Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@rarbezrh

2. Koku

 

Gökhan Türkmen, Lafügüzaf

 

Brenda Lee, Emotions

 

Öyle bir çık ki karşıma her baktığımda ilk defa görüyormuşum gibi, az kalsın ölüyormuşum gibi hissedeyim seni.

 

Edip Cansever

 

önceki bölümden

 

Dudaklarımdan eksilmeyen gülümsemeyle şarkıyı dinlemeye devam ederken, arkamda hissettiğim bedenle dudaklarımdaki gülüş silindi. Saçlarımın arasına sıkışmış kulaklarıma ulaşan sıcak nefes, kalbimin bütün ritmini değiştirdi. Dudaklarından dökülen tok sesle kalbim deli gibi çarpmaya başladı.

 

"Sevda büyüsü gibisin sen Firuze."

 

🌪

 

Firuze, adım buydu benim. Gök rengi bir süs taşı demekti. Değerli bir taş.

 

Küçüklüğüm eski masaların yanındaki birleştirdiğim sandalyelerin üzerinde yatarak geçerdi. Annem ve babam meyhanede birlikte çalışırdı. Gecelere kadar beni bırakacakları birisi olmayınca onların çalıştığı yerde kalmak zorunda olurdum. Tabi bu durumdan hoşnuttum. Annem gibi deli dolu bir kızdım. Küçük bedenimle pek beceremesem de kıvırtmayı çok severdim. Ta o zamanlardan beri şarkılar benim yuvam olmuştu. Sıcak, zarif bir çift el saçlarımı kavradığında o tutamları okşamadan bırakmazdı. Dudakları aralandığında, dudakları arasından dökülen kelimelerin ardından gözlerim karanlığın esiri olurdu. Şarkılar uyuturdu beni. En çok da annemin iki dudağının arasından dökülen şarkılar gecemi huzurlu yapardı.

 

Duru bir su gibi, bazen volkan gibi

Bazen bir deli rüzgâr gibi

 

Sırtıma yaslanan beden geriye çekildiğinde arkamdaki boşluğa nazaran bu sefer o beden gözlerimin önünde belirdi. Bakışlarım sahneyi kapatan bedenine kaydığında, siyah renkteki tişörtle göz göze geldim. Kendimi toparlamak istercesine kirpiklerim titreştiğinde, göğsüm titrek nefesle şişip indi.

 

"Demek Firuze?"

 

İstemsizce bakışlarım dudaklarına düştü. Çok değil biraz önce adımı döktüğü dudaklarıma.

 

"Benim de demek demem için, senin de bana bir şey takdim etmen gerekiyor."

 

Kaşları havaya doğru kalktığında, dudaklarının arasına kısa süreli yerleştirdiği gülümseme kaybolup gitti. Cevabını sakin bir şekilde beklerken, işime de böylece engel olduğunun farkındaydım. Ama o bana böyle bakmaya devam ettikçe bu durum pek de kolay olmuyordu. Bakışlarım kısa sürede etrafa göz atıp tekrar onun gözlerini bulduğunda, bu kısa zamanda Defne'nin bakışlarını yakalayabilmiştim. Defneyle yalnız kaldığımda kim bilir ne sorular soracaktı. Hangi konuları süzgeçten geçirecektik.

 

"Atalay."

 

Sertçe yutkunarak, sakin ifadesine karşılık bocalayan bedenimi dik tutmaya çalıştım. Kısık sesle mırıldandığımda dudaklarımdan çıkan kelimeler anlaşılması zor bir tonda çıkmıştı. Yanından geçip gidecekken, elbisemin açıkta kalan kollarıma değen parmakları, adım atmamı engellemişti.

 

Pürüzsüz yüzündeki burnundan derin bir soluğu içine çekti.

 

"Düne nazaran kaçıyorsun."

 

Yüzüme dağılmış tutamları çekme düşüncesi zihnimde dolaşırken, sadece düşünmekle kalıyordum. Harekete geçmeye halim yoktu sanki. Biraz önceki düşüncelerimi harekete geçiren benim değil, onun parmakları oldu. Büyük ve kalın parmakları saç tutamlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdığında, neredeyse ayakuçlarımıza yığılacaktım.

 

"Çalışıyorum farkında mısın?"

 

"Gayet. Çalışmadığın zamanda o zaman."

 

Kaşlarım anlamsızlıkla çatıldı.

 

"Ne demek istiyorsun?"

 

Parmakları yüzümün hizasında çekilirken, bedeninin yanından iki yana düşmüştü. Mekânda şarkılar çalmaya devam ediyor, uğultulu konuşma sesleri ortamı dolduruyordu.

 

"Mesai bitiminde bekliyorum."

 

Ne? Neden? Gibi soruları ona sormama izin vermeden, yanımdan geçip gittiğinde siyah tişörtünün yapıştığı sırtıyla göz göze geldim. Yürürken bedeni o kadar gergin ve güçlü duruyordu ki, yanlışlıkla falan çarpsam büyük ihtimalle söylenirdim.

 

Kapıdan çıkıp gittiğinde, kısır döngüye geri döndüm. Yani işimin başına.

 

Atalay... Gece boyunca içime yerleşen o duyguların sahibi. İşimi yaparken her daldığım noktada başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Zor da olsa...

 

Elimdeki tirbuşonla şişeyi açarak adama uzatırken, arkamı dönüp başka bir şeyler ilgilenmek isterken ondan geldiğini düşündüğüm sesle dönmekten vazgeçtim.

 

"Tanışmadık. Adın ne?"

 

Nefes aldırmayan havaya bir de şu tip insanlar eklendiğinde cinnet geçiriyordum. Yanınıza geldiklerinde tanışmadık, adın ne güzelim... Gibi saçma sapan girişimler...

 

"Başka bir isteğiniz yoksa?"

 

Yüzüm, yüzündeki garip ifadeye karşılık buruşurken şişeyi havaya kaldırarak dudaklarını araladı.

 

"Anlaşıldı."

 

Kısa sürdü.

 

Yanımdan uzaklaşan adamın ardından, saatler bu sefer su gibi akıp gitmedi. İşim bittiğinde omuzlarıma inen yorgunluk dik duran bedenimi alaşağı etti. Akşamın yarısında Defneler mekândan ayrılmıştı. Defneye kal desem de işi olduğunu söyleyerek yanımdan ayrılmıştı. Son işim olan yerleri temizlemeyi bitirdikten sonra yağmurluğumu üzerime geçirmiştim.

 

Bakışlarım istemsizce çıkmadan önce aynadaki yansımamı süzmüştü. Ellerim iki yandan sarkmış saçlarımı düzeltmiş neden bu hareketleri sergilediğimi anlamamıştım.

 

Gecenin karasını aydınlatan sokaktaki lambaların yanında duran arabaya dikkat kesildiğimde siyah arabanın ön camındaki karartmadan dolayı oturan kişiyi göremiyordum. Ama dün gece içinde beklediği arabanın plakasını göz ucuyla yakalamıştım.

 

48 AY

 

Bakışlarımın arabaya kaymasıyla, arabanın farları göz kapakları gibi aralanmış, ışığıyla gözlerimin kısılmasına sebep olmuştu. Bir kez farları yakıp söndürdüğünde, derin ve titrek bir nefesi içime doldurdum. Her attığım adımda ayak parmaklarıma tek tek düğüm bağlanıyormuş gibi hissediyordum. Her an yere düşeceğim korkusuyla baş başa kalmıştım.

 

Kapı kolunu kendime çekip, koltuğa oturduğumda ardımdan kapattığım kapıyla dışarıdaki sesle bağlantımız kesildi. Arabanın içini dolduran sessizliğe eşlik olarak onun kokusu içeriye oldukça sinmişti. Hafif bir kokuydu. Hani bazı kokular ağırdır, öksürme isteği uyandır. Onlardan değildi.

 

Puslu bakışları yavaşça yüzümün çevresinde dolandı. O nasıl kirpiklerini az kırpıyorsa ben de onu daha fazla izlemek için az kırpıştırıyordum.

 

"Öyle güzelsin ki Firuze, kıskanır rengini baharda yeşiller."

 

Firuze.

 

Adım en çok senin dilinden farklı dökülüyor. Güzel oluşumu bir senin dilinden düşmesi beni heyecanlandırıyor.

 

"Güzel baktığındandır belki."

 

Başını eğerek gülümsedi. "Baktım." Dedi. Tekrardan başını kaldırdı. Bedenimi hafifçe ona döndürmüş rahat bir şekilde ona bakabiliyordum.

 

"Bir kere baktığımda bir daha kendimi alamadım. Yeter ki sebep olsun, bakar insan. Bakarım sana."

 

İşte o cümle. Sebep olunca.

 

"O gece de sana sorduğumda sebep ben miydim?"

 

"O gece o kadın sendin." Parmakları saçıma bağladığım kurdelenin üzerinde gezindi.

 

"Peki, neden Şarap?"

 

"Doğrusu en çok neden bu gece Şarap?"

 

"Neden?" diye mırıldandım. Aklımda yer edinen düşünceler, bana hafif bir ezgiyle bir şeyler fısıldıyordu. Bu iki günde, diğer zamanlara nazaran daha fazla düşüncelerle boğuşuyordum. Aramızda sessizlik sürüp giderken, bedenlerimizin arasındaki boşluğu kısalttı. Parmakları yüzümün hizasına gelerek dudağımın kenarını okşadı.

 

"Dudaklarının rengini almış."

 

Dudaklarının rengini almış.

 

Düzenli nefes alış verişlerim, arabaya bindiğimden beri düzenli olmaktan çıkmıştı. Şimdi ise bu yakınlık ve kelimeleri karşısında tutulmuştu.

 

"Öyle bakıyorsun ki, kelimeleri birleştirmekte zorlanıyorum."

 

Atalay sadece gözlerimin içine bakıyordu. Yüzü, yüzümün hizasında kalmaya devam ediyor, nefesini nefesimde hissediyordum.

 

"Bakmasam, pişman olacağım."

 

Gözlerine bulaşmış anlamlar, beni de kendi içine çekmekten çekinmiyordu. Bir bataklık; girmeye çekindiğim ama sınırlarında dolaşmamdan dolayı içine düştüğüm çamur birikintisi. Debeleniyorum ama ayaklarım çırpınmaktan uyuşmuş, artık kımıldayamıyordum.

 

Bakmasan pişman olacaksın. Bakarsam pişman olmaktan korkacağım.

 

"Ya baktığında pişman olursan."

 

İçimde bu soruyu ondan çok kendime sordum. Ya pişmanlığım olursa hissi; birine alıştıktan sonra bırakıp yokluğunu ardında bırakmasının bende bırakacağı en rezalet duyguydu.

 

"Ne pişman etmek isterim. Ne de pişman olmak."

 

Yüzündeki ciddiyet, sözlerini kabullendirmek için kullandığı bir parça mıydı? Ama gözlerine bakınca neden böyle düşünemiyordum?

 

Gözleri gözlerimde uzun uzun kalmaya devam etti. Derin bir soluğu içime çektiğimde, söylediklerimle yüzünde belli belirsiz bir gülümseme hâkim oldu.

 

"O zaman dudaklarımdan iyi ki duymak istiyorum?"

 

Tedirgin nefeslerim neyi duymak istiyordu? Onun hakkında bilmediklerime rağmen, burada ondan bir cevap bekliyordum.

 

"Bu geceden sonra, dudaklarından keşke duymak istemiyorum. Keşkelerin olmak istemiyorum."

 

Buruk bir gülümseme dudaklarımda hâkim oldu. "İstemem, artık keşkeleriminin olmasını." Düşüncelerimi okuyormuşçasına bakarken, parmakları ensemdeki saçlarımın üzerine hafifçe değdiğinde, elinin baskısı beni kendi göğsüne çekti. Sol kulağım kaburgalarının üzerine yerleşirken, aheste göğsüyle başım hafifçe inip kalkıyordu.

 

Bana yakınlığı garip duygular hissetmeme neden oluyordu. Yanında olmak yabancı hissettirmiyordu. Güvenmek zordu, evet. Ama sadece adını biliyorum ama sıcak hissettiriyor. Bu sıcaklık bazı kaybetmiş olduğum hislerin yerini dolduruyordu.

 

Aramızdaki sessizliği sinir bozucu bir zil sesi doldurduğunda, başımı gözünden çektim. Birkaç saniye sonra elleri saçlarımın arasından kayıp gittiğinde, koltuğa sırtını yaslayarak bana bakmaya başladı. Telefondan arayanın Defne olduğunu gördüğümde, beklemeden açtım. Kulağıma yasladığım telefonla, onun konuşmasına izin vermeden dudaklarımı araladım.

 

"Sessiz konuş."

 

Biliyordum çünkü huyunu.

 

"Anladım bebeğim, keyifler nasıl."

 

"İyi, akşam konuşsak."

 

"Sorular artıyor ama ne de olsa kaçışın yok. Neyse ben sizi meşgul etmeyeyim."

 

Tam sövecekken, yüzüme kapanan telefonla öylece kalakaldım. Hesabını sorardım. Tabi kimin daha fazla hesap soracağı kesindi. Bakışlarımı telefondan ayırarak, ona çevirdim.

 

"Dün beni bıraktığın yere götürebilir misin?"

 

Kısa bir an kemere uzanıp yuvasına soktuktan sonra arabayı çalıştırdı. Asfaltlı yolda ilerleyen arabanın içinde sessiz bir yolculuk çekerken, konuşmasıyla ona doğru döndüm. Sol kolunu camın kenarına yaslamış, diğer kolu sayesinde direksiyonun hâkimiyetini koruyordu.

 

"Çok mu sigara içiyorsun?"

 

Alakasını sorgulamaya başladığımda, kaşlarım hafifçe çatılmıştı.

 

"Günde 1 paket. Neden sordun?"

 

Cama yaslı kolu hafifçe çenesini sıvazladı. Kısacık bir zamanla bana baktıktan sonra tekrardan yola dikkat kesildi.

 

"Kokunu sindirsin istemem."

 

Yüzümdeki ifade donup kaldı. Nefesim tökezliyordu. Saymak istemiyordum çünkü bu durumda daha fazla kalacağımı hissediyordum. Nefes alamıyor, sadece ona bakıyordum. Kalp atışlarımın sesi hoparlöre bağlanmış gibi aramızda atıyordu sanki.

 

Dün gece beni bıraktığı aynı yere gelene denk sessiz kaldım. Kelimeleri beni sessizliğe sürüklüyordu. Kaldırım kenarında arabayı durdurmasıyla emniyet kemerimi yuvasından çıkardım.

 

"Teşekkür ederim, bıraktığın için."

 

"Rica ederim. İyi geceler."

 

"İyi geceler," kısık sesle çıkan sözlerimin ardından kolu çekerek, arabadan inmiştim. Adımlarım yavaş yavaş evin yolunu tutarken, sırtım onun dönük olduğu için onu göremiyordum. Bakma isteği içimde baş gösterse de kendimi zorladım, ona bakmamak için. Çünkü bu akşam bir daha o bakışların etkisinde kalırsam, gece uyutmazdı. Artık sabaha kadar gözlerimin önüne gelir, düşünmekten kafayı yerdim.

 

Eve geldiğimde, yorgunlukla ağrıyan bedenimi rahatlatmak için kısa bir duş aldım. Vücut kremiyle tenimi kremledikten sonra tişörtün altına şort giydim. Karnımın kazındığını hissederek mutfağa adımladım. Küçük sandviç ekmeklerin içine peynir ve domates dilimlerini koydum. Hazırladığım iki sandviç ekmeği tabağa koyduktan sonra odama geri çıktım. Aynı zamanda telefondan Defneyi görüntülü aramak için uygulamaya girdim. Anlatacaklarımı beklediği için uyumadığını biliyordum. Yatak başlığına sırtımı yaslayarak tabağı bacaklarımın üzerine koydum. Telefonu da tabağın önüne sabitledikten sonra, Defne'nin yüzü ekranda belirdi.

 

Bütün olayı anlattıktan sonra tabağı bulaşık makinesine yerleştirmiş yatağa uzanmıştım. Yatmadan önce saatte baktığımda epey geçti. Başımı yastığa koyduğumda düşüncelerden kendimi uzaklaştırmıştım.

 

〰️

 

Yürüyerek mekâna ulaştığımda, sabahları mekânda boş denecek kadar az kişi oluyordu. Kaç gündür unutmuş olduğum şey aklıma gelmişti. Behlül'e müsait olduğumu ve mekâna gelmesini söylemiştim. İçeriye girdiğimde cam kenarındaki iki kişilik masaya oturan bedenini gördüğümde adımlarımı oraya yönlendirdim.

 

Behlül, 24 yaşındaydı. Onunla Yusuf sayesinde tanışmıştık. Kendisi Yusuf'un abisiydi. Lise diplomasını zoraki bir şekilde almış, okulu bitirdikten sonra baba mesleği olan kuyumcuda çalışıyordu. Behlül artık belli bir yaşa geldiği için kuyumcuyu tek başına yönetebiliyordu. Yusuf ise hem okuyor hem de arada bakkalda babasına yardım ediyordu. Evlerimiz birbirine yakın olduğu için çoğunlukla yüz yüze gelme şansımız oluyordu.

 

Sandalyeyi çekip karşısına oturduğumda, bakışları çoktan beni bulmuştu. Kahverengi gözleriyle aynı renge sahip saçlarını hafifçe dağıttı. Ellerimi masaya dayayarak dudaklarımı araladım.

 

"Anlat bakalım, neymiş derdin?"

 

"Konu Defne."

 

Kaşlarım duyduğum isimle çatıldı. Anlatmaya devam et derecesine elimi salladım. Sıkıntılı bir nefesi dışarıya verdi.

 

"Benim onunla görüşmem lazım."

 

"Nedenmiş?"

 

"Kızım anlasana hoşuma gitti."

 

Vay anam vay. Bizim kıza âşık olanın Behlül olacağı aklımdan geçmemişti.

 

"Benden nasıl bir yardım istiyorsun?"

 

Masaya doğru eğilerek, hafifçe gülümsedi. Telefonunu bana doğru uzattı.

 

Yürüyerek mekâna ulaştığımda, sabahları mekânda boş denecek kadar az kişi oluyordu. Kaç gündür unutmuş olduğum şey aklıma gelmişti. Behlül'e müsait olduğumu ve mekâna gelmesini söylemiştim. İçeriye girdiğimde cam kenarındaki iki kişilik masaya oturan bedenini gördüğümde adımlarımı oraya yönlendirdim.

 

Behlül, 24 yaşındaydı. Onunla Yusuf sayesinde tanışmıştık. Kendisi Yusuf'un abisiydi. Lise diplomasını zoraki bir şekilde almış, okulu bitirdikten sonra baba mesleği olan kuyumcuda çalışıyordu. Behlül artık belli bir yaşa geldiği için kuyumcuyu tek başına yönetebiliyordu. Yusuf ise hem okuyor hem de arada bakkalda babasına yardım ediyordu. Evlerimiz birbirine yakın olduğu için çoğunlukla yüz yüze gelme şansımız oluyordu.

 

Sandalyeyi çekip karşısına oturduğumda, bakışları çoktan beni bulmuştu. Kahverengi gözleriyle aynı renge sahip saçlarını hafifçe dağıttı. Ellerimi masaya dayayarak dudaklarımı araladım.

 

"Anlat bakalım, neymiş derdin?"

 

"Konu Defne."

 

Kaşlarım duyduğum isimle çatıldı. Anlatmaya devam et derecesine elimi salladım. Sıkıntılı bir nefesi dışarıya verdi.

 

"Benim onunla görüşmem lazım."

 

"Nedenmiş?"

 

"Kızım anlasana hoşuma gitti."

 

Vay anam vay. Bizim kıza âşık olanın Behlül olacağı aklımdan geçmemişti.

 

"Benden nasıl bir yardım istiyorsun?"

 

Masaya doğru eğilerek, hafifçe gülümsedi. Telefonunu bana doğru uzattı.

 

"Telefon numarasını vererek."

 

"Vereceğim. Eğer ters bir hareket yaptığını görmeyeyim."

 

"Vallahi bak bir şey yapmayacağım. Şansımı denemek istiyorum."

 

Telefonu elime alarak numarayı kaydettiğimde, ona geri uzattım. Ağzını açıp bir şey söyleyeceği vakitte arkamızdan gelen sesle dudakları geri kapandı.

 

"Firuze."

 

Bu hayatta bakmadan emin olduğumuz şeyler vardı. Bir koku, bir ses gibi. Onun sesiyle kalbimin atışları sanki mekâna yayıldı. Dinç çıkan ses tonundan adım çıkmıştı. Göğsüm zonklamaya başladı. Arkamı döndüğümde, göz göze geldik. Yine siyah giydiği tişörtü, vücudunun hatlarının daha da belirgin olmasını sağlamıştı. Birkaç adım uzağımda dimdik duran bedeniyle karşı karşıyaydım. Bir şeyler söylemeyecek için dudaklarım aralandı ama Behlül'ün "Eyvallah Firuze," lafıyla tekrardan geri kapandı. Masadan kalkıp gittiğinde, aynı şekilde ona bakarak kalakaldım.

 

Bu hayatta bakmadan emin olduğumuz şeyler vardı. Bir koku, bir ses gibi. Onun sesiyle kalbimin atışları sanki mekâna yayıldı. Dinç çıkan ses tonundan adım çıkmıştı. Göğsüm zonklamaya başladı. Arkamı döndüğümde, göz göze geldik. Yine siyah giydiği tişörtü, vücudunun hatlarının daha da belirgin olmasını sağlamıştı. Birkaç adım uzağımda dimdik duran bedeniyle karşı karşıyaydım. Bir şeyler söylemeyecek için dudaklarım aralandı ama Behlül'ün "Eyvallah Firuze," lafıyla tekrardan geri kapandı. Masadan kalkıp gittiğinde, aynı şekilde ona bakarak kalakaldım.

 

Sessizce adımları biraz önce Behlül'ün kalktığı sandalyeyi bulduğunda, tek koluyla çekip oturdu. Her hareketini izledim.

 

"Giden kimdi."

 

Merak duygusunu belli etmekten çekinmedi. Sırtını sandalyeye doğru iyice yaslamış, sert bir ifadeyle bana bakıyordu.

 

Sonunda, "Bir tanıdık." Diyerek konuşabildim. Bakışlarım hafifçe vücudunu süzerken fark edilmekten çekinerek bakışlarımı çektim. Gerdanının açıkta bıraktığı tenine değen zinciri gördüğümde sadece zincir kısmını görüyordum, ucuna ne bağlanmıştı bir fikrim yoktu.

 

"Ne istiyormuş?"

 

Bedenim masaya eğili durmasından dolayı sızlamaya başladığında, sırtımı sandalyeye yasladım.

 

"Sorguda mıyım?"

 

Dişlerini sıktığını gördüm. Kemikli suratında sıkıp çektiğini belli eden göçükler oluşmuştu.

 

"Sorguda olmadığın kesin. Ama soru sorduğum da kesin."

 

"Seni ilgilendiren bir şey değil." Diyerek konuyu noktalamak istedim. Kaşlarım hala sorduğu ilk sorudan beri çatıktı. Anlam verememiştim bu tavrına.

 

Alnını sıvazlayarak kalın dudaklarını araladı.

 

"İyi." diye mırıldandı. Ses tonu trip atar gibi çıkmıştı. Bakışları hala bende dururken, aynı şekilde durmayı bırakarak ayağa kalktım.

 

"Neden gelmiştin?"

 

Ben ayakta dikilirken, o hala oturmayı tercih etmişti. Parmakları arasında çevirdiği araba anahtarını avuçları arasına sıkıştırdı.

 

"Hafta sonu seni almak istiyorum."

 

Yavaşça yutkunduktan sonra, "Nereye?" diye sordum ama söyledikten sonra yanlış soruyu sormamla içimden kendime küfrettim. Hangi kelimeyi söyleyeceğimi tartmadan dilimden döküvermiştim.

 

"Neden yerine nereye diye sorduğuna göre, istiyorsun."

 

Bir cevap vermezken, aklımda bin bir türlü düşünceler dolaşıp duruyordu. Gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama dudaklarına yerleşen gülümsemeyle bir şeyler anladığını düşünüyordum.

 

"O zaman seni bıraktığım yerde, yarın sabah sekizde."

 

Başını eğerek cebindeki telefonu çıkarıp parmaklarıyla ekrana dokunduğunda, birkaç saniye sonra telefonu bana doğru uzattı.

 

"Numaranı yaz."

 

Ona da tamam.

 

Sıkıntılı bir nefesi dışarıya verdiğimde, uzatılan telefonu ellerimin arasına aldım. Numaramı girip telefonu geri ona uzattım. Klavyeden ismimi kaydettiğini düşünerekten sessizce işinin bitmesini bekledim.

 

"Susman olumsuz bir yanıtsa, seni beklediğimi bil."

 

Gözlerime uzunca baktıktan sonra, yanımdan geçip giderken ardında kokusunu da bırakıp gitti. Onun sıcaklığından eser kalmazken, dakikalarca ayakta kaldım. Beni kendime getiren kimsenin olmadığı, sesin soluğun çıkmadığı mekânı dolduran bildirim sesiydi. İrkilmeyle, gözlerimi daldığım noktadan çektim. Telefona mesaj atan kişi Defneden başkası değildi.

 

Gönderen - Defne

 

Lan Behlül bana yazdı.

 

Gönderen - Defne

 

Kendimi yeni yetme ergen gibi hissediyorum. Nabzım götümde attı. O derece diyorum.

 

Gönderilen - Defne

 

Hadi lan gerçek mi?

 

Gönderen - Defne

 

□ 3 fotoğraf.

 

Gönderilen - Defne

 

OHA

 

Gönderilen - Defne

 

Maşallah ne konuştunuz bu kadar.

 

Gönderilen - Defne

 

Bir de naif naif cevap vermiş kqkhajanah

 

Gönderilen - Defne

 

Ulan Defne

 

Gönderen - Defne

 

Üff ben onunla konuşurken farklı bir kişiliğe büründüm. Artık Bihter'im. Tabi siz anneleri tarafından size emanet edilen çocuklara her bakımdan yetersiz gördüğünüz bir kadının annelik etmesine şiddetle karşısınız ama.

 

Gönderilen - Defne

 

Aptallık etme. Sen Defnesin.

 

Gönderen - Defne

 

Gidiyorum ben. Akşam bana gel.

 

Gönderilen - Defne

 

Tamam.

 

Telefonu arka cebine soktuktan sonra, akşama kadar çok yoğun olmayan günle sıkılmıştım. Çalışmak yoruyordu. Ama boş boş oturmaktan iyiydi. Kafamın dağılması için bir şeylerle uğraşmam gerekiyordu. Hatta bu aralar kalbimi hedef alan hislerle, hiç boşta kalmamam gerekiyordu. Hayatımda var olan bir kişi vardı. Onun yanına bir kişiyi daha almakta zorlanır mıydım? Bilmiyorum.

 

Aklıma gelen anıyla, gözlerimin önüne siyah bir perde çekildi. Beynimin içine düğüm olan Defneyle ilk tanışmamız öyle birbirine bağlanmıştı ki hiç açılmayacağını biliyordum. Onunla geçirdiğim her an zihnimin bir köşesinde hep kalacaktı.

 

"Baba." Diye inledim sıkıntıyla. Bembeyaz ışığın aydınlattığı koridor, aslında hayatımın en kara koridoruydu. Duvar köşesine sinmiş, küçük bir çocuğun bedenine dönüşmüştüm. Üzerimde okulun mavi kırmızı üniforması vardı. Çizgili kırmızı eteğin altına giydiğim beyaz kilotlu çorabın üzerine koyduğum ellerime ilişen gözlerim, dokunduğu yerde damlalar oluşturdu.

 

Beyaz ten rengimi kaplayan kırmızı renk, babamın başından akan kandı. Onu o halde gördüğüm ilk an, ölümü ilk defa hissettiğim andı. Hemşireler dört bir yanına bağırıyordu. Acil 0 Rh Pozitif kan diye. Dudaklarım aralanıyor, kesik kesik konuşuyorum. Yanımdan geçip gidiyorlar. Kendi kendime diyorum ki, "Ben veremiyorum. Kendi babama kanımı veremiyorum."

 

Kanımı verseydim yaşar mıydın Baba?

 

Annem perişan bir halde köşeye çekilmiş, ağlaya ağlaya titriyordu. Yanına bile gidemiyordum. Öylece hareketsiz, bakışlarımı annemden alamıyordum. Annem yaralı. İkisi aynı arabadan çıktılar babam ameliyatta, annem karşımda bir ölüden farksız. Saatlerce bekliyoruz. Kapılar aralandığında, maskesini ağzından çıkaran adam dudaklarını araladığında annem ayağa kalkamıyor bile. Sanki bor şeyler anlamıştı.

 

Adamın dudaklarından iki kelime çıkıyor. O iki kelime bütün hayatımı mahvetmeye yetiyordu.

 

Başınız sağ olsun.

 

O hıçkırıklar, ağıta dönüyor.

 

Dudaklarım titriyordu. Ellerimi ağzıma götürerek bastırdığımda ağlamamı duysunlar istemedim. Yanıma gelen bedenle bakışlarım gelen kişiyi buldu. Gece karası bukleli saçların sahibi bana "Sakın, ağlamanı bastırma. Eğer kimse duysun istemiyorsan ben duyarım sadece. Sen istersen ben bir sana açarım kulaklarımı. Bir seni dinlerim."

 

Defne; yaz kış yeşil olan ağaç.

 

Yazımı kışımı her daim bahar, kalbimi her daim bir kardeş gibi doldurdu. O gün anladım. Yapayalnız kaldığımda yanımda olacak tek kişi, Defneydi.

 

İşten ayrıldığımda, bir taksiye inip Defnenin evine gelmiştim. İçi süt dolu kupayı dudaklarıma yasladığımda, boğazımdan ılık sıvı kayıp gitti. Geldiğimden beri Behlülle Defneden başka bir konu açılmamıştı. Ona söyleyeceğim şeyler her aklıma geldiğinde yanaklarım kızarıyordu.

 

Abur cubur dolu masadan yediğim lokmalarla şişmiştim. Ağzıma attığım cipsle çiğnemeye başlarken, Defnenin konuşmasıyla daha doğrusu sorduğu soruyla hızlı çiğneyişlerim yavaş bir hal almıştı.

 

"Sizin durum ne âlem?"

 

Bakışlarını bana kitleyip, yemeğe kaldığı yerden devam etti. Dizlerimi sandalyenin üzerinde kırıp, soluğumu dışarı verdim.

 

"Şimdi ben bir söyleyeceğim ama sakin kal, yani dalgada geçme."

 

Masum masum söylediğim kelimelerle tabi ki de beni ciddiye almadı. Tamam dese bile, öyle olmayacaktı biliyorum.

 

"Böyle yaparsan sonucunda daha da deliririm."

 

Alnımı sıvazlayarak, söylediğim kelimelerin ardından ellerimi yüzüme bir çocuk gibi kapattım.

 

"Yarın sabah erkenden beni alacakmış. Numaramı yazdım."

 

Yüzüme koyduğum parmakların arasını hafifçe araladığımda, tepkisini ölçmek adına sessizce kaldım. Aniden sandalyeden kalkıverdi. Ellerini şaklatmaya başladığında bu tepkisi karşısında şok olmuş gözlerle bakıyordum.

 

"Söyle buldun mu aradığın aşkı söyle?"

 

Kahkaha attım bu haline. Ellerimi çoktan yüzümden çekmiş, sırtımı sandalyeye yaslamıştım. Ellerimi otur manasında sallayarak "Kız otur, iyice delirdin he."

 

Gülümseyerek sandalyeye yerleştiğinde, bir süre dudaklarımızdan kıkırtı eksik olmadı. O kadar uzun süre konuştuk ki bu konuşmaların çoğu imalı konuşmalardan ibaretti. Saat ilerlerken, etrafı toparlamaya yardım etmiş apartmandan ayrılmıştım. Defnenin evine yakın olan evime 5 dakikada geldiğimde, kapıyı açarak içeriye girdim. Kapıyı kapattığımda telefonuma gelen bildirim sesiyle sonra bakarım diyerekten ayakkabılarımı çıkartıp dolaba yerleştirdim.

 

Odanın ışığını yaptıktan sonra üzerimi değiştirmiştim. Mesaj geldiği aklıma düştüğünde, telefonu açarak kimin mesaj attığına baktım.

 

Gönderen - 0538*******

 

Gideceğimiz yer için çanta hazırlasan iyi olur. Hani mayo, bikini anlarsın ya onlar da gittiğimiz yerde lazım olacak.

 

Atalay diye fısıldadım. Yarın, hatta artık bugün. Yanında olacağım.

 

Son.

 

Nasılsınız? Benim bu aralar kafam her anlamda feci karışık. Sizin de öyle mi?

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Atalay?

 

Firuze?

 

Behlül?

 

Defne?

 

Buse?

 

Yusuf?

 

kişiler hakkında ne düşünüyorsunuz? Kişilikleri hakkında tahmininiz var mı?

Vee, sizce nereye gidecekler?

görüşmek üzere..

12.03

🖇

 

 

Loading...
0%