Yeni Üyelik
19.
Bölüm
@rarbezrh

 

 

19. Sıcaklık

 

Nazan Öncel|Beni Hatırla

 

önceki bölümden

 

"Kokumda, yatağım da sen ol."

 

Rahatsız edici o melodi mutfakta yankınlandığında bakışlarım ona kaydı. Telefonunu masadan aldığında kulağına dayadı. Karşısında konuşan kadının sesini yüksek senden dolayı anlarken kelimeleri de ardından kavrayabildim.

 

"Oğlum hangi hastanedesiniz? Biz çıktık yola geliyoruz."

 

🌘

 

Firuze’nin küçüklüğü.

 

Sizin dala konmuş, hallu, bellu, gabellu, kabak baş bel baykuşu,

 

Bizim dala konmuş, hallu, bellu, gabellu,kabak baş bel baykuşuna,

 

“Sen nasıl bir hallu, bellu, gabellu, kabak baş bel baykuşusun”, demiş.

 

Bizim dala konmuş, hallu, bellu, gabellu, kabak baş bel baykuşu da,

 

Sizin dala konmuş, hallu, bellu, gabellu, kabak baş bel baykuşuna,

 

“Sen nasıl bir, hallu, bellu, gabellu, kabak baş bel baykuşuysan,

 

Bende öyle bir, hallu, bellu, gabellu, kabak, baş, bel, baykuşuyum” demiş.

 

“Oha kızım, sen bunu nasıl ezberledin?”

 

Omuz silktim. Beni övmesi hoşuma giderken sözleri karısında gülümsedim. “Annem ve babam dilim gelişsin diye gece yatmadan önce tekerleme söyletir. Oradan alıştım.”

 

“Harbi kızmışsın.” Dediğinde kaşları şaşkınlıkla havaya kalkmıştı. Gülmeye devam ettim.

 

“Ben de bir şey biliyorum, söyleyeyim mi?”

 

Başımı hevesle aşağı yukarı salladım. “Söyle söyle.”

 

Boğazını temizlediğinde bir anda ciddiyete büründü. O böyle bir hâle bürününce de ben meraklandım. Yerimde dikleşirken kulaklarımı dört açtım. Derin bir nefes aldığında bu yaşta nasıl bu kadar dolgun olduğuna şaşırdığım dudaklarını araladı.

 

“Ceddin deden neslin baban. Hep kahraman Türk milleti. Orduların pek çok zaman. Vermiştiler dünyaya şan. Türk milleti, Türk milleti. Aşk ile sev milliyeti. Kahret vatan düşmanını. Çeksin o mel'un zilleti. Ey şanlı ordu, ey şanlı asker. Haydi gazanfer, umman-ı safter. Bir elde kalkan, bir elde hançer. Serhadde doğru ey şanlı asker.. Deryada olsa her şey muzaffer. Dillerde tekbir, Allahü ekber. Allahü ekber, Allahü ekber. Ordumuz olsun daim muzaffer.”

 

Sesini kalın çıkarabildiği kadar çıkardı ve çatık kaşlarla tam olarak sözleri sıraladı. Şaşırdığımı hissettim. Bir anlığına tüylerim kabarırken, askerlerle ilgili bir şey olduğunu anlamak çok da zor olmadı.

 

“Marş mı bu?”

 

Başı dikleşti. “Eski ordu marşı.” Dedi gururla. Konu askerlik olunca hep böyle göğsü büyüyordu. Bu parkta ne kadar karşılaşmışsak o kadar da bu ayrıntıyı fark edebilmiştim. Zaten o diğer erkeklerden çok farklıydı. Güçlüydü. Bu yaşta olmasına rağmen tıpkı babamdaki gibi ellerinde damarlar belirgindi. Babamda bu durumu fark ettiğimde sormuştum. O da bana çok çalışmaktan olduğunu söylemişti. Ne yani o da çok çalışıyor muydu?

 

“Çok güzelmiş.” Dedim bana tatlı gelen tebessümümle.

 

“Öyledir.” Dedi kısaca.

 

Aniden başımın üzerinde bir şeyin varlığını hissettiğimde ne konuştuğumuzu ve ne konuşacağımızı unuttum. Dudaklarım çığlıkla aralanırken, onu da irkilttim. Telaşla bana doğru atıldığında aynı hızda kelimelerimi sıraladım. “Böcek var, kafamda böcek var.”

 

“Sakin ol, alıyorum.”

 

Gözlerimi kapatarak almasını beklediğimde çok geçmeden tekrardan sesini duydum. “Aldım.” Dediğinde rahatladım. Böceklerden hoşlanmıyordum, ya da onun gibi türlerden. Bu yüzden aşırı tepki verebiliyordum.

 

“E aldıysan hala elin neden saçımın üzerinde?”

 

Yutkunduğunu işittim. Kulaklarım boğazından akıp giden sıvının varlığına böylelikle iyi duyabilmişti. “Saçların yumuşacık.”

 

“Babam da öyle söyler. Niye öyle ki?”

 

Ardından derin bir nefes aldığını işittim. “Kokuyor da.”

 

Gözlerim korkuyla büyüdü. “Kötü mü kokuyor”

 

Olumsuz anlamda başını iki yana salladı. Geri çekilerek göz göze gelmemizi sağladığında bir şey söyleyeceği için dikkatimi ona verdim. “Bu saçların kötü kokma gibi bir ihtimali yok.”

 

 

Şimdiki Zaman

 

“Ne demek annenler geliyor?” derken bir anda telefonda annesinin olduğunu unuttum. İnşallah duymamıştır diyerek aklımdan geçirirken büyütmüş olduğum gözlerimle ona baktım. Atalay ise kaşlarını çatmış, telefona odaklanmıştı. Sesimi duysa da bir tepki vermedi. Onun için bir sıkıntı yoktu ama benim için gericiydi.

 

Ailesi buraya geliyordu.

 

“Anne ne hastanesi evdeyim ben?” diyen Atalay’a karşılık annesi evde mi diye cırlayınca bütün çatık kaşım düzeldi ve dudaklarım kıvrıldı. Gülmeye başladığımda onun kaşları benim aksime düzelmemişti. Annesinin bir şeyler dediğini daha duydum ama gülmekten odaklanamadım.

 

“Ya anne ne gelmesi Allah aşkına, iyiyim ben gerek yok gelmenize.”

 

“Yoldayız oğlum ne diyorsun sen?”

 

“Te Allah’ım. Tamam hadi, havaalanına geldiğinizde beni arayın. Birisini yollarım.” Annesi onu onaylamış olacak ki telefonu kapattığında masanın üzerine koydu. Kısıkça yutkunduğumda bakışlarımı ona çevirdim. Bir şeyler söylemesini bekledim ama söylemeyince devreye ben girdim.

 

“Ne zamana gelirler?”

 

Önündeki kahvaltılıklardan birisine çatalını batırdığında sorumu sormamın ardından gözlerini bana çevirdi. “3-4 saate gelirler.”

 

Başımı onaylar anlamda sallarken yemeğime kaldığım yerden devam etmeyeceğim için birkaç tabağı elime alarak ayaklanırken tezgâhın üzerine koydum. Sudan geçirerek bulaşık makinesine yerleştirmeye başladığımda ona dönmeden konuşmaya başladım.

 

“Beni burada görmeleri sorun olur mu?”

 

Asıl merak ettiğim buydu. Ailesinin beni görünce vereceği tepkiyi merak ediyordum. Ya da kötü şeyler düşünülmesinden ve dışlanmaktan deli gibi korkuyordum. Saygısızlık yapmasam da zihnime yerleşen görüntülere engel olamıyordum. Arkamda tam bedenimi hissederken derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Gözlerim kısa süreli kapandığında çok geçmeden kokusu burnuma doluştu. Bu yüzden aldığım nefesinin şiddeti arttı. Onun kokusu farklı hissettiriyordu, yaklaştığı zamanda daha fazla alsam da ezbere bildiğim gerçeği aklımdan silinmiyordu. En çok da yokluğunda bununla yeterince sınanıyordum.

 

“Ailem kafaya takacağın insanlarla dolu değil.” Kolları iki yanımdan uzandığında bardakları tezgâha koydu. Ardından elleri karnıma sarılırken biraz daha ondan tarafa çekildim ve mermerden uzaklaştım. Burnunu tam ensemde hissettim. Sıcak nefesi aralanan dudakları nedeniyle tenime çarptı. “Seni seveceklerdir.”

 

Biraz da olsa sözleriyle içim rahatlamıştı ama ilk defa başıma gelenler yüzünden nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Yeni birileriyle tanışmak zaten gerici olmaz mıydı? Şahsen benim için bu hep böyle olmuştu. Tabi insanlara çabuk alışırdım ama bu arada zorlanmam gerçeğini de değiştirmiyordu. Sanırım, sanırım stres hep benimle olacaktı.

 

“Ailen akşam yemeğine burada olur sanırım. Ne severler ki? Ne yapayım? Hem yataklarını da şimdiden hazırlayayım, evi de süpüreyim. En son ev ne zaman süpürüldü?”

 

“Yavrum sakin.” Derken yardımıyla kolları arasında yönüm ondan tarafa döndürüldüğünde göz göze gelebildik. Naifçe parmakları yüzüm kavrarken, bakışları etkisinde her zamanki gibi yığılacağım sandım. Kahve gözleri hiç adilce davranmıyordu. Usul usul parmağı hareket etmeye başladığında dayanamamış olacak ki hafif büzük olan dudaklarıma dudaklarını varla yok arasında değdirdi.

 

“Bunlar illa senin yapman gerek şeyler değil. Neden görevinmiş gibi hissettin bilmiyorum ama bir daha böyle konuşma. Yemek yapacaksak beraber yapacağız. Ayrıca evi temizlemeye yardımcılar ben çağırdığım sürece geliyor.”

 

Şaşırmadım. Söyledikleri tam olarak düşünceli bir beyefendinin söyleyebileceği kelimelerdi. Peki, ben sözlerinin ardından kalbimi yumuşatmadan nasıl durabilirdim ki duramazdım. Zaten duramadım da gülümsedim. Ellerim boşlukta kalmak yerine yüzüme çıkan parmaklarına dokunduğunda büyük ellerine parmaklarımı doladım. Bir eli yüzümü kapatacak kadar büyük görünüyordu. Çok fazla minyon tipli değildim, bu konuda pek aileme çekmemiştim. Babam da annem de minyon tipliydi. Göz rengim ve boyum gereği genlerini almıştım.

 

“Çok düşünceli bir sevgilim var.” Gözlerindeki anlam hemen değiştiğinde bu hız karşılığında yetişemedim. Göz bebekleri büyümüş, nefesinin şiddeti çoğalmıştı. Dudaklarını dişlerinin arasına kıstırırken nasıl bir görsel şölen gösterdiğinden haberi yoktu. Onun elleri hala yüzümdeydi ama ben geriye çektim ve beline tutundum.

 

“O sevgilin haftaların özlemini giderecek kadar dudaklarına kapanmak istiyor.”

 

Söylesene sevgili,

 

Özlem hiç diner miydi?

 

Şeytan sanki tam onun arkasındaydı. Günaha boyanmamızı ister gibi onu bana doğru çekmeden önde sebebini ben yarattım. Dudaklarına bakmak gibi bir hataya düştüğümde işte bu sebep onu harekete geçirdi. Sadece bir şey bile bizi yakınlaştırabiliyorken uzaklaşmak imkânsızdı. Sert baskıyı tam dudaklarımın üzerinde hissettiğimde başım bu baskı karşısında geriye doğru yattı. Öpüşü ısrarcı yağmur misali sürmeye devam ederken ellerim tutunmak zorunda olduğu yerde kaldı. Onun elleri yanaklarımdan enseme ulaştığında orada olan elleri yüzünden yüzlerimiz birbirine daha yakın olmuş, nefes alacak alan bırakmamıştı.

 

Öpüşü ısrarcı bir yağmurdan daha fazlasıydı. Hiç sonlanmayacakmış gibi gelen kısır döngüye girmiş gibi onun dudaklarında son bulacaktım. Kalbime ve aklıma sorarsam eğer kalbim ayrılmak istemiyordu, aklım ise ayrılmazsa kaybolacağım sinyalini veriyordu. Şuanda yaşadığımız bu durum yüzünden başka bir şey düşünemezken dudakları dudaklarımı tüketmeye devam etti. Hiç ayrılmamıştık. Nefesim azalıyormuş gibi hissederken onun aksine geriye çekilmek istedim ve zorlukla da olsa bunu başarabildim. Ayrılır ayrılmaz açtığım gözlerle yüzüne bakmak istemiştim ki çoktan açılmış kısık gözleriyle karşılaştım.

 

Göğsüm hızla inip kalkıyordu. O ise mesleğinden ötürü nefesinin kontrolünü iyi sağlamış gibi duruyordu. Derince yutkunarak “biraz nefes almama izin ver.” Dediğimde bakışlarındaki ciddiyet değişmedi. Sanki önemli bir mesele içerisinde gibi bir hâle bürünmüştü. Anlam veremesem de şuan pek umurumda değildi. Nefesimi düzene sokmaya çalışırken şişmiş dudakları gözüme çarptı. Onunki böyleyse benimki nasıldı tahmin etmek pek de zor olmayacaktı. Benim yumuşsak darbelerime rağmen o sertti.

 

“Yavaş olurum ama geri çekilme ne olur.”

 

Yüzünün aksine sesindeki incelik tuhafıma gitmişti. Kaşlarım çatılır gibi oldu ama ses tonu yüzünden pek bunu beceremedim. Yutkundum ve nefesi iyice ciğerlerime depoladım. Ki ona bakınca hemen sönüyordu. Aldığım nefesinin ardından usulca yüzüne yaklaştım ve kısa mesafeyi kapatarak dudaklarımızı birbirine buluşturan bu sefer ben oldum. Bocalamadı. Sanki bunu bekliyor gibiydi. Elleri yüzümden hiç çekilmediği için varlığını hissetmeye devam ettim. Dediği gibi de oldu. Usul usul bana karıştı.

 

Yavaş ama yoğundu.

 

Yüzümdeki elleri çekilirken çok geçmeden belimde hissettim. Hafif bir baskıyla yukarıya doğru ittirdiğinde tezgâha oturttuğunu anladım. Başım yukarıda olan dolaplardan birisine çarptığında ise önemsemedim. Öpüşürken hem birbirimize çekiliyor hem de uzaklaşıyordu. İkincisi daha azdı.

 

Dudakları dudaklarımdan ayrılıkken çıkan ses tenimi ürpertti. Sesli bir nefes vererek gözlerimi araladım. “Özlemişim. Her şeyini özlemişim.”

 

“Ben de,” dedim hemen atılma gereği duyarak.

“Geçen süre asır gibi geldi.”

 

"Nasıl nefes alabildim sensiz." Bir soru cümlesi değildi. Kendine hatırlatması gereken ağır bir süreçti. Uzun zaman olmuştu, onsuz sabahlara uyandığım geceler...

 

Yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı. Sanki kokumu içine çekmek ister gibiydi. Ama yetinemiyordu. Yetinemiyordum. Ayrı kaldığımız süreç kadar kokusunda bogulsam yeter miydi. Yanımdayken de bu özlem diner miydi?

 

"Yanından ayrılmak istemiyorum." Dediğimde sesim mırın kırın çıkmıştı.

 

"Böyle konuşursan seni kucağımdan indirmem."

 

"Ha indirmemenin sebebi böyle konuşmam?" dedim imayla.

 

Yandan bir gülüş attı. "Sen çok fena bir kadın oldun." Dediğinde dudaklarını dişlerinin arasına kıstırdı.

 

Sen de çok fena bir adamsın.

 

En çok böyle anlarda...

 

"Seni yatağa atsam, kollarımla sıkıca sarmalasam." Derin bir nefes alarak parmaklarını saçlarıma doğru götürdü. "Uyusum."

 

Uyumak. Onunla uyumak ne güzeldi. Huzurun ta kendisi onun kolları arasında olmaktı. Dinlendiğimi asıl yanındayken hissedebiliyordum. Nasıl mümkün olabiliyordu bilmiyorum ama oluyordu işte.

 

"Ben de çok isterim aşkım ama annemler üç dört saate gelir dedin. Şuanda uygun olmaz." Aklıma gelmiş olacak ki tekrardan dudaklarımı aralamak zorunda kaldım. "Hatta akşam bile yanında olamam. Ben bu akşam kendi evime gitsem?"

 

Son kelimelerim ısrarcı bir çocuk gibiydi. Ailesi konusunda çekingendim. Atalay bu konuda ne kadar tersini söylese de aksini yaşamaktan deli gibi korkuyordum. Kendimi sevdiresim, sevilmek istiyordum.

 

Sözlerim az önceki halinden arınmasına neden oldu. Gülümseyen suratının yerine ciddi bir surat geldiğinde söylediklerim onu hoş etmiş gibi durmuyordu. Burada kalmamın sebebini, zorunluluğunu biliyordum ama şimdi de burada kalmam uygun olur muydu?

 

"Olmaz."

 

Israr edip de tatsızlık çıkarmak istemiyordum. Bu yüzden kabullendim. Ailesi gelsin duruma göre hareket ederdim.

 

"Hadi bırak da mutfağı toparlayayım. Hem daha yemek yapacağım."

 

"Ben yapacağım yemeği." Dediğinde bir anda cinnet tepeme geldi.

 

"Bana bak adam, bu hâlde ne yemek yapmasından bahsediyorsun sen! Hem senin şuanda yatıp dinlenmen gerekiyor, doktor ne dedi. İstirahat etsin dedi. Yarabbim ya, bir de yemek yapacağım diyor."

 

"Sen böyle uzun uzun konuşunca benim bakışlarımın odağı biraz aşağılara kayıyor. Dudakların gibi."

 

"Sen turp gibisin ya." Dedim omuzlarına vurmak yerine okşayarak. Yarası vardı, akıl edebilmiştim.

 

"Asker adamım yavrum ben." Dediğinde kaşlarını çattı ve yerinde dikleşti. Sonra yarası acımış olacak ki yüzü hafif buruştu.

 

"Benim askerimsin demiştim zaten." Dedim gülümseyerek. Göz kırparak "Yoksa unuttun mu?" diye sordum.

 

Başını böyle bir şey mümkün değil dermiş gibi iki yana salladı. Ellerini iki yanımdan tezgaha yasladığında aynı zamanda da eğilmiş oldu. "Benim askerim sözümü ölsem unutamam." Dediğinde içinde geçen ölüm kelimesi durgunlaşmama neden oldu. Aklıma saatler önce hastanedeki hali geldi. Onu hiç görmediğim şekilde görmem beni bir yıkıma uğratsa da güçlü durmam gerekiyormuş gibi hissetmiştim. Yapabilmiş miydim bilmiyorum ama yaşadığı zorluğa bir de kendi ağlamamı katmak istememiştim.

 

"Ölümden bahsetme."

 

Bakışları durgunlaştı, tıpkı benim gibi. "Biz ölümden bahsetmesek, o bizden muhakkak bahseder."

 

Diyecek söz bulamadım. Sustum. Sadece birbirimize baktık. Zihnimiz kargaşaya çoktan girdi fakat biz suskunduk. Ölüm kelimesi bile beni suskunluğu iterken onun bu kelimeyle aslında burun buruna olduğunu hatırladım. Bu düşünce sırtıma binen çuval yükü misali ağır geldi. Kahroluyordum. Her hatırladığımda dizlerimi kendime doğru çekerek büzüşmek istiyordum. Ve ağlamak.

 

"Buraları toparlayayım." Demem bu konuştuklarımızdan uzaklaşmak istememden dolayıydı. Bu sefer uzatmadı, zorlamadı ve geriye çekildi. Kısıkça yutkundu ama duyabildim. Bakışlarımı üzerinden çekerek ayaklarımı yere bastım. Tabakları makineye yerleştirmeye başladığımda onun da beni izlediğini hissettim. Oturmuş muydu? Yoksa hâlâ ayakta mıydı bilmiyordum.

 

Yerleştirmem bittiğinde gözlerim kapının ağzındaki bedenine çarptı. Ayakta öylece dikikdigini gördüm. Bana bakıyordu. Durgunluğu kendimdekini beğenmediğim gibi onda da hoşuma gitmedi. Adımlarım rotası tek bir yeri biliyormuş gibi yanına sürüklenirken ellerim yüzüne ulaştı.

 

"Ne oldu?"

 

"Hiç." Dedi i harfini uzatarak. Gözleri dalmış gibiydi. Söyleyişi öyle komik geldi ki tebessüm etmeden edemedim.

 

"Sen böyle izlersen ben nasıl şimdi yemek yapacağım?" Omuz silkti. Çocuk gibiydi. Bu hâli öyle hoşuma gitti ki inadına onu bu hâle sokasım geldi.

 

"Alışmalısın. Çünkü ben seni hep izlerim."

 

Alışırım. Kanarım. Severim. Hep isterim.

 

"Bir gün o gözler bana bakmazsa," parmağını yüzüne doğru doğrulttum "oyarım."

 

"Sana bakmazsa bu gözler, kahrolsun ona sözler." Dediğinde sesinin tonunu bilerek değiştirdi ve ne yapamayan çalıştığını anladım.

 

Yüzümü buruşturdum. "Iyy keko seni."

 

"Ne kekosu kızım ya." Dedi şakasına.

 

... 

 

Şakalaşmamızın ardından zar zor yanından ayrılmış ve ailesi için yemek hazırlamaya başlamıştım. Atalayı büyük güçler sayesinde oturmaya zorlamıştım. Kendisi bu hde bile yardım etmek istiyordu. Ama ben tabiki de izin vermemiştim. Fakat o varlığını hissettirmek için sürekli benimle konuşmuştu.

 

Küçüklük anılarından anlatmış, biraz da ailesi hakkında ön bilgi vermişti. Zaten ilk sorduğum soru ne yemek sevdikleri olmuştu. Kısacası ailesinin sevdiği şeyleri ortada birleştirmiştim. Her şey hazırdı. Tabakları bile ayarlamıştım. Hepsini de içimden gelerek, ayrıca severek yapmıştım.

 

"Atalay ben nasıl davranacağım ya?" Derken sesimin epey stresli geliyordu. Atalay dudaklarını aralayarak konuşacaktı ki evin içini dolduran zil sesi bizi böldü.

 

"Geldiler." Dedim büyük telaşla.

"Annem seni biliyor demiştim. Korkmanı gerektirecek bir şey yok."

 

"Annen biliyorsa baban bilmiyor."

 

"Annem ona çıtlatmıştır."

 

Ona bir sürü soru sormak istesem de kapıda bekleyenleri daha fazla oyalamamak için birlikte kapıda doğru yürüdük. Açılan kapıyla birlikte derin bir nefes alırken görüş açıma başı örtülü kısa boylu bir kadın girdi. Arkasında da iki erkek. Babası ve kardeşi olmalıydı.

 

"Oğlum." Diye feryat eden annesi sıkıca oğluna sarılmak istese de yarasinin nerede olduğunu bilmediği için sadece bakmakla yetindi. Kadınım gözlerinde oluşan yaşlarla benim de gözlerim dolmuştu.

 

"Anne yine terelellisin."

 

Terelelli? O da ne demekti?

 

"Anayım ben. Hem sen niye ayaktasın?"

 

"Anne biz hepimiz niye kapı ağzındayız?"

 

İkisi de haklıydı.

 

"Abim haklı anne, bırak da içeri geçelim ya, hem baksana kalas gibi. Yok bunun bir şeyi." Babası değil de kardeşi konuşmuştu. O da polisti. Yani öyleydi sanırım. Atalay'ın anlattığına göreyse doğru hatırlıyordum.

 

"Kalas mı dedi o bana?" diyen Atalay yüzü ciddiydi fakat şaka yapıyor gibi de duruyordu.

 

"Ne kalası, koca iki dana." Dedi oradan babası.

 

Ben de bu sırada neyin içindeyim diye sorguluyordum. Bakışlarım bir ona bi buna kayıyordu. Neyse ki sonunda içeri geçtiklerinde, fark edildim. Annesi fark etti, ilk hareket genişçe gülümsemek oldu.

 

"Kızım, tanışmadık biz de. Bunlar çen çen konuştular. Nasılsın yavrum iyi misin?"

 

Bir anda gelen ilgiyle öylece kalakalacağım diye korktum ama kendimi toparladım ve tıpkı onun gibi gülümseyerek konuştum.

 

"İyiyim siz nasılsınız?"

 

"Nasıl olayım yavrum bu deli oğlanla uğraşmaktan." Dediğinde sitemine karşılık gülümsedim.

 

"Kapı ağzında kaldınız. İçeri geçelim. Açsanız bir şeyler hazırladım, ilk yemek yiyin isterseniz." Erkekler bir yere dağılırken biz annesiyle yalnız kalmıştık. Sanırım yoldan geldikleri için ayılmak maksadıyla elini yüzünü yıkamaya gitmişlerdi.

 

"Yemek mi hazırladın kızım bir de?" dediğinde neden bu kadar şaşırmıştım bilmiyordum.

 

"Aç olursunuz diye düşündüm." Diyerek kısık sesle mırıldandım.

 

"Çok güzel düşünmüşsün güzel kızım. Amam yormasaydın kendini hallederdik gelince."

 

Ne kadar düşünceli ve anlayışlı bir kadındı. Ben de o da vu güzel tavrımız karşısında şaşırıyorduk. Ama beklediğimin aksine çok yumuşak bir kadındı. Hatta ağlamak isteyeceğim kadar nazikti.

 

Annesi de elini yüzünü yıkadıktan sonra mutfağa geldiğinde erkekler çoktan sandalyelere yerleşmişti. Tabaklamayı bile yapmaya başlamışken Atalay'ın annesine de ne yemek istediğini sorma gereği duymadım çünkü zaten seveidgi yemeği yapmıştım. Onu yemek isteyeceğim için gerek yoktu.

 

"Abi bu kadar güzel yemeklerin olduğunu söyleseydin, çalışmaya buraya gelirdim."

 

"Lan oğlum işin gücün yemek." Dedi Atalay.

 

"Elinize sağlık gerçekten çok güzel her şey."

 

Gülümsedim. "Afiyet olsun." Dediğimde ben de kendime yemek koydum ve Atalay'ın yanına geçtim. Herkes yemeğe odaklandığında sessizlik hakimdi. Kardeşi arada ikinize bakıp yemeğine dönüyor, ne düşünüyordu bilemiyordum.

 

"Pek hamarat maşallah, utanmasam hepsini yiyeceğim." diyen babasıyla şaşkınlıktan şaşkınlığa atladım.

 

Ama onlar böyle konuşunca ben çok utanıyordum. Ben de utanmasam yerin dibine doğru çekilecektim. "Afiyet olsun. Bir tabak daha koyabilirim isterseniz?"

 

"Yok yavrum yeter ona. Şeker, tansiyon var hâlâ yiyeceğim diye uğraşıyor." Annesi bu durumdan hiç memnun olmasa da bir nevi söyledikleri şakaydı fakat aslında sağlık da önemli bir husustu.

 

"Seviyorum ne yapayım?" dedi koskoca adam çocuk gibi. Sert mizaçlı bir baba beklemiştim ama o aksine tatlı dilliydi.

"Hadi siz yallah bakalım, biz buraları halledelim." Dediğinde Atalay susar mı susmaz. Hemen atladı ordan "Dur ben şunları yerleştireyim." Diye.

 

Annesinin kaşları çatıldı. "Senin götünde bit mi var çocuğum. Yaralı değilsin de ben mi bilmiyorum."

 

Güldüm. "Evet anne bu hep böyle, yarası falan umurunda değil." Dediğimde bir anda mutfakta derin bir sessizlik hâkim oldu. Atalay'ın yutkunduğunu işittim. Annesi gülümseyerek konuşmaya başladığında aklıma az önce dile getirdiğim o kelime geldi. Anne demiştim.

 

Ben anne demiştim. Atalay'ın annesine anne demiştim. Ne yapmıştım? Böyle bir şeyi bile düşünemezken nasıl dile getirebilmiştim? Çok utanıyordum. Başımı aşağıya doğru eğdiğimde o başı kaldıran bir el oldu. Onun büyük elleri çenemin kavrayarak yukarı doğru ittirdiğinde goz göze gelmeme izin vermeden beni göğsüne doğru çekti.

 

Tutamadım kendimi, ağlamaya başladım. Sessizdi hıçkırıklarım. Yaptığım hareketten uzanırken üzerinde bir de ağlamam utanmama sebebiyet vermişti. Bu yüzden kaçınmak için göğsüne sığındım.

 

"Ne güzel oldunuz siz böyle yavrum." diyen sese annesine aitti. Boğuk sesi karşısında nefesimi düzene sokmak için kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Parmaklarımla göz yaşlarımı zorlukla da olsa temizlediğimde onun göğsünden uzaklaştım.

 

Tek dediğim söz özür dilerim olmuştu.

 

"Ne için özür diliyorsun güzel kızım benim?" diye sorduğunda ona bakmakta zorlandım. Ağır geldi. Hata yaptım sandım. Yapmamış mıydım?

 

Bir şey söyleyemedim söylediklerine. Susup kaldım. Atalay yanımda fakat o da suskundu. Bir kelimem bile suskunluğun sebebi olmuştu. Annesinin elleri açıkta kalıp önüme sarkan saçlarıma uzandığında naif dokunuşu karşısında kalbim eriyip gidecek sandım.

 

"Ama sana ağlamak hiç yakışır mı? Büyüklerim bana ne derdi biliyor musun?" diye sorduğumda başımı olumsuz anlamda salladım.

 

"Derdi çok olan kadın hep ağlar. Ama bir o kadar güzel güler." sonra kendisi gülümsedi ve dedi ki "Hadi gül bakayım."

 

Derdi olan çok ağlar,

Ama bir o kadar da güzel güler.

 

Şimdi nasıl gülmezdim ki. Güldüm. Lafı hak ediyormuşcasına güldüm. Annesi Atalay'ı mutfaktan gönderdikten sonra hem etrafı toparlamış aynı zamanda da sohbet etmiştik. Tabi hep birlikte otururken çay içmek için de çaydanlığın altına şu koymuştuk. Bu sırada biz annesiyle mutfakta konuşurken içeridekiler ne yapmisti bilmiyorum ama ayıp olur mu diye de Sevgi teyzeye sordum ama yok kızım ayıp olmaz diye cevabımı aldım.

 

"Vallahi sen zar tutuyorsun."

 

Korkut Amca ve Atalay karşılıklı geçmişler tavla oynuyorlardı. Hakan da bir yandan çay içerken bir yandan da tavla oynayan bu ikiliyi kahkaha atarak izliyordu. Bizse Sevgi teyzeyle epey anlaşmıştık. Fırsat buldukça konuşuyorduk. Bana her şeyi anlatıyor, sakınmıyordu. Ama görmeliydiniz, nasıl tatlı dili vardı. İnsanın dinledikçe dinleyesi geliyordu.

 

"Korkut bey yıllardır aynı savunma. Biraz kendinizi geliştirin."

 

Korkut Amca kaşlarını çattı. "Oğlum ben sana öğrettim bunu, gelmiş bana ne diyor hanım duyuyor musun?"

 

"Duyuyorum da zar tutmak pek inandırıcı gelmedi." Dedi kıkırdayarak.

 

"Vallahi abim hayatta zar tutmaz." dedi oradan Hakan.

 

Sanırım burada Korkut amcaya oynanan bir oyun vardı. Bunu hissetmişim gibi atılma gereği duydum. Ne de olsa şakalaşıyorduk.

 

"Kesin Atalay zar tutuyordur."

 

Bomba misali ortaya attığım laf herkesin gülmesine sebep olurken, Atalay sonurtmuştu. Gözlerini kısarak bana baktığında Korkut amcanın övgü dolu sözünü işittim.

 

"Aha kızım öyle diyorsa öyledir. Bak hele bak kara oğlan." Son sözünü Atalay'a karşı söylese de ben ilk cümlesinde takılı kalmıştım. Korkut Amca da Sevgi Teyze de bana kızım diyordu. Halbuki beni ilk defa görmüşlerdi. Beni tanımıyorlardı. Fakat ben de onları tanımıyordum ama güvenli hissettiriyorlardı.

 

Tıpkı onlar gibi.

 

"Yavrum sen kimin tarafındasın? diye sorunca yerin dibine girmek istedim. Neden mi? Annesinin babasının yanında bana yavrum demişti. Gözlerimi büyüterek baktım ama pek umurumda olmadı. İşi gücü beni utandırmak olduğu için şaşırmamıştım ama yine de alttan alacak değildim. Ben böyle konularda rahat olamıyordum hatta ömrüm boyunca da olamazmışım gibi geliyordu.

 

Kısıkça boğazımı temizledim. Kimse de bu kelimeye tamiki kalmayınca rahatladım. Fakat hesabını da soracaktım.

 

"Ee beni." Dedi babası uzatarak.

 

Bu tatlı atışmadan sonra sohbete devam etmiştik. Daha sonra artık yol yorgunu oldukları için yatakları kurmak için annesi ve ben yukarı çıkmıştım. Yine laflayarak nevresimleri sermiş, onlar daha sonra odalarına yerleşmişti. Ben de odalardan birisinden kalırdım. İçim pek rahat olmasa da ailesinin burada kalacağımdan haberi olmalı ki ses etmemişlerdi. Zaten beni de bırakacak gibi de durmuyorlardı.

 

Herkes odalara çekilince Atalayla ikimiz yalnız kalmıştık. Şimdi ise aspiratör ışığını yakmış, sarı ışık eşliğinde cezvede kahve yapıyordum. Canım çektiği için ona da teklif susmuştum. Yalnız içince belki sarmazdı ama onunlayken tatlı oluyordu. Kahveyi fincanlara koyduktan sonra buzdolabından bulduğum çikolataları küçük bir kaseye koymuştum.

 

Açık pencereden esen rüzgar hafifçe eserek odayı serinletmeye çalışırken sandalyelerden birisine yani karşısına oturdum. Kahvemi usulca yudumlarken o dudaklarına götürmeden ellerine sağlık dedi.

 

"Afiyet olsun." Dedim dolu dolu. E tabi bir de gülümsemeden edemedim.

 

"Biliyor musun?" diye konuşmaya başladığımda zaten bende olan bakışlarıyla karşılaştım. Aslında bütün dikkati bendeydi. Kahveyi içerken de sohbeti ilk açan ben olmuştum. "Ders çalışmaya başladım. Özel derse de haftaya başlayacağım, öğretmen buldum. Benim için zorlu bor süreç olacakmış gibi hissediyorum. Zaten bütün ders çalışanlar elbet zorluk çekiyor. Ben de onları gibi başarırım değil mi?"

 

Sorduğum sorunun karşısında ilgi bekliyormuş gibiydim. Biraz da olsa onun olmadığı zamanda yaptığım işi anlatmak istemiştim ve destek de beklemiştim. Aksini hiçbir zaman duymayacaktım biliyorum ama yine de dilinden duymak ayrı oluyordu.

 

Aklıma gelmiş olacak ki dudaklarım tekrardan aralandı. "Ki sen zaten öğretmen bulduğumu biliyorsun."

 

Gülümsedi. Bu söylediğime bir cevap vermedi ama diğer söylediklerime karşı susmadı. "Okuman konusunda hep arkanda olacağımı bil isterim. Ben yokken büyük adımlar atman hoşuma gitti, bu adımları atarken yanında destek olmak isterdim ama olsun. Bundan sonra yanında olacağım."

 

Biliyorum. Yanimda olacağını adım kadar iyi biliyorum. Güveniyorum da. Sana hiç olmadığı kadar güveniyorum. O da bana güveniyordu. Bana destek olacak, yeri geldiğinde arkamda yeri geldiğinde yanımda olacaktı.

 

"Ol. Sen yanımda olursan daha kolay ilerlerim. Hem benim sen ve Defneden başka kimim var. Eğer siz de olmazsanız güçlü kalamam."

 

Kaşları çatıldı. "Böyle konuşma. Ben senin bir şeyler yapabileceğin inancına sahibim. Bu başarı yolunda eğer ki kendine inanmazsan olmaz, ilk etapta inançlar seni yola sürükler, son etapta da başarılar."

 

İlk etapta inançlar seni yola sürükler, son etapta da başarılar.

 

"Korkuyorum."

 

Neden diye sormadı. "Korkunun sebebini biliyorum. Fakat ben başaracağına inanıyorum, sen de inanıyorsan gerisinin bir önemi yok."

 

"Çalışacak ortam senin için önemliyse eğer hallederiz."

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Kitaplar ve öğretmenle halledeceğim. Denemeye de evde kendim gireceğim."

 

İkimiz de sohbeti ediyor fakat kahveleri ağzımıza götürmüyorduk. Sanki laf arasında içmek istemiyor gibiydik.

 

"Ben lise zamanı da denemeye dershanede girmezdim. Annem ve babam ne kadar ısrar etse de çok para istediklerini biliyordum. Bu yüzden onlara bu konuda yalan söylerdim."

 

Aklıma gelen anılarla nedensizce gülümsedim. "Paramız yoktu ama mutluyduk. Ailem bana mutluluğun paradan daha önemli olduğunu öğretti."

 

Masanın üzerinde duran ellerime rahatça uzandığında kendi eli arasına aldı. Sanki elim bu temasla sıcacık olmuştu. Diyordum ya hep, elleri sıcaktı.

"Aileni tanımasam da dilinden dökülenlerle onların kalbini öğrendim. Sen onlara çekmişsin, bu yumuşak kalpli kadını hak edecek ne yaptım ben?"

 

Keşke annem ve babam da yanımızda olsaydı. Eminim ki onu çok severler ayrıca sayarlardı. Onlara tanıştırmak ne çok isterdim ama olmayınca olmuyordu.

 

"Biz bir şey yapmadık. Kader birbirimizi önümüze çıkardı."

 

Elinin arasındaki parmaklarımı dudaklarına götürerek öptü. "'Zorlayınca olmaz. Nasipse olur. Ama zorlamadan da nasip olmaz. Çünkü kadar gayrete aşıktır.' demiş Mevlana."

 

"Ne güzel demiş." Dedim tebessüm ederek.

 

Bor eli bir elimde temas halinde iken kahvelerimizi içmeye devam ettik. Saat de böyle epey ilerlerken edeceğimiz sohbeti de artık sonlandırma kararı almıştık. Ben fincanları sudan geçirdikten sonra makineye yerleştirmiştim. Işıkları söndürdükten sonra yukarı doğru çıktığımızda karanlıkta ilerleyerek onun odasına girdik fakat ben hemen atılma gereği duydum.

 

"Ben hangi odadan kalacağım."

 

Karanlıkta adımlayarak baş ucu lambasını yaktı. "Burada."

 

"Tabi ki de ailen buradayken seninle aynı odada kalmayacağım."

 

"Bana ne kalacaksın." Dediğinde gülmeden edemedim.

 

"Atalay çocuk musun?"

 

"Yavrum ben çocukken bile çocuk değildim."

 

Dudaklarım iyice kıvrıldı. "Nasıl yani tekerleme söylemek yerine arabesk şarkı söylemek gibi mi?"

 

Aslında amacım dalga geçmekti ama onun ciddi cevabına öylece kaldım. "Ordu marşı söylerdim."

 

"Ne?"

 

"Küçükken parkta oynarken bir kız bana tekerleme söylemişti, ben de ona marşlarımızdan söylerdim."

 

Kalbime apansız bir ağrı saplanırken elimi yüreğime götürüp acısını dindirmek istedim. Nefesim sıklaşmıştı. Derince yutkunmam boğazımdan akıp giden sıvının akıp gitmesine yardımı olacakken bu sefer olmak yerine o yumruğun olduğu yerde kalakalmasına sebep oldu. Dudaklarım titrek bir şekilde aralandığında hiçbir şeyden haberi olmayan gözleri gözlerimi buldu.

 

"Sazende Şazi ile Zifos Zihni zaman zaman sizin sokağın sağ köşesinde sinsi sinsi fiskoslaşarak sizi zibidi Suzi’ye sonsuz ve sorumsuz bir hayasızlıkla ikide bir şikayet ederler." Dedim bir çırpıda.

 

Kaşları çatıldı ama bir şeyler anladı. "Ben bir şeyler anlıyorum ama,"

 

"Parkta o tekerlemeleri söyleyen küçük kız benim."

 

BÖLÜM SONU

 

Geç geldim ama güzel bir bölümle geldim.

 

Öncelikle nasılsınız?

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Firuze, Atalay'ın ailesiyle tanıştı. Ailesini sevdiniz mi?

 

Peki bu özlem hiç diner mi?

 

Son kısımda okuduğunuz gibi önceden tanıştığını birbirlerine farkında olmadan söylediler. Onlarınki meğerse kaderin oyunuymuş.

 

Üzüldüğüm bir kısım oldu. Firuze'nin ağzından anne kelimesini kaçırması. Demek ki anne gibi hissetmişse...

 

Sonraki bölümde görüşürüz, kendinize iyi bakın.

 

Yorumları ve beğeniyi eksik etmesek :)

 

Sizleri çok seven Ebrar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%