göre artık uyumalısın."
Hafifçe güldü ama gözleri kapanmak üzere olduğu için çok sürmedi. "Artık bir fotoğrafla yetinmeyeceğim."
Artık bir fotoğrafla yetinmeyeceğim derken ne demek istemişti bilmiyordum ama sormak için sabahı beklemem gerekiyordu bunu çok iyi biliyordum. Gözleri çoktan kapanmıştı. Arkama rahatça yaslandığım için başını göğsüme yaslamıştı. Sanki dibimde olsa da yetmiyordu. 15 günü telafi etmek için onun kucağından ayrılmak istemiyordum.
Mümkün müydü?
Gece boyunca bir süre yüzünü seyrettim. Saçlarına eğilerek kokusunu içime çektim, yetmedi öptüm. Daha sonra acıyan gözlerim daha fazla dayanamadı ve derin bir uykunun kollarına çekildim.
Atalay'ın, Firuze'nin göğsünde uyurken gördüğü rüya.
Bir küçücük aslancık varmış Bir küçücük aslancık varmış Çöllerde ko ko koşar oynarmış Çöllerde ko ko koşar oynarmış
Aşağıdan gelen seslerle gülümserken tıraş sonrası losyonumu yüzüme sürerek kapıyı örterek merdivenlerden inmeye başladım. Çıplak ayaklarım havanın sıcaklığından dolayı epey yanıyordu. Evimizdeki her birey çıplak ayakla dolaşmaktan çok hoşlanıyordu.
Sesler onlara yaklaşmamla kulağıma daha net ulaşırken sabahın ilk saatleri olduğu için günümün daha keyifli geçeceği şimdiden belli olmuştu. Aşağı indiğimde boydan boya açık kalan salon camından anladığım kadarıyla bahçeye çıkmışlardı.
Sonra onları gördüm.
İki kızımı.
Birisi eşim, diğeri ise kızımdı.
Daha yeni aldığımız çocuklar için üretilen küçük havuzun içerisinde annesiyle birlikte oyun oynuyordu. İçerisine doldurulmuş toplardan daha çok annesinin söylediği şarkı ilgisini çekmiş gibi kahaklarla gülüyordu.
"Bebeğim benim, gülüşe bak."
Kendisinin de ne kadar güzel güldüğünden haberi var mıydı?
Usul usul onlara doğru ilerlerken seslenmeyi de unutmadım. "Ne yapıyorsunuz bakayım siz burada?"
İkisinin bakışları bir anda bana döndüğünde çoktan yanlarına ulaşmıştım. Karımın yanına giderek ilk onun alnına dudaklarımı sıkıca bastırdım. "Günaydın yavrum." Dediğimde tatlı tatlı gülümsedi. Resmen sabah neşemdi.
"Günaydın aşkım. Tıraş olmuşsun." Dedi parmakları hızla yüzüme ulaşırken. Usulca okşamayı da unutmadı.
"Böyle istemedin mi yavrum?" dediğimde hiç bilmiyormuş gibi şakasına şaşırır gibi yaptı.
"İş için demiştim ben." Dedi sıvışmak ister gibi. Öyle tatlı omzunu silkti ki dayanamadım çıplak tenine dudaklarımı değdirdim. İkisi de açık renkli mayolarını üzerine giydikleri için gözüme çok tatlı geliyordu. Hele ki kızım, küçük boyuyla beni alaşağı etmeyi çoktan başarmıştı.
Bir kadının ardından ikinci bir kıza daha mest olmuştum.
"Dün gece öyle demiyordun ama." Dediğimde sıcağın yüzünden değil de söylediklerimin ardından kızarıklığı yanaklarına dağılmaya başladı. Yıllar geçse de üstünden o utanmaya devam ediyordu. Aramızda artık çekinecek hiçbir şekilde bir şey kalmamıştı.
Evlenmiştik, bir çocuğumuz olmuştu. "Gün yüzüne çıkarmanın sebebi yetmemesi mi?" diye sorduğunda bu sefer şaşırma sırası bana geçti. Firuze, Firuzem... Bazen küçük bir çocuk gibi çekingen bazen ise beni alaşağı edecek kadar olgun bir kadındı. İki karakterine de aşık bir adamdım.
"Biliyorsun yavrum." Dedim doyamadan dudaklarına baskılı bir buse kondurdum. "Hiçbir zaman sana olan arzum dinmek bilmeyecek."
Gözlerini benden çekmedi ama çok utandı bunu biliyordum. Kızımızın sesiyle bakışlarımız birbirinden ayrıldığında suyun içerisinde çırpınan ellerini ısırmak istesem de annesi kızcağı için yapmadım.
"Bebeğim, sen bu havuzu çok mu sevdin?" dediğimde anlıyormuş gibi güldü.
"Evet babası, hiç ayrılmak istemiyor. Ama iyi oldu almamız baksana keyfi yerinde, ağlamayı bıraktı."
"Ben de aranıza katılabilir miyim?"
"Gel sevgilim."
Havuz yeterince büyük olduğu için alanı da doğal olarak genişti. Altımda şort üzerim çıplaktı. Havalar çok sıcak olduğu için gece çıplak yatacak hale gelir olmuştuk.
Aralarına katıldığımda sabahın ilk saatlerinde ailecek vakit geçirmiş, günü epey iyi değerlendirmiştik. Artık kızımızın uyku vakti geldiğinde ona yemek yapmayı mı uyutmayı mi istediğini sorduğumda kahvaltı hazırlamayı tercih etmesiyle ben de bebeğimizi uyutmaya çıktım. Tabi ondan önce de üzerini değiştirmeyi unutmadım. Daha küçük olduğu için bizim yatak odamızda kalıyordu, geceleri çok sıkıntı çıkarmasa da yine de yanımızda bulunması şarttı.
Uyumayı çok sevdiği için kısa sürede dalabilmişti. İki havlu alarak aşağıya indiğimde karımın sesiyle o tarafa yöneldim.
"Mira uyudu mu?"
...
Firuze'nin ağzından.
Yüzüm çarpan güneşle buruşurken kirpiklerimin aralanmasıyla bakışlarım beyaz renkteki tavanı buldu. En son onun kolları arasında uyuyakalmıştım ve hâlâ da öyleydi. Fakat o benim göğsümde iken bu sefer ben onun göğsündeydim. Ne ara bu pozisyona dönmüştük bir fiktim yoktu. Günün yorgunluğu ile gece de hiç uyanmamıştım.
Sesli bir soluk verdiğimde yavaşça kıpırdayarak yüzümü yüzüne çevirmiştim ki zaten bana bakmakta olan gözleriyle karşılaştım. Kahve harelerine vuran ışıkla günümü daha ne kadar güzel aydırabilirdim bilmiyordum. Onun aksine kısık gözlerle bakmamın sebebi yeni uyanmış olmamdı. O ise dinç gözlerle bana bakıyordu.
"Ne zaman uyandın?" diye sorduğumda gülümseyerek elini yüzüme çıkardı. Kısa saçlarımı kulağımın arkasına doğru ittiğinde gülümsedim. Fakat neden böyle gülümsediğini bilmeden ona kapılıp gitmeye başlamıştım.
"Güzel bir rüyadan uyandım."
"Yaa, ne gördün?"
Yerimden hafifçe doğrulduğumda sırtıma saplanan ağrıyla yaptığımız yataktan dolayı olduğunu anlamam pek de zor olmamıştı. Gözlerimi ovuşturduğumda kendime gelmeye çalıştım.
Dudaklarını araladığında merakla ne söyleyeceğini beklemiştim ama çalan kapıyla hemen yattığım yerden doğruldum. İçeriye hemşirenin girmesiyle bir an kadın bocaladı.
"Afederisiniz. Sargılarını değiştirmek için geldim."
"Tabi gelin lütfen derken." doğrularak ayakkabılarımı giymeye başladım. Atalay da çoktan yattığı yerden doğrulduğunda bakışlarını bana çevirdi.
"İlk başta göğsünüzdeki yarayla ilgilenelim." Hemşire Atalay'a yönelik konuşa da Atalay'ın göz hizasi benden yanaydı. Kaşlarım çatıldı, kadın öylece durduğunda ben yardım etmek için yanına ilerledim ve tişörtü uçlarından kavradım.
"Hafifçe kaldır kolunu." Dediğimde dediğime uyarak tişörtü çıkarmamak izin verdi. Kadın usulca sargıyı değiştirirken elimde kumaşı tutmaya devam ettim. Atalay bana bakıp bakıp sırıtıyordu. O böyle olunca da benim komiğime gidiyor ben de gülüyordum. Bu tavrına anlam veremiyordum.
Acaba bunda gördüğü rüyanın etkisi de var mıydı?
"Bitti."
Duyduğum sesle daldığım noktadan bakışlarımı çektim. Kadın tıbbi malzemeleri toplamaya başladı.
"Bugün çıkmak istiyorum."
Atalay'ın ağzından çıkanlarla şaşkın gözlerle ona doğru döndüm. Hemen atılarak "Saçmalama." Dediğimde kaçıncı olduğunu bilmediğim inadın yine geleceğini hissettim.
"Evimizde de iyi olabilirim."
Evet, ev daha rahattı fakat risk almaya gerek var mıydı?
"Doktor bey uygun görebilirse çıkabilirsiniz. Ben haber vereyim." Dediğinde elindekilerle odayı terk etmişti.
"Çok inatçısın." Dedim sitemle.
"Evimizde daha rahat olacağım." Diyerek kısaca açıklaması yaptığında ona hak vermiştim. En azından bir gün kalmıştı, buna da şükür. Evde ona iyi bakardım. Daha konforlu ve rahat olurdu. Fakat iş yerinden izin alabilecek miydim bilmiyordum.
Olduğu kadarıyla idare edecektim.
"Peki, doktor gelsin o çıkmana izin verirse çıkarız." Dediğimde başını onaylar anlamda salladı fakat bu öylesine yapılmış bir hareket gibi görünüyordu. Birkaç dakika sonra doktor geldiğinde bir sürü açıklama yapmıştı. Ciddiye alan ise tek bendim. Atalay dinliyor gibi görünse de uygulama kısmında pek işlevi olmayacak gibi duruyordu. Doktor bey yapılacakları kısaca sargıları ne zaman değiştirmem gerektiğini ve dikkat etmem gerekenleri söylediğinde pür dikkat dinlemiştim.
Sağlıklı beslenmesi için kafamda menü bile oluşturmuştum.
Şimdi ise hazırlanmış ve Atalay'ın aradığı adamın gelmesiyle arabaya geçmiştik. Ben arkaya binerken adam ve Atalay da öne geçmişti. Onlar aralarında muhabbet ederken ben de sessizce akıp giden yolu seyrediyorum. Acaba ailesine söylemeye gerek var mıydı? Boşa telaşlandırmaya gerek yoktu ama Atalay bu konu hakkında ne düşünürdü bilmiyorum. Şuan durumu iyidir ama yine de söylemem gerekirse miydi? Daha fazla içimde tutmayarak sorma gereği duydum.
"Ailene haber verecek misin?"
Sesimi duymamla omzunun üzerinde bana baktı. "Hayır." Kısa cevabıyla daha fazla sorgulamadım. Aile mevzularına karışacak değildim. Benim için sessiz geçen yolculuk son bulduğunda Atalay hiç yaralanmamış gibi arabadan inmesine karşılık gözlerimi devirdim. Hızla eşyalarımı arabadan alıp indiğimde kolunagirmek için uyanmıştım ki bana doğru uzanan eliyle ne için uzattığını anlamadığım için kaşlarım çatıldı.
"Ver çantaları ben taşıyayım."
"Atahan sus benim canımı sıkma." dediğimde pis pis güldü. Bilerek yapıyordu. Beni sinir etmeyi istiyor be beceriyordu da. İçeriye girdiğimizde ayakkabılarını birbirine sürterek çıkardı. Çıkarılan postallarını kenarı koyarken, kendi ayakkabılarımı da çıkardım. Kenarı koymamla direkt üst kata yöneldim çünkü o üst kata çıkmıştı. Üzerini tekrar değiştirsek iyi olacaktı. Aralık kapıdan içeriye geçerken üzerini çıkaramaya çalıştığını fark ettim ve ofladım.
"Ya adam kendi başına yapma şöyle şeyler, yaran kanayacak."
Kısaca gözlerime baktı. "Bir şey olmaz."
"Ama neden böyle yapıyorsun Atalay ya, canın acıyacak diye zaten tetikteyim. İnadına yapar gibi canını yakmak için uğraşıyor gibisin. Ben varım burada, yardım edebilirim. Tamam anladım istemiyorsun, neden istemiyorsun beni?" dediğimde dudaklarımın arasından kaçan hıçkırıkla şaşırdım. Bir anda gözlerimden akan damlalara tıpkı benim gibi şaşkınca bakarken ağlamaya başladım.
Ellerimi yüzüme kapatıp ağlamaya başladığımda ellerimdekini çoktan yere bırakmıştım. Bu ani duygu değişimlerimin tek bir sebebi vardı. Çok fazla karnım ağrımasa da böyle ani ruh hallerim olabiliyordu. Aşırı duygusal bir kadına dönüşüyorum. Şimdi olduğu gibi.
"Sevgilim neden ağlıyorsun?"
Ağlayana böyle denir miydi? Denmezdi. Şimdi bu soruya mı söylediği sevgilim kelimesine mi ağlasam karar verememiştim. Ama saldım her şeye ağlamaya başladım. Ne için ağladığımı ben bile bilmezken yüzümdeki ellerimi çekerek ona bakmamı sağladı. Yaşlı gözlerime değen bakışları sert bakıyordu. O eğlenen ifadesi gitmiş sert bir tavır almıştı.
"Uff, bilmiyorum." Dediğimde omuzlarım sallana sallana ağladım karşısında. Dayanamadı tabi, hemen beni kendine doğru usulca çektiğinde daha fazla sinirlenmemem için yavaş hareket ettiğini anladım.
"Tamam sen yardım et." Dediğinde inatçı bir çocuğu ikna eder gibiydi. Resmen gülünecek haldeydim. Adam yaralıyken bile beni teselli etmeye çalışıyordu.
Kalın parmaklarıyla göz altlarımdaki yaşları sildi. Sakinleşmek için derin derin nefesler alıyor kendime gelmeye çalışıyordum. Geri çekildiğinde önce duran bedeni karşısında sızlanmayı bıraktım. Parmaklarım yardımıyla kumaşı yukarı sıyırdım ve kafasından çıkardım. Çıplak tenindeki hafif çizikler ve kızarıklara takılacağımı sansam da sorgulamak yerine önümdeki ise koyuldum. Altını da çıkarırken dolabına doğru ilerledim.
"Ne çıkarayım?" Sesim ağladığım için boğuk çıkıyor sinirimi bozuyordu.
"Sporcu atleti ve şort çıkarır mısın?"
"Olur." Dedim ikiletmeden.
İkisini de siyah renkte çıkardığımda yanına gelerek bir çırpıda giydirdim. Bir şey fark ettim ki parmaklarını avucuna doğru kıvırmış sıkmaya başlamıştı. Canı yanıyor desem işim bitmişti.
"Bir sorun mu var?" dedim emin olmak için.
"Yok yavrum."
Banyoya doğru ilerleyerek eşyaları kirlilere attığımda elimi yüzümü yıkayarak odaya geri döndüm ama onu olduğu yerde göremedim. Kendi üzerime de rahat kıyafetler giyerek mutfağa geçtim. O da zaten buradaydı. Buzdolabını açmış öylece bakıyordu.
"Ne istersin sevgilim? Yemek mi yapayım yoksa aperatif bir şeyler mi?"
Geri çekildiğinde dolabın kapağını kapattı. "Aperatif olsun."
"Tamam da sen gitmezsin büyük ihtimalle sandalyelerden birisine otur."
"Hanım ne derse." dediğin güldüm. Dediğimi yaptığında ben de hızlıca hazırlayacağım şeylerden birkaç bir seti ocağa koyduğumda aynı zamanda masayı da ayarlamıştım. Kremalı makarna ve fırında patatesi tabaklara koyduğumda buzdolabından geçen gün aldığım gazlı içeceği de bardaklara doldurdum.
Karşılıklı oturduk. Ne yalan söyleyeyim çok acıkmıştım. Ama bir gerçek vardı ki en çok açıkan karşımdaki adamdı. Çok aç olsa da nazikliğinden bir şey kaybetmemiş düzgünce yemeye devam etmişti.
"Ben yokken bir sıkıntı oldu mu?" Klasik sorusu haline gelmişti.
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Olmadı. İşe gitmek ve arkadaşımla buluşmak dışında bir şey yapmadım." Derin bir nefes aldım, titrek. Sanki dilimden dökülecek olan kelimelerin hareketiydi. "Bir şey çok zorladı beni."
Ellerini masaya koyarak dikkatini bana verdi. "Ne?"
"Sen özlemi."
Sen özlemi.
Düşünceler tarafından tutsak edildiğim on beş gün artık bitmişti. Beni ayakta tutan şey ona kavuşacak olma düşüncesiydi. Uykum düşman gibi karşıma geçmiş ve kabuslar ve rüyalarla beni yalnız bırakmıştı. Bazense gördüğüm güzel rüyaların etkisinde kalmış mutlu dakikalar geçirmiştim.
Gelecek, ne çok rüyama girer olmuştu.
"Kıyafetimi alır koklar, yatağımda yatar uyurdun. Fakat ben bir fotoğrafa mahkum oldum."
Kıyafetini koklamakla yetinmedim, üzerime giydim. Yatağında uyudum, fotoğraflarımıza baktım.
O ise kim bilir nerede, ne halde fotoğrafıma bakmıştı.
"Artık kollarındayım, kokun da yatağın da ben olayım."
Artık içimizdeki o kasvetin usul usul olduğu yeri terk etmesini seyrederek rahatlayacaktık. Aslında o yanımda olduğunda dertler ve sıkıntılar yok oluyor, sadece göğsüne saklanmak istiyordum. Onu da yanıma çekmek ve izole olmak.
"Kokumda, yatağım da sen ol."
Rahatsız edici o melodi mutfakta yankınlandığında bakışlarım ona kaydı. Telefonunu masadan aldığında kulağına dayadı. Karşısında konuşan kadının sesini yüksek senden dolayı anlarken kelimeleri de ardından kavrayabildim.
"Oğlum hangi hastanedesiniz? Biz çıktık yola geliyoruz."
BÖLÜM SONU
Ben geldim yaaa
Çok özledim onları, biraz gözyaşı döktüler ama hep mutlu hep mutlu olmazzz.
Bölümü nasıl buldunuz?
Birkaç karakterle daha tanıştık, nasıl buldunuz???
Son kısım pekii, acaba neler olacak.
Sizi çok seven Ebrar.
|
0% |